Gönderen Konu: ‘Kur’an’ı Bitirme’ Sempozyumu  (Okunma sayısı 5456 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
‘Kur’an’ı Bitirme’ Sempozyumu
« : 20 Mayıs 2015, 10:21:25 »

‘Kur’an’ı Bitirme’ Sempozyumu

Zamanın DİB Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez ve profesör arkadaşları Ömer Özsoy, İlhami Güler, Burhanettin Tatar, Mustafa Öztürk ve Yasin Aktay’ın katılımıyla, Almanya/Frankfurt’ta 05-07 Haziran 2008’de “İslam’ın Manevi Mirası: Günümüzde Kur’an” konulu bir sempozyum yapıldı.

Sempozyumu, Frankfurt Goethe Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren “İslam Dini Vakıf Profesörlüğü ve İslam Araştırmalarını Teşvik Topluluğu (GEFIS)” yürütüyordu.

GEFİS, DİB’le Goethe Üniversitesi arasında yapılan sözleşme ile kurulan bir eğitim kurumudur. Bu kurumla Diyanet ve TDV arasındaki organik bağ bulunduğundan, bu sempozyum aynı zamanda Diyanet/TDV faaliyeti sayılır.
İslam Dini Vakıf Profesörlüğü (Frankfurt İslam İlahiyat Fakültesi), DİB yönetiminde ve TDV parasıyla yurt dışında ilahiyat eğitimi veren bir kurumdur. Başında da Mehmet Görmez tarafından görevlendirilen Ankara İlahiyat Tefsir hocası Prof. Dr. Ömer Özsoy bulunmaktadır.

Ömer Özsoy, aynı dönemden Mehmet Görmez’in dostu ve arkadaşıdır. 2005’lerde açılan İslam Dini Vakıf Profesörlüğü’ne (Frankfurt İslam İlahiyat Fakültesi) yönetici hoca olarak o görevlendirmiştir.

KUR’AN ALEYHİNE SÖZLER

Açılışında Sayın Mehmet Görmez’in de bir konuşma yaptığı sempozyumda, Ömer Özsoy’un söyledikleri, Müslümanları çileden çıkarmakla kalmıyor, Yahudileri ve Hristiyanları bile şaşkına çeviriyor.
İşte o sözler:

“Anlaşılan, Hz. Muhammed Kur’ân’ı yazılı hale getirmeyi kendi ödevi olarak görmedi. Allah gerçekte yazılı bir metin istemiyordu. Aksine Allah, insanlarla olan esnek iletişimini korumak için Kur’ân metninin yazıya dökülmesine karşıydı.

Tanrı gerçekten yazılı bir metin mi istiyordu, yoksa inananlarla olan esnek iletişimini korumak için tam tersini mi? ……..Bir araya toplanan farklı metinlerin (âyetlerin demek istiyor) ne zaman bir sistematiğe döküldüğü de Müslüman araştırmacılar ile Batılı İslam bilimciler arasında tartışmalı. Birçok Batılı bilim insanına göre bu işlem, Müslümanlar arasındaki genel kanının aksine, çok daha sonraları yapıldı. Kuran’ı yorumlama ihtiyacı Peygamber’in vefatının ardından, yani ikinci kuşakta ortaya çıktı.

Kuran’da anlatılmak istenen içeriğin yalnızca yüzde 10’u, Kur’an’ın âyetlerinde bulunabiliyor. Geri kalan kısım, tarihsel (sadece o zamanı ilgilendirdiği) bağlamda yorum gerektiriyor. Dolayısıyla Kur’an ne ebediyen geçerli, ne de evrensel bir kitaptır.


Ömer Özsoy’un, basın açıklamalarında ve derslerinde sürekli vurguladığı konular, yukarıdakinin aynıdır. İddiaları şöyledir:

“Kuran’ın ancak onda birinin geçerli olduğu, geri kalanının tarihsel yani sadece indiği zamanla ilgili olduğu, ebediyen geçerli olmadığı, evrensel olmadığı, ayrıca Kur’an’ın ilk asırda yazılmış bir metin olmadığı…”.

Ömer Özsoy, 2002 yılında Diyanet tarafından düzenlenen sempozyumda da aynı şekilde, “Kur’an’ın tamamının ilâhî/dînî bir metin olmadığını, içerisinde hukuk kuralları yer alsa bile, toplumun ve insanın değişkenliği dolayısıyla bu kuralların da değişken olacağını, yani bağlayıcı olmayacağını” savunmakta ve şöyle demektedir:

“Kur’an-ı Kerim’in muhteva itibariyle tamamen ilâhî, dolayısıyla tamamen dînî bir metin gibi, bir bütünlük gibi algılanmasının o denli isabetli olmadığı kanaatindeyim.”

Ömer Özsoy’un bu görüş ve ifadelerinin yer aldığı kitap, Sayın Görmez’in Dini yayınlardan sorumlu Başkan Yardımcısı olduğu dönemde Diyanet tarafından yayınlanmıştır.

