Gönderen Konu: Aile Anlayışında Zihinler Kirleniyor  (Okunma sayısı 3090 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Aile Anlayışında Zihinler Kirleniyor
« : 17 Temmuz 2012, 13:08:17 »



Aileyle alakalı son günlerde kapsamlı araştırmalar yapıldığını gözlemliyoruz. Sosyal Ekonomik Araştırmalar Merkezi’nin geçtiğimiz aylarda sonuçlarını yayınladığı bir araştırma ise bu konuda en dikkat çekenlerden biri. 12 bölge ve 67 vilayette 6748 kişiye ulaşılarak, çeşitli kesimden insanlara yöneltilen evlilik, nikâh, boşanma ve medya gibi mevzularla alakalı 156 soruyla günümüz aile yapısının analizi yapılmaya çalışılmış. Sonuçlar ise günümüz toplumunun aile fotoğrafını gözler önüne seriyor.
 
Yapılan araştırma sonuçları irdelendiğinde, Türk aile yapısının Batı aile yapısına nazaran daha sağlam ve daha iyi konumda olduğu görülse de, ülkemizdeki aile anlayışının son yıllarda bozulmaya yüz tuttuğu ve bu konuda zihin kirliliğinin arttığı gerçeği de son derece dikkat çekiyor. Eğilim, maalesef ailenin çözülmesi istikametindedir ve araştırmada aile yapısının iyiye gitmediğini düşünen yüzde 41’lik oran, bize toplumun genelinin de ailenin gidişatından memnun olmadığını ortaya koyuyor. Bu anlamda zihinlerdeki kirliliğin toplandığı birkaç nokta özellikle göze çarpıyor: Bunlardan biri çocuk sayısı, diğeri ise aile büyüklerinin durumudur. Aile düzeninin devam etmesinde fikrî ve ahlakî katkıları inkâr edilemez derecede önem arz eden “aile büyükleri” aile dışına itilmeye çalışılmaktadır. Araştırmadan, aile büyükleriyle birlikte yaşama noktasında olumlu bir tablonun çıkmaması, bunu en bariz şekilde yansıtıyor. Katılımcıların yüzde 40’ı aile büyükleriyle kalmak istememekte, yüzde 25’i kararsız kalmakta, sadece yüzde 35’lik kesim ise bu beraberliği istemektedir. Bunun manası, ülkemizde Darülaceze ve huzurevi sayısının gittikçe artması ve yaşlıların yalnızlığa terk edilmesidir. Bu sonuçlar da geniş ailenin çözülme istikametinde olduğu anlamına geliyor. Mukaddes aile ise akl-ı selim insanlardan kopuk, başıboş kalmış oluyor.

Nikâhsız yaşama zihniyeti mi doğuyor?
 
Araştırmaya göre kirliliğin en tehlikeli olduğu alan ahlak gibi görünüyor. Veriler tetkik edildiğinde aile ahlakının vahim bir darboğazdan geçtiği açıkça ortadadır. Ailede helalliğin temeli olan nikâh, “nikâhsız yaşama” düşüncesiyle tehlikeli bir kırılma süreci yaşamaktadır. “Nikâhsız yaşamaktan rahatsız olurum yüzde 50”, “Rahatsız olmam yüzde 11”, “İlgilenmem yüzde 31”, “Fikrim yok ise yüzde 8.” Nikâh gibi ulvi bir meşruiyet, toplumun en duyarsız olduğu alan olarak görülmektedir. Toplumdaki pek çok insan, nikâhsız bir yaşantının gayrimeşru çocuk sayısını artıracağından, aile kurumunu yıkacağından ve kadını bir cinsel obje haline getireceğinden yeterince haberdar değildir. Bu sonuçlardan, evlilik dışı ilişkileri meşru zemine oturtmak için reklam faaliyetlerini gece gündüz devam ettiren dizilerin ve filmlerin amacına ulaştığı sonucuna varabiliriz. Toplum ise hastalığın bu etkileşim alanını henüz görememektedir.
 
