Gönderen Konu: Akıp Giden hayatımda bir kıssa ve çıkarılacak Hisse  (Okunma sayısı 2869 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı mamur

  • okur
  • *
  • İleti: 58

Akıp Giden hayatımda
 bir kıssa ve çıkarılacak Hisse
 
 Sütlüce, yeşil ardıçlarıyla, badem ağaçlarıyla, kendinden söz ettiren
 Sütü bol şirin bir köy.Turhal'ın ender köylerindendir, işte o köyde dünyaya gözlerimi açmışım.  Küçük yaşta çoban oldum. Babamı bildim bileli koyun sürüleriyle ve reçberlikle uğraşır gördüm. Türkiye nin elli altmış yılları bu günkü gibi değildi.
    Amasya nın Boğalı, Sarı yüz, avulu Çal. İnce su, Dikmen, Girap  yaylalarında babamla koyun güttüğüm, çift sürmek için tarlaya gittiğim, bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gittiğim ve kara çadırlarda, çileli anama yardım ettiğim o günler gözümün önünde hiç gitmiyor.
 
 İlk okula Aydınca da (Zığala) başladım, Turhal da bitirdim. O yıllar dile gelsede söylese. Öğrenci arkadaşlarım kadar benim şansım