Gönderen Konu: Akaidimize zararlı bir kitap''Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı''  (Okunma sayısı 9357 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ferdi

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 48

                             İlim Talebesi Nazarıyla Bir Kitabın Düşündürdükleri
İbn-i Mevlüt el-Hanefi,el-Eyyubi

Hangimiz ehl-i sünnet ? sorusunun çokça sorulduğu şu günlerde, kimi zaman bedeva dağıtıldığından mı bilinmez ,bir kitap çok popiler genç arkadaşlarımızın elinde.Kitabın kapağındaki .-“Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı”- ismini okuduğunuzda gözlere ve kulaklara bir hoşnutluk hakim oluyor.Lakin ! Kitabın sayfalarında birer birer ilerlerken esefleniyor ,zihinler bulanıyor ,kitaplığımızda bulunmasını tahayyül ettiğimiz külliyatlar adeta devriliyordu.

Ve nihayet büyük bir sabırla kitabı bitirdiğimizde Kim ehl-i sünnet? Kim Muhalif ? diye sormaktan kendimizi alamıyoruz. Öyle görülüyor ki; Suud devletinin idolojilerini yaymak için öze dönüş altında maddi ve manevi desteklerini almış ,Selefiye adındaki (samimi) grupların bitmek tükenmek bilmeyen çalışmalarına sessiz kalmak ,bir yere kadar normal olsada -Ehli Sünnet akidesini-Ümmetin marjinal kesimi olan ,asıl adıyla Vehhabi meşrebinin tekeline sunmaları,ilme bitaraf bakmadıklarını göstermektedir.

Ehli Sünnet vel cemaatin için de olduğumuzu düşünen bizlerin ,nasılda bid'at fırkalarının (onlara göre )içine düştüğümüzü ve de Şirke varan sapıklıklar içerisinde kaldığımız vehmini ,zihinlerimize enjekte etmelerinden ,gerçek ilim adamlarımızın panzehiri sayesinde kurtalabiliyoruz.

Buna benzer çalışmaları Şi'a’da gözlemleyen hocalarımız, ifrat ve tefrit'te olan bu düşünce akımlarına karşı vasat (orta yol ) tutmamızı sağlamışlardır. Selefi ekolun bilinen müteşeddit tutumunun Türkiye'deki temsilcilerinden Guraba yayınlarından -“Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı”- adlı kitabın bizde uyandırdığı izlenimleri sizlerle paylaşmayı bir elzem kabul ediyorum.

İbni Useymin imzalı, tahkikini Necmi Sarı’hoca'nın yaptığı bu kitap,Ahmed Davutoğlunun deyişiyle -dini tamir altında din tahripçiliğinden- başka ne olabilir diye düşünmekten kendimi alamıyorum.Ama kimsenin dini ehliyetinini ve samimiyetini eleştirecek cüretide kendimde göremidiğimide söylemek isterim.Unutulmamalıdır ki ! Hiçbir liyakat ve makam Ulema’ya yapılan hakaretlere suskun kalmamamız için gerekli değildir.

Malum kitabın ,Selef-i Salihin'in kendileri gibi düşündüğünü iddia etmeleri ,Tevhid inancı, Bid'at gibi konularındaki takıntılarını ,klasik Selefiyye refleksi olarak izah etmek durumundayız..Bu kitabın bu konulardaki tavrı, Selefiyye ekolune aid diğer kitapların tekrarından ibaret olduğu, herkes tarafından bilinen bir gerçek ve bu konuları bir türlü geliştirememeleri şöyle dursun ,aşamamaları,muhakkik ulemanın onlara verdikleri cevaplar, bize bu konuda yoruma gerek bırakmadığından ,konumuzun dışında tutucaz.

Bizim için kitapta vahim gördüğümüz ise; “Eş’ariler ve Maturidiler Ehli sünnet vel cemeaat mi?” diye bir başlık altında ,Ehli sünnet'in Akaiddeki iki mezhebini incelemileri ve bu sorunun benzerinin yazar İbni Useymin'e sorulması , onun cevabının ise hayli düşündürücü olmasıdır.(1) Meğer “Eş’ariler ve Maturidiler,Allah'ın isimleri ve sıfatları konusunda Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat'ten sayılmazlar''mış.Sakın bu kadarla bittiğini zannetmeyin.

Beyazid Bistami (2),Hallac-ı Mansur (3), İmam Gazzali (4),İbni Arabi (5),Mevlana ( 6),Yunus Emre (7)(radiyAllahu anhum)gibi ulemanın,islam kültürüne kazandırdıkları eselerinden alıntılar yaparak , -Sapık görüşün temsilcileri-( 8 ) cümlesi ile incelemeleri, hudutları zorlayan menheclerini göz önüne koymaktadır. Her ne kadar Zâhid el-Kevserî 'yi -Sünnet Düşmanlarının hocası- (9) İmam Gazzali’yi de -Sapık görüşün temsilcisi- (10) olarak görselerde, Kevseri ve Gazzali ‘nin fazîlet ve ilmî ehliyetine inanmadıkları halde, bu zatların sözlerinden delil getirmeleri,işlerine geldikleri yerde onların görüşlerine başvurmaları,en az kitabın hacmi kadar olan ve çok emek harcandığı her kelimesinde belli olan maalesef yanlı dip not anlayışında “tassup” sezmeme sebeb olmuştur.

Tarih boyunca nice alimleri bile kendi girdabına çeken ve söylenmiyecek sözleri söyleten ah! şu taasubun gözü kör olsun.Kitaplarında kullandıkları sert uslub ile dip not anlıyışındaki usulsüzlük, okuyucuların dikkatinden kaçmayacaktır..(11) Kendi delillerini destekleyen sahih hadislerin yanında zayıf, hatta uydurma rivayetleri zikretmekten çekinmedikleri gibi ,aleyhlerinde olan bir rivayeti hadis usulüne göre cerhe tabi tutmaları ,kimi bölümlerde de tevil etmelerindeki zorakilik gibi.