Ömer Özsoy’un yukarıdaki sözleri ile Sayın Görmez’in, “Kur’an’ın, kanun metni gibi okunmayıp, ondan sadece ilkeleri çağa taşımak (gerekir)” sözü arasında bir terslik görüyor musunuz?

Durun bakalım daha neler okuyacaksınız…

Devamı için virgül…

1- http://www.evangelisch.de/inhalte/101383/27-08-2010/frankfurter-islam-studien-betonen-die-theologie; http://www.evangelisch.de/themen/religion/frankfurter-islam-studien-betonen-die-theologie22277.
2- http://www.timeturk.com/tr/2008/07/22/cizvit-papazi-korner-den-tarihselcilere-elestiri.html#.VRH2HE05lfw; http://www.islamvehayat.com/yazdir.php?haber_id=1673
3- http://tr.qantara.de/webcom/show_article.php/_c-678/_nr-14/i.html.
4- http://www.timeturk.com/tr/2008/07/20/modernist-tarihselci-kur-an-sempozyumu.html#.VRH6P005lfw; http://www.islamvehayat.com/yazdir.php?haber_id=1673.
5- http://www.timeturk.com/tr/2008/07/22/cizvit-papazi-korner-den-tarihselcilere-elestiri.html#.VRH2HE05lfw
6- Güncel Dini Meseleler Birinci İstişare Toplantısı – I (15-18 Mayıs 2002), İstanbul, (DİB baskısı, Ankara, 2004), s. 124.
7- Güncel Dini Meseleler Birinci İstişare Toplantısı – I (15-18 Mayıs 2002), İstanbul, (DİB baskısı, Ankara, 2004).


Ali Eren | 20.05.2015 04:04 | http://www.gazetevahdet.com/kurani-bitirme-sempozyumu-2169yy.htm


***

Frankfurter Islam-Studien betonen die Theologie

"Islamische Studien" finden sich ab dem Wintersemester im Lehrangebot der Goethe-Universität Frankfurt. Der neue Bachelorstudiengang ist mehr theologisch ausgerichtet als die bisherigen Angebote in Osnabrück und Münster und soll auf Tätigkeiten in zahlreichen Berufszweigen vorbereiten. Ein Gespräch mit dem islamischen Theologen und Frankfurter Stiftungsprofessor Ömer Özsoy.


Worin unterscheidet sich der neue Studiengang von dem bisherigen Lehrangebot des Instituts für Studien der Kultur und Religion des Islam?

Özsoy: Das einzige Lehrangebot unseres Instituts war bisher ein religionswissenschaftlicher Teilstudiengang für Islamische Religion. Der neue Studiengang versteht sich im Sinne der Empfehlungen des Wissenschaftsrats als eine islamisch-theologische Disziplin, die die Binnenperspektive mit allgemeinen geistes- , kultur - und sozialwissenschaftlichen Perspektiven verbindet. Theologie als rationale Reflexion über den Glauben beinhaltet sowohl die Beschäftigung mit religiösem Quellenmaterial auf wissenschaftlicher Ebene als auch die Auseinandersetzung mit der religiösen Glaubenspraxis und deren Vermittlung. Darüber hinaus sind neue Fächer wie praktische Theologie, Religionspädagogik, Sozial- und Gemeindearbeit islambezogen zu erschließen.
Über die Auseinandersetzung mit der islamischen Tradition hinaus befasst sich der als Bachelor konzipierte neue Studiengang mit der islamischen Religion im europäischen und insbesondere im deutschen Kontext. Dabei kommt der interdisziplinären Islamforschung und wissenschaftlichen Aufarbeitung des Diskurses islamischer Theologietraditionen im Kontext christlicher und jüdischer Theologietraditionen in ihrer europäischen und deutschen Ausprägung große Bedeutung zu. Übrigens geht die Entscheidung des Senats, diesen Studiengang einzurichten, auf Überlegungen im vergangenen Jahr zurück. Noch vor der Veröffentlichung der Empfehlungen des Wissenschaftsrates im Januar hatten wir mit der Ausarbeitung dieses theologischen Konzepts begonnen.


Angekündigt ist der Studiengang als dreijährig und mit einem BA-Abschluss. Welche Perspektiven bieten sich den Absolventen?

Özsoy: Das Studium der Islamischen Studien bildet neben Theologen und wissenschaftlichen Nachwuchskräften auch Fachkräfte für islamische Theologie aus. Das Studium vermittelt auch interkulturelle und interreligiöse Kompetenzen. Der Abschluss eines B.A. in Islamischen Studien qualifiziert für Arbeitsfelder in wissenschaftlichen, gesellschaftlichen, kulturellen und religiösen Bereichen. Absolventen könnten etwa tätig sein als Berater in der Wirtschaft und Politik, in der Gemeindearbeit (Seelsorge), Kinder- und Jugendarbeit, Erwachsenenbildung und in den Medien. Wir bilden zwar keine Lehrer für islamischen Religionsunterricht oder Religionskunde aus, aber in Anbetracht des dringenden Bedarfs an Lehrkräften könnte sich unseren Absolventen auch die Perspektive des Lehrerberufs öffnen – in vielen Bundesländern werden ja selbst Absolventen verwandter Fächer nach einem kurzen pädagogischen Weiterbildungskurs als Lehrer eingestellt. Ich gehe jedoch davon aus, dass das Land Hessen unser theologisches und religionswissenschaftliches Angebot in Anspruch nehmen wird, wenn es Religionslehrer für den Islam ausbilden will. Auch die muslimischen Teilnehmer des Runden Tisches haben sich dafür ausgesprochen, dass Religionslehrer an der Goethe-Universität ausgebildet werden sollten.

