Gönderen Konu: Akıncı ruhu uyumaz  (Okunma sayısı 62053 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı aydeniz

  • yazar
  • ****
  • İleti: 560
  • Hakka kul olmak
Ynt: Akıncı ruhu uyumaz
« Yanıtla #30 : 26 Eylül 2010, 00:09:14 »

Alıntı
Hay ben; tökezlemeye yol açan şeye dönüp bakma refleksidir. Vücut dilinin “hay ben...” isimli bakışına tekabül etmektedir... Ben bilmem ki tökezledikten sonra kişi dönüp arkasına bakmasın, onunla yüzleşmesin, insanın doğa karşısındaki çaresizliğini bir kez daha kabul etmesin...
  :hihi

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Uyurkonuşur
« Yanıtla #31 : 28 Eylül 2010, 01:51:39 »

B.U.O (Ben Uydurdum Oldu) İstatistik Enstitüsü verilerine göre insanların sadece yüzde kırkı ‘mışıl mışıl’ uyuyor. Ya geri kalanı? Bıdır Bıdır! Evet, konuşuyorlar, hem de uyurken...

Uykusunda konuşanlar iki tiptir; çenesini tutamayanlar ve söyleyecek sözü olanlar... Bir de uykusunda bir şey anlatıp sonra gülenler vardır ki (çok geçmiş olsun) bizden değildir kendileri... Neyse ne diyorduk, çileli bir yolculuktur ‘uyur konuşurluk.

Karekökünün içine girip çıkamamaktan beterdir. Rüyadaki diyaloğu sayıklamakla başlayıp, tükürükler saçarak konferans vermeye, aniden yataktan doğrulup “Mareşal Makowwskiii! Emrinizdeyim!” narası atmaya, vücut dili de eklenmişse yanındakinin ödünü patlatmaya kadar varabilir.

Sabahları itinayla dalga geçilmenize sebeptir. “Konuşursam Türkiye sarsılır” havalarına giremezsiniz. Karizma çizilmiştir, “uykuda bile konuşuyorsun kızım yeter! aaa!” benzeri azarlar işitilir... Paranoyak yapar insanı. Her sabah ‘acep dün gece gizli sırlarımı aşikâr ettim mi?’ korkusuyla uyanılır. “Ne dedimdi, ne anlattım ki?” sorularınıza genelde “anlaşılmıyordu” cevabı alınır.

Bazen de insan kendi sesine kendi uyanır. Gözler hafifçe aralanır...yakınlarda birileri var mı taranır... Herhangi birinin duymuş olacağından şüpheleniliyorsa ‘hâlâ uyuyorum’ pozunda durum kurtarılmaya çalışılır...

Fizik sınavı öncesinde proton ızgaralarının ateşlenmesini emredenler, rüyasında Ediz Hun’u gördüğünü iddia etse de “fefafeş! fefafeşş!” deyu yeri göğü inletenler “hih hih daha önce hiç penguen sevmemiştim, hımıff... zzz...” şeklinde sevinenler olsa da konuşulanlar genelde mantıksız, tutarsız ve anlamsızdır! Tek çare; izole uyuma alanları bulmaktır...

Bir salaklık edip milletin yanında “dur şurada azıcık kestireyim” derseniz vay halinize. Hele hele de uykunuzda sorulan sorulara cevaben bülbül gibi şakıyanlardansanız...

Nerede kaldı özel hayatın dokunulmazlığı kardeşim? diye haykırıyor ve toparlıyorum; efem, uyur konuşurluk çok düşünüp pek konuşmayan, hayatı en ince detayına kadar gözlemleyip kendi içinde yorumlayan, içine kapanık, zihni karışık kişilerde ve kronik uykusuzluk, stres hallerinde görülüyor... muş... Özetle; ayık zamanlar gelmez kâfi, uykuda devam eder teati...
Çok yaşa bilinçaltım...

Ni­nem diyor ki:

Uyku kırk kantar! Uyudukça artar

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Temsonsa
« Yanıtla #32 : 12 Ekim 2010, 01:38:23 »
 
Doktorlar uyarıyor; TemSonSa send-romuna dikkat! TemSonSa, bayanlarda özellikle de annelerde görülen ‘temizlik sonrası saldırganlaşma’ sendromu.
“Bas maa! oraları daha yeni sildim # @*!” çığlıklarıyla nöbetler halindedir.

Bu, taa temizlik sırasında başlayan bir agresifliktir. Perdeler inmiş, vitrin boşaltılmış, koltuklar ters çevrilip istiflenmiş, halılar zaaaten kaldırılmış, mutfakta ne varsa çamaşır suyuna yatırılmış... Eyvah eyvah! Temizlik başlamadan evden kaçamadıysanız, muhtelif defalar ayaklarınızı kaldırmanız, “çekil ayağımın altından!” anlamında elektrik süpürgesiyle ayaktan vurulmanız (tırnağa falan gelirse pis acıtır), oda değiştirmeniz gerekecektir...

Yaşı, boyu kazık kadar olsa da çocuklar Türk filmlerindeki Sezercik gibidir. Sahip çıkan birileri bulunmaz, duvar köşesine sığınırlar... Hele de kız evlatlar (buradan tüm kader ortaklarıma selam ederim) stres topu muamelesi görür.

Yağdırılan talimatlar, “böyle mi öğrettim ben?” edalı kontrol turları, temizlenen yüzeyi bizzat şahsen tekrar silme ovalama, “el adamı iki günde kapı önüne koyar!” lafları ve ardından tam olarak anlaşılamayan bir dizi sitem-bıdı bıdıyla işine devam...