Kitabın Arş, Kürsi,Allahın sıfatları, Allahın inmesi ,çıkması söylemlerinde Mücessime/Müşebbihe etkisi kendini hissettirmektedir..AIiyyul-Kârî nin-"Teşbihi tenzih etmekle beraber Allah’a bir mekan tayin eden tavırlarıyla Bidat ehli bir taifeye uymuşlardır" -(12) cümlesiyle özetleyebileceğimiz bir hal takınmışlardır.

AIiyyul-Kârî ve İmamTahavi gibi Hanefi mezhebinin büyüklerinden kaynak gösterip alıntılar yaparak ,kendileriyle aynı yol üzere oldukları izlenimini vermeleri,adı geçen eserler incelendiğinde hilaf-ı hakikat durumunda kalmaktadır"(13)..Keza ,bu söylemleri daha kitabın 12.sayfasında Necmi

Sarı hocanın;

 -''Zaten makalat kitaplarıyla Fırak ve Milel ve nihal kitaplarını inceleyenler gerçekte kimlerin müşebbihe veya mücessime veya mümessile 'den olduğunu öğrenirler''- cümlesi içinde geçerlidir.

Mezkur eserlerinde kaynak gösterdiği Şehrestânî'nin “el-Milel ve'n-Nihal'' adlı kitaba (asıl konu olan müşebbihe başlığına birde biz göz atalım dedik) baktığımızda,Şehrestânî Selef'in Müteşabihat kabul edilen Ayet ve hadisleri Zahir tefsirlerini almadan olduğu gibi iman edip ,manasını Allah'a havele etmelerini veciz bir şekilde ifade ettikten sonra ,Müşebbihenin tavrını da;

 -'' Kur'an-ı Kerim'de vârid olan istiva, vech (yüz), yedeyn (eller), cenb (yan), meşiet (geliş), ityân (gidiş), fevkıyye (üstte olma) gibi isim ve fiillere gelince Müşebbihe'ye göre bunların hepsi ZAHİR anlamlarına yorulur. ''- (14) diyerek bu fırkanın alamet-i farikasını ortaya koymuştur.Oysaki bu tanımlar ne kitabın müellifinin(İbni Useymin) ne de tahkikini yapanın (Necmi sarı),ne de her ikisinin iddia ettiği selefi salihin tutumu böyleydi diyebileceğimiz bir sonuç vardı.

Teşbih ve Tecsimden beri olduklarını anlatmaya çalışsalar bile sıfatlar konusunda vardıkları sonuç (kaynaklar incelendiğinde) aksine bir seyir ile bitmektedir .Hayati bir çelişkide, delil getirdikleri Ebu Mansur el-Bağdâdî'in el-fark Beynel fırak adlı eserinde Ehl-i sünnetin îtikâddaki iki imâmından biri ve büyük velîlerden Ebû'l-Hasan el-Eş'arî' için birçok yerde el-Bağdâdî ismini vererek ''Şeyhimiz'' ,''Üstadımız''ve ''Ashabımız''diye hitap ettiğini bile bile (ki bu kitabında mütercimi bizzat kendisidir)

Necmi Hoca'nın ,müşebbihe gibi Allah'ın sıfatları konusunda sapanları tarif ederken el-Bağdâdî''den kaynak getirmesi hemen yanına  müellif İbni Useyminin ;
-“Eş’ariler ve Maturidiler,Allah'ın isimleri ve sıfatları konusunda Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat'ten sayılmazlar'' -sözünü yan yana getirdiğimizde bu eserlere yabancı olmayanlar için çözümlenmesi zor bir problem oluşmaktadır.

Kaldı ki Bağdâdî'nin el-fark Beynel fırak adlı eserini çevirirken Necmi Hoca'nın İmam Eş'arî'nin eserlerine ne kadar sıklıkla başvurduğu,isimlerini zikrettiği Fırak ve Nihal kitaplarının sahipleri İtikad da (İsim ve Sıfat dahil) İmam Eş'arî'nin  mezhebine müntasıp olduklarını söylemek malumun ilanı olucaktır .O vakit imamın ismi geçtiğinde mütercimimiz ,dip notta ne diyormuş sadece onu hatırlayalım    

 - ''Ebû'l Hasan el-Eş'arî. Ehl-i Sünnet imamlarındandır''-(15)
;
Teşbih ve Tecsim mevzuunda Selefin tavrı ve Ebû'l Hasan el-Eş'arî için acaba Şehrestânî ne diyor ? diye bakmak için tekrar el-Milel ve'n-Nihal'e dönelim;

-''Seleften bir topluluk da söz konusu sıfatların ''zahirî tefsirine'' meylederek teşbihe düşmüşlerdir.Selef içinde hem tevile bulaşmayan hem de teşbih hatasına düşmek­ten sakınanlar da olmuştur. Mâlik b. Enes bunlardan biridir ve şöyle demiştir: "İstiva malûm , nasıl olduğu ise meçhuldür.

Ona olduğu gibi inanmak vacip, hakkında soru sormak ise bidattir." Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Dâvud b. Ali el-İsfahânî ve onları izleyenler de bu görüştedir.Abdullah b. Saîd el-Küllâbî, Ebu'l-Abbâs el-Kalânisî ve el-Hâris b. Esed el-Muhâsibî'nin devrine gelindiğinde bunlar Seleften bir topluluk olarak Kelâm ilmine dalmış ve Selefî akideleri kelâmı deliller ve usûlî burhanlarla desteklemeye çalışmışlardır. Bunlardan bazıları kitaplar telîf etmiş, bazıları da tedrisât faaliyetinde bulunmuştur.

