http://www.devrek.gov.tr/images/devrek.gifDevrek’in kısa tarihçesi:
14 yy.da İstanbul, Bolu, Gerede, Tosya, Amasya, Tokat, Sivas kervan yolunun Gerede’ den ayrılan kolu Safranbolu üzerinden Kastamonu ve Sinop’ a varıyordu. Bu kervan yolunun deniz bağlantısı ise Safranbolu- Bartın- Amasra, Devrek- Filyos güzergahından devam ediyordu. Bölge aynı zamanda Anadolu- Kefe (Kırım) deniz ticaret yolu güzergahının liman merkezi olması nedeniyle de çok önemli bir konumdaydı.(5)
Tacirler mallarını; Devrek kervan yolunun Karadeniz’ le olan yol güzergahında olması nedeniyle uzak doğudan veya Arap Ülkelerinden Avrupa’ya, Rusya’ya veya buralardan geldikleri yerlere taşımışlardır. Osmanlı resmi kayıtlarında özellikle Kırım taraflarından getirilen esirlerin-kölelerin köle-esir tacirleri tarafından Amasra,Bartın iskelelerine getirilip buralarda ve Anadolu vb. yerlerde satışa çıkarıldığı ve 1800’lü yıllara kadar devam ettiği yazılıdır. Bu köle ticaretinden bölgeyi elinde tutan tüm güçler büyük gelir elde ettikleri gibi Osmanlı hükümdarlığı da köle başına aldığı vergilerle hazinesine büyük gelir kaydetmiştir (6). Fatih Sultan Mehmet 1460-61’ de Amasra’ nın fethine giderken bu yol güzergahını kullanmıştır vb. Görüldüğü gibi bölge denizyolu güzergahında olması nedeniyle çok önemli ve stratejik bir konuma sahiptir.
Bölgedeki bir çok Hıristiyan- Ermeni tebaa’dan bazıları sonradan Müslüman olmuşlardır. Örnek vermek gerekirse yukarıda “ Keşişoğulları’ndan” diye adı geçenlerin kan bağlarından “ Keşişoğlu Malgun” Müslüman olduktan sonra adını “ İhsaniyeoğlu Ahmet Seri” olarak değiştirmiştir. (11)
1887 yılında,Bartın’a bağlı olan Çaycuma ile yine o zamana kadar Ereğli’ye bağlı olan Devrek ( O zamanki Devrek şimdiki Devrek’ ten biraz daha yukarıda bir yerleşim yeri. Eski kayıtların bir çoğunda” Nefs-i Yılanca” olarak geçiyor. “Nesf” Osmanlıca’da “ merkezi yerleşim yeri” olarak belirtildiğine göre muhtemelen 1500’lü yıllarda asıl yerleşim yeri burasıydı. Şu andaki Devrek’te ise ekseriyetle Hıristiyan ahali ile ticaret erbabı Müslüman ağalar- beyler ve Askeri erkan ikamet ediyordu.) birleşti ve Sultan Hamit’ in adına jest olarak ”Hamidiye” kazası oldu (12) ve Ereğli’den ayrılıp doğrudan Bolu’ya bağlandı. Yine aynı tarihli belgenin devamında o tarihlerde Devrek’te baston yapımcılığının bir meslek olduğu ve bu bastonların Devrek dışına satıldığı belirtilmektedir.
Devrek’ in Saray ile olan ilişkileri:
Eldeki bilgi ve belgelere göre Devrek ağa ve beylerinin saray ile olan ilk yakınlaşmaları, 1794-1798 yılları arasında Safranbolulu İzzet Mehmet Paşa ile başlamış. İzzet Mehmet Paşa; 1794-98 yılları arasında 4 yıl Sadrazamlık, İran’ da elçilik, Mısır ve Anadolu Beylerbeyliğinde bulunmuştur. Sonradan Napolyon’ un Mısır’ı işgali sırasında” gerekli önlemleri almadığı” gerekçesiyle 3. Selim tarafından azledilerek Sakız adasına sürülen Paşa’ nın; Devrek, Safranbolu ve Zonguldak’ ta üzerine kayıtlı bir çok mülk ve arazisi olduğu vakıf kayıtlarında yer almaktadır. (13)
Sultan Hamid’ in Yıldız sarayındaki baş aşçısı Devrek’ in Yeşilöz/Manzut köyünden Tahsin usta dır. Saraydaki bir diğer Devrekli de; Abdülhamid’ in kızlarının mürebbiyesi olan, Devrek Belediye Başkanı Hacı Ahmet Ağanın kızı Hacı Nazife Hanımdır. Nazife hanımın eşi de sarayda görev almıştır. (14)
Osmanlı’dan günümüze “Tarikatlar” ve bölge üzerindeki etkileri:
Tarikat olgusunun İslam’ ın kendisiyle çelişip çelişmediği elbette tarikat mensuplarının ve öteki Müslümanların sorunudur. Bu nedenle konuya daha farklı açıdan bakmamız gerekiyor.