Temizlik sonunda anne, tükenip durulacağına, kılıcını göğe doğrultan He-man misali enerji dolar. Yırtar dağları, enginlere sığmaz taşar! Gözlerde kızıl bir parıltıyla gelen tehditkâr talimatlar; “terliğin niye ortada, ya giy ya götür içeri!” Hızını alamazsa terliğe uzanabilir, eve çekirdek alımını bir sonraki emre kadar durdurabilir, “bulaşık çıkartmayın” çığlığıyla yeme içmeyi yasaklayabilir, “bak o çorapların tüy bırakıyor halılarda!” benzeri keşifler yapabilir.

Akşama kadar diş fırçasıyla lamba kafası ovalayan, doğum lekesini bile telleyen, süpürgeyi “gez göz arpacık” mantığında kullanan anneye yorgunluktan sızana dek tatlılıkla yaklaşmak, örtüleri kırıştırmamak, paçaları dereden geçecek gibi katlayıp ayak uçlarında yürümek gerekir...

Aslında kötü niyetli değildirler. “Temiz tutmak, temizlik yapma sayısını azaltır” düsturunu benimsemiştirler. Bir mağaraya kapanıp yıllarca yıkanmadan bitli pasaklı yaşama hayali kurabilirsiniz, ama bilin ki; siz de bir gün onun yeni sürümü olacaksınız!..
 
Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Sıpagetti
« Yanıtla #33 : 21 Ekim 2010, 00:40:22 »
 
Mardin Belediyesine çöp toplamada kullanılmak üzere İtalya’dan on beş eşek getiriliyormuş! Gelişlerinin şerefine yerli eşekler Dalida’dan “I found my love in Portfino” makamında anırsa da kimileri rahatsız! İncir yerken kurt paranoyası yapan, Ortadoğu’ya dair tüm teorilerinin altında imzası bulunan ünlü komplo teorisyeni Şevki Kimdürttübeni ise oldukça tepkili;

“Biz batının medeniyetini alın dedikçe bunlar gidip nelerini nelerini alıyorlar. Pek tabiî ki dünya kültür mirasına aday bir şehre Avrupa görmüş personel yakışır. da” Bizim eşeklerin köküne kıran mı girdi? Hepsi sucuk olmuş olamaz! Cık.. Iııh.. Var bunda bir bit yeniği.

Eşekler bir haftalık bir eğitimin ardından kadroya alınıp çöp işlerinde kullanılacakmış. Ne eğitimi verilecekse?.. Don Sıpa Anırıyorre! Zılgıt çekmeyi öğrenemeyeceklerine göre emelleri; bu eşekleri İtalyanca anırtarak halkımızda “çöpü çıkardık mı?” paniğine sebep olmak! Komplo yahu, öd patlatma hedefli komplo!

Belki kaçak petrol taşıyan yerli eşeklerle iletişecekler, belki de masum halkımızı tepikleyecekler, ne bileyim? İtalyanların ‘her eşek için bir de tercüman gerek’ mazeretiyle yerel yönetimde kadrolaşma hevesi de olabilir. Hımm! Eşekler Sicilya’dan gelecek, Sicilya da mafyasıyla, uyuşturucusuyla meşhur. Multi-fonksiyonel eşek detektörü talep ediyorum!!

Bunların karnına böğrüne iyice bakmak gerekiyor. Hem bakalım İtalyan eşeklerinin kuyrukları sadece sinek kovalamaya mı yarıyor? Anten olabilir mi? Ahah, belki de çip yerleştirilmiştir! Topunun kuyruğu kulağı iyice bir kontrol edilmeli.

Yahu bu var ya bu, saman balyasından çıkan korkunç bir plan! Bu, İtalya’nın içişlerimize karışabilmek amacıyla tezgahladığı bir oyun! Yok “bizden aldığınızın eşeklere emniyet semeri takmadınız”, yok “eşeklerimize şiddet uyguluyormuşsunuz” diye tutturacak, “İtalya olarak sizi kınıyoruz, ilk AB toplantısında konuyu gündeme getireceğiz “benzeri abuk sabuk beyanatlar verecekler. Nota bile verebilirler ki ben onlardan önce buradan kalııın bir “do” vereyim, içimde kalmasın”

Bu İtalyan eşeklerinin masumiyeti kanıtlansın, kuyruklarından mamul üç numara yağlıboya fırçasıyla sokakları süpürmesem! Olay, en iyimser tahminle “Yurtdışına gittim, herkes beni İtalyan sandı” “beni İtalyana benzetirler ehe ehö” geyiğiyle nedensizce ve densizce övünen yurdum gençlerine taa oralardan bir nazire olabilir diye düşünülse de! Memlekette o kadar ‘eşek’ varken ithal edilmesi, ayrıca düşündürücü.”

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Entel dantel
« Yanıtla #34 : 07 Kasım 2010, 01:25:51 »
Entel dantel 
 
Sıradan bir günde, bir entelin başına gelebilecek sıradan kazalar:
- Bilgi zehirlenmesine uğramak...
- Boyundaki fuların fazla sıkması sonucu boğulmak...
- Top sakal şekil yapacağım derken usturayı kaydırmak...

- Televizyonda tartışma programına katılıp, tüm birikimine rağmen lafı ağzına tıkılıp türkücüye eşlik temek zorunda kalmak...
- Kültür mantarı zannedilip yenilmek...
- Soyut sanat simgesi, nü heykel, irisinden pastoral bir tablo düşmesiyle kafayı kırmak...

- Bütün parayı festival biletlerine, yatırıp yolsuz kalmak, akabinde tefeciye borçlanıp, topuğa dışavurumsal bir kurşun sıkılmak...
- Ganyan bayii kuyruğunda beklerken beraber şiir dinletisine gittiği arkadaşlarına yakalanmak...
- ‘Kedi-mum-hint tipi tütsü’ triosundan kibar uyuzu olup hatır hatır kaşınmak...

