Gönderen Konu: Abdülhamid ve Kürt Açılımı  (Okunma sayısı 4135 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Seritana

  • okur
  • *
  • İleti: 56
Abdülhamid ve Kürt Açılımı
« : 07 Nisan 2013, 10:24:24 »

Sultan Abdülhamid ve geliştirdiği politikalar üzerinden Türkiye'yi ve kronikleşmiş günümüz meselelerini tefekkür ve mütalaa etmeye bu haftada devam ediyoruz.
 
Osmanlı'nın son dönemlerinde "Kürtçülük cereyanının" yavaş yavaş neşvünema bulmaya başlamasında İttihatçıların; Abdülhamid Han'ın İslamcı-Ümmetçi-Hilafetçi anlayışının aksine "Türkçülüğü/milliyetçiliği" esas alan bir anlayış sergilemesi ve bunu -Cumhuriyet döneminde de devam edecek şekilde- devlet politikası haline getirmesinin de hatırı sayılır rol oynadığına daha önceki yazılarımızda değinmiştik.
 
İttihatçıların kendi dönemlerine kadar (en son Abdülhamid devrinde) cari olan Osmanlı'nın, Kürtler de dâhil farklı etnik-dini-kültürel toplulukları kuşatıcı ve hoşgörülü İslâmî tutumundan taviz vermesinin; hariçteki cereyanlara paralel olarak milliyetçi-laik anlayışı benimsemesinin, din kardeşliğini, birlik ve beraberliği ve "Osmanlı ruhunu" zedelediğini ve neticede Cumhuriyet döneminde daha da palazlanan ayrılıkçı fikir ve eğilimlere zemin hazırladığını da derinlemesine analiz etmiştik.
 
Bu yazıda daha evvel kaleme aldığımız Kürt Meselesi ve "Kürt Açılımı" çerçevesindeki yazılarımızın devamı niteliğinde Abdülhamid Han'ın "Kürt Açılımı" üzerinde duracağız. Konuyla ilgili lütfen Nesil Yayınlarından çıkan şu eserlerimizi ve oradaki diğer temel kaynakları okuyup incelemeniz tarafımızdan tavsiye olunur:
 
"KÜRT MESELESİ'NİN AÇILIMI & Said Nursi'den Teşhis ve Çözümler" ve "SON İMPARATOR & Abdülhamid Han'ın Gizemli Dünyası." http://www.nesilyayinlari.com/yazar_kitap.php?yid=342 http://www.4442414.com/setler.php?id=22
 
ABDÜLHAMİD'İN KÜRT POLİTİKASI NEYDİ?
 
Tarihe 93 Harbi olarak geçen 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi'nde Osmanlı Devleti, Mithat Paşa ve avanesi Jön Türklerin hünerleri ve haris emelleri/hayalleri sonucunda tarihinin en ağır bozgunlarından birisini yaşadı ve devletin çöküş süreci hızlandı. Bundan cesaret alan Rusya ve İngiltere, bir yandan Doğu'da çoğunlukta bulunan Kürtler ile Ermeniler arasına nifak tohumları saçıyor, öbür yandan da bölgeye müdahaleyi kolaylaştırması için Ermenileri Osmanlı'ya karşı kışkırtıyorlardı.

Ayrılıkçı Ermeniler, Berlin Antlaşması'nın hüküm­lerine ve Rusların kendilerini Osmanlı'ya karşı himaye yetkisine dayanarak Hınçak ve Taşnak ihtilâl komiteleri vasıtasıyla teşkilatlanmaya koyulunca, bölgedeki dengeler yavaş yavaş Müslüman unsurlar, özellikle de Kürtler aleyhine bozulmaya başladı.
 
Ermeni örgütlerinin, dışarıdan aldıkları destek ve teşvikle Doğu'da sahneye koydukları kanlı isyanlar ve karışıklıklardan iyice tedirgin olan Sultan Abdülhamid, kendisini birtakım acil tedbirler almak mecburiyetinde hissetti. Bilhassa 1890'da yapılan bir aramada Ermeni kiliselerinden bol miktarda silah çıkması Abdülhamid Han'a Doğu'daki tehlikenin gerçek boyutlarını fark ettirdi ve Müslüman Kürt aşiretleri ile ittifak ve dayanışmaya gitmeye sevk etti.

Bölgede hızla örgütlenmeye ve silahlanmaya başlayan komiteci Ermeniler karşısında, Müslüman Kürt halkının teşkilatsız ve savunmasız kalması Sultan Abdülhamid'i, Doğu'nun ve Müslümanların mukadderatıyla daha yakından ilgilenmeye sevk etti.
 