Bir başka vahim nokta da ağızlarda gevelenerek adına bir türlü “zina” denilemeyen birlikteliklerdir. Araştırmada evlilik öncesi cinsi beraberlikler konusunda (yüzde 67 ahlaksızlık, yüzde 21 kararsız, yüzde 12 olabilir/normal) tehlikeli bir anlayış söz konusudur. Ailenin en güzel meyvesi olan çocuklarla ilgili sonuçlara baktığımızda ise, toplumumuzun evlilik dışı çocuk edinme konusunda diğer konulara göre daha duyarlı olduğu ortaya çıkmaktadır. (Ahlaksızlık yüzde 75, kararsız yüzde 16, olabilir/normal yüzde 9.) Bununla birlikte kararsızlık oranının bu kadar yüksek olması zihinlerin bu noktada da hayli karışık olduğunu sergilemektedir.
 
Kanayan bir yara: Boşanma
 
Son yıllarda Türkiye’nin en ciddi problemi, kanayan yarası boşanmadır. Devlet İstatistik Kurumu’nun verilerine göre 2009 yılında evlenenlerin sayısı 591 bin 742, boşananların sayısı 114 bin 162’dir. Nerdeyse evlenenlerin beşte biri boşanmaktadır. Boşanmaların yüzde 40’ı ilk 5 yıl içerisinde gerçekleşmektedir. Bu ürkütücü rakamlar zihni kirlenen ailenin durumu düşünüldüğünde daha rahat anlaşılmaktadır.
 
Aynı araştırmada sorulan boşanma nedenleri arasında sadakatsizlik başı çekiyor. Bununla birlikte bu süreci tetikleyen faktörlerin etkisi birbirine yakın gözükmektedir:
 
Din, inançsızlar için bile sığınma alanı!
 
Araştırmanın belki de en ilginç sonucu bir dine inanmadıklarını söyleyenler arasında ortaya çıkmıştır. Dini inancı olmayanların yüzde 85’i çocuklarının dini bilgi öğrenmesini istemektedir. Bu ise ailelerin çocuklarını korumak için dini, bir güvenlik alanı olarak gördükleri anlamına gelmektedir.
 
Araştırmanın sonuç bildirisinde; ailenin bölünmesi, parçalanması, tek ebeveynli ailelerin giderek artması, boşanma oranlarının yükselmesi, evlilik dışı beraberliklerin çoğalması, nesebi bilinmeyen çocukların artması, kültürel ve ahlaki değerlerde yozlaşma, suç oranlarının artması, uyuşturucu kullanımı, bireysel ve sosyal şiddetin yaygınlaşması, kimlik bunalımı, psikolojik rahatsızlıklar, tatminsizlik vb. gibi şahsı ve toplumu tehdit eden problemlerin giderek artmakta olduğuna dikkat çekilmektedir.
 
Ailenin Kurtuluşu Osmanlı Modelinde
 
Osmanlı modeli, iki kanadıyla büyük bir ahenk içinde uçan kuş gibidir. Osmanlı’nın bu modeli nereden aldığını hepimiz gayet iyi bilmekteyiz. Zaten ancak iki cihan Peygamberinin çizgisini aynen takip eden, hakiki ilimleri medeniyet ölçüsü olarak alan insanlar Sarayburnu’ndan bütün dünyaya nizam verebilirdi.
 

Millet olarak iki cihana birlikte sarılmadıkça, zamanın ahirinde aileye ve cihana yeniden hükmedebilmemiz pek mümkün görünmemektedir. Mesele salt dünyeviliğin çok ötesinde çift boyutludur ve olabildiğince ciddidir. Haklı olarak övünmekle huzur bulduğumuz Fatihler, Yavuzlar, Süleymanlar, Sinanlar ve Barbaroslar, fethettikleri ülkelere çil çil kubbelerle taşıdıkları ilmi ve adaleti hatta dünyaya nizam getiren hayal güçlerini de yine o bağlılıktan almışlardır. Çünkü Türk milleti kadar efendi bir millet yoktur, bu milletin ruhunu yükseltince yapamayacağı yoktur… İşte Türk ailesinin yeniden yükseliş sırrı budur.
 
