ŞÜPHECİ;İmam Malik'in ''İstiva bir bilinmez değildir'' sözü;Yani dilde anlamı bilinmez değildir.Çünkü anlamı yükseklik ve istikrardır.(Yerleşme,karar kılma) demekdir.
CEVAP;Herkes bilmelidir ki, “istivayı” inkâr eden kâfir olur. Çünkü bu husus Kur’an’da sabittir.Nasıllığı ise bilinemez .Halbuki şüphecilerin ''Allah'ın arşı üzerine istikrar (yerleşme) olduğunun nispet edilmesi hakkında hiçbir delil bulunmamaktadır..Buna itikat etmek caiz değildir.İstiva keyfiyetsizdir.Ehli sünnetin görüş gayet nettir;
İbni Rüşd, Şerh el-Utbiyye'de diyor ki:"İmam Malik rahimehullahü teâlânın duruşu şudur: (Arş, Allahü teâlâ'nın istikrar yeri değildir.)" (bkz. Fethul Bârî, 1959 baskısı, 7:124, 3592).
İmam-ı Azam Ebu Hanife el-Vasıyye'de şöyle der-"Allahü teâlâ, kendisi için ihtiyaç ve (Arş'ın üzerine) istikrar (yerleşme) söz konusu olmaksızın Arş'ı istiva etmiştir. O, Arş'ı da, Arş'tan başkasını (diğer yarattıklarını) da korumaktadır. Eğer (Allahü teâlâ Arş'a ve bir yerde yerleşmeye) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olmazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve karar kılmaya muhtaç olsaydı, Arş'ın yaratılmasından önce Allahü teâlâ nerede idi? Yüce Allah bundan (bir yere yerleşmek ve orayı mekân tutmaktan) münezzehtir" -(Bkz. el-Vasıyye, 73. Çev: E.Sifil Bkz.İslam ve
Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2004; c.1, s.74-81Çağdaş Dünyada İslami Duruş, 168 vd)
İbni Hacer Askalani'de Fethu'l Bari'nin çeşitli yerlerinde diyor ki;-''
Arş’a istivâ, Allah’ın arşa istikrar etmesi mânâsında değildir.--Allah zâtıyla arştadır, itikâdı yanlıştır.--Mânânın Allah’ın ilmine havale edilmesi evla olan metoddur.--İstivâ müteşâbihtir, mânâsı Allah’a tafvid edilir.--Allah’ın semâda oluşu sözünün zâhiri murad değildir. Zira Allah bir mekana girmek ve hülûl etmekten münezzeh olduğundan bu sözden zâhiri (ilk akla gelen mânâsı) kasdedilmemiştir, deriz''-
Hüccetü'l-İslam İmam-ı Gazzalî rahimehullahü teâlâ İlcâm-ül avâm an ilm-il kelâm'da buyuruyor ki:-''Bu konuda hak, doğru olan Allahü teâlânın ve Resûlünün sallAllahü aleyhi ve sellemin buyurduklarıdır. Allahü teâlâ Tâhâ sûresi beşinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (Rahmân Arş üzerine istivâ etdi) buyurmuş ve doğru söylemişdir.Kat’î olarak bilinmelidir ki, istivâ,
cisme mahsûs olan oturma ve karâr kılma değildir. istivâ kelimesi ile Allahü teâlânn murâdının ne olduğunu bilmeyiz ve bilmekle de mükellef değiliz. Allahü teâlâ, En’âm sûresi, onsekizinci âyet-i kerîmesinde meâlen, (O kullarının fevkinde yegâne kudret ve tasarruf sâhibidir) buyurmuşdur. Bu da doğrudur. Burada mekân olarak fevkiyyet, üstde olmak muhâldir. Çünki, O mekândan önce vardı, şimdi de dahâ önce olduğu gibi vardır. Fevk ile ne murâd etdiğini biz bilmeyiz. Ey suâl soran, bu ma’nâyı bilmek senin de bizim de üzerimize lâzım değildir.''-
İmam Mâlik de Allah Teala’nın varlığı için şüpheciler tarafından zikredilen hususların söz konusu edilemeyeceğini belirtir
ve “Sınır tayinine gitmeksizin ve teşbihe düşmeksizin” diyerek zaten genel ilkeyi çizmiştir..(Ebû Bekr b. el-Arabî Ahkâmu’l-Kur’ân, IV, 1740.E.Sifil)
“İstiva” kelimesinin diğer manalarından bazıları şöyledir:1-Düz olmak ve kuvvetlenmek.
Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:
فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ
(El-Fetih /29).
Anlamı: “Gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış.” (Ebu Hayyen-tefsiri, Beyzavi- tefsiri, İmam Nesefi- tefsiri ve İmam Kurtubi- tefsiri )
2-Olgunlaşmak.
Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَى
(el-Kasas /14)
Anlamı: ” Musa yiğitlik çağına erip olgunlaşınca.” (İmam Tabari, İbni Kesir, el-Ferra’, Muhtarus Sihah, Lisanul Arap)
3-Pişmek: El- Feyyumi “el-Mısbah el-Münir.”
4-Kastetmek: El- Feyyumi “el-Mısbah el-Münir” ve İbni Manzur Lisanul Arap.”
5-Eşit olmak: El- Feyyumi “el-Mısbah el-Münir.
6-Yükselmek: İbni Manzur “Lisanul Arap.”
7-Kast etmek: El, Feyyümi- el-Mısbah el-Münir, İbni Manzur Lisanul Arap” ve “Muhtar es-Sıhah”
8-Kahretmek: El- Feyyumi “el-Mısbah el-Münir.
9-Temellük, yani mülkiyetine almak. Hafız Zebidi “ Tac el-Arus”
10-Murada ermek: Hafız Zebidi “ Tac el-Arus”,İbni Manzur Lisanul Arap” ve “Muhtar es-Sıhah”
11-Bitirmek ve son vermek:İbn Hazm ‘’ed-Durre’’ sh.233
12-İstilâ: A-Ehli Seleften olan İbnil Mübarek “Garibul Kur’an”,
B-İmam Ez-Zaccac ”Meanil Kur’an”,
C-Hanefi olan İmam Maturidi “Te’vilat Ehli Sünne”
E-Müfessir Maverdi “En-Nuket vel Uyun”
F-İmam Suyuti ”El-Kenzul Medfun”
Burada “İsteva”, “İstila etti” manasında da kullanılabilir. Yukarıda beş zâtın isim ve kitaplarını yazdık. Kontrol etmenizi tavsiye ediyorum. Hocalarınıza sorar adı geçen zatların kim olduğunu öğrenebilirsiniz. Daha fazla istiyorsanız şu anda bizde birçok zatın kitabı var ve hepsi “İstiva” sözcüğünü, “istila” veya “hükmetme” anlamlarıyla açıklamışlardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1-Ehli Seleften olan İbnil Mübarek “Garibul Kur’an” adlı kitabında bu ayet hakkında “isteva, yani İstila etti” demiştir.
2-Hanefi İmam Cassas “Ehkamul Kur’an” adlı kitabında bu ayet hakkında “isteva, yani İstila etti” dedi.
3-Şafii İmam el-Cuveyni “el-İrşad” adlı kitabında bu ayet hakkında “isteva, yani hükmetti” dedi.
4-İmam Ragib el-İsfahani “el-Mufradet” adlı kitabında bu ayet hakkında “isteva, yani İstila etti” dedi.
5-Hanefi İmam Nesefi “Tebsiratul Edilleh” adlı kitabında bu ayet hakkında “isteva, yani İstila etti” dedi.
6-İmam Fahrur Razi “Tefsir”inde bu ayet hakkında “isteva, yani İstila etti” dedi.
7-Hanbelî İmam Seyfuddin el-Emidi “Ebkerul Efkar” adlı kitabında bu ayet hakkında “isteva, yani İstila etti” dedi.
8-İmam Suyuti’nin hocalarından imam Muhammed el-Kâfici “Et-Teysir” adlı kitabında bu ayet hakkında “isteva, yani İstila etti” dedi.