Sultan Abdülhamid, yöredeki Kürt aşiretleriyle ilişkileri güçlendirmek için kendisi ile onlar arasında doğrudan doğruya bir bağ kurmaya yöneldi. Müşterek din bağı, ümmet anlayışı, ittihad-ı İslam politikası ve Halifelik sıfatı bu konuda onun önünü açan ve elini güçlendiren en önemli unsurlardı.

Zira aşiretler yüzyıllar boyunca manen Halifeye ve Hilafet Makamı'na bağlılıklarını hep sürdürmüşlerdi. Dolayısıyla, Abdülhamid ile aşiret reisleri ve şeyhler arasında, şahsi bağların ve dostlukların doğması ve koruyuculuk, saygı, itaat, dine ve devlete hizmet hislerinin kuvvetlenmesini sağlayacak ortam fazlasıyla mevcuttu.
 
Netice itibariyle Abdülhamid, devletin Kürtlere karşı izlediği tutum ve yaklaşımı tekrar gözden geçirip, yeni bir "Kürt Politikası" ortaya koydu ve onları İslam kardeşliği çerçevesinde Osmanlı'nın bölünmez bir parçası haline getirmeyi başardı. Onun Kürtlere yönelik genel siyaseti, toprak bütünlüğünün sağlanması yanında, bölgede siyasi istikrar ve hâkimiyetin Osmanlı lehine egemen kılınmasında mühim bir rol oynadı. Bu sayede Ermenilerin düzeni tehdit edici taşkınlıkları ve isyanları da tesirsiz hale getirildi.
 
HAMİDİYE ALAYLARININ MİSYONU
 
Osmanlı açısından hayati önem taşıyan bu faydalardan dolayıdır ki Abdülhamid, Kürt aşiretlerine fevkalade iyimser ve tavizkâr bir tutumla yaklaştı. Hatta bazı aşiret reislerinin uhdesinde yer yer patlak veren isyanlara bile fazla sert bir tepki göstermedi; aksine asilere unvanlar, rütbeler ve hediyeler vererek onları devlet hesabına kazanma yoluna gitti.

Bundan ötürü, Ruslara ve İngilizlere dayanan ayrılıkçı Ermenilere karşı Kürtleri korumak ve Doğu'da paravan bir Ermenistan'ın kurulmasını engellemek amacıyla aşiretlere bölgede asayiş ve düzeni sağlamak gibi olağanüstü bir görev yükledi: 1890'da aşiretlerden müteşekkil "Hamidiye Hafif Süvari Alayları"nı kurdurdu. Her birinde 1200 askerin yer aldığı 36 Kürt alayı meydana getirdi.
 
Hamidiye Alayları tesis edildikten sonra, aşiret reisleri ve liva kaymakamları 1893 yılında Erzincan'da toplanarak, Müşir Meh­med Zeki Paşa'nın mihmandarlığında Sultan Abdülhamid'in huzuruna çıktılar. Abdülhamid, bunlara rütbelerini takıp kılıçlar ve paralar ihsan etti ve şu sözle onurlandırıp uğurladı: "Benim Kürtlerin babası olduğumu unutmayın!"

Hamidiye Alayları, Sultan'ın askerî amaçlarını aşan bir iş gördü ve onun "Panislâmizm" (İslam Birliği) politikasını güçlendirdi. Robert Olson'a göre Ha­mi­di­ye Alayları "Sünni Kürtler arasında dayanışma duygularına katkıda bulundu."

Daha da önemlisi, devlet otoritesinin fazla hükümran olmadığı Doğu aşiretlerine, devlet disiplinini aşıladı; haşin ve huzursuz Kürt kabilelerini denetim altına alarak savaşçı kabiliyetlerini devlet menfaatine daha meşru mecralara kanalize etti.
 
Hâsılı bölücü Ermenilerin devlet kurma çabalarına esaslı bir engel koydu. Fransa'nın Van Konsolosu M. Zar­zecki bununla ilgili şu çarpıcı bilgileri veriyor: "Padişah, Ermeni meselesini ortadan kaldırmaya karar verince; Kürtler kendisinin en fedakâr yardımcıları olmuşlardır."

Aşiret reislerinin âdeta özel ordusu olan bu alaylar, Müslüman halka mezalim yapan Ermeni komitecilerinin tek engelleyicisi oldu. 1894'te İngiltere'nin tertibiyle Hınçak Komitesi'nin Ermeni halkını tahrik etmesi sonucunda patlak veren Sason İsyanı'nın bastırılmasında Hamidiye Alaylarından önemli ölçüde istifade edildi. Hamidiye Alayları, komiteciler karşısında son derece caydırıcı ve sindirici bir güç oldu ve onların bir anlam­da "kâbusu" haline geldi.
 
