Gönderen Konu: seair-i islam  (Okunma sayısı 4875 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı hy120

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 125
seair-i islam
« : 15 Temmuz 2006, 18:16:13 »

İnsanların ahlak, estetik ve varlık anlayışlarının, herhangi bir felsefeden, dinden ya da ideolojiden bağımsız değerlendirilmesi pek zordur. Her felsefenin kendine ait bir ahlâk anlayışının olması ne kadar normal ise, bu felsefeye göre şekillenmiş bir estetik anlayışının da olması o kadar normaldir. Benzer durum dinin toplumsal hayattaki etkilerinde de görülebilecektir. Her dinin kendine mahsus ahlâk, estetik, varlık anlayışı vardır ve kendi temel düşünce yapısına göre de sosyo-kültürel hayatta izlerini belli etmektedir. Bu yüzden bazı semboller, kaideler, değer ve kavramlar dinlerde veya felsefelerde önem taşımaktadır. Yahudilikte iki üçgenin iç içe geçmesiyle oluşan Hz. Süleyman mührü, Hıristiyanlıkta Haça gerilmiş İsa motifi, İslâmiyet'te Tevhid inancını çağrıştıran Hilal, dinlerde de bazı sembollerin o dinin özüyle alakadar olduğunu göstermektedir.

Söz konusu durum İslâm dini için düşünüldüğü takdirde bazı İslâmi kaidelerin (ibadetler), mimari yapıların (cami, medrese, ibadethane), eğitim kurumlarının, giyim tarzının (tesettür) ve tüketim alışkanlıklarının İslâm dinini çağrıştırıcı bir etkisinin olduğu da gözden kaçmamaktadır. Sözgelimi dünyanın hangi coğrafyasına gidilirse gidilsin orada görülecek olan bir cami, doğrudan Müslüman varlığını, dolayısıyla da ıslâmiyet'i çağrıştıracaktır. Aynı şekilde ıslâmi usule göre örtünmüş bir bayan, bu giyim tarzıyla en azından ilk bakışta Müslüman imajını taşıyor görünecektir. Toplumsal hayatta İslâm dininin varlığını hissettiren, dini yükümlülükleri ihtar eden bu ritüellere şeair-i İslâmiye adı verilmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de "Şeair'illah" yani Allah'ın şeairleri1 (Allah'ın nişanları, alametleri) şeklinde geçen şeair, lügatte "alamet, nişan, eser, parola, sembol, alamet-i farika, işaret, iz" mânâsına gelen şiar kelimesinin çoğuludur.2

Kur'ân-ı Kerim'de "Şeair"

Bakara Sûresinde Safa ve Merve tepelerinin "Allah'ın şeairleri" olduğu şeklinde bir hüküm vardır. Bu iki tepenin Allah'ın şeairleri (alamet ve nişanı) şeklinde tavsif edilmesinin, yani âyetin nüzulünün sebebi müşriklerin Safa ve Merve tepelerindeki putlarını tavaf etme geleneklerinden ötürü Müslümanların bu mübarek mevkilerde yapılan sa'y ibadetinden kaçınmalarıydı. Âyetin nüzulüyle beraber Müslümanlar Safa ve Merve tepelerinde sa'y etmeye başlamışlar ve bu ibadet bundan sonra Hac ibadetinin unsurlarından birisi olmuştur.3 Bu ayetin nazil olmasıyla birlikte önceleri cahiliye geleneklerinin sergilendiği bu tepeler, bundan sonra Müslümanlar için "Allah'ı hatırlatan" alametler olarak değer kazanmıştır. Allah'ın alameti olarak tavsif edilen bu mekânlar bundan sonra İslâm dinine ait ibadetlerin yerine getirildiği bir nitelik kazanmışlardır. Safa ve Merve tepelerinin doğrudan Allah'ın alameti olarak tavsif edilmesi, bu mekanların Tevhid'i ihtar etmesi ve sa'y ibadetinin yerine getirildiği mekanlar olmasından ötürü şeairin Tevhid inancını ihtar edici fonksiyonunun yanında, toplumsal hayatta mü'minlerin ortak özelliklerinin belirlenmesi ve inananların aynı anda ibadet etmesi gibi somut bir görünümü de vardır. Bu yüzden şeairin yalnızca Allah'a imanı hatırlatan işleve sahip olmayıp, başlı başına bir ibadet olmasından ötürü tüm Müslümanları ilgilendirdiği de görülmektedir. Meselâ Bediüzzaman'ın şeair-i İslâm'ın en azamlarından olarak nitelediği oruç (Mektubat, s.387), başlı başına bir ibadet olduğu gibi Ramazan ayında toplumsal şuurda iman, ıslâm gibi hakikatleri canlı tutmakta ve "İslâm" dininin varlığını somut pratiklerle hissettirmektedir. Bir başka anlatımla şeairlerden birisi olan oruç ibadetinin yerine getirilmesi toplumsal hafızada "Tevhid" hakikatini canlı tutmaktadır. Benzer durum hac ibadeti için de söz konusudur. Hac mevsiminde dünyanın hemen hemen her yerinden gelen Müslümanların cemaatlerle namaz kılması, Kâbe'yi tavaf etmesi, duâlarda bulunması ve mübarek kelimelerle Allah'a yönelmesi öncelikle "Tevhid" hakikatini hatırlatmakta, aynı şekilde Müslümanların ortak şuurla hareketini sağladığı için İslâmiyet'in ve Müslümanların alamet-i farikası olmaktadır. Şeairlere geniş çerçeveden bakıldığı zaman "Müslümanlar Ramazan ayında Allah için oruç tutarlar, hac mevsiminde tanışıp kaynaşarak Kabe'yi tavaf ederler, günde beş vakit ezan okurlar ve namaz kılarlar, Ramazan ayında zekat verirler" gibi toplumsal kimlik ifade eden olgulara da imkân sağlar. Bir diğer söyleyişle şeairler genel olarak İslâm dininin yapısını, özel olarak da bir Müslüman'ın sorumluluklarını ve yaşam biçimini göz önüne sererler.
yyühe’l-aziz! Senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın mahdut, ömrünün günleri madud ve herşeyin fanidir. Öyleyse, şu kısa, fani ömrünü fani şeylere sarf etme ki, fani olmasın. Baki şeylere sarf et ki, baki kalsın.