- Arabasının arkasına yazdırdığı “irdeleme beni irdelerim seni” ibaresi yüzünden, kamyoncular tarafından müsait bir yerde tartaklanmak...
- Caz cd’lerinin korsan olduğunun ortaya çıkmasıyla karizmanın ağır yaralanması ve acile kaldırılmak...
- Pastel renklerle döşediği minimalist evinde, entel dostlarına kavramsal sanatın öyküsünü anlatırken, köyden dayıoğlunun elinde bir torba çökelekle çıkagelmesi...

- Masa başında dünyayı kurtarıp kendini kaybetmek...
- Opera çıkışında kokoreççide görülmek...
- Tuğla kalınlığındaki kitabın arasına parmağını sıkıştırmak...

- Kitap fuarında kitap çalarken enselenmek, “mirim dayanamıyorum, kültürel olaylar beni çekiyor” şeklinde beyanatlarda bulunmak...
- Esnaf lokantasında garsona ‘yaşanmışlıkların tortusunu’ ısmarlamışken, uzamsal boyutta bir tekme yemek...
- Altyazılı film, dizi seyretmekten gözleri beş derece miyop yapmak...

- Mona Lisa’ya bıyık çizecek kadar sanattan uzak insanlarla birlikte olunca panikatağın azması, kalp krizi geçirmek...
- Pipoyu yutmak...
- Yoga yaparken düğümlenmek ve çözülememek...

> Ni­nem diyor ki:

Bezir bardağına zambak yakışmaz...

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı aydeniz

  • yazar
  • ****
  • İleti: 560
  • Hakka kul olmak
Ynt: Akıncı ruhu uyumaz
« Yanıtla #35 : 07 Kasım 2010, 11:16:07 »
Alıntı
- Pastel renklerle döşediği minimalist evinde, entel dostlarına kavramsal sanatın öyküsünü anlatırken, köyden dayıoğlunun elinde bir torba çökelekle çıkagelmesi...
:D

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Koltuk sevdası
« Yanıtla #36 : 28 Kasım 2010, 01:49:49 »
Koltuk sevdası
 
Güzide toplu taşıma araçlarımızdan şehir içi otobüslerinde, yaklaşık kırk koltuk bulunur. Körüklülerde daha fazla, saymadım, bilmiyorum... Yolcu taşıma kapasitesi şoförün insafıyla ters orantılı olup, İstanbul’da otobüsün tepesi hariç iki yüz elli kişi civarındadır. Ayakta yolcu kapasitesi bir kenara biz oturanlara bir bakalım:

- En ön şoför arkasında oturan tipler: Garanticidirler. Herhangi bir kaza durumunda şoförün kendi tarafını koruyacağını düşünürler.

- Ön kapıya yakın oturan insan tipi: Meraklı tip... Otobüse binenleri, öndeki trafiği izlemek için oturmuştur oraya. Hele bir de halk otobüsüyse, biletçiyle şoförün muhabbetlerine katılmak için fırsat kollar.

- En arka sol koltuğa oturan insan tipi: İnsanları pek sevmeyen, yalnızlar rıhtımının müdavimi.

- En arka koltuğa oturan tipler: Genelde yer vermek istemeyen genç erkeklerdir.

- En arka koltuğun iki önünde oturanlar: Keyifçidir. Çünkü oralardaki koltukların altındaki alet sıcak hava üfler. Kalorifer demsem değil, klima hiç değil, nedir o hakikaten? Ayaklarını ısıtır...

- Orta kapıya yakın oturan insan tipi: Aceleci tip. Otobüs istediği durağa gelince hemen iniverecektir. Zaman kaybına tahammülü yoktur.

- Orta kapıya yakın oturan insan tipi: Genellikle yaşlılardır. Romatizma, kemik erimesi vb. nedenlerle yavaş hareket edebilen amcamız veya teyzemiz hemen inmek için buraya oturur. Düşüncelidir...

- Boş olduğu halde cam kenarına değil de ortaya oturuyorsa arkadaş güneşin yönünü tayin etme becerisine sahip değildir.

- Boş koltuk olduğu halde oturmayanlar: Bunlarda kurt vardır, rahatsızdırlar.

- Otobüse binince sol taraftaki koltuklara oturan insan tipi: Sosyaldir, analizcidir. Kaldırımdan yürüyenlere kuş bakışı bakmak, incelemek ister.

Otobüse binince sağ taraftaki koltuklara oturan insan tipi: Trafiği kontrol etmek, araçları incelemek, plakalardan çağrışım oyunu oynamak ister. Araştırmacıdır ya da hayal kuracaktır rahat bırakın...

- Körükte gidenler, genellikle kararsız bir kişiliğe sahiptirler

- Tekerlek üstüne denk gelen koltuğu tercih edenler; tekerlek üstündeki çıkıntı sebebiyle kısmen daha yüksektir. Gözlem kulesi gibi bir yer olduğundan gözlemci tipler tarafından tercih edilir. Yahut benim gibi minyon olup etrafı daha iyi görmek isteyenler içindir.

Vakit geçsin diye bu ve benzeri tespitler yapar. Bunalmıştır... Bir gün, evet bir gün şöyle sıkışmadan, rahat rahat, sessiz sakin yolculuk yapayım diye otobüsteki koltuk sayısı kadar akbil basmak istemektedir. “Kapattım otobüsü” diyecektir. Göreceksiniz bak...

Ni­nem diyor ki:

El adama arpa ekiverir, gider de sarpa ekiverir...