Worin unterscheidet sich der Frankfurter Studiengang von denen in Münster und Osnabrück, wo ja auch der Islam aus der Binnenperspektive gelehrt wird?
Özsoy: Der Kernunterschied zwischen Frankfurt, wo der Islam seit 2003 binnenperspektivisch erforscht und vermittelt wird, und den anderen Unis besteht darin, dass wir einen theologischen Schwerpunkt in Lehre und Forschung haben und keinen religionspädagogischen oder fachdidaktischen. Schon im Jahre 2002 wurde als oberstes Ziel die Förderung des wissenschaftlichen Nachwuchses und des intertheologisch-akademischen Diskurses festgelegt. Das wechselseitige Verständnis der Weltreligionen soll gefördert und fortentwickelt werden. Gemäß dieser anfänglichen Zielsetzung soll das Institut in Lehre und Forschung zur Etablierung einer wissenschaftlichen Beschäftigung mit dem Islam, anders als Orientalistik und Islamwissenschaft, aus der Binnenperspektive beitragen, wobei der Islam - im Gefolge des wissenschaftlichen Diskurses - an der Universität interdisziplinär erforscht und authentisch vermittelt werden soll. Diese Differenz lässt sich schon in der Bezeichnung der jeweiligen Einrichtungen an verschiedenen Unis, aber auch auf curricularer und personeller Ebene erkennen.
Theologie, Religionspädagogik und Fachdidaktik sind natürlich unterschiedliche Aspekte, die für die theologische Ausbildung alle wichtig sind. Für uns ist die Theologie zentral, weil gerade sie in Deutschland fehlt und etabliert werden soll. Wenn eine theologische Grundlage da ist, dann kann man alles andere darauf aufbauen. Das heißt, Theologie sollte die Religionspädagogik und Fachdidaktik begleiten. Ich denke, Frankfurt hat bisher sehr viel zur Etablierung der Islamischen Theologie beigetragen und wird es weiterhin tun. Dass wir in Frankfurt primär Theologie betreiben, bedeutet nicht, dass wir kein Interesse an Lehrer- und Imamausbildung haben. Damit unser Institut auch diese Ausbildungsprozesse wissenschaftlich begleiten kann, sind neue Strukturen erforderlich, für die in erster Linie nicht wir als Fachvertreter, sondern der Staat und die Vertreter der Muslime zuständig sind.

Außenstehende, die die Entwicklungen unter anderem an den Universitäten Münster, Osnabrück und Frankfurt verfolgen, gewinnen den Eindruck, als hätten die Hochschulen einen Wettlauf angetreten ... Und zwar darum, welche Uni als erste den Empfehlungen des Wissenschaftsrats nachkommt, "autonome
Organisationseinheiten für Islamische Studien zu etablieren". Gibt es denn einen Zeitdruck?


Özsoy: Dass Bundesministerin Anette Schavan die Empfehlungen des Wissenschaftsrats unterstützt, ist begrüßungswert; gegenwärtig hat das aber nicht nur zu einem Wettlauf zwischen den erwähnten vorhandenen Einrichtungen geführt, sondern auch zu einem Überbieten an vorschnell proklamierten Kompetenzzusagen einzelner Universitäten, die bisher so ein Konzept nicht hatten. Diese Entwicklung bewirkt genau das Gegenteil von dem, was der Wissenschaftsrat empfohlen hat, nämlich angesichts der begrenzten Ressourcen an potenziellem Fachpersonal an nur zwei bis drei staatlichen Universitäten Islamische Theologie einzuführen, die dem Namen gerecht wird. Hier ist kein Tauziehen, sondern eine enge Kooperation und die Bündelung von notwendigen und vorhandenen Kompetenzen zwischen den erwähnten Standorten angebracht. Das entspricht nicht nur einer moralischen Verpflichtung, sondern auch rationalen und ökonomischen Erwägungen.
Vor diesem Hintergrund drohen die aus jahrelangen Erfahrungen abgeleiteten fachlichen und organisatorischen Überlegungen als sekundär abgetan zu werden. Was passiert mit den Einrichtungen, die bereits zu Zeiten, in denen es noch nicht auf der politischen Tagesordnung stand, mit eigenen Mitteln die Islamischen Theologie oder Religionspädagogik zu etablieren begannen und die nicht unterstützt werden? Ich denke, dass die bestehenden Institutionen, die keine zentrale Unterstützung bekommen, geschwächt werden und möglicherweise geschlossen werden müssen, weil sie durch diese staatliche Abwahl nicht nur an Ansehen und somit an Personal verlieren, sondern auch zu einem ungerechten Wettbewerb gezwungen werden. Der Bund sollte hier in Zusammenarbeit mit den Ländern und jeweiligen Fachvertretern nach reiflicher Überlegung und Rationalitätsprinzipien seine Entscheidung treffen. Denn dies ist für die Etablierung und Zukunft der Islamischen Theologie von enormer Wichtigkeit.