Örneğin Ebu'l-Hasan el-Eş'arî ile hocası arasında salâh-aslah meselesinde bir münazara yaşanmış ve aralarındaki görüş ayrılığı açığa çıkmıştır. el-Eş'arî bu son gruba meyletmiş ve onların görüşlerini kelâm yöntemleriyle desteklemeye çalışmıştır. Onun tarafından ortaya konulan bu çabalar Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebinin temellerini oluşturmuştur.'' -(16)

''Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı'' adlı kitabın Beşinci bölümünde -''Sonradan Gelen Bazı Kimselerin Selefin Yolu Hakkındaki Kötü Niyetleri''-başlığının hemen altında ilk şunları söyler İbni Useymin ;

-''Sonradan gelenlerden bazıları şöyle demişlerdir:''Selefin sıfat nasları hakkındaki görüşü (yolu) ,sıfat naslarını (lafızlarını) geldiği gibi alıp açık anlamlarının (zahirlerinin) kastedilmediğine inanmaktadır.''s.69-

SubhanAllah ! Kim bu kötü niyetliler? Şehrestânî'den yukarıda yaptığımız alıntılar gösteriyor ki ''Zahiri'' anlamlarını alanlar ''teşbihe'' düşmüşlerdir.Başka bir anlamlandırma ile İbni Useymini bir anlık dikkate alsak bile Şehrestânî ''kötü niyetli'' olmaktan binlerce beridir.

Kaldıki Şehrestânî'nin ,İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Dâvud b. Ali el-İsfahânî ,İmam Eş'arî vb. ulemanında kendisi gibi düşündüğünü belirtmesi,zahiri manasını almayanları ise teşbihten korunan Selef olarak niteledirmesi,bizcede kaynaklara objektif bakmada en ilmi ve doğru bakış açısını yansıtmaktadır.Zira 13.dipnotta değindiğimiz Fıkh-ı Ekberi şerh eden AIiyyul-Kârî 'nin

-''Ebû Hanîfe Müteşâbih sıfatlara inanır ve tevilinden sakınırdı.Allah Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder, dolayısıyla Selef âlimlerinin görüşünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi Allah Teâlâ'ya havale eder. '' -

dediğini naklletmiştik.Kendilerinin bile kabul ettiği bu kaynakların gösterdiği, sonradan gelenlerin Selef hakındaki haklılığıdır.
 
Hakikat böyleyken, bir ilim talebesi olarak müellifin ve mütercimin bu yandaş oluşturma çabalarına üzeleyim mi ,sevineyim mi bilemiyorum.Çünkü bu konularda kitap boyunca delil getirdikleri insanların - müşebbihe ile suçlananları bir kenara koysak-, gerek hayattayken gerek ölümüne yakın kendileri gibi düşündükleri iması vermeleri, çok şükür ki; ''Sünnet düşmanı''   ''ehli sünnetten olamama''  ''Sapık görüşün temsilcisi'' olmaktan bu ulemamızı kurtarmış gibi gözüküyor.

Kitabın 25. bölümünde kendi şahıslarına yapılan isnadlardan ,-“Bidatçıların Ehli Sünnete yakıştırdıkları kötü lakaplar”- başlığı altında ilk savunmalarını tahmin edilen üzere Müşebbihe iddialarına yapmaları ise, gerçekten enteresandır. Dip not anlıyışında ilmi objektiflikten ( 17) bahseden Necmi Sarı’hoca'nın kalemi burada ne kadar ilmi objektiflik içerdiği ayrıca farkedilmelidir.

Geçmiş ulemamız, Peygamberler'de bulunan “ ismet” sıfatıyla sıfatlanmamışlardır. Gel gör ki;günümüz inkanlarına rağmen günümüz alimlerin ,geçmiş Ulemanın eserlerinin üstüne çıkamaması ,hatta aynı düzeyde bir eser ortaya koyamamaları,geçmiş ulemanın üzerindeki Allah’ın yardımının izini bariz şekilde görmemize vesiledir.Bizlere bıraktıkları muazzam eserler hala önümüze ışık tutmaktadırlar.

Hal böyleyken ömürlerini Allah’ın rızasını kazanmak ve insanlara İslamı anlatmakla geçiren ,günahıyla ,sevabıyla ,İmam Gazzali’siyle,İbni Teymiye’siyle bize aid olan ulemayı,haddimize olmayan zemm etme çabaları, kime ve neye hizmet etmektedir? Şayet bulduysanız onların hatalarını, kendinizde de o yetki ve yeteneği ,ilmi edebin ve objektifliğin gerektirdiği şekilde eleştiri yapmamız gerekmez mi?

Ulema düşmanlığı ateşine ,körükle gitmek tarzında özetleyebileceğimiz bu zihniyet ,güneşi balçıkla daha ne kadar sıvayabilir?

Çünkü butür ''Mücessime/Müşebbihe'' eleştirelerine maruz kalmış İbni Teymiyye (18),İbni Kayyım, Nasıruddin el-Albani (19), Osman b.Said Darimi (20)( radiyAllahu anhum) gibi din adamlarını tanıtırken gösterdikleri onure tavrın ,cüzi bir miktarını Beyazid Bistami,Hallac-ı Mansur, İmam Gazzali,İbni Arabi,Mevlana,Yunus Emre ( radiyAllahu anhum) gibi mutasavvıflar için gösterselerdi,kimsenin onları koyu bir taassup yada ulemaya saygısızlıkla suçlamaya hakkı olamazdı.

Alimin eti/kanı zehirlidir mealindeki hadislerin ,kişinin kendi alim kabul ettiklerinin dışındakileride kapsadığı gerçeğini ne zaman itiraf edeceğiz.İslam tarihine yabancı olmayanlar Ehl-i Hadis'den de ,Ehl-i Tasavvuf'tan da Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat şemsiyesinden çıkanların olduğu realitesinin saklanamayacağını bilirler.Hal böyleyken İbni Teymiyye'yi överken Taceddin es-Subki 'nin ,Takıyyuddin es-Subki'yi överken İbni Kayyım'ın hakkını vermek için İmam Zehebi'nin yüreği gibi bir yüreğe mi ihtiyacımız var.

Bu tavırlar bana, Ehli Sünnetin Akaidini anlatan eseriyle meşhur alim Said Ramazan el-Buti ile sıkı bir selefiyeci olan çağdaşı Nasıruddin Albani arasında geçen bir münakaşayı aklıma getiriverdi.İsterseniz bu anekdot hem yazımızın sonu ,hemde Selefiyye ekolün ,anlıyışını yansıtan kısa bir özet olsun.