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Aslıhal

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 271
  • Sadece,halin aslı
Burçlar 2011
« Yanıtla #37 : 03 Ocak 2011, 23:56:35 »
 
KOÇ: Yeteneklidir, ip atlarken gazoz içebilir. Hobilerinin başında kremalı bisküviyi ayırıp kremasını yalamak, ambalaj naylonu pıtlatmak gelir. Sevgili Koç, 2011’de Mars ile Satürn arasındaki husumet nedeniyle oldukça karışık günler sizi bekliyor, yılın kalanını düdük makarnası olarak geçirebilirsiniz.
İKİZLER: Çift karakterlidir. Bir bilgeyi çıldırtacak kadar sakin, kendini saçından tutup kaldırabilecek kadar sinirli olabilir. Uğurlu notası fa, anlaşamadığı burçlar; anne tarafından Japon olan Yengeçlerdir. Sevgili İkizler, Mars’ın Dünya’ya yaklaşması ve dünyanın bu durumdan huylanması, bu yıl sizi de olumsuz etkileyecek. Şemsi paşa pasajında sesiniz büzüşebilir!
BOĞA: “Nefis olmuş” demek için hem sesli olarak “nefisss” demek, hem de ellerini yumurta şeklinde sallamak en karakteristik özelliğidir. Uğurlu deseni puantiye, uğurlu eşyası dübeldir. Bu yıl kahve falı bakarken fincanı Çamlıca’ya doğru çevirmek menfaatinizedir!
ASLAN: Aslandır, kaplandır, albenilidir, ancak az biraz narsisttir. Uyumadan önce “iyi geceler sayın kendim” der. O derece yani! 2011’de istenmeyen tüylerden kurtulacak, bir ilkbahar sabahı uyanmış gibi ferah olacaksınız.
BAŞAK: Titiz, temiz, sistemli insanlardır. Tuvalet kâğıdını işaretli yerinden koparanlar genellikle Başak’tır. Bu yıl kotları ve botları otuzla yıkayın, yıkar yıkamaz çıkarın, yere yatırıp suni teneffüs yapın, öyle kurutmaya bırakın.
TERAZİ: “Is ıs ıs ıs” diye güler, dengelidir. Ya sever, ya sevmez. Bitti! Uçlarda yaşar; ya kabızdır, ya cırcır!.. Sevgili Terazi, 2011’in ilk yarısında aradığınız aşkı bulabilirsiniz! İkinci yarıya ise dikkat, fotoğraflarda gözleriniz kırmızı çıkabilir!
AKREP: Sevgili Akrep, bu kadar şüpheci olmanız çevrenizi zor durumda bırakıyor. Gazeteyi ilk önce bayiye okutmak, kısmen makul bir vehim sayılabilir, amma... “Ya kapıcı bugün ekmek getirmese? Bakkala yollarlar beni!” diye korkmak, kiraz yerken kurt paranoyası yapmak? Oeeh, yaz kızım; hasta bu!
YAY: Hobileri; kanaviçe işlemek, çöp kamyonu arkasına asılmaktır. Uğurlu bitkisi şalgam, uğurlu çorapları pamuklulardır. Sevgili Yay, bu yıl biraz daha gerçekçi olun. Tarlaya don lastiği ekip, eşofman çıkmasını beklemeniz yersiz!
OĞLAK: “Ha? Ne?” gibi fazla yer tutmayan soru kelimeleriyle konuşur. Hobileri; şuursuzca dans etmek, galeta susamı kemirmektir. Bu sene kafanıza göre takılın. Güneş’in ailevi durumları size olumlu etki yapacak, iyi para kaldırabilirsiniz..
KOVA: “Babaaa bak, bozuk radyomuzdan canavar robot yaptım” diyen çocukların büyümüş halidir. Sevgili Kova, senin kafa çok çalışıyor, dikkat et yanmasın! Geçen seneden ve kendimden biliyorum...
BALIK: Unutkan ama temkinlidir. Karşıdan karşıya geçerken önce sağa, sonra sola, en sonunda da garanti olsun diye yukarıya bakar. Balıklar, bu yıl çok şanslı olacak, Gayri safi milli hafızaları artacak.

Ni­nem diyor ki: Ata, ite, bite güven olmaz.

 
Halime Gürbüz
Bârını gerden-i ahbâba edenler tahmîl
Ne kadar olsa sebük-ruh olur elbette sakîl
 

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Son perde
« Yanıtla #38 : 21 Ocak 2011, 01:56:03 »
Son perde
 
Tül takmaktan nefret ederdi. Öyle ki; evde tül perde yıkanacağında şehir dışına yatılı misafir giderdi. O gün annesi; “e yavrum, ben çıkamam ki o tepelere!” dedi. “Merdiven girmez şu köşeye. Sen koltuğun sırtına bas, ben otururum devrilmez” diye de güvence verdi.

Heyhat!.. Anne, düdüklü tencere ötünce fırladı! Bizimki elinde tül, korniş, kol, bacak yere doğru havalandı. Anneyse; “ay ay gitti kristallerim” feryadıyla kimi kurtaracağını çoktan açıklamıştı.

Gözlerini açtığında hastanedeydi. Başında üç psikolog, beş nörolog ve dişinin arasındakini cıksslayan bir hademe dikiliyordu. Teki sordu; Günlerdir baygındınız. Sürekli “bu son perde” diye sayıkladınız. Nasıl bu hale geldiniz?

- İşkenceyle! Tül perde asma işkencesiyle. Annenin yıkama fikrine kapıldığı, perdelere bakıp suratında ‘... acaba?’ mimiği oluştuğu anda başlar bu işkence. Sen gençsin der, romatizma der, eklem yerlerim der kendini pencere pervazında bulursun.

Merdiven her zaman bulunmuyor biliyor musun. Sandalye ucuydu, pervazdı, duvardı derken her nevi cambazlığı hopura köpüre yapıyorsun. Her çıkışımda tansiyonum düşer gibi olur, başım döner, ayy çok ayrı bir kafası var.