Aus wie vielen Lehrenden besteht das Institut und wer finanziert die Einrichtung des neuen Studiengangs? Bisher war ja die türkische Religionsbehörde Geldgeber für zwei Stiftungsprofessoren - bleibt das auch in Zukunft so?

Özsoy: Das Institut wurde im Juni 2009 gegründet. Sie geht auf die Stiftungsprofessur für Islamische Religion zurück. Die ursprüngliche Institution "Stiftungsprofessur für Islamische Religion" und ihre Infrastruktur sind vor acht Jahren am Fachbereich Evangelische Theologie in Kooperation zwischen der Goethe-Universität und dem Türkischen Präsidium für Religiöse Angelegenheiten (Diyanet Isleri Baskanl?g?) entstanden. Seit Juni 2009 sind die Stiftungsprofessur und -gastprofessur für Islamische Religion am Fachbereich Sprach- und Kulturwissenschaften angesiedelt und dem neu gegründeten Institut für Studien der Kultur und Religion des Islam zugeordnet. Aufgrund einer neuen Vereinbarung ist das Institut um eine dritte Professur erweitert worden; sie ist vor kurzem ausgeschrieben worden. Das Lehrpersonal besteht also derzeit aus einem Stiftungsprofessor, einem Stiftungsgastprofessor, einem Arabischlehrer und einem wissenschaftlichen Mitarbeiter. Bald werden wir einen Stiftungsprofessor und einen wissenschaftlichen Mitarbeiter bekommen. Zusätzlich sind jedes Semester externe Wissenschaftler – je nach Bedarf – tätig. Hierzu planen wir, noch im Jahr 2010 aus öffentlichen Mitteln eine oder zwei Professuren sowie entsprechende Mitarbeiterstellen einzurichten, damit alle wichtigen Fächer des theologischen Kanons durch eigene Professuren vertreten werden können. Für die Lehrerausbildung müsste das Land Hessen zusätzlich eine religionspädagogische Professur zur Verfügung stellen, weil wir von uns aus keine Lehrer ausbilden können.



Prof. Dr. Ömer Özsoy (47) studierte in Ankara Pädagogik und islamische Theologie und wurde 1991 mit einer Arbeit zum Thema "Über die Bedeutungsverschiebung eines koranischen Ausdrucks: sunnatull?h" promoviert. Anschließend war er Professor für Koranexegese an der Universität Ankara, ehe er zu Forschungs- und Lehraufenthalten nach Göttingen und Salzburg kam. Seit 2006 hat Özsoy die Stiftungsprofessor für Islamische Religion an der Evangelisch-Theologischen Fakultät der Goethe-Universität in Frankfurt am Main inne, seit 2009 ist er Direktor des Instituts für Studien der Kultur und Religion des Islam am Fachbereich Sprach- und Kulturwissenschaften der Universität.

http://www.evangelisch.de/inhalte/101383/27-08-2010/frankfurter-islam-studien-betonen-die-theologie



***


Cizvit Papazı Körner'den tarihselcilere eleştiri

Almanya'da düzenlenen Kur'an sempozyumunda konuşan Cizvit Teolog Prof. Dr. Körner, Müslüman tarihselcilerin Kur'an hakkındaki araştırmalarını sert bir dille eleştirdi.

Almanya'da, Frankfurt Goethe Üniversitesi'nde, 'İslam'ın Manevi Mirası: Günümüzde Kuran' başlıklı bir sempozyum düzenlendi. Sempozyuma otuz ilim adamı katıldı. Çağdaş ve modernist Kur?ân okumaları değerlendirildi.

Üç gün süren sempozyumu, İslam Dini Vakıf Profesörlüğü ve İslam Araştırmalarını Teşvik Topluluğu (GEFIS) düzenledi. Programın açılış oturumunda Johann Wolfgang Goethe Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Rudolf Steinberg ve Frankfurt Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Christian Troll'in yanısıra Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Görmez'de bir konuşma yaptı.

Nasr Hâmid Ebû Zeyd Bildik Modernist Söylemi Tekrarladı

Programa Leiden Üniversitesi'nden katılan modernist ilahiyatçı Prof. Dr. Nasr Hâmid Ebû Zeyd, tebliğinde kendini tekrar etmeye başlayan modernist söylemin bildik yaklaşımlarını tekrarladı. Ona göre Müslümanlar, Kur?ân'ın metni yerine bu metinlerde verilmek istenen mesajın önemli olduğu bilincini asırlar önce kaybetmiş.