Muhammed Sultan el-Ma'sûmî el-Hocendî'ye aid “Müslüman Bir Kimse Dört Mezhepten Muayyen Birini Taklid Etmek Zorunda mıdır?”adlı risaliyeye karşı -Mezhepsizlik en büyük bidattır- adlı risaliyeyi yazan El-Buti ile 3 saatlik bir görüşme yapan Albani, Ramazan el-Buti’nin hiçbir edep dışı söz kullanmadan (ilmi edebin gerektirdiği şekilde) yazılan risaliyesindeki “el-Hocendiye” yönelttiği eleştirelerini beğenmemiş olacak ki;

Albani ,kendisi gibi selefiyye ekolünden olan el-Hocendî’nin bazı sıkıntılı sözlerini tevil yoluyla yumuşatıp,hatasıda olsa fazla dillendirmeden ,ölü’nün arkasından hayırla konuşmak gerektirdiği tarzında şu konuşmayı yapar;

- "Bu adam aslen Buharalı olup ana dili Arapça değildir. Herhangi bir şeyi Araplar gibi ifade edemez. Sonra adam Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. Bize düşen, bir Müslüman olarak onun sözlerini uygun şekilde yorumlamak ve hakkında mümkün oldukça hüsnü zan beslemektir!.."
.
ve üstad Ramazan el-Buti taşı gediğine koyar;

-"Benim kanaatime göre eğer siz, el-Hocendî'nin sözleri üzerinde yaptığınız tevillerin dörtte birini Şeyh Muhyiddin b. Arabî (ve) benzerlerinin sözleri üzerinde yapmaya (yanaşsa ve) razı olsaydınız, onları asla tekfir etmez ve fâsıklıkla itham etmezdiniz"...(21)

Hülasa Kitabın Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı ismini hak etmediği ortadır .Bir kez daha anlaşılıyor ki İnsanların Kendilerini ehli sünnet tanıtmalarıyla  ehli  sünnet olunmuyor.Bizm eleştirilerimiz 10'da bir bile değildir .Yoksa kitap ta daha fazla çelişkiler vardır,kitaptaki yönlendirmeler yanıltıcıdır.Selefin yolu en doğru yoldur tarzındaki sözler.bizim içinde gerekli ve müsellemdirr

Ayrılığa düştüğümüz nokta ise;Seleften gelen yığınlarca rivayete rağmen Selefin tavrını farklı algılamamız kaldıki yukarıda gördüğümüz gibi kaynak verdikleri eserlerle bile ihtilafa düşmüşlerdir.Karşımızda müşebbihe fırkasının ve ehli sünnet ulemasının görüşlerini harmanlayan ,bu kaynaklardan  kendine delil getiren bir ekolle karşı karşıyayız.

Kitap boyunca muteber kaynaklardan yaptıkları aleylerine olan rivayetleri ,lehlerine çevirmek için sıkı bir uğraş içererine girme ve cevap verme telaşı çabalrında bu hal bariz bir şekilde gözlemlenmektedir .O rivayetlede ki ulemanın tenzih cümleleri nere de müellif ve mütercimin cümleleri nerede diye baktığımızda halef ulemasının selefin sukut ettiği anlamları zahirine alanlar çıktığını görünce Teenzih akidesini korumak adına arap dilinin mevzu bahis olan konudaki kelimelerin anlamlarında Allah yakışanı seçmeleri ve ve teşbih ve tecsim içeren zahir anlamlardan avamı korumalarını bu kitabı okuduktan sonra daha iyi anlamış olmaktayız .Ehli sünnet vel cemaati yığınlarca burhan ve  beyanla muvaffak kılan Allah'a hamd olsun.

Kitabları terceme eden hocamızın diğer kitaplarında taklıt konusundaki nasihatlarını dikkate alıp , Hafız ibni Receb'in sözlerini kendi temennisi olarak dile getirdiği önsözdeki şu cümleleri bize ayrıca bir cesaret kaynağı olmuştur;

'-Bu çalışma ,kusurlu birisinin ortaya koyduğu bir gayrettir.''Tetkik edecek şahıslar bunu dikkatle tetkik etsin ,alabildiğine bizi mazur görsün.Çünkü akıllı kişi başkasını mazur görebilendir.Allah ise kendi kitabından başkasını hatadan korumuş değildir.İnsaflı kişi başkasının bir çok doğruları karşılığında az sayıdaki hatalarını bağışlayabilendir''. -

Kendisinden kat kat fazla kusurlu bir ilim talebesinin yaptığı bu araştırmanında hatadan beri olacağı düşünülemez ,hocamızın alabildiğine bizi mazur göreceğini bütün kalbimle inanıyorum.Amacımız hüküm vermek değil bilgi alışverişi yapmaktı.

Yanlış anlaşılırsak bu ifade eksikliğimizdendir.“Bismillah Rabbim! Ayağımın kaymasından, sapıklıktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cahillikten ve cahillikle itham olunmaktan Sana sığınırım.” (22)Allah bizi doğru yol ne ise ona yöneltsin-Selam ve dua ile..


1- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.19 /20 -Ayrca Eş’aririyye ve Maturidiyi sapık fırka olarak birkaç yerde daha saymışlardır bkz.s.233.Dip no;310
2- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.154
3- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.154
4- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.155
5- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.159
6- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.160
7- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.161
8- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.154
9- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.11

Muhammed Zâhid el-Kevserî Son asrın Fakih ve Muhaddislerindendir. Sakaryada doğup ,İstanbulda Şeyhülislam vekilliğine kadar yükselen Kevserî,Hicret etmek zorunda kaldığı ,Mısır Kahirede ,13 asırlık Ebu Hanife aleyhtarlığına neredeyse tek tek akademik cevaplar verek susturmuş.Ezher ulemasını kendisine alkışlatmışdır .

Ezher Üniversitesi Arap dili fakültesi dekanı Muhammed Recep el-Beyyumi'ye göre o; Raviyetü'l-Asr ,Eminü't-Türesi'l-İslami 'dir.Muhammed Avvame'ye göre:Hadiste ve usulde büyük bir mahakkik.Ebül-Vefa el-Afgani'ye göre ; Alleme, Muhakkik, el-Fakihu'l-Kebir, el-Muhaddisu'ş-Şehir'dir .Son dönem alimlerinden Muhammed Ebu Zehra ''el-İmamü'l-Kevseri'' başlıklı makalesinde ondan 11defa İmam olarak bahseder..

