Gönderen Konu: Baba Dostu  (Okunma sayısı 3220 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Baba Dostu
« : 30 Eylül 2014, 10:45:56 »

Baba Dostu


Sokaklar aydınlanmıştı. Tertemiz bir yağmur caddeleri yıkıyordu. Öyle bir yağmur ki, şemsiyeye ihtiyaç duymadan altında saatlerce yürüyebilir, sıcacık kokusunun içinde ıslanmanın keyfini çıkarabilirdiniz. Toprağa düşen damlalar tatlı bir rayiha yayarken her gün uyuyan şehrin insanları bugün birer ikişer caminin yolunu tutmuşlardı. Bu kadar insanı, bu kadar erken bir vakitte, hem de yağmur yağarken uykudan çekip çıkaran bayram sabahından başka ne olabilirdi ki?

Hasan Bey, beş yaşındaki oğlunun ayakkabılarını giymesine yardımcı oluyordu. Daha önceki bayramlarda olduğu gibi namaza beraber gideceklerdi. Şemsiyenin kuruluğuna girdiler. Hilmi’nin minik eli babasının parmağını kavrayıp Hasan Bey’i kendi küçüklüğüne götürürken annesi camdan el sallıyordu.

Babasının elini tutup gittiği bayram namazlarını hatırladı Hasan Bey. Bayram namazlarındaki kalabalığı, içi içine sığmayan arkadaşlarını, aynı safta birbirine omuz vermiş insanların güler yüzünü hatırladı. Namaz çıkışı kıvrak el hareketleriyle gazeteye simit saran satıcıları hiç unutamıyordu. El sürmenin
mümkün olmadığı simitleri nasıl paketlediklerini bir türlü anlayamazdı o zamanlar. Beş tane simit alırdı babası. Bayram sabahı kahvaltısında mutlaka simit olmalıydı ona göre. Eşine, kendisine ve Hasan ile birlikte üç oğluna.

Hasan Bey ile Hilmi yan yana kıldılar namazı. Çıkışta beraberce üç simit aldılar en sıcağından. Hasan Bey, babasının yaptığı gibi oğlunu namaz dönüşü farklı bir yoldan getirdi. Yağmur aynı ahenkle yağmaya devam ediyordu. Yeşiller daha bir yeşil, kahverengiler daha bir kahverengi, çiçekler daha bir parlak geliyordu Hilmi’nin gözüne. Eve geldiklerinde hazır bir sofranın başında buldular evin hanımını. Yok yoktu sanki. Hasan Bey “daha dün gibi” diyordu içinden. “Burada ben ve kardeşlerim, işte şurada da annem ve babam oturuyordu. Çay bardaklarının biri boşalıyordu, diğeri doluyordu. Çatallarımız peynirden kaymağa, yumurtadan reçele uzanıyordu.” Gözleri kendiliğinden dalıp kaldı.

Bayramları çok severdi Hasan Bey. O zamanlar çocukların sokak sokak, kapı kapı dolaşıp bayramlaştıkları, yerine göre şeker, çikolata ve hatta para topladıkları günlerin son demleriydi tabi. Hangi kapıdan ne geleceğini bütün çocuklar bilirdi. Kimin şekeri daha pahalı, kimin çikolatası ucuz çok iyi bilirlerdi. En çok da akraba ziyaretlerini severdi. Çünkü amca, hala, dayı ve teyze çocuklarıyla bir araya gelip enerjilerinin son damlasına kadar oynamanın diğer bir adı gibiydi bayram. Akrabalarının çok olması bayram harçlığının çok olması anlamına da geliyordu.

Kahvaltının ortasında zil çaldı. Hasan Bey’in kardeşleri bu kadar erken gelmezlerdi, yakın arkadaşının gelme ihtimali bile yoktu. O halde çocuklardan başka kim olabilirdi? Kimse gelmiyor diye şeker de hazırlamamışlardı. “Bu devirde hala kapı kapı dolaşan çocuk kaldı mı yahu?” dedi Hilmi’nin annesi kapıyı açarken. Hasan Bey beş lira uzattı eşine. Boş çevirmek olmazdı. Gelenin elektrik sayacını kontrol etmek istemesi üzerine tatlı telaş yerini hayal kırıklığına bıraktı.