Kötü gidişin sebepleri
 
Bu kötü gidişatın sebeplerine baktığımızda başta medya olmak üzere birçok faktör olduğu göz ardı edilemez bir gerçek. Bazı kesimlerce sosyal değerlerin devre dışı bırakılmaya yönlendirilmesi, nikâhsız yaşamanın teşvik edilmesi, birçok TV dizisinin nikahsız yaşamayı özendirerek gayr-ı meşruluğun yaygınlaşmasına katkı sağlaması, anne ve babaların çocuklarını bencil, başkalarını rakip olarak gören, sosyal sorumluluğu zayıf, doyumsuz bireyler olarak yetiştirmesi bu sebeplerden bazıları…
 
Bu ve benzeri faktörlerin tetiklemesiyle çocuklarını kreşe, yaşlılarını huzurevine, gençlerini ise fabrikalara gönderen bir topluma dönüşmekte ve o sıcacık aile tablosunun kaybolmasıyla karşı karşıyayız.
 
Eğer tek çözüm olarak eğitim görülüyorsa, yine araştırmalar bize yanlış düşünüldüğünü gösteriyor. Çünkü dünyevi eğitim seviyesi arttıkça toplumsal değerlere yabancılaşma da artmaktadır. Yani eğitim seviyesi arttıkça ahlaksızlıklar normal görülmeye başlanıyor, gayr-ı meşru birliktelikler “seviyeli birliktelik!” adını alıyor.
 
Ekonomik seviye arttıkça değerler kayboluyor
 
Araştırmanın bir bölümünde, ekonomik seviye arttıkça toplumsal değerlere yabancılaşmanın da arttığı tespit edilmektedir. Yine şehirlerin, toplumsal değerleri yıpratan yerleşim alanlarına dönüştüğünü de görmezden gelemeyiz. Dolayısıyla ailenin kurtuluşu için çözüm; tek başına ne eğitim, ne ekonomi, ne de şehirleşmedir.
 
Refah seviyesinin yüksekliğinin, ailenin sağlıklı devamı için tek başına bir çözüm olmadığı Batı’nın bugünkü ailevi ve ahlaki çöküntüsünden anlaşılmaktadır. Eğitim ve kalkınmanın zirve yaptığı ülkelerden İngiltere’de eğitim seviyesi arttıkça suç oranının da ciddi düzeyde arttığı tespit edilmiştir. Nüfusu İngiltere’den 14 milyon daha fazla olan Türkiye’de yıllık ortalama 450 bin suç işlenirken, İngiltere’de bu sayı 4 milyona ulaşmaktadır.
 
Yine kişi başına düşen milli gelir seviyesinde en yukarılarda yer alan İskandinav ülkelerindeki intihar olaylarının yüksekliği ve gayri meşrulukların zirve yapması dikkatlerden kaçmamaktadır. Fiziki yapı olarak ‘en güzel’ diye tanımlanan insanların yaşadığı Norveç, İsviçre ve İzlanda gibi ülkelerde ise, evlilik müessesesinin yeterli düzeyde olmaması nüfus artışını olumsuz etkilemektedir. Söz konusu ülkelerde 2040 yılından sonra nüfusun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geleceğini yine uzmanlar ifade etmektedir.
 
Refah seviyesinin yüksekliğinin, ailenin sağlıklı devamı için tek başına bir çözüm olmadığı Batı’nın bugünkü ailevi ve ahlaki çöküntüsünden anlaşılmaktadır. Eğitim ve kalkınmanın zirve yaptığı ülkelerde eğitim seviyesi arttıkça suç oranının arttığı, evlenme oranının azaldığı tespit edilmiştir.
 
Aile Anlayışında Düşündürücü Veriler
 
 * Eşe sadakat duygusunun zayıflaması/namus anlayışının yıpranması yüzde 17,8
 * Yeni hayat şartlarının eşler arasında saygı ve sevgiyi azaltması yüzde 16,9
 * Kadınların geçmişe oranla daha özgür/ekonomik açıdan daha bağımsız olmaları yüzde 14,2
 * Ekonomik sıkıntıların artması yüzde 14,2
 * Aile bağlarının zayıflaması yüzde 12,8
 * TV ve gazetelerin boşanmayı kışkırtıcı/aileyi yıpratıcı yayınları yüzde 12,7.


İlyas Kartal - 10 Aralık 2011 Cumartesi