Osmanlı, sınıflı bir toplumsal formasyondu. Üstelik sınıfsal köken konusunda; belki çağdışı imparatorlukların çoğundan daha hassastı. Osmanlı aynı zamanda dini mensubiyeti ifade eden “Milletler” den oluşuyordu. İsevi ve Musevi milletleri bir tarafa, Müslüman ahali için dini mensubiyeti tamamlayan bir unsur da Tarikat mensubiyetiydi. Tarikatlar bağlıları açısından sadece dini bilgilerin edinildiği değil; bir ahlakın ,bir kültürün, bir ruh disiplininde verildiği kurumlardı. Bir tarikata bir Şeyhe bağlanmak, toplum içinde yüksek ahlak, bilgi ve ruh olgunluğu ile itibar kazanmanın neredeyse yegane yoluydu. (19)
Tarikatlar çeşitli nedenlerle yüzyıllar boyunca değişim geçirdiler, dallara, kollara ayrıldılar,bazıları unutuldular ama bir gelenek ve kurumsallaşma yaratmış olanlar günümüze gelmeyi ve varlığını sürdürmeyi de başardılar. Toplumsal bir gerçekliğe denk düştükleri sürece Cumhuriyetin ki dahil, herhangi bir yasaklamanın Tarikatları yok edeceğini düşünmek ne bilimsel ne siyasi açıdan gerçekçi değildir.
Tarikat yasağının en sıkı uygulandığı ülkenin Suudi Arabistan olduğunu da bilmekte fayda vardır. Yasaklansın veya faaliyetlerini serbestçe sürdürsünler, dinin kendisi gibi dini oluşumlar da, kendilerini ortaya çıkaran maddi gerçekliğin dönüşümünden az veya çok etkilenerek zaman içinde bir evrim geçirirler.
1450-1460 yıllarında Safranbolu’ ya aşiretler halinde göç edip-ettirilip, yerleşen- yerleştirilen Arap ve Türkmen- Yörük Müslümanlar çoğunluk olarak Alevi– Bektaşi tarikatı mensubuydular. “ Halveti Tarikatı “ Sünni İslam tarikatlarının bir kolu olan Nakşibendi tarikatının bir kolu olmasının yanı sıra kendi içinde tasavvufi anlamda Bektaşi geleneklerini de taşır. Ayrışmalar genellikle; yönetici sınıf ve halk kitlesi- köylülük şekliyle oluşmuştur. (20) aynı zamanda, değişim tarihsel gelişmelerin seyrine göre oluşmaktadır. 22 yaşında veremden ölen Devrekli şair Rüştü Onur‘ un dedeleri halveti tarikatı şeyhi idiler. 1920 yılında doğan ve 16 yaşındayken şiirleri Zonguldak gazetelerinde yayınlanan hikaye yazan ve 19 yaşında yazdığı piyesi Devrek’ te sahneleyen ölümünden sonra arkasında birbirinden değerli 75 şiir bırakan, “Elveda” adlı şiiri bestelenen, Rüştü Onur; aslında dedesi Abdullah Sabri Efendiyle çelişkiye düşmesine rağmen ailesinin halveti tarikatının ileri gelenlerinden olması ve esin kaynağını da halvetiliğin tasavvufi –şiirsel bir konuşma-anlatım özelliğinden almış- etkilenmiş olmasıdır. Halveti tarikatı şeyhlerinden Safranbolu’ da türbesi olanlar; Ali Baba Tekkesi ( Çavuş Mahallesi’ nde), Hacı Emin Efendi Türbesi ( Mescit Camii yanında), Şeyh Mustafa Efendi Türbesi (Safranbolu- Kastamonu yolu arasındaki “ Araç” yolunun sağındadır). (21)
