Gönderen Konu: Ahirzamanda Çocuk Olmak!!  (Okunma sayısı 3504 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ridâ

  • This desert rose
  • aktif okur
  • **
  • İleti: 216
Ahirzamanda Çocuk Olmak!!
« : 09 Şubat 2007, 06:18:10 »

Şu zamanın hiçbir çocuğunun haricinde kalmadığı bir büyük tehlike daha vardı ki, beni en çok sarsan, yüreğimi en ziyade inciten şey buydu. Modern zamanların çocukları birer ‘kurban’a dönüştüren şartlarının ta kendisiydi bu; ahir zaman ortamının ta kendisiydi. Çocukları kâinattan koparan, betona mahkûm eden, ya anadan ya babadan ya her ikisinden mahrum eden, tüketim kölesi kılan bir süreç vardı; üstelik, bin türlü kafa karıştırıcı düşünce, binbir türlü şeytanî kandırmaca buna eşlik etmedeydi.



Böylesi bir ortamda beni asıl düşündüren, işlenen ama önlenmesi herşeye rağmen mümkün manevî cinayetlerdi. Fıtrat üzere doğuyordu çocuklar; cennete lâyık bir istidatla doğuyorlardı. Ama hayat yollarında fıtrat üzere büyüyüp fıtrat dini üzere ölmelerini engelleyen tuzakların en fazlası şu zamanda vardı.



Fıtratı geliştiren yolların daraldığı, günaha çağıran yolların ise olabildiğine açıldığı bir çağda, bu soruların benim gibi iyimser ve ümitvar insanların dahi aklına gelmesi elbette kaçınılmazdı.



Şerre ulaşan yolların genişlediği, hayra ulaşan yolların ise daraltılmış olmakla birlikte derinleşmesinin engellenemediği bir vasatta, en müttaki bir insanın çocuğunun müttaki olması garanti olmadığı gibi, bir diğer çocuk için, doğup büyüdüğü lâdinî ortama bakıp istikbaline dair mutlak ve karamsar hükümlerde bulunmak da imkânsızdı.




Ortada olan, şu yalın vâkıaydı: Şu masum yüzler, alnında ‘secde izleri’ni taşır bir aydınlıkla tanışabildiği gibi, günahın ve inkârın kiri pası ile kararmaya da yüz tutabilirdi. İkisi de muhtemeldi. Dahası, köpeklerin serbest kalıp taşların bağlandığı ahir zamanın ortamında ikincisi kuvvetle muhtemel olduğu için, çocuklar için özel bir dikkat, rikkat, itina ve gayret gerekmekteydi.



Nice anne-baba, sapasağlam bir çıkış, mü’minâne bir gelecek arzuluyordu çocukları için.



Ne ki, “Saldım çayıra, medya kayıra” rahatlığı içinde olan ebeveynler de biliyordum. Ne yazık ki, kuzuyu kurda teslim eden, üstelik bunu kuzuyu kurttan kurtardığı düşüncesiyle yapan zavallıların varlığından da haberdardım. Sorgulamaktan aciz olduğu eğri hayat çizgisine çocuğunu da ortak etmeye azimli niceleri de vardı ne yazık ki.




Ve bir de, ortadakiler vardı. Sorunu gören, çözüm bulamayan; durumun farkında olan ama öylece kalakalmış anne-babalar vardı. Sanırım, sayıca en fazla olanlar, işte bunlardı.



Üçüncü grubu tanıyor, anlıyordum. Bir büyük insanın ‘mütehayyirler’ diye tarif ettiği, ‘eşiktekiler’ tabirinin de kendileri için uygun düştüğünü düşündüğüm bu insanlar, yanlışı inadına tatbike kalkışacak bir ruh ikliminden uzak, vicdanları açık ve uyanık, ama kalbleri ve akılları bir derece darbelenip sersemlemiş, ama son tahlilde yürekleri doğru olana asla kapanmamış insanlardı.





İkinci grubu ise, ruh hâlini anlasam da, anlayışla karşılamam mümkün değildi. İçlerinde, günün birinde hakikatı teslim edebilme yeteneği saklı ve mert, ama bugün hakikate karşı akılalmaz derecede sert kişiler de vardı belki; ama onlardan da fazla, adını meselâ ‘Özgür’ koyduğu çocuğunun kendi özgür tercihiyle Rabbinin yolunu yol edinmesine asla tahammül edemeyip elinden gelen her türlü engeli ardlarına koymayanlar... Böylesi örneklerle nerede karşılaşsam, kalbleri inadına kapalı değilse kendileri için, ama özellikle çocukları için hidayet duaları dökülürdü dilimden.








Birinci gruba gelince; oradaki hamiyeti takdir etmemek, “Ey iman edenler! Kendinizi ve ehlinizi ateşten koruyunuz” Kur’ânî emri karşısında titriyor olmalarını beğenmemek, Hz. Peygamberin(a.s.m.) bizi ailemizden ‘sorumlu’ tutan sözlerini dikkate alıyor olmalarını eleştirmek mümkün değildi. Onları seviyor, endişelerinde haklı buluyor, aman öyle olmasın niyetlerini ve bu niyetle sergiledikleri gayretleri takdir ediyordum.



Ama, bütün bunlar, orada da yanlış giden birşeyler olduğunu farketmemin, hele hele, farkettiğim halde gözardı etmemin engeli değildi de.