Nasr Hamid Ebu Zeyd

Faslı ilim adamı Prof. Dr. Taha Abdurrahman'ın ifadesiyle Kur?ân'ı/vahyi beşerileştirmeye, dekonsakre etmeye ve sekürlerleştirmeye çalışan modernist/reformist ilahiyatçı hattın öncü isimlerinden olan Nasr Hâmid Ebû Zeyd, Müslümanlar vahyin söylediğine değil; söylemek istediğiyle ilgilenirse ancak o zaman 'Tanrı' ile iletişime geçebileceğini ancak Müslümanların bu canlı iletişimi bırakıp sadece metne yoğunlaştığını dolayısıyla Tanrı'yla iletişimi kaybettiklerini öne sürdü.

İlahiyatçı Prof. Ömer Özsoy'dan Spekülatif Cümleler

Ankara İlahiyat'ın modernist öncülerinden Prof. Dr. Özsoy ise 'Anlaşılan Hz. Muhammed Kur?ân'ı yazılı hale getirmeyi kendi ödevi olarak görmedi' gibi spekülatif cümleleriyle ve İslâm ilim ahlakının tasvip etmediği tarzıyla sağduyulu katılımcıları şaşkına uğrattı. Özsoy'un tarzı yalnızca Müslüman dinleyicileri değil; Hıristiyan katılımcıları bile şaşkınlığa uğrattı. Özsoy'a göre Allah gerçekte yazılı bir metin istemiyormuş; aksine Allah, insanlarla olan 'esnek iletişimini' korumak için Kur?ân metninin yazıya dökülmesine karşıymış.


'Müslümanlar?ın başından beri Kur'an'ı tarihi ve şifahi bir belge olarak gördüğünden ve algıladığından yola çıkıyorum' diyen Özsoy, şunları ekliyor: 'Başka türlü olmas? da olanaksız görülüyor, çünkü ilk Müslümanlar, yani Kuran'ın hitap ettiği ilk insanlar, Kur'an'ı böyle yaşadılar; Peygamber'in yoldaşları olarak vahiylerin inmesini O'nunla birlikte yaşadılar. Vahiy, Mekke ve Medine devresi ayetlerini inceleyen bilim dallarını da , birinci ve ikinci kuşağa borçluyuz.'

Özsoy'a göre Kuran'da anlatılmak istenen içeriğin yalnızca yüzde 10'u, Kur'an'ın ayetlerinde bulunabiliyormuş. Geri kalan kısım, tarihsel bağlamda yorum gerektiriyormuş. Dolayısıyla Özsoy Kur'an'ı ne ebediyen geçerli, ne de evrensel bir kitap olarak kabul ediyor.

Ayrıca bazı Oryantalistler Kur?ân-ı Kerim'in cem edilmesinin sanıldığı gibi İslâm'ın ilk asrında değil; çok sonraları gerçekleştiği gibi ilmî objektiviteden uzak değerlendirmelerde bulundular.

Sebeb-i Nüzûlü Tarihsellikle Aynîleştirmek

Bazı tebliğciler ise sebeb-i nüzûlü olgusundan yola çıkarak tarihselci ve hermeneutikçi yaklaşımın Kur?ân-ı Kerim'in anlaşılması için vazgeçilmez olduğunu ileri sürdü.

'C. Luxenberg'in Tezi İlmîlikten Uzak ve Keyfî'

Sempozyumda ayrıca 'Kuran?ın Süryanca-İramî Okuma Biçimi: Kuran Dilinin Deşifre Edilmesi Üzerine Bir Katkı' başlıklı kitabın yazarı ve 'Kuran, şimdiye dek sanıldığından çok daha fazla oranda Süryani-Hıristiyan unsurlarla dokunmuş bulunuyor.

Müslümanların kutsal metni, birçok yerinde Arap yorumcularca ya yanlış okundu ya da yanlış yorumlandı' şeklinde yaklaşımları olan ve bazı Türkiye ilahiyatçılarının yaklaşımlarına paralel değerlendirmelerin sahibiAlman Oryantalist, Christoph Luxenberg'in 'Kur?an'ın Suriye-Arami biçimi' tezi de tartışıldı. Cambridge Üniversitesi'nden Daniel Birnstiel, Luxenberg'in çevirilerinin 'keyfî' olduğunu ve Suriye-Arami kavramlarının Arap diline ne zaman girdiği konusunda çok az bilgiye dayandığını öne sürdü.

'Ankara İlahiyat Ekolü', Cizvit Papazı Prof. Dr. Felix Körner'i Bile Şaşırttı

Cizvit Teolog Prof. Dr. Felix Körner, Alman akademik çevrelerinin 'Ankara Ekolü' temsilcisi olarak gördükleri Prof. Ömer Özsoy'u kıyasıya eleştirerek, 'Özsoy'un Kur?ân'a tarihsel boyut kazandırma yönündeki çalışması, kitabı olan ilâhî bir dinin tefsiri olmaktan çıktı' dedi. Cizvit Teologa göre Özsoy'un Kur?ân çalışması, 'herkesin kabul edebileceği, tarihsel açıdan allanıp pullanmış etik normlardan ibaret. Yani Kur?ân bir ahlâk kitabına indirgenmiş. Körner, ayrıca, dışarıdan gelen her reform girişiminin aslında Kur?ân'ın kendisinde var olan ıslahatçı potansiyeli yok ettiğini söyledi.