Bknz.İnkişaf dergisi son sayı. Hadis alanındaki kıymetli eserlerin sahibi olması yanında ,Abdulfettah Ebu Gudde gibi bir Muhhaddis talebeyi ilim dünyasına hediye etmesi,onu sünnet düşmanı ilan edenlerden ne kadarda beri olduğunu gösterir.

10- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.154- Gazzali'nin Ulema neznindeki yerine Kelimeler ve dip not kifayetsiz kalacağı için değinemiyoruz.Kelamcılara saldırırken İmam Gazzali’den alıntı yapmakta mahsur görmezler,buna benzer tezad tavırlar çok sıklıkla dip not anlıyışında kendini göstermektedir. bkz.s.199-s.179 Kendi bakış açılarıyla 250 nolu dipnotta incelemişlerdir.

11-Dip notta rastladığımız bir tezadda sayfa 20'de mütercim ,kitabın müellifi İbni Useymin'e sorulan şu soruda ''Eş’ariler ve Maturidiler Ehli sünnet vel cemeaat mi?'' cevaplarından biride'' Eş’ariler ve Maturidiler,Allah'ın isimleri ve sıfatları konusunda Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat'ten sayılmazlar'' demesini dile getitirir. Bu Sefer tam aksine sayfa 56'da 25 nolu dip notta Ehl-i Sünnettin büyük İmamlarından biri olarak tanıtır.Ve Allah'ın isim ve sifatlarında ölümüne yakın kendileri gibi düşündüğünü iddia ettikleri nakilller yaparlar.


« Son Düzenleme: 07 Kasım 2010, 13:42:42 Gönderen: Tuğra »

Çevrimdışı ferdi

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 48

12-Bu sözleri AIiyyul-Kârî Fıkh-ı Ekber şerhinde İmam Tahavi'nin Akidetu’t-Tahaviyye şerhini yapan İbn Ebi'l İzz 'in delil getirdiği Ebû Muti' el-Belhi için söyler. Selefi Ekol mensuplarının baş ucu kitabı olan ,Akidetu’t-Tahaviyye ' nin İbn Ebi'l İzz şerhi, İmamTahavi'nin akaidini yansıtmadığı noktasında çok ciddi eleştiriler vardır.

İbni Ebi'izz'in Akidetu’t-Tahaviyye şerhinin elimizde bulunan tercümesinde gözümüze çarpan bir konuda, Cehennemin ebedi olmadığı meselesindeki bir görüşü Ehli Sünnete aideyiti  ve Allah'ın mekansal olarak üstte oluşu ile ilgili söyledikleridir.Oysa Akidetu’t-Tahaviyye tercümesine baktığımızda İmam Tahavi'nin bu konuları net cümlelerle ifade ettiğini görmekteyiz;

''Cennet ve cehennem yaratılmışlardır; ebediyyen yok olmazlar, zail olmazlar. Allahu Teala mahlukatı yaratmadan evvel cennet ve cehennemi yarattı. Cennet ve cehennem ehlini yarattı. Kimin cennete girmesini dilerse bu, Allahın fazlındandır. Kimin cehenneme girmesini dilerse bu, Allahın adaletindendir. Herkes kendisine tayin edileni yapar ve kendisi için yaratılana gider. Hayır ve şer kullar üzerine (Allah tarafından) takdir edilmiştir. (Kesb eden kuldur, yaratan Allahtır)''

''Kim Allahı, beşer sıfatlarından bir sıfatla vasıflandırırsa. muhakkak kafir olur. Allah, sınır, son, azalar, ve alet ve edevattan yücedir, münezzehtir. (Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.) Diğer yaratılan her şeyi kuşattığı gibi altı yön (ön-arka-alt-üst-sağ-sol), Allahı kuşatamaz''.

13-AIiyyul-Kârî -'nin Fıkh-ı Ekber şerhinden yapıcağımız alıntılar ,İbni Ebi'l-İzz'in Akidetu’t-Tahaviyye şerhin'de Selefin Uluvv (Yukarıda oluş ) Sıfatının kabulünü ortaya koyan bazı sözler getirmesini red etmek mahiyetinde bu cümleleri kaleme almıştır. İki eserden ekseriye İbni Ebi'l-İzz' den hacimli alıntılar yapan Necmi Sarı hoca ''Selefin Uluvv sıfatı ''noktasında bu ihtilaftan bahsetmeyişi AIiyyul-Kârî ve İbni Ebi'l-İzz' i nasıl barıştırdığı okuyucunun merak konusudur.    

''Şüphe yok ki, İsra makamı, Musa aleyhisselâm'ın mikatından daha üstündür. Nerde kaldı ki Yunus b. Mettâ'nın makamından üs­tün olmasın. Ancak bizim sözümüz, her halde ve her makamda ikisinin yani Hz. Peygamber ve Hz. Yûnus'un Allah Teâlâ'ya yakın­lıklarının eşit olduğudur. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:“Nerede bulunursanız Allah sizinle beraberdir.” (Hadid 57/4)“Biz kula şahdamarından daha yakınız.” (Kaf: 50/16)“Allah, kullarının üstünde galibtir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir.” ( En'âm: 6/61)anlaşıldığına göre Allah Teâlâ'nın kulları üzerine yük­selmesi, mekân bakımından yükseklik değil, mertebe ve makam bakımından yüksekliktir.

Yani şânı yüce olmak demektir. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat âlimleri ile Mutezile, Havariç vesair İslâm taifelerince de durum bu şekilde tesbit edilmiştir. Diğer bidat taifeleri de aynı görüştedir. Ancak, Allah Teâlâ’ya cihet ispat eden Hanbelilerle Mücessimeden(*1) bir taife bu görüşte değildir. Allah Teâlâ onların isnad et­tiklerinden uzaktır.