Yanlış giden şeylerin başında gelen şey, geçen ayın kapak yazısında sözünü ettiğimiz ‘gizli determinizm’in çocuk terbiyesine bakan veçhesiydi. Ahir zaman şartlarına bakan bir mü’minin ‘çocuklarımız kötü olabilir’ endişesi taşıyıp bu ihtimali bertaraf etme gayretine girmesi, anlayışla karşılamaktan öte, alkışlanması gereken bir durumdu. Ama, ‘olabilir’i ‘olacak’ gibi algılayıp, ‘çocuklarımız kötü olacak’ tehevvürüne kapılmanın da makul bir tarafı yoktu. Yalnızca haricî şartlara kilitlenmiş bir nazarın düştüğü en ciddi zaaf, dahilî donanımların öneminden sarf-ı nazar edişiydi. Dışarıdaki fetrete kilitlenmişlik, içerideki fıtratın açık kapılarını nazarlardan gizliyordu.




“Bu şartlar altında çocuklarımız muhakkak kötü olur” gizli determinizmi ile gelişen bir tehevvürün yol açtığı en büyük tehlike ise, imanî bir terbiyenin dengesiz bir biçimde, ucu aşırılığa açık bir surette, baskıyla ve zorla tatbikiydi. Çocuklar kötü olmasın endişesiyle gelen dayatmacı yaklaşımların ta kendisinin, çocukları kötü olmaya ittiğini söylememi mümkün kılan tecrübelerim vardı.




Evet, dışarıda kurtlar vardı, ‘saldım çayıra’ rahatlığına sığınılamazdı. Ama, içeride çocuğu sıkboğaz etmenin de, onu—kurtların dolaştığına aldırmaksızın—dışarıyı özler hâle getirme gibi feci bir riski vardı.





Gördüğüm kadarıyla, bütün bu hercümerc içinde en ziyade gözardı ettiğimiz şey, meseleye nereden baktığımızdı. Dikkat edilirse, ‘çocuklar’a dair hemen her konuşma veya yazının konusu, ‘çocuk olma’ya dair değil, ‘çocuk yetiştirme’ye dairdi. Hemen hepsinde, büyükler açısından bir bakış ve büyükler için öneriler vardı. Büsbütün haksız da sayılmazlardı; çünkü, ahir zamanda çocuk sahibi olmak; ahir zamanda anne, ahir zamanda baba, ahir zamanda ebeveyn olmak gerçekten zordu. Ama, unutulan, ahir zamanda çocuk olmanın, ahir zamanda ebeveyn olmaktan daha zor olduğuydu.





sonu gelmez tüketim çarkı, ahir zamanda çocuk olmayı zorlaştıran unsurlardan yalnızca biriydi.




bu zamanda nice çocuk, kutu gibi apartman dairelerinde yaşamaya bir şartla gene de razıydı; ama, birçoğu o bir şartın da mahrumuydu. Aile evden gidiyor olduğundan, o daracık evlerde de yalnızdı çocuklar. Geniş aile ortamları çökmüş, komşuluklar da aşınmaya uğradığından çocuk yalnız kendi evleriyle yetinme durumunda kalmış, ama birçoğu evde babayı, hatta anneyi de bulamamaya başlamıştı. Bir yanda çalışan anneler gerçeği, öte yanda boşanma oranında yaşanan artış, dile gelseler, çocukların haklarında çok şey söyleyeceği hadiselerdi.




Durum böyle olunca, çocuğun, tüketimle avutulup televizyonla oyalanması riski bir kat daha artmaktaydı.




İş ortamının gerginlik, yorgunluk ve stresini istemese bile eve taşıyan babaların, annelerin gerginliği; bir de, cinselliğin bu derece sergilendiği bir zamanın insanları olmanın büyüklerde yol açtığı hırçınlığın dışavurumları hesaba katılırsa, ahir zamanda çocuk olmanın ne menem birşey olduğu biraz daha anlaşılırdı. Çocuklar, yazık ki, ilk fırsatta hırpalanan, hakarete uğrayan, başkalarının sebep olduğu öfkenin bir şekilde kendilerinden çıkarıldığı masumlardı. Bir arkadaşımız yapsa vereceği tepkiyi de hesaba katarak farklı şekilde mukabele edeceğimiz bir fiili, kendi çocuğumuz işlediğinde kızıp bağırmamız, köpürmemiz, hatta sinirlerimiz üzerindeki hâkimiyetimiz iyice azalmışsa o masumları dövmeye yeltenmemiz ayıptı, haksızlıktı, vicdana sığmazdı, ama vâkıaydı.





Çocukların uğradığı her türden tacize dair rakamlar, apayrı bir yürek acısıydı. Yanlışı bulmanın kolay, doğruya ulaşmanın zor olduğu—okuldan internete, televizyondan sokağa—her türlü bilgilenme kanalı, ayrı bir meseleyi işaretliyordu.



Ve moderniteyle birlikte çevremizi saran bütün bu unsurlar dile geldiğinde, “Ne yapmalı peki?” sorusu, bir kez daha geliyordu zihinlere.




Şahsen, böyle bir soruya verilecek genelgeçer bir cevaba sahip değilim. Ama, bildiğim birşey var. Çocuk için anne-baba, “Dünya bir yana, onlar bir yana” diyecekleri kadar değerlidir. O yüzden, çözüm bizatihî anne-babaların elindedir. Bana göre, düğümü teoriler veya aklî çıkarımlar değil, evin çocuğa sunabildiği ilgi, şefkat ve sevgi çözecektir.







Metin Karabaşoğlu.(zafer dergisi.com)

makalenin tümü için:


http://www.zaferdergisi.com/article/?makale=717
I dream of rain.I dream of gardens in the desert sand.I wake in pain.Those dreams are tied to a horse that will never tire.This desert rose.Each of her veils, a secret promise,This desert flower.She moves in the logic of all my dreams.I realize that nothings as