Prof. Dr. Felix Körner

Cizvit teolog Prof. Dr. Felix Körner Ankara'da yaşıyor ve Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde 'Yeni Hermeneutik Kuramlar' konusunda çalışmalar yapıyor. Kendisi aynı zamanda Ankara-Ulus'taki Katolik kilisesinin papazı ve Katolik kilisesi diyalog sorumlusu. Geçtiğimiz günlerde rahip Felix Körner'in Diyanet İşleri Başkanlığı'nın hadis projesine danışmanlık yaptığı ileri sürülmüş, ayrıca Diyanet imamlarına 'AB uyum' dersleri/seminerleri verdiği iddia edilmişti.

05-07 Haziran 2008 tarihlerinde gerçekleşen sempozyum programı şu şekildeydi: 'Kur?ân Metninin oluşumu' başlıklı birinci oturumu Bonn Üniversitesi'nden Prof. Dr. Stefan Wild yönetti.

Nasr Hâmid Ebû Zeyd, 'Şam'lı Yahya'nın Meydan Okuması ve Kelâmın Doğuşu' başlıklı bir tebliğ sunarak bildik modernist söylemi tekrar etti.

Tel Aviv Üniversitesi'nden Dr. Omar Hamdan'ın tebliğinin başlığı, 'Kur?ân Ortografisinin (İmlasının) Ortaya Çıkışına Dair Yeni Yaklaşımlar'dı.

Frankfurt Üniversitesi'nden Prof. Dr. Ömer Özsoy'un tebliğinin başlığı, 'Kur?ân'ın Oluşumuna Dair Müslüman Algısı: Eleştirel Bir Yaklaşım'dı. Ömer Özsoy da modernist tarihselci söylemin başat görüşlerini tekrarladı.

'Kur?ân ve Kur?ân Bilimleri Yorumları' başlıklı ikinci bölümün ilk oturumu Bamberg Üniversitesi'nden Prof. Dr. Rotraud Wielandt'ın başkanlığında başladı.

Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültes'inden Dr. Mustafa Öztürk, 'Müteşabih Kavramı Bağlamında Klasik Tefsir Usûlü ve Ulûm-i Kur?ân?ın Aktüel Degeri Üzerine' başlıklı bir tebliğ sundu.

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Ilhami Güler, 'Günümüzde Kur'an Yorumu: Metinlerin Tefsirinden Olayların Teviline' başlıklı bir tebliğ sundu.

'Kur?ân Hermeneutiği' başlıklı üçüncü oturumun başkanlığını Berlin Free Üniversite'den Prof. Dr. Angelika Neuwirth yaptı.

Berlin Free Üniversite'den Nicolai Sinai'in tebliğinin başlığı 'Spinoza ve Fazlurrahman Arasında: Tarihsel ve Eleştirel Metot Üzerine Bazı Mülahazalar' idi.

'Fundamantalizm ve Sekülerizm Kutupları Arasında Kur?ân Hermeneutiği' başlıklı tebliğin sahibi ise Selçuk Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yasin Aktay'dı.

Markfield Üniversitesi'nden Dr. Abdullah Şahin'nin tebliğinin başlığı, 'Çağdaş Kur?ân Hermeneutikleri Gelenek İmitasyonunun ve Batılı Yorumlama Çerçevesine Öykünmenin Ötesine Geçebilir mi? Kur?ân'ın Hermeneutik Anlayışı Üzerine Eleştirel Bir Değerlendirme' idi.

Ondukuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Burhanettin Tatar'ın tebliğinin başlığı 'Kur?ân Hermeneutiğinin İmkanları ve Sınırları' idi.

'Kur?ân'ın Estetik Deneyimi' başlıklı dördüncü oturuma Frankfurt Üniversitesi'nden Prof. Dr. Abdullah Takım başkanlık yaptı. Takım aynı zamanda 'Kur?ân'ın Estetik Yönelimi ve Dua' başlıklı bir tebliğ sundu.


Kaynak: www.darulhikme.org.tr ve Qantara.de

http://www.timeturk.com/tr/2008/07/22/cizvit-papazi-korner-den-tarihselcilere-elestiri.html#.VRH2HE05lfw;



***


Modernist Tarihselci Kur'an sempozyumu

Goethe Üniversitesi tarafından düzenlenen 'İslam'ın manevi mirası: Günümüzde Kur'an' adlı uluslararası sempozyuma 30 oryantalist ve ilahiyatçı katıldı

Sempozyum: 'İslam'ın manevi mirası'

Modernist Kur'an tefsiri mercek altına alındı

Sempozyum süresince Kur'an'ın indirilişi, tefsir ve yorumu gibi konular ele alındı...

 İslam Dini Vakıf Profesörlüğü ve İslam Araştırmalarını Teşvik Topluluğu (GEFIS) tarafından düzenelenen üç günlük sempozyuma ilgi büyüktü: Oturumlarda, özellikle de Kuran tefsiri alanında çalışan sayısız genç ve yaratıcı araştırmacı, dikkat çekti.