Bu alaylar ayrılıkçı Ermenilerin taşkınlık ve tecavüzlerini bastırmada o denli tesir icra etti ki, bölgede hareket kabiliyetlerini kaybettiklerini öne süren komiteciler, kaldırılması yönünde Osmanlı Devleti nezdinde baskıda bulunmaları için Ruslara ve İngilizlere başvurmak zorunda kaldılar.
 
AŞİRET OKULLARI VE DEMİRYOLLARININ KATKISI
 
Sultan Abdülhamid, Hamidiye Alaylarını kurarken bir taraftan da aşiret reislerinin çocuklarına askeri ve dini eğitim veren "Aşiret Mektepleri" açmak için kolları sıvamıştı. Birisi İstanbul'da, diğeri Bağdat'ta bulunan ve sadece aşiret reislerinin çocuklarına tahsis edilen bu okullar Kürtlerin din, maarif ve kültür alanında gelişmesine imkân sağladı. Bu okullar aracılığıyla aynı zamanda Kürt Beylerinin merkezi otoriteye bağlılıkları kuvvetlendirdi ve muhtemel isyanları önlemek için de güzel bir tedbir teşkil etti.
 
Öte yandan Abdülhamid Han, Doğu ve İslam Birliği politikasının bir parçası olarak bölge ile payitaht arasındaki ulaşımı daha işlek bir hale getirmek, asker sevkiyatını hızlandırmak ve çıkan isyanları daha kolay bastırmak amacıyla demiryolu hattı projesine de önem verdi. Kürtlerin yaşadığı toprakları boydan boya geçecek olan Bağdat Demiryolu tasarısını hayata geçirdi.

Velhâsıl, Sultan Abdülhamid'in "Kürt-İslam Politikası"nın temel direği olarak Hamidiye Alayları ile birlikte Aşiret Okulları ve demiryolu tasarısı da mühim bir sacayağı vazifesi gördü ve emperyalist devletlerin sömürgeci politikalarını alt-üst ederek ters tepmesine yol açtı.
 
Abdülhamid Han'ın, Batılılara ve ayrılıkçı Ermenilere karşı Kürtleri koruyucu ve kuşatıcı bir politika geliştirmesi ve İslâm Birliği anlayışı gereğince Kürtlerle yakınlaşıp dini bağları tahkim etmesi Kürtleri payitahta karşı sarsılmaz bir sevgi, sadakat ve itaate sevk etti. Hatta Sultan Abdülhamid'in, "Kürtlerin Babası" (Bavê Kurdan) olarak baş tacı edilip tarifsiz bir muhabbete muhatap olmasına sebep oldu.
 
KÜRTLERİN BİTMEYEN ABDÜLHAMİD SEVGİSİ
 
Abdülhamid Han'ın, 31 Mat Vakası sonucunda İttihatçılar tarafından gayrı meşru bir tarzda tahttan indirip Selanik'e sürgün edilmesi başta Hamidiye Alayları olmak üzere umum Kürt aşiretleri arasında büyük bir üzüntü ve hayal kırıklığı doğurdu. Haliyle Kürtler arasında İttihatçı düşmanlığının kuvvetlenmesine, onlara karşı bazı aşiretlerin yer yer ayaklanma çıkarmasına ve hatta İttihat Terakki döneminde belli ölçüde Osmanlı'ya ve payitahta karşı "küskünlüğe" yol açtı.

Mesela bu anlamda meşrutiyet ilan edilir e­dil­mez Süleymaniyeli Şeyh Said Berzenci (Şeyh Mahmud Ber­zen­ci'­nin babası) Abdülhamid'i destekleyen ve İttihatçılara açıkça meydan okuyan bir isyanın başını çekti. Meşrutiyetin ilanından sonra Viranşehir'deki Hamidiye Alayları komutanlarından İbrahim Paşa da yeni rejimi ve Meşrutiyeti tanımadığını bildirerek ayaklandı. Nisan 1909'da tahtından indirilen Abdülhamid'i desteklemek ve intikamını almak amacıyla 1.500 silahlı adamıyla Şam'ı işgal etti ve Suriyelileri, İttihatçılara karşı "Abdülhamid bayrağı" etrafında yeniden birleşmeye çağırdı.

Sultan Abdülhamid'in vefat etmesi üzerine ise, Hamidiye Alaylarına mensup aşiretler arasında haftalarca yas tutuldu. Aşiret reislerinin çadırlarında ve konaklarında, "Sultan Hamid Türküleri" söylenerek ağıtlar yakıldı.
Moralhaber.net