9-İmam Kastalani “İrşadus Seri Şerh Sahih Buhari” adlı kitabında bu ayet hakkında “isteva, yani İstila etti” dedi.
10-İmam Beyzavi’nin “Tefsir”inde bu ayet hakkında ”isteva, yani İstila etti” demiştir.
11-İmam İz b.Abdusselam el-İman,s.233-247 “isteva, yani İstila etti” dedi.
Umarım ki, aklıselim sahibi olan her kimse yukarıda geçen zatların görüşlerini okursa bizim yazdıklarımıza inanır. Yine de bu kadar delili yeterli görmüyorsanız daha fazlasını da yazabiliriz. Peki hangi ayette ve hangi sahih haberde Allah'ın ''zatıyla'' istiva ettiği,''oturduğu'' ya da hasımları gibi '' her yerde'' olduğu söyleniyor? Zahiri anlamlarından böyle bir şey çıkarıp acaba kendi çıkarlarına uygun olanı tevil ederken ,diğerini tevil etmeden hudusa delalet eden zahiri lafızları almaları hangi aklı evvilin işi?Bu hatalarıyla beraber Allah'u tealayı hadislere (sonradan var olanlara)benzetmekten tenzih edenleri Cehmiyelikle, Muattıla olmakla lakaplandırıyorlar.Sorarız onlara şu risaleyedeki ismi geçen imamlardan hangisi muattıla?ya da hangisi zatıyla bütün mekanlarda ,heryerdedir diyor? İnsanlara akılları hibe edeni (Allah c.c) layık olmayan şeylerden tenzih ederiz.
"O'dur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş'a istiva etti. Yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir..." (57/el-Hadîd, 4)
Zira bu ayette Allah Teala'nın Arş'ı istivası ile "maiyyet" (kullarla birliktelik) bir arada zikredilmiştir. İstivanın mekansal bir karar kılma ve yerleşme manasına gelmediğinin kesin bir delilidir. Neden şüpheciler tarafindan buradaki "maiyyet"i,
"ilmi ile kulların yanında olmak, onların her yaptığını görmek, işitmek, bilmek..." diye tevil etmek doğru ve gereklidir de, "istiva"yı
"hükümranlığı altına almak" vb. bir şekilde tevil etmek yanlıştır? Şüphecilerin peşinden gidenlerin bu soruları iyice düşünmeleri gerekir.
İşte bunda ibret alacak herkese bir ibret vardır.
Oysa "De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allah'ındır" (6/el-En'âm, 12) ve "Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecektir" (19/Meryem, 93) ayetleri, mekânın ve barındırdığı her şeyin; "Gecede ve gündüzde barınan her şey O'nundur" (6/el-En'âm, 13) ayeti de zamanın barındırdığı her şeyin Allah Teala'nın mülkü olduğunu açık biçimde ifade etmektedir.