Leiden Üniversitesi'nden Müslüman din bilimci Profesör Nasr Hamid Ebu Zeyd, daha toplantının en başında bir eleştiri getirdi: Zeyd'e göre Müslümanlar, Kuran'daki metinlerin değil, asıl bu metinlerle verilmek istenen mesajın önemli olduğu bilincini uzun süre önce yitirdiler.

Zeyd, ancak anlatılmak istenene önem verilirse ise Tanrı ile iletişime geçilebileceğini, fakat Müslümanların çoğunun bu canlı iletişimi bırakıp sadece metne yoğunlaştığını savundu.

Kur'an'ın tarihsel yorumu

Şu anda Frankfurt'taki Goethe Üniversitesi'nde profesör olarak görev yapan, 'Ankara Okulu'nun ünlü temsilcisi Ömer Özsoy da, Kur'an'ı yorumlama ihtiyacının Peygamber'in vefatının ardından, yani ikinci kuşakta ortaya çıktığına dikkat çekti.



Profesör Özsoy, 'Anlaşılan Hz. Muhammed Kuran'ı yazılı hale getirmeyi kendi ödevi olarak görmedi' diyordu. Özsoy?a göre bu şekilde düşününce kendiliğinden şu soru ortaya çıkıyor: Tanrı gerçekten yazılı bir metin mi istiyordu, yoksa inananlarla olan esnek iletişimini korumak için tam tersini mi?

Biraraya toplanan farklı metinlerin ne zaman bir sistematiğe döküldüğü de Müslüman araştırmacılar ile Batılı oryantalistler arasında tartışmalı. Birçok oryantaliste göre bu işlem, Müslümanlar arasındaki genel kanının aksine, çok daha sonraları yapıldı.

İslam'ın ilk dönemlerinde 'Yorumbilim/Hermeneutik'

Kur'an'ın geldiği döneme tanıklık edenler, vahiyler ile bu vahiylerin gönderiliş sebebi arasındaki bağlantının bilincindeydiler, ancak inananlar arasında bu bilinç çok geçmeden kayboldu.

Diğer yandan katılımcılar, Müslüman teologların da Kuran metinlerini tarihi ve filolojik açıdan yaygın biçimde mercek altına aldıkları kanısındaydı. Toplantıda, Müslümanların daha İslam'ın ilk dönemlerinde 'hermeneutik- yorumbilim' yöntemiyle Kuran'ı anlamaya çalıştığı iddia edildi.

Üç günlük sempozyum, İslam Dini Vakıf Profesörlüğü ve İslam Araştırmalarını Teşvik Topluluğu (GEFIS) adlı dernek tarafından düzenlendi.

Alman İslam bilimci ve Arami dilleri uzmanı Christoph Luxenberg'in kitabına da ismini veren 'Kur'an'ın Suriye-Arami biçimi' gibi son dönemde tartışma yaratan konular da üç günlük sempozyumda ele alındı. Cambridge Üniversitesi'nden Daniel Birnstiel, Luxenberg'in çevirilerinin 'keyfi' olduğunu ve Suriye-Arami kavramlarının Arap diline ne zaman girdiği konusunda çok az bilgiye dayandığını öne sürdü.

Ankara Okulu'na Tarihselcilik eleştirisi

Cizvit Teoloji Profesörü Felix Körner, Almanya'da tanınması için kendisinin de büyük çaba harcadığı 'Ankara Okulu'na yönelik eleştirel değerlendirmesi ile izleyenleri şaşırttı. Türkiye kaynaklı bu reformist akım, özellikle de Profesör Ömer Özsoy ve Profesör İlhami Güler ile özdeşleştiriliyor.

Körner'in eleştirisi yanlış anlamalara kapalıydı: 'Özsoy'un Kur'an'a tarihsel boyut kazandırma yönündeki çalışması, kitaplı bir ilahi dinin tefsiri olmaktan çıktı' diyen Cizvit Teolog'a göre bu çalışma, 'herkesin kabul edebileceği, tarihsel açıdan allanıp pullanmış etik normlar'dan ibaret. Dahası Körner, dışarıdan gelen her reform girişiminin, aslında Kur'an'ın kendisinde var olan ıslahatçı potansiyeli yok ettiği görüşünde.

Sürprizlerle dolu sempozyumda en çok akıl karıştıran ve en beklenmedik görüş de buydu kuşkusuz. Ama zaten Kur'an araştırmaları alanında sunulan çok sayıdaki fikir ve birbirinden farklı yargılar da salondaki İslam bilimleri öğrencilerinin kafalarını karıştırmaya yetmişti. Hatta bazı öğrencilerde, pek çok görüşün aslında birbirinden farklı olmadığı izlenimi oluştu.

Eğer bu geniş konu yelpazesinden sadece birkaç boyut seçilip bunlara yoğunlaşılsaydı, güncel Kur'an yorumları hakkındaki tartışmadan daha fazla kazanım elde edilebilirdi.