Hasan Bey, her lokmada bir başka hatıraya dalıyordu. Mesela, baba tarafı bir minibüse doluşur köye öyle giderlerdi. Torun sayısı o kadar çoktu ki, bir torunun dedesinin kucağında fazla kalabilmesi için mutlaka kundakta bebek olması gerekirdi. Diğerlerini ancak ceplerine sıkıştırdığı harçlıkla sevebilirdi rahmetli. Bir keresinde kışa denk gelmişti bayram. Diz boyu kar olmasına rağmen minibüsün zincirlerine güvenip yola çıkmışlardı. Tam köye yaklaştıklarında son rampada takılıp kalmışlardı. Defalarca denemelerine rağmen aşamamışlar, her deneme arkaya doluşan çocuklar için lunapark etkisi yapmıştı. Erkekler, kadın ve çocukları arabada bırakıp yürüyerek köye ulaşmış el öpüp bayramlaştıktan sonra geri dönmüşlerdi. O bayram gidemedikleri için bir sonraki bayram arife gününden gitmişlerdi köye. Nasip bu ya, bu sefer de kar yağmış, bütün yolları kapatmış, on beş gün köyde mahsur kalmışlardı.

Anne tarafına bayramlaşmaya gitmenin ayrı bir tadı vardı Hasan Bey’e göre. Bursa koskoca şehirdi nihayetinde. Ayrıca dede ve anneannenin tek torunları oldukları için kıymetli idiler. Kapıdan adım attıktan itibaren gidene kadar hep el üstünde tutulurlardı. ihtiyarların ikisi de ayrı
ayrı harçlık verirdi. Erkenden kalkıp mutfağın yolunu tuttuklarını çok iyi hatırlıyordu. Dede ve anneanne onlardan önce uyanırdı, sobada kızarmış ekmekler mutlaka üst üste dizilirdi. Kahvaltılarda ekmeğe sürülen tereyağı olmazsa olmazdı. Öğle ve akşam yemeklerinde dede ve anneanne her zaman mı ızgara yerlerdi yoksa sadece torunlar gelince mi, hep düşünürdü Hasan Bey.

Bayramın son günü mutlaka gittikleri ama Hasan Bey’in fazla rahat davranamadığı bir yer vardı. Babasının “baba dostu” diyerek götürdüğü bu evdeki insanları tanımıyordu. Bilmediği insanlarla uzun uzun edilen muhabbetler, daha çok köyde yaşayanların olduğu geçmiş yıllara, tarlalara, hayvanlara, yağmurun yağışına, verime, kırağıya, muhtara, falancaların filancaya dair oluyordu. Hasan Bey gitmeyelim diye ne kadar diretse de babası kulak asmıyordu. Her seferinde “Babanın arkadaşını ziyaret etmen, (babana) yapacağın iyiliktendir.” hadis-i şerifini söylüyordu.

Uzak akrabaları dolaşmak Hasan Bey’e zorla yenilen baklavaları, sarmaları, illaki al diye ısrar edilen şekerleri, almasan olmaz diye ikram edilen kolonyaları hatırlatıyordu. Kimseyi kırmamak için hepsinden bir tane bile yese bu sayı bir gün içerisinde yarım tepsi baklavayı bulurdu.

Hatıralar arasında ne yediğini, nasıl yediğini pek de anlamadı evin reisi. Kahvaltının ardından birbirleriyle bayramlaştılar. Hasan Bey hem oğluna hem hanımına birer harçlık verdi. “Haydi hazırlanın bakalım.” dedi. “Önce mezarlığa, sonra da Kemal Abi’ye bayramlaşmaya gidiyoruz.” Yağmur dinmişti. Arabaya binene kadar merakını bastıran Hilmi daha fazla dayanamadı: “Kemal Ağabey de kim baba?” Hasan Bey önce sessiz kaldı, sonra derin bir nefes aldı. Emniyet kemerini bağlarken dikiz aynasında göz göze geldiği oğluna fısıldadı: “Baba dostu, oğlum.”


Erhan GENÇ | 09 Eylül 2014 | http://insanvehayat.com/baba-dostu/