ŞÜPHECİ;el-İstivâ kelimesi, ‘alâ ‘edatıyla kayıtlı olarak geldiği zaman Arab lügatında bunun anlamı, bir şeyin üzerine yükselmek ve yerleşmek demektir.O'nu yükselmesi zatında ve mekanında yükseklik ve üstünlüktür.… Bu Ayeti celilelerde zikri geçen istiva kelimesinin anlamı ise; yerleşme… Kurulma… Ve… Oturma demektir… Kelimenin bu anlama geldiğine delalet eden delillerinden bir kaçı ise şunlardır.وَقِيلَ يَا أَرْضُ ابْلَعِي مَاءكِ وَيَا سَمَاء أَقْلِعِي وَغِيضَ الْمَاء وَقُضِيَ الأَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَقِيلَ بُعْداً لِّلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ“ Ve denildi ki: Ey yer, suyunu yut ve ey gök suyunu tut. Su azaldı ve iş bitirildi. Gemi de Cudi’ye oturdu. Haksızlık yapan kavim yok olsun. “ (Hud: 44.)Bu Ayeti celile de geminin cudi dağı üzerine oturduğundan bahsedilmektedir… Yani istiva’nın oturma, yerleşme manasında olduğu anlatılıyor.Rabbimiz yine bir Ayeti celilesinde şöyle buyurur:وَالَّذِي خَلَقَ الْأَزْوَاجَ كُلَّهَا وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْفُلْكِ وَالْأَنْعَامِ مَا تَرْكَبُونَ لِتَسْتَوُوا عَلَى ظُهُورِه“......“ O’ki bütün çiftleri yarattı ve size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etti. Ki,onların sırtlarına kurulasınız – oturasınız – “(Zuhruf): 12 – 13.)Bu Ayeti celileden de anlaşıdığı gibi istiva, oturma, kurulma anlamına gelmektedir… Mu’minun suresinde de Rabbimiz şöyle buyurur:فَإِذَا اسْتَوَيْتَ أَنتَ وَمَن مَّعَكَ عَلَى الْفُلْكِ …“ Sen ve yanında bulunanlar gemiye yerleştiğiniz zaman… “Mu'minun( 28)Bu Ayeti celileden de istiva, yerleşme(istikrar) anlamında kullanılmıştır.CEVAP;Delil olarak sunmuş olduğu üç ayette geçen “istivâ ” sözcüğünün manası doğru ama dikkat ederseniz bu manaları yaratıkları için kullanılmıştır.
Her kim Allah'ın istivâsını yaratıkların istivâsına benzetirse Müşebbihe olur.Her kim de Allah'ın istivâsının benzeri hiçbir şey yoktur derse o muvahhiddir .Çünkü bu üç ayetin hepsi bir mekanda yükselme,mekan tutma ve bir yere değme gibi özellikleriyle yaratılmış birer istivâdırlar. O halde bu ayetler ne için delil olabilir?
Allah'u tealâ( haşa) bir mekanda yükselme,mekan tutma ve bir yere değme anlamında istivâ ettmekten münezzehtir.Bir diğer hususta
Kur'an'da istivâ'nın alâ takısı ile sadece yukarıdaki anlamlarda gelmediğidir.Delili ise Allâh-u Teâlâ'nın şu buyruğudur. فَاسْتَوَى عَلَى سُوقِهِ (Fetih/29) burada ''küvvetlenmek'' ''düz olmak'' anlamında kullanılmıştır.Bu ayette Allah'u tealanın istivâsına delil olamaz..
Ayrıca arap dili uzmanı Râgıp el-İsfahânî, de"istiva" kelimesine: '
'Müsâvî olmak; kendi kendine itidal manasını vermiştir. Arapça olan bu kelime ''alâ'' takısı ile "istilâ", "ilâ" takısı ile "nihayete erme" manasında da kullanılır''.demiştir.(İslam Ansiklopedisi Arş mad.)Dilin sahipleri olan Arapların kullanımını dikkate alanlar ve kelâm kitaplarında da geçen cahiliye şaiiri Ahtel'in
"Kad istevâ bişrun ale'l ırâki min ğayri seyfin ve mihrâkî" “Bişr Irak’ı kılıç kullanmaksızın ve kan akıtmaksızın istiva etti” beytini şâhid getirerek bu şiirde “istiva”nın (''alâ'' takısı ile) “isitila”(hükmetmek) anlamında kullanıldığına dikkat çekerler. Ayeti (Hadid/4) bu şekilde yorumlamanın te’vil değil hakiki anlamlarından tenzihe uygun anlamı tercih etmek olduğunu ileri sürmüşlerdir..