Erhard Brunn/ Qantara

http://www.timeturk.com/tr/2008/07/20/modernist-tarihselci-kur-an-sempozyumu.html#.VRH6P005lfw;


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
“Kur’an’ı Bitirme” Sempozyumu (2)
« Yanıtla #1 : 25 Mayıs 2015, 11:14:39 »
“Kur’an’ı Bitirme” Sempozyumu (2)

Çarşamba günü, Frankfurt’taki toplantıda ilâhiyat profesörü Ömer Özsoy’un “Kur'an ne ebediyen geçerli, ne de evrensel bir kitaptır” dediğini yazmıştık.

O toplantıda Ömer Özsoy’a bir itiraz geliyor. Ama ilâhiyat profesöründen değil, bir papaz olan Prof. Dr. Felix Körner’den.

Körner, özetle şöyle diyor: 

“Özsoy'un… çalışması kitabı olan ilâhî bir dinin tefsiri olmaktan çıktı. …Çalışması, herkesin kabul edebileceği, tarihsel açıdan allanıp pullanmış ahlâkî normlardan ibaret. Yani Kur’ân bir ahlâk kitabına indirgenmiş. Dışarıdan gelen her reform girişimi, aslında Kur’ân'ın kendisinde var olan ıslahatçı potansiyeli yok etmektedir.”

Evet… Bir ilâhiyat profesörünün Kur’an’ı inkâr eden sözlerine, en aşırı Hıristiyan mezhebi olan Cizvit papazı Körner böyle itiraz ediyor.

Ama ilâhiyat profesörleri olan İlhami Güler, Burhanettin Tatar, Mustafa Öztürk ve Yasin Aktay’dan hiç itiraz gelmiyor. Mehmet Görmez’den de….

Sayın Görmez meselâ bu sözlerden bir rahatsızlık duysaydı, hem derhal itiraz eder hem Ömer Özsoy’u en azından o vazifeden alırdı. Ama ikisi de olmadı.

Bir Müslüman olarak kabul edemeyeceğimiz, Frankfurt gibi gözden ırak yerlerde yapılan bu kabil konuşmaları, maalesef Diyanet’ten veya TDV’den değil de, tepkiler sonucunda basına yansımasından öğreniyoruz.

Diyanet ise 2008’den beri sadece susuyor. 

Benim Diyanetim öyle olmalı ki, bir personeli Kur’an’ın aleyhinde tek kelime söyleyiverince derhal bulunduğu vazifeden el çektirmeli…

Böyle yapmalı ki, binecekse varsın o zaman 1 milyonluk arabaya binsin. Yeter ki, benim inandığım kitaba söz söylenmesi karşısında sessiz kalmasın.

“Kur'an ne ebediyen geçerli, ne de evrensel bir kitaptır” diyen kişiye itiraz etmemek, “Bu sarık leke kabul etmez” diyen Sayın Başkan’ın sarığında bir leke değil midir?

Kime ibret olacağını da bilmiyoruz da, Sayın Görmez,  “ibret-i âlem için” diyerek 1 milyonluk lüks arabayı iade etti. Bahse konu lüks arabanın değerinin 1 milyon TL olduğu söylendiğinde, önce “1 milyon değil 300 bin” denilmişti.

Sonra neden 1 milyon olduğuna itiraz edilmedi?

Ortada gocunulacak bir şey yoksa neden önce “1 milyon değil” denilmişti?

Sayın Cumhurbaşkanı, “Benim haberim olsaydı o arabayı geri verdirmezdim” demişti. Şimdi de, “Diyanet makamı o arabaya fazlasıyla layıktır. O arabayı ben vereceğim, hem de zırhlı olacak” diyor.

Tamam, makama söz yok. Ama yanlışlıkları şahıslar yapıyor.

Sadede gelelim…

Yeniden hatırlattığımıza göre, Sayın Başkan Ömer Özsoy hakkında bir icraatta bulunur mu acaba?
Çünkü kalpteki imanın, “Kur'an ne ebediyen geçerli, ne de evrensel bir kitaptır” sözünü kabullenmesi mümkün değil… 
***
Özsoy’a itiraz eden Cizvit papazı Felix Körner, aslında Ankara İlâhiyat Ekolü’nden İslama aykırı görüşlere sahip olanların Almanya'da tanınması için çok çaba harcayan birisi.

Öyleyse o itirazı niçin yaptı?

İzahı şöyle:

Körner’in tanıtmaya çalıştığı Ankara Ekolü’nün Ömer Özsoy’la aynı inançta olduğu anlaşılırsa, Müslümanlar onlardan da uzaklaşacak, bu da Müslümanları Hıristiyanlaştırma faaliyetlerine zarar verecektir.

Yani Körner, aynı ekolden olan kolladığı diğer kimseleri gizlemek için Özsoy’a itiraz ediyor.

Körner, Ankara-Ulus'taki Katolik kilisesinin papazı ve Katolik kilisesi diyalog sorumlusudur. Ankara İlahiyat’ta da çalışmalar yapmaktadır.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın neşrettiği 7 ciltlik hadis projesine danışmanlık yaptığı söylenen şahıs da budur.

Körner’in, Diyanet imamlarına AB uyum seminerleri verdiği de iddia edilmektedir…


Ali EREN | 23.05.2015 04:04 | http://www.gazetevahdet.com/kurani-bitirme-sempozyumu-2-2207yy.htm