- Hımm... Devam edelim.

- Al eline perdeyi, çık tepelere. O minik plastik zımbırtıları, perde düğmesi mi ne, kornişe tek tek geçir. On düdükte bir dinlen. Bu arada baş yukarıda, gözler ise hafif kısık. Çünkü göze kireç, boya, örümcek, böcek düşebilir! Asa asa gün sonunda sağ ayak parmağınla sol kulak arkasını kaşıyabilecek elastikiyete erişilir.

Kollar betonlaşır, derman kesilir, parmak uçları hissizleşir, tecrübe ile sabittir. Islanınca daha da ağırlaşan perde, (hele de şu yirmişer kiloluk saray perdelerindense) ‘sıra atlarsam hepsini sökmem gerekecek’ stresi, parmakların sudan buruşması... Asma işlemi bittikten sonra da deliler gibi o en sona takılan vidalı düğmenin aranması. Her seferinde kendiliğinden imha olmaları ve bulunamamaları. Niye ya? Neden yaa?!!

- Sakin olun! Hemşire çabuk 10 cc Zokkinyum Hominyum!

- Hınn... hınnnn... Doktorrr, perde asarken hiyerarşik sırayı bozma! Güneşlik, tül ve kalın perde. Sakın ha sakın korniş atlama! Yoksa; tak, in bak, sök çıkar, as bir daha!

- Peki... Daha önce de travma geçirmiş miydiniz?

- Evet! Fırkh... Bir keresinde salonun sonsuuuz perdelerini astım, bitirdim, yere indim. Ortada bir yerlerdeki halkayı yanlış raya taktığım tespit edildi. “Bu da böyle oluversin” diye yalvaran gözlerle baktım, fırkh... karşılığında “aaa! sök bidaaa tak çabuk!” cevabını almıştım.

Bir titreme sarmıştı bacaklarımı, kollarda seğirme falan, gerisini hatırlamıyorum. Hayt! Kadın ve aileden sorumlu bakana sesleniyorum; yasalar değişsin! Tül perde takma vazifesi kanunen erkeklere verilsin. Hatta ve hatta bu görev yasal olarak babadan oğula geçsin. Lütfen..

> Ni­nem diyor ki: Baktın kar havası eve gel kör olası

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Çıngır mıngır
« Yanıtla #39 : 07 Şubat 2011, 22:44:25 »
Çıngır mıngır 
 
Hırsızların son numarası; “Aile Hekimliği uygulaması için geldik” diyerek kapıyı açtırmak! Haberiniz olsun... Bir dönem Toplum Destekli Polis Birimi bir süredir ‘Kim o?’ uygulamasını yürütmüştü hani.

Amaç, herkesin kapısına bacasına sahip çıkması için halkı eğitmekti. Zili çalıp kendini sucu, tüpçü olarak tanıtan polislere yüz daireden kırk beşi ‘bir şey sormadan’ kapıyı açmış... Zillere basıp basıp kaçıyorlar diye suçlanan mahallenin çocukları boşuna pataklanmış olsa da öğrendik ki; insanların yarısı, pat diye kapılarını açıyor!

Kapı çalıyor, “kim o?” deniyor, “ben” cevabı üzerine, zzztt kapı açılıyor. Hiç; “Sen kimsin? Neden açacakmışım?” diyen olmuyor. Öyle her “ben” diyene kapı açılır mı be şaşkın? diye tartaklamak keyifli olabilse de, sosyologları göreve çağırmanın tam vaktidir.

“Kim o?”; bilgi amaçlı olmaktan çok “ses taraması yapan güvenlik protokolü” anlamında bir soru. Çünkü mantıklı bir cevap beklenmiyor.. “benim” demek bile yeterli kapı açtırmak için. Anarşist mi, terörist mi, gaspçı mı hiç soran yok! Hoş, kapıdakinin de “Benim, hırsız, kapıyı zorladım açamadım abla” diyecek hâli yok ya.

Neyse yine de tedbirli olmak gerekli. Orada kapının üzerinde bir delik var, gözetleme deliği, bir zahmet oradan bakın. Boyunuz yetmiyorsa tabure çekin benim gibi, görüntülü diyafon taktırın, ekstra sorular sorun, olmadı camdan bakın.

“Kim o?” sorusuna “beeen” diyenler; isim söyleme gerekliliği duymayan, sesinden kim olduğunu çıkarma mecburiyetimiz varmış gibi bünyeyi zorlayan garip insanlar... Sen kimsin kardeşim? Samimiyetten mi destek alıyorlar? Kapıda ses analiz programı, osiloskop, periskop falan mı var zannediyorlar? Anlamadım ki!.. Ben kim? Sen kim? Hem neden açılıyor o kapı?

“Kim o?” sorusuna “aaaaçç” cevabı verenler; “aaaaç” komutu kendine güven barındırır, “benim işte be!!” anlamı taşır. Ses tonundan çoktaaan tanınmış olması gerektiğini düşünenler, eli kolu dolu gelenler, yaramaz veletler, tuvaleti gelmişler, alacaklılar ve sinirli halde eve dönen babalar tarafından kullanılır.

“Kim ooo” sorusuna, “benim komser Cemil”, “yıllar önce hisleriyle oynadığın kenar mahalle genci Ferit” gibisinden cevaplar verenler de var, “Gel ne olursan ol yine de gel” zihniyetiyle olup hiçbir şey sormaksızın kapıyı açanlar da... Ne diyelim Herkesin aklı mahalle mahalle, siz tedbiri elden bırakmayın yine de...