Ondan sonra ayette “Arş’ın üzerinde” ifadesi geçmemektedir.Çünkü عَلَى “Ale” kelimesi illa ki, “mekân” manasında olmaz ve kullanılmaz. “Ala” sözcüğünün başka manaları da vardır.Allâh-u Teâla şöِyle buyurdu:أُولَئِكَ عَلَى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ (Bakara /5) Anlamı: ”İşte onlar Rablerinden gelen hidayet üzeredirler.”Bu ayette geçen عَلَى mekânla mı tefsir edilir?Yine Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:وَإِذْ قُلْتُمْ يَا مُوسَى لَنْ نَصْبِرَ عَلَى طَعَامٍ وَاحِدٍ(Bakarah /61)Anlam: ”Ey Musa! Bir tek yemekle yetinmeyiz.”İşte bu ayette de عَلَى kelimesi geçti ama “mekân” manasında değildir.Çünkü onlar yemek üzerine oturmayacaklardır.Yine Allâh-u Teâlâ ِşöyle buyurdu:أَمْ تَقُولُونَ عَلَى اللَّهِ مَا لا تَعْلَمُونَ(Bakara / 80)Anlamı: ”Yoksa Allâh hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?”Burada da عَلَى kelimesi geçiyor. Hâşâ “mekân” olarak tefsir ederseniz “Allâh’ın üzerinde” olur.Demek ki, عَلَى kelimesi her zaman “mekân” olarak açıklanmaz.
İmam Razi “Tefsir”inde şöyle buyuruyor:
“Müşebbihe, Allâh’ın Arş'ın üzerine oturmuş olduğunu söyleyip, bu ayet(ler)i delil getirmişlerdir. Bu, hem aklen, hem naklen birkaç bakımdan bâtıl ve yanlıştır:1)Hak Teâlâ, Arş ve mekân yok iken de vardı. O, mahlûkatı yarattığında bir mekânda olmaya ihtiyaç duymamıştı. Aksine O, mekândan münezzehtir ve hep böyle olmakla (ezeli ve ebedi olarak) muttasıf olmuştur. Ancak, batıl bir iddiada ve zanda bulunan kimse, Arş'ın hep Allah'la birlikte olduğunu zannetmiştir.
2)Arş üzerinde oturanın bir cüzünün (parçasının), Arş'ın sol tarafında olan parçasının aksine, Arş’ın sağ tarafında olmuş olması gerekir. O zaman oturan kimse bizzat, te'lif ve terkib edilmiş (parçalardan meydana getirilmiş) bir varlık olur. Böyle olan her varlık ise, bir te'lif ve terkib edene muhtaç olur. Bu ise, Allah hakkında imkânsızdır.
3)Arş üzerinde oturan, bir yerden bir yere hareket edip geçmeye ya muktedirdir ya da onun için böyle bir şey mümkün değildir. Eğer birinci ihtimal söz konusu ise, o zaman, o hareket ve sükûnun mahalli haline gelmiş olur ve zorunlu olarak, muhdes (Sonradan var olan) bir varlık olur. Eğer ikinci ihtimal söz konusu ise, o zaman, o bağlanmış bir varlık gibi olur, hatta kötürüm birisi gibidir. Hatta bundan da kötüdür. Çünkü kötürüm olan bir kimse, başını ve göz bebeklerini hareket ettirmek istediğinde, bu onun için mümkündür. Fakat bu, müşebbihe’nin ma'bûdu için mümkün değildir.
4)Müşebbihe'nin ma'bûdu, ya her mekânda vardır, ya da bir mekândadır. Eğer o her mekânda ise, o zaman onlar o ma'bûdun, pislik ve necaset mekânlarında da bulunduğunu kabul etmeleri gerekir ki, hiçbir akıllı bunu söylemez. Eğer o, bütün mekânlarda değil de bir mekânda bulunuyorsa, o zaman, o kendisini bu mekâna yerleştirmiş olan bir varlığa muhtaç olmuş olur ve böylece de muhtaç bir varlık olur. Bu ise Allah hakkında imkânsızdır.
5)Allâh'ın, "O (Allah'ın) benzeri gibisi yok"(eş-Şûrâ / 11) ayeti, O'nun için hiçbir yönden benzerlik ve eşitliğin olmadığı manasını ifade eder. Binaenaleyh eğer Allah-u Teâlâ oturuyor olsaydı, oturma bakımından ona benzeyen başkasının da olması gerekirdi. Diğer hususlar da böyledir. O zaman da, ayetin manası kaybolurdu.