Devrek’ te bugünkü “ Tekke” camisinin bulunduğu yerde yapım tarihi 1841 olan “ Halveti “ tarikatına ait olan bir tekke ve zaviye vardı. Halveti tarikatını Devrek’te ilk temsil eden Halveti Şeyhi Yusuf Ziya Efendi dir. Yusuf Ziya Efendinin torunu; Medrese Müderrisi ve Kurtuluş Savaşı yıllarında Devrek müftüsü olan Şeyh Hacı Abdullah Sabri Efendi bu tekkede ahaliyle beraber toplantılar yapardı. Sonradan milletvekili olarak I. Meclise girdi. Bu şeyhlerin mezarları tekke camii civarındadır. Abdullah Sabri (Aytaç) efendi mecliste Mustafa Kemal’in söz aldığı bir oturumda karşı yönde bir konuşma yaparak burada Mustafa Kemal ile çelişmiş ,meclis içindeki 71 kişilik muhalefet hareketi içinde yer almış sonradan uyum sağlamıştır. (22) Bunların yanı sıra Safranbolu kökenli (Sofioğulları’ ndan) olan Devrek Hakimi Ömer Sofi Efendi, Halveti tarikatının Devrek’te önde gelen isimlerinden birisiydi. (23)
Burada Osmanlı padişahlarına özgü bir geleneği hatırlatmakta fayda var; Osmanlı hanedanlığında bulunan erkeklerin bir mesleği olması bir gelenek haline gelmişti. Bu meslek onların bir geçim kapısı değildi ama meslek sahibi olan bir padişah aynı zamanda o mesleğin piri sayılıyordu. Ahilik teşkilatlarının Osmanlı hanedanlığında çok önemli bir özelliği vardı. Yani meslek piri olan padişah bu şekilde aynı zamanda toplumun önemli bir kesimini kontrol altında tutuyordu. Eldeki tarihi bilgilere göre;
Sultan Abdülaziz kalaycıydı ve kalaycıların piri sayılıyordu. Bunun dışında dokumacı, demirci, sayacı vb. mesleklerden olan padişahlar da vardı. Fatih’in oğlu II. Sultan Beyazıt marangozdu ve Halveti tarikatı mensubuydu. İşin diğer tarafı da her meslek aynı zamanda bir tarikata bağlıydı. Tarikat, aşiret ve sanat erbabının saray üzerindeki etkisi çok önemliydi. Sistem bu olunca Sultan Hamid de marangoz olduğuna göre muhtemelen marangozların piri sayılırdı. Sultan Hamid çok politik ve şüpheci bir kişiliğe sahipti o nedenle herhangi bir konuda düşündüklerini net olarak konuşmaz gelişmelerin seyrine göre müdahale eder ve konuşurdu. Bu nedenle kaynaklar sultan Hamid’ in mensubu olduğu tarikat ile ilgili bilgi vermemiştir.( “ Şazel-i tarikatından” olduğu bazı kaynaklarda geçmesine rağmen bu konuda kesin bir belgeye ulaşamamaktadır)
Marangozluk özellikle Halveti tarikatının bir meslek dalı olduğuna göre yine muhtemelen Sultan Hamid de Halveti tarikatındandı. Çünkü Osmanlı hanedanlığında ilki Yavuz Sultan Selim olmak üzere 14 padişahın Halveti tarikatı mensubu oldukları (24) ve diğer bir çok padişahın ve sadrazamların değişik tarikat üyesi veya tarikat şeyhi oldukları Osmanlı ekonomik, toplumsal, siyasal gerçeklerinden birisidir. Zonguldak ile ilgili tarihi belgeler; “ Zonguldak’taki kömür satışından elde edilen gelirden İstanbul’daki; “Dersaadet Merkez efendi dergahına ... kuruş ödenmesine... ”(25) diye belirtir. Burada adı geçen Merkez Efendi Dergahının halveti tarikatına ait olduğunu ve para yardımı yapıldığını da konunun önemi açısından hatırlatmakta fayda vardır.