Şârih (İbni Ebi'l-İzz) ne tuhaftır ki Allah Teâlâ'nın yüceliğini ispat etmekte: “Şüphesiz bu Kur'an'ı, Emin ruh Cebrail, korkutuculardan olasın di­ye, senin kalbine indirdi.” (Şuara: 26/93-94.) âyetini delil getiriyor. Müellifin bu âyet­le Allah Teâlâ'nın yücelik sıfatını ispat etmeye çalışmasının garibliği apaçıktır. Zira nüzul ve tenzil kelimeleri alâ harf-ı cerri ile mütâaddi olurlar. Burada Kur'an'ın gökten inmesinden murad edilen, Hz. Pey­gamber sallellahu aleyhi vesellem'in kalbine indirilen kelâmın yüceliğidir.

Bu konuda bir çekişme bahis konusu değildir. Kelâmın yüce­liğinden Melik ve Allâm olan Allah Teâlâ'nın mekânının yüceliği yani ona yüce bir makam ispatı lâzım gelmez. Favk ve uluv gibi sıfatlara delâlet eden bazı âyet ve hadisleri zikrettikten sonra: “Selef âlimle­rinin, yücelik sıfatını ispat etme konusundaki sözleri çoktur.” sözü bizce de müsellemdir.

Ancak selef âlimlerinin, Allah'a yücelik, yük­seklik sıfatı ispat etmeleri mekânın yüceliği ile tevil edilmiştir.
Sonra şarih (İbni Ebi'l-İzz)şöyle diyor: Bu delillerden biri Ebû Muti' el-Belhi'den nakledilen şu rivayettir. Ebû Muti' Ebû Hanîfe'ye: “Allah'ın, yerde mi gökte mi olduğunu bilmiyorum.” diyen kişiden sormuş; Ebû Hanife de: “Kâfir olmuştur, zira Allah Teâlâ şöyle buyuruyor”:“Allah Arş üzerinde duruyor.” (Taha: 20/5.) Allah'ın Arşı ise yedi kat göğün üs­tündedir.” buyurdu.Ben(Ebû Muti) derim ki;

Ebû Hanîfe “Eğer bir kimse, Allah Teâlâ Arş üze­rindedir, fakat Arş'ın gökte mi yerde mi olduğunu bilmiyorum.” derse, kâfir olduğunu söylemiştir, Çünkü o, Allah'ın gökte olduğunu inkâr etmiştir. Allah'ın gökte olduğunu inkâr eden kişi ise kâfirdir. Zira Allah Teâlâ yücelerin yücesindedir. Allah Teâlâ yüksekten çağrılır, aşa­ğıdan değil.”

Buna cevabımız şöyledir: İmam Abdusselâm, “Hallür-Rumûz” adlı kitabında İmam Âzam'ın şu sözünü kaydediyor: “Kim Allah'ın yerde mi gökte mi olduğunu bilmiyorum derse, kâfir olur. Çünkü bu söz, Allah'ın bir mekânı olduğu düşüncesini akla getirir. Allah'ın me­kânı olduğunu düşünen kimse ise Allah'ı yaratıklara benzeten ki­şidir.”Şüphe yok ki Abdullah b. Selâm ilim adamlarının büyüklerinden biri olup güvenilir bir âlimdir.

Şarihin naklettiğine değil, onun naklettiğine itimat etmek gerekir. Ebû Muti, aynı zamanda Hadis âlimlerince hadis uydurucusudur. Hulâsa, sarih Ebû Mutî teşbih'i nefy etmekle beraber Allah'a yüksek bir mekân isnad ediyor. Bu konuda Bidat ehli bir taifeye uymuştur. Daha önce geçtiği üzere Ebû Hanîfe Müteşâbih sıfatlara inanır ve tevilinden sakınırdı.

Allah Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder, dolayısıyla Selef âlimlerinin görüşünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi Allah Teâlâ'ya havale eder. Halef âlimlerinin çoğunluğunun görüşü de budur. Selefin Mezhebi daha sağlam, daha doğru ve daha kuvvetlidir.

Şarih(İbni Ebi'l-İzz)'in sarf ettiği şu söz de ne tuhaftır. “Mekâneh” kelimesi mekanın müennesidir. Bu şekilde şârih ikisinin de mana bakımından bir olduğunu kasdediyor, manevî menzile ile hissî mertebe arasında bir ayırım yapmıyor. Bununla beraber şu hadis-i şerifi de getiriyor.“Sizden biri, Allah katındaki menzilesinin ne olduğunu bilmek isterse, Allah'ın kalbindeki yerine ve menzilesine baksın.

Allah Te­âlâ kulunun kendisine kalben yakın olduğu nisbette kulunu kendi­sine yaklaştırır, ona bir derece verir.” (Kaynağını bulamadım Ter.)Bu hadis-i şerifi getirdikten sonra diyor ki; Allah Teâlâ'nın kulun kalbindeki yeri, kalbindeki Allah sevgisi, Allah marifeti ve saygısıdır.Şarih(İbni Ebi'l-İzz)'in bu düşüncesi Hz. Peygamberin:“Bir şeyi sevmen, kör ve sağır eder.” hadisinin mefhumu kabilindendir, Îmam'ul-Haramayn'den(**2), Allah'ın yücelik ve yükseklik sıfatının nefyi hususunda şöyle de­diği sabit olmuştur:

Allah Teâlâ var iken Arş yoktu. Allah Teâlâ ha­len olduğu gibidir. Allah Teâlâ'nın mekan yönünden yüksekliğini nakzeden hususlardan biri de, Allah Teâlâ yer cihetinde olmadığı hal­de secde esnasında kulun alnını yere koymasıdır. Kul başını secde için yere koyup, en yüksek olan Allah'ı noksanlıklardan berî kılanın, derken bu tenzihin mekân cihetinden olmadığını ittifakla ifade et­miş oluyor. Bişr el-Merîsi'nin secdede: “Â'lâ ve esfel olan Allah'ı tesbih ederim.” söylemesi ise zındıklıktır, küfürdür.