6)Allâh-u Teâlâ, وَيَحْمِلُ عَرْشَ رَبِّكَ فَوْقَهُمْ يَوْمَئِذٍ ثَمَانِيَةٌ buyurmuştur "O gün Rabbinin Arş’ını, üstlerinde bulunan sekiz melek taşıyacaktır" (el-Hakkah /17). Melekler Arş’ı taşıdıklarında, Arş’da ma'budların oturduğu mekân olunca, bu durumda, meleklerin, müşebihenin ma'budunu da taşımış olmaları gerekir. Bu da imkânsızdır.
7)Şayet bir mekânda karar kılan bir varlığın ilah olması caiz (mümkün) olsaydı, güneş ve ayın da birer ilah olmadığı nasıl bilinebilecekti? Çünkü bizim güneş ve ayın ilah olmadıklarını ortaya koyarken izlediğimiz (akli) yol, onların hareket ve sükûn ile muttasıf oldukları, böyle olan varlığın ise muhdes olup, bir ilah olmadıkları şeklindeki metodudur. Siz bu yolu iptal edince, güneşin ve ayın hanlığını tenkid kapısı, sizin için kapanmış olur.
Ümmet-i Muhammed, Allâh’ın "De ki, "O, Allah birdir" (el-İhlâs 1.) ayetinin müteşâbih ayetlerden değil de muhkem ayetlerden olduğu hususunda icmâ etmiştir. Binaenaleyh eğer Allâh, bir mekânda olsaydı, o zaman O'nun sağ tarafındaki izleyen şeylere bitişik tarafı, sol tarafındaki şeylere bitişik tarafından başka olurdu. O zaman da o, mürekkeb (parçalardan meydana gelmiş) ve kısımlara bölünebilecek bir varlık olmuş olurdu ve gerçekte "Tek" olmamış olurdu. O zaman da, "De ki: "O, Allah tektir" (el-İhlâs/1.) ayeti, yanlış olmuş olurdu. (Hâşâ)
9)Ayette geçen “isteva” bunu istikrar manasına hamletmek imkânsızdır. "İstila" manasına hamletmek gerekir.
10)Bu, mutlaka te'vile yönelmek gerektiği hususunda kesin bir delildir. Bu da şudur: Aklın delaleti, buna, İstikrar manasını vermenin imkânsızlığını gösterip; "istiva" lafzının zahiri de "istikrar" manasına delâlet edince; bizim ya iki delilden her biri ile amel etmemiz yahut ikisini birden terk etmemiz, ya da nakli olanı, akli olana tercih etmemiz yahut da aklı tercih edip, nakli te'vil etmemiz gerekir. Birincisi batıldır. Aksi halde o zaman, bir şeyin hem mekândan münezzeh olması, hem de mekânda bulunması gerekir. Bu ise imkânsızdır. İkincisi de imkânsızdır. Çünkü bu, iki zıddı birlikte yok saymayı gerektirir ki, bu da yanlıştır. Üçüncüsü de batıldır. Çünkü akıl, naklin esasıdır. Zira yaratıcının varlığı, ilmi, kudreti ve peygamber gönderişi akli delillerle sabit olmadıkça, nakille de sabit olmaz. Dolayısıyla aklı tenkit etmek, hem aklın, onunla birlikte hem naklin tenkidini gerektirir. Binaenaleyh geriye ancak, aklın doğru olduğuna kesin olarak hükmetmemiz, naklin de tevili ile meşgul olmamız kalır. Bu, maksadı elde etme hususunda kâfi bir delildir. Bu sabit olunca diyoruz ki: Âlimlerden bazıları buradaki "istiva”dan muradın "İstilâ" manası olduğunu söylemişlerdir. Nitekim şair de şöyle demiştir:"Bişr, kılıç kullanmadan ve kan da akıtmadan, Irak'ı istiva (istilâ) etmiştir.'' (Kur'an ayetleri tefsirinde cahiliye şiirinin önemini bu işe yabancı olmayanlar iyi bilirler.)