Gönderen Konu: Adâb-ı Muâşeret  (Okunma sayısı 5339 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Adâb-ı Muâşeret
« : 09 Mayıs 2011, 18:12:42 »

Adâb-ı Muâşeret

Muhterem Müslümanlar!

Hutbemiz, âdâb-ı muâşeretin dînimizdeki yeri ve ehemmiyeti hakkındadır. Yüce Dînimizin biz mü’minlerden istediği ibâdetler, ehemmiyet derecesine göre farz, vâcib, sünnet, müstehab ve mendub isimleriyle sınıflandırılmıştır. Birde; gerek bu ibâdetleri îfâ ederken, gerekse günlük hayâtımızdaki her türlü hareketlerimizde riâyet etmemiz îcâb eden bir kısım kâideler mevcuddur ki bunlara da âdâb-ı muâşeret denir. Âdâb; edebler, edebe uygun hareketler, halkla iyi geçinmeye sebeb olacak muâşeret usülleri demektir. Daha açık bir ifâde ile İslâm Dîni’nin insanlara tavsiye ettiği terbiye sistemi ve insânî davranışlar demektir.

Ahlâk ve terbiyeye büyük bir ehemmiyet veren dînimiz; mü’minlerin hareketlerini -âdet olsun ibâdet olsun- hepsini birer edebe bağlamıştır. Bu edeblere mütenâsib olarak yapılan ibâdetin sevâbı kat kat verilir. Âdet kabîlinden olan işler İslâm âdâbına göre yapılırsa yüksek bir kıymet ifâde eder, âdetâ ibâdet hüviyetine bürünür ve o hareket insanlar arasında ayrı bir ağırlık ve te’sir kesbeder.

“Beni Rabbim terbiye etti ve edebimi güzel verdi.” buyuran Peygamber Efendimiz, muâşeret kâidelerinin en güzel nümûnelerini, kendi yaşayışı ile vermiş ve bizlerede tavsiyede bulunmuşlardır. Şimdi, bu hususları birkaç misâl ile ve Rasûlüllâh Efendimizin Hadîs-i Şerîfleriyle ifâde etmeye çalışacağım.

Muhterem Mü’minler!

Muaşeret kaidelerinin başında hoşgörü sahibi olmak gelir. Davamıza, inanç ve itikadımıza yapılanlar müstesna, şahsımıza karşı yapılan kusur ve hataların sahiplerini bağışlayıp hoş görmektir. Peygamber (sav) Efendimiz bu hususta mealen: “Hoş gör ki hoş görülesin.” buyurmaktadırlar. Halkla olan münasebetlerimizde dikkate alacağımız ikinci husus, nefisten gelen öfkeyi terk etmektir. Edeb; ruhta yerleşen ve hareketlerimizi kontrol altına alan bir melekedir. Bu melekeye sahib olmalı ve insanlarla konuşurken, muhatabımız bizden küçük bile olsa, nezaketten ayrılmamalıyız. Sözümüzün anlaşılması ve karşımızdaki kimsede beklenen te’siri yapabilmesi için açık konuşmalı ve kelimeleri tek tek ifade etmeliyiz. Muhâtaba, “anladın mı?” diye sormamalı, “anlatabildim mi?” demeliyiz. Konuştuğumuz şahsın kulağında bir arıza yoksa, bağıra çağıra konuşmak edebe zıttır. Yavaş ve nazikâne konuşmalı, faydasız lakırtılardan kaçınmalıyız. Konuşurken gülmek îcâb ederse veya esneme mecburiyeti hasıl olursa, elimizle ağzımızı kapatmalıyız. Aksıracağımız zamanda elimizi ağzımızın üzerine koymalı ve sonunda “Elhamdü lillah” demeliyiz. Aksırıpta hamd edeni duyarsak “Yerhamü kellah” demeli, o da bize “Yehdînâ ve yehdîkümüllah” şeklinde mukabele etmelidir. Yolda karşılaştığımız kimselerle selamlaşmalı ve güleryüzlü davranmalıdır. Çünkü güleryüzlü olmak, muhabbetin bağıdır. Bir kimsenin kapısına vardığımızda, zile basacağımız zaman yüzümüzü kapıya dönmemeliyiz. Olur ki, kapı açıldığı zaman evin için-deki bir mahremiyet gözüne ilişebilir. Bir bardak su bile olsa bize yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür etmeliyiz. Teşekkür; yapılan işin maddi kıymeti ile değil, iyiliği yapan kimsenin samimiyeti ile ölçülmelidir. Resûl-ü Ekrem (sav) Efendimiz bir Hadîs-i Şeriflerinde: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allaha’da şükretmiş değildir.” buyurmaktadırlar. Eve ve camiye sağ ayakla girip sol ayakla çıkmalı, halâya girerken tam aksine sol ayakla girip sağ ayakla çıkmalıyız. Yatağa uzandığımız zaman, sağımıza yatmalı ve sağ elimizi yanağımızın altına koymalıyız.

Muhterem Mü’minler!

Daha burada çok azını sayabildiğimiz, aslı Kitâbullah ve Sünnet-i Rasûlillah me’hazine müstenîd olan bu ve benzeri bütün hususlar “Adâb-ı Muâşeret” sınıfına girmektedir. Burada saydığımız ve sayamadığımız birçok husus, mevzu’ ile alakalı me’hazlerde tafsilatıyla zikredilmektedir. Hutbeme bir Hadîs-i Şerif meali ile nihayet veriyorum: “Allâh-ü Teâlâ; bana bildirdiği şeylerden sizede bildirmemi bana emretti. Evinizin kapısına dikildiği-niz vakit Allah’ın ismini anın ki, habis(şeytan) menzilinden uzaklaşıp dönüp gitsin. Sizden birinizin önüne bir yiyecek konulduğu zaman Allah’ın adını ansın (yani besmele çeksin), ta ki o habis, rızıklarınızda size ortak olmasın. Kim geceleyin guslederse avret yerini açmaktan sakınsın. Eğer böyle yapmazda ona bir delilik isabet ederse kendisinden başka asla suçlu aramasın. Sofra kaldırıldığı zaman altında olanları süpürsün. Zira şeytanlar onun altındakileri toplar. O halde yemeğinizden onlara nasib ayırmış olmayın.”

Çevrimdışı teksir

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 201
  • O mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler
Ynt: Adâb-ı Muâşeret
« Yanıtla #1 : 10 Mayıs 2011, 01:22:18 »
Allah razi olsun.
emegine saglik
atilma dur, suhan-i ehl-i hali anlamadan
cevaba etme tasaddi suali anlamadan.
                                                 naci!