Allah'ın isimle­ri hakkında ilhaddır. Garib olan husus şudur ki, şârih kendi batıl mezhebine göre duada elleri yukarıya doğru kaldırmayı Allah’ın yüksekte olduğuna delil getirmiştir. Bu düşünce ise reddedilmiştir. Çünkü gökyüzü duanın kıblesidir. Elleri göğe doğru kaldırmanın manası çeşitli nimetlere sebep olan rahmetin inme yeri olmasına binaendir.

Eğer durum onun dediği gibi olsaydı, duada yüzümüzü gö­ğe doğru yöneltmek gerekecekti. Halbuki şârih (İbni Ebi'l-İzz)dua halinde, Allah Teâlâ'nın gökte olduğunu hatıra gelmemesi için bizleri bundan menetmiştir. Nitekim Allah Teâlâ'nın şu kavli de buna işaret etmektedir:“Kulum benden sana sorduğu zaman (de ki), ben ona yakınım. Dua ettiği zaman dua edenin duasını kabul ederim.” (El-Bakara: 2/186.)“Ne tarafa yönelirseniz Allah'ın yüzü o taraftadır.” (El-Bakara: 2/115.)Şeyh Ebû Man en-Nesefî, bu konuda diyor ki; araştırıcı âlim­ler; dua halinde elleri göğe doğru kaldırmanın halis bir kulluk oldu­ğunu kararlaştırmışlardır.

Şârih Allâme Sığnakî demiştir ki; bu söz rafızî, Yahudi, Kerrâmiye ve bütün Mücessime taifesinin Allah Te­âlâ'nın Arş üzerinde bulunduğu noktasında dayandığı ve yapıştığı düşünceye cevaptır.Bir kavle göre namaz kılarken Kabe bedenlerin kıblesi olduğu gibi dua anında Arş da kalblerin kıblesi olmuştur. Daha önce de geçtiği üzere bu düşüncenin kabul edilmesine imkan yoktur.

Zira kul dua anında da kıbleye yönelmek, elleri göğe doğru kaldırmak ve yüzünü göğe doğru kaldırmamakla emredilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi gerçekten yöneliş ancak kalbten göklerin yara­tıcısına karşı olur. Evet, duada ellerin göğe doğru kaldırılmasının sebebi gökler, rızık deposu olduğu içindir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda söyle buyuruyor:“Sizin rızkınız göklerdedir.” (Zariyat: 51/22.)Bununla beraber insan, maksadının hâsıl olacağı yöne yönelme­ğe meyletme alışkanlığına sahiptir. Meselâ; devlet başkanı gibi. Or­dusuna ve halkına rızık vaad ettiği zaman, devlet başkanının orada olmadığını kesinlikle bilmemelerine rağmen bütün insanlar onun hazinesine doğru yönelirler.

AIiyyul-Kârî'nin sözü burada bitti.

 Görüldüğü gibi AIiyyul-Kârî'yi ve 12 nolu dip notta belirttiğimiz İmam Tahavi'yi, tenkidini yaptığımız kitapla aynı görüşte birleştirmemiz mümkün değildir.İbni Ebi'l-İzz'in Akidetu’t-Tahaviyye şerhin'de ki bu sözlerini mütercim Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.49/50' de 9 'nolu dipnotta tekrarlamıştır.

(*1)AIiyyul-Kârî'nin ''Allah Teâlâ’ya cihet ispat eden Hanbelilerle Mücessimeden bir taife'' dediği cümle tarihi bir gerçeğe işaret etmesi bakımından önemlidir.Ehl-i Hadis arasında çoğunlukla Hanbeli mezhebinde olduklarını iddia eden Haşviyye,Mücessime,Müşebbihe fırkalarına dahil olanlar çıkmıştır.

Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı Müterciminin 315 nolu dip notta Ebu Hatime dayanandırarak ''Ehl-i Hadisi Haşviyye diye adlandırmanın zındıkların temel alemeti olduğunu ''belirtmesi,ne tür bir tedirginlik içinde olması bakımından önemlidir.Kaldıki ,''Milel ve nihal kitaplarını inceleyenler gerçekte kimlerin müşebbihe veya mücessime veya mümessile 'den olduğunu öğrenirler!!'' diyen Necmi Sarı hoca'nın dediğini yaptığımızda göreceğimizde Ehli- Hadis'ten Müşebbihe çıktığıdır.Bknz.14 nolu dipnotumuz.

Hadis ravilerinden bile müşebbihe çıktığını Hatip el-Bağdâdî'den öğreniyoruz.''Onlardan İbrahim b. Ebî Yahya el-Eslemî (184/800)'ye sup el-İbrâhîmiyye. Bu şahıs, hadis râvilerinden biri idi. Ancak teşbih konusunda sapıklığa düşmüş ve rivayetlerinden çoğunda yalana (kizb) men­sup gösterilmiştir''.(Ebu Mansûr Abdulkaahir el-Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 169-171).

(**2)Şafiilerin hocası Îmam'ul-Harameyn'in bu sözünü Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.87' de geçmektedir.Müellif İbn Useymin: ''o bu sözüyle ,Allah'ın arşına istiva ettiğini inkar ettiğini açıklamak istiyordu ''der.Mütercimde ne yapıp ne edip aynı sayfadaki 88 ve 89 no'lu dip notta İmam Eşari ve Fahrettin Razi'de(s.66 no.49) yaptığı gibi lafı Îmam'ul-Haramayn'in de hatalı(onlara göre) fikirlerinden dönüp Ehl-i sünnet (onlara göre) üzere öldüğünü söylemeye getirmiştir.

14- Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim Şehrestânî -(el-Milel ve'n-Nihal )2.Fasıl,Sıfatiyye,Müşebbihe başlığı.(''Şehristânî, İslam fırkalarının büyüklerini Kaderiyye, Sıfâtiyye, Havâric ve Şia olmak üzere dört olarak belirledikten sonra, haberi sıfatlar konusunda yorum/tevil yapmayan ve teşbihi de kabul etmeyen selef âlimlerinin oluşturduğu ekolü Sıfâtiyye olarak isimlendirmektedir. Ona göre Eşarîliğin ortaya çıkmasından sonra Sıfâtiyyenin özellikleri Eşarîlik’e dönüşmüştür.''Şehristânî, Ebu'l-Feth Muhammet b. Abdulkerim, el-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1990, 1/81,İlahiyyat dergisi (2005), SS.19–47''Eşari ve Metodolojisi'' Doç.Dr.Erkan YAR)

15-Ebu Mansur el-Bağdâdî el-fark Beynel fırak çev.Necmi Sarı 268 ve 905.nolu dip not.

16- Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim Şehrestânî -(el-Milel ve'n-Nihal )2.Fasıl,Sıfatiyye başlığı. Şehrestânî ,İmam Malik'in bu sözünde'' istiva''yı zahiri anlamında almadığına delil getirerek ne kadar da isabetli davranmıştır.Hatta bu sözün sahih bir rivayetle İmam Beyhaki'den geleni ,cümleyi daha anlaşılır kılmakta şüpheleri gidermektedir. :

“İmam Malik’e bir adam “Allâh, Arş’a nasıl istiva etmiştir?” diye sormuştur. İmam Malik de adama “Allâh’ın istivası malumdur, yani sabittir (Kur'an'da geçtiği ve bir benzetme içermediği malumdur). Keyfiyet ise imkânsızdır ve ona iman edilmesi farzdır. Bunun hakkında "Nasıl" diye soru sormak bid’at’tır” diye cevap vermiştir.

Eş'ârîyye, ehl-i bid'ata mukabil olarak kullandığı takdirde Maturidiyye'yi de içine almaktadır (Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi 153). Eşarî’den sonra Bakıllânî (ö.403), İbn Fûrek (ö.406), Bağdâdî (ö.429), Cuveynî (ö.478), Gazâlî (ö.505), Şehristânî (ö.548) vd. gibi meşhur âlimler tarafından bu ekolün görüşleri geliştirilmiş ve savunulmuştur.(İlahiyyat dergisi (2005), SS.19–47''Eşari ve Metodolojisi'' Doç.Dr.Erkan YAR)

17- Ulemanın Kitabuş-Zeyğ (Sapıklık kitabı) dediği Abdullah b. Ahmed ‘nin es-sünne' sinde de geçen Peygamberimize(s.a.v) ve Hz.Ömer'e(r.a) isnad edilmeye çalışılan -----“Allah kürsünün üzerine otururda, kürsünün yeni deve semerinin gıcırdaması gibi gıcırdaması vardır “- rivayetlerine –Sahih- diyen İbni Teymiyye (bk.Mecmüu’l-Feteva,16/435-439) ve öğrencisi İbni Kayyımın (bk.Tenzibu’s-Sünen,7/95-117) sözlerine eleştirenlere, Necmi Sarı'hoca'nın ilmi objektiflik dersi verdiği s.111/112/113 ve145 nolu dip not.Hoca bu hadisi ve farklı varyantlarını tam 4 sayfa irdelemiş'' Muzdarip'' ''zayıf'' demiş ama hiçbirine ''uydurma'' diyememiştir.Hoca'nın ön sözü'de Haşviyye,Müşebbihe,Mücessime iddialarına savunma niteliğindedir.

18- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.26
19- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.6 – 2 nolu dipnot.
20- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.179/ 248 nolu dip not.

(Bilinmesi gereken bir şey vardır. O da adı geçen Ebu Said ed-Darimi, Osman B Said’tir. Müşebbbihe/mücessime olmakla suçlanmakta. Mesela Osman bin Said ed-Darimi diyor ki: -"Minarenin tepesindeki bir insan Allah’a, zemin seviyesindekinden daha yakındır. Dağın tepesindeki, dağın eteğindekinden daha yakındır. Allah Teâlâ dilerse bir sivrisineğin üstüne yerleşir, oturur ve o sivrisinek Allah’ın kudretiyle havalanır Allah’ı götürür "-..

Bu kötü ve sakınılması gereken bir inanç bozukluğundan dolayı ona güvenilmez. Ehli Sünnet’ten güvenilen -müsned ed-Darimi- adlı kitabın sahibi Muhaddis Ed-Darimi’nin ismi Ebu Muhammed B.Fadıl B.Bamram’dır karıştırılmamalıdır.)Şayet bizim verdiğimiz Said ed-Darimi'nin bu sözlerine katılmıyorlarsa Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı adlı kitapta Mutasavvıf ulemadan cımbızla aldıkları kelimeleri sayfalarca irdelerken, Osman bin Said ed-Darimi'yi tanıtırken akaidi sahaya giren Teşbih ve tecsim içeren bu uydurma rivayetleri niye zikretmeyişlerini ve benzeri sözlerinden bahsetmeyişlerini ne ile izah edebilirler..

İlginç bir diğer konuda, Ümmülkurra gibi Selefi çizgide olan ve Necmi Sarı Hoca'nın çalışmalarının da yayınlayan Guraba Yayın evinin başmış olduğu ''Selefi Salihin Akidesi'' adlı kitapta Teşbih ve Tecsim içerikli Abdullah b. Ahmed ‘nin es-Sünne' sini ve Osman bin Said ed-Darimi 'nin er-Reddu ale’l-Cehmiyyesi gibi bir takım kitapları'' Selef-i Salih'in Akadesi ile ilgili Te'lifler'' başlığı altında hiç bir uyarı bile yapmadan göstermeleridir.

21- Mezhepsizlik en büyük bidattır-2.Baskı önsözü

22-Tirmizî, Dua: 33; İbn Mâce, Dua: 18 Nesai 5391

Not: Kevserî’nin sözde selefiyecileri ilmi olarak “bitirdiği”nin farkında olan Guraba yayın evinin , Kevserî ve onun külliyatını Türkçeye çeviren Dr. Ebubekir Sifil hocaefendiye, hakarete varan bilindik üsluplarıyla bir reddiye hazırlığı içinde olmaları ile ilgili duyumlarımızı ,kısmen kitaplarındada doğrulamaktadırlar. s.11  
« Son Düzenleme: 07 Kasım 2010, 13:46:17 Gönderen: Tuğra »

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Teşekkür ederiz.
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Teşekkürler
〰〰〰〰🐠