Ni­nem diyor ki:

Kırk hırsız bir çıplağı soyamaz

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Şaşı bak şaşır
« Yanıtla #40 : 08 Mart 2011, 03:20:17 »
Şaşı bak şaşır 
 
Gözlerim bozuk, çocukluğundan beri. Ama havam bozulur diye gözlük takmıyorum. “Gözlerin ilerler” demişlerdi de umursamamıştım. Taa ki geçen sabah uyuyan kedimi pofuduk terlik sanıp giymeye çalışına kadar...

Göz doktoruna gittim. Merhaba, merhaba... Oturttu beni dürbünlü bir cihazın önüne. Alnını daya, çeneni daya, dürbünün içindeki çiftlik evine bak, “pısst!” göze hava. Göz tansiyonunu ölçtük. İyi güzel, aferin. Hadi, şimdi harf okumaya.

İkinci Dünya Savaşında pilotların taktığı metal çerçevelerden yüze geçiriliyor. Lensler teker teker takılıp duvardaki harf panosu okutuluyor. İlk satır zaten dana ebatlı, hemencecik; U, P, F. “Alta geç.” Gözler kısılır; D, U, F, Feee.... sessizlik... “Bir de bu camla bak” Resmen sözlüde kıvranan öğrenci psikolojisi! Öff, sallasan olmaz, ter boşalır. Doktordan sabırsız tavırlar.

Bana da en budaklıları rastlar. İri kıyım bir adam, asık suratla soruyor; “Bunu görüyon mu?!. “Görmüyorum! Var mı diyeceğin? Ver elime bir keman da sal sokaklara.

Aaa! Ne bağırıyorsun? Aslında var ya, önceden gidip panoyu ta dibinden okuyacaksın, “Okuyabildiğiniz en küçük yazıyı söyleyin” dediklerinde de yapıştıracaksın; “Düz Ofset -454 20 00- Y.Bosna-İstanbul” İki çay mı söyler yoksa bir kutu müshil yazıp havale mi eder bilmem...

Miyop, kısaca uzağı görememektir. ‘Görüp de selam vermiyor, ay iyice havalandı bu’ suizanlarına sebebiyet verir. Tahtayı, tabelaları, alt yazıları seçememe, yaklaşan otobüsün numarasını okuyana kadar gitmesi ve binememenin yanı sıra aynada kendinizi, sairde etrafı olduğundan güzel ve pürüzsüz görme, yanlış minibüse binip yeni muhitler keşfetme yaşanır.

Hipermetrop; yakını net görememektir. Üç yüz metreden gelen kızın on üzerinden kaç puan edeceğini belirleyebilmek ama burnunun ucunu görememek denebilir. Göz tembelliği ise; terbiyesiz göz tekinin “nasıl olsa öteki görüyor, ben ne diye bakınacakmışım” diyerek tembellik yapmasıdır.

Astigmat, Çin işkencesidir saç beyazlatır. Görüntünün retina’da tek noktada toplanamaması, dağılması ve dolayısıyla üç boyutlu görüntünün bozulmasıdır. Hayata flu bakmanın bilimsel adı yani. Kazalar, yanlış anlamalar olasıdır. Ürgüp Anatolian Bazaar’ı, ‘ürküp abdest bozar’ olarak okuyup şoka girmişliğim vardır...

Neticede, göz bozukluğum ilerlemişti. Doktor, reçeteyi uzatırken “Zaten bu numaraların bittiği yerde dürbün başlıyor” dercesine acı acı gülümsedi. Gözlüğümü aldım, taktım; daha net, canlı ve janjanlı görüyorum, yazıyorum. Çıkarınca bak; yzmmyirum. Neyse, gönül gözümüz bozulmasın diyor, tüm gözlüklülere selam ediyorum efem...

Ni­nem diyor ki: Kurtlu baklanın kör alıcısı olur.

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Üşeniyorum öyleyse, yarın.
« Yanıtla #41 : 15 Nisan 2011, 02:25:37 »
Üşeniyorum öyleyse, yarın.
 
Tembele kapıyı ört demişler, “yel gelir örter” demiş. En hafifletilmiş haliyle ‘üşengeç’ milletiz biz! İki metre ötedeki kumandayı almamak için tüm gün aynı kanalı izleyenimiz de var, meyve soymaya üşendiği için “vitamini kabuğunda” diyenimiz de...

Bu sebeptendir ki;

toplu çay keyfi strateji savaşına döner. Kalabalık ortamlarda biri çayını tazelemek için ayağa kalktığında, herkes yarım dolu bardağını fondip yapar. Sizi gidi fırsatçılar. Kurban, ki bu ya misafirperver bir ev sahibi ya da çayını tazelemek için kalkmışken başına iş alan sade vatandaştır, arkasına döndüğünde bardakların tamamının ‘boş’ olduğunu görür!

Burada filmi biraz geri sardığımızda; ortamdakilerin dili damağı haşlamak pahasına çaylarını kafaya diktiğini görebiliriz. Çayını başkasına doldurtma sevdalısı bu zeki çevik ve ahlaklı şahısları pataklamadan önce (doz ayarı bakımından) türü belirlemeliyiz...

İnce fikirliler;

Yaptığı, çay doldurucuya yeniden zahmet vermemek veya misafirlikte ev sahibini tekrar tekrar yerinden kaldırmamak adına çayı hızlandırmaktır. Elleri ayakları birbirine girer, yarım kalmış sıcak çayı eziyet çekerek küçük yudumlarla kısa sürede bitirmeye çalışır. Saf ve iyi niyetli olsa da, acil durumlarda sağlıklı düşünmemektedir. Çayı bir anda mideye indirip yemek borusunu dağlayacağına kalkıp kendi alsa daha iyidir. Yine de dövmeyelim, kenara ayıralım...

Fırsattan istifadeciler;

Kendine çay koymaya erinen üşengeçler ordusudur. Kurban ayağa kalktığında telaşla ellerindeki çayların seviyesini kontrol ederler. Eğer yarıdan az ise “hüüüppp” ve hemen uzat bardağını ayaktakine... Yangından mal mı kaçırıyorsun kardeşim?.. Çoğunluğu ejderha kökenli ve damakları teneke kaplı olduğundan haşlak çayı bile fondip yapabilirler. Arada çay kaşığını yutma, boğaza kakalama, bademciğe yandan vurdurma gibi kazalar yaşayabilseler de, oh olsun.

- Abi sıcaktı o!
- ... Rööhhearr! Olsun, olsun tazele bakam sen...

Not: Evet evet, dövelim.

‘Hazır ayaktayken’ciler;

 Lojistik olarak sıkıntılı mekânlarda (balkon, piknik, çayır çimen) servis maliyetini minimize etmek isteyen ebeveyn yahut büyüklerdir genellikle. “Hazır ayaktayken bana da doldur...” demeden önce dikerler çayı kafaya. Hareket esnasında ise kaşlar kaldırılabildiği kadar kaldırılır havaya. Gönül ister ki, “kalk da kendin al” cevabı kıtlama olarak servis edilsin. Lakin saygıda kusur etmeyelim, “hazır ayaktayken” lafını duyar duymaz “aha oturdum” diyerek ayakta durma eylemini bitirmek en akıllıca yaklaşımdır diyelim...

Ni­nem diyor ki:

Üşengece bulut yük olur.

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Gerilim hattı
« Yanıtla #42 : 15 Nisan 2011, 02:30:43 »
Gerilim hattı 
 
Açılmayan Şam fıstığı, uyumaya çalışırken beyinde zonklayan saat tik takları, musluktan damlayan su sesi. Bu ve benzeri minik detaylar insanı sinir ediyor değil mi? Küçük, önemsiz gibi görünen şeyler kimi zaman kişiyi nefret edecek derecede rahatsız edebilir, çileden çıkarabilir hatta akıl sağlığı üzerinde kolbastı oynayabilir.

-Kolye, saat, bileklik benzeri aksesuarların koldaki ensedeki tüyleri çekiştirip yolması...
-Göz kırpan florasan lamba!
-Tokanın saçtan ısrarla çıkmak istememesi, dakikalarca uğraşmak ve tokayı, saç yumağı haline gelmiş bir şekilde saçtan ayırmak...
-Sivri sineğin topuktan ısırması!

-Havuç, salatalık, turp rendelerken elde kalan en son küçük parça! Atsan atılmaz, zorlasan rendelenmez, en iyisi yemek...
-Masada otururken birilerinin parmaklarıyla masada ritim tutması, çakmakla, kül tablasıyla, sigara paketiyle oynaması.
-Yanında oturan kişinin sürekli olarak ayağını sallaması.

-Sivilce, siyah nokta, beyaz nokta, siğil ve benzeri deri vakaları...
-Çay bardağının çay tabağına yapışması, ağza götürürken kopup düşmesi ve bu durumun oluşturduğu gereksiz panik ortamı...
-Kaldırımda yürürken kafaya damlayan iri klima suyu damlası.

-Anne kızlık soyadı istenen her şey...
-Sıvı sabunun, sonlarına doğru ‘vırcck vırcck’ efektiyle küçük miktarlarda çıkması.
-İştahla yanaştığın gazetenin senden önce başkaları tarafından okunup öylece, dağınık bırakılması...
-Fişi elektrik prizinden çekerken, prizin duvardan çıkması...

-Omletin içine düşmüş yumurta kabuğunun, salataya düşmüş limon çekirdeğinin yanlışlıkla ısırılması.
-Damacanadan su doldururken pompaya az fazla basınca suyun bardaktan, sürahiden taşması...
-Çekirdek yerken kabuğunun damağa saplanması.

-Elleriniz köpüklüyken burnunuzun, kaşınızın, kulağınızın dayanılmaz şekilde kaşınmaya başlaması.
-Kesilen tırnağın halıya uçması, el yordamıyla yapılan arama kurtarma çalışması...

-Kağıt kenarının eli kesmesi ve çok acıtması!
-Mont, ceket, pardösü giyilirken kazak kolunun içeride akordeon gibi toplanması, iki saat insanı uğraştırması...
-Sabrettikçe, alttan aldıkça, anlayış gösterdikçe tepene çıkılması!..

Ni­nem diyor ki:

Sinek de küçüktür ama mide bulandırır.

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Kime bakmıştın?
« Yanıtla #43 : 03 Mayıs 2011, 01:16:44 »
Kime bakmıştın?

Asansör fobisi olmasa da birçok insanda asansör gerginliği mevcut. Çünkü, kişisel alanın ayaklar altına alındığı yer asansör. Tanımadığın, bilmediğin insanlarla daracık hatta klostrofobik mekanda dip dibe yolculuk yapmak insanı geriyor.

Hani filmlerdeki gibi arka arkaya sıralı dizilse insanlar o kadar gerginlik olmayacak. Ama nerdeee? Bizim insanımız, o daracık yerde ‘noooluur nooolmaz’ edasıyla birbirini kollamak için göz teması kuracak şekilde, sırtını arkasını bir yere dayayarak konuşlanır. İşte ‘nereye bakacağım’ gerginliği de o anda başlıyor...

Asansöre bindik, boş şükür, hani kişisel alanı koruyacağız falan ya asansörün en dip noktasına konumlandık, kat düğmesine bastıııık. Fling, flong... Çıngır mıngır... Vuuup... Fling, flong... Çıngır mıngır... Katlarda başkaları da bindi, doldu. Ee? Ne yapacağız şimdi?

Yer dar, ortam gergin, bir yabancılaşma, bir garip sessizlik... “hım.. hım” “öhhö” “............” “ıhım.. ıhım” E haliyle tabi, asansördeki yabancılara; “ince uçlu nokya şarjı olan var mı?” diye sormak “ hay maşAllah iyi göbek yapmışsın dayı?” diye geyik açmak mümkün değil.

Demezler mi adama “ne bu samimiyet!” Derler efendim... O sebeptendir ki, susalım etrafa bakınalım.

Sorunsuz bir asansör yolculuğu yapmak ve sıkılmamak için milletin ayakkabılarına, pantolon ütü izlerine, gömlek yakalarına, burun deliklerine, ense tıraşına, saç kalitesine, kazak, atkı modellerine bakılabilir.

Ayna olması halinde bir narsis edasıyla saç, baş, cilt problemleri, sivilceler ve bilumum gözenekler incelenebilir. “Oy, saçımda birkaç tel daha beyazlamış. Yaşlanıyorum, oof of! Hımm, simetrik sivilceler, enteresan... Kaçıncı kattayız? Daha var.

Bedri Baykam’a da ayıp ettiler. Bedri Baykam’la Osman Hamdi, onunla da Salvador Dali arasında sanatsal bir köprü kurmak mümkün müdür? Aynaya sinek pislemiş, ıyyk, hay Allahım yaa, pıfff...”

Bir başka asansör sakiniyle göz göze gelindiğinde kafayı eğip ciddi bir ifadeyle tırnakları incelemek adettendir. “Ne bakıyon gı?” demek, “Kime bakmıştın aslanım” diye dayılanmak, Amerikan filmlerine özenerek asansörün tepesine çıkıp bağlantı halatlarını kesmek abestir.

Mevki sahibi önemli şahsiyet imajı için, eldeki evraklara veya cep telefonuna bakmak tercih edilebilir. Şüpheli görünen bir adam asansöre bindiğinde ise, inene kadar bilinen tüm dövüş taktikleri ve dualar akıldan geçirilmelidir.

Ezcümle, asansörde bakılacak yer kat göstergesidir arkadaşlar. Lütfen bunu çevrenizdeki herkese söyleyin, yayılsın bu. Seyredelim sessizce, içimizden sayalım; “5...4...3...yAllah!”

> Ni­nem diyor ki: Yol bilen kervana katılmaz.

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Çin İşi
« Yanıtla #44 : 03 Haziran 2011, 15:23:44 »

Çin işi...

> Tarihin en çılgın projesi Çin Seddi üzerine çeşitlemeler.

Başbakan, çılgın proje Kanal İstanbul’u açıkladı. İstanbul’un batısına yapılacak bir kanalla Karadeniz ve Marmara birbirine bağlanacak. Kimileri şaştı, kimileri beğendi, kimileri de çamur attı... Ben mi? Ben, beklemeyi tercih ediyor ve kendi çılgın projelerimi üretiyorum; bizim evden holding binasına kaydırak döşemek...

“Balkanlar’dan gelen soğuk hava dalgası”ndan kurtulmak için Balkan sınırına dev pimapen taktırmak... Peluş hayvanlar için hayvanat bahçesi inşa etmek... Ve veya projenin coşkusuyla sayın başbakana “Hey, Tayyip sen kocaman bir çılgınsın’ deyip sarılmak !. Lakin tarihteki belki de en çılgın proje, Çin Seddi.

Bu dev eser, korkunun insanoğluna neler yaptırabileceğinin en güzel örneği. Efendim, vakti zamanında Türkler bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen akınlar yapaa yapaaa Çinlileri canından bezdirmiş. Can tatlı, Türkler hırslı ve kaslı; altı Çin imparatoru birleşmiş bu dev duvarı yaptırmış. Çin Seddi’nin yüksekliği dokuz metre, uzunluğu ise; iki bin dört yüz kilometre. Vay vay vay... Sabırlı insanlar vesselam bu Çinliler. Peki Çin Seddi bittiğinde ne dediler?

- Oy belim, belim, belim...
-Korktuğumuz çok belli oluyor mudur acaba?

- Oğlum koş bir bardak su getir bana. Ne ter aktı beeh.
- Yavv, bizim hanım karşıda kaldı!!!
- Usta eğri mi olmuş bu sanki?

- Keşke daha derli toplu bir şey yapsaydık. Fotoğraf makinesine sığmaz bu...
- Yıkalım ya biz bunu, şimdi slogan filan yazmasınlar.
- Çin imparatorunun karısı: Duvardan duvara halı lazım şimdi.

-İmparatorum, Türkler hayırlı olsuna gelmişler, “çay içip çıkıcaz” diyorlar.
- Abi Türkler geldi. “Ne yaa, hâlâ mı kurtulamadık?” Yok abi birisi “bizim halaoğlunun arsası var Silivri yolunda, gelin siznen kooperatif kuralım” diyor.
Peki ya Türklerin Çin Seddine ilk tepkisi ne olmuş?
-Kaç torba çimento gitti acaba?

-Biz sizle şakalaşıyorduk, sevdiğimizden yapıyorduk. Araya duvar koyup ortamı niye geriyorsunuz ki?
- Aynısından bizim amcaoğlu yaptırdı geçen bahçesine, siz kazıklanmışsınız.
- Çıkışa gelin huleyn, çıkışta bekliyorum sizi!

- Birader, taşa oturma soğuk çeker! Cıkksss...
- Sorun değil öbür taraftan dolaşırız, nasılsa dünya yuvarlak.
- Ruhsatı falan yoktur bunun, kesin belediyeye avanta yedirmişler abi.. Şikayet ediceksin aslında...

-Eminönü’nde bunu yirmi milyona yaparlar...
- Bu duvar yıkılır söyliiiim.
- Alper Tunga was here!

> Ninem diyor ki; Yalnız taş duvar olmaz.

Halime Gürbüz
〰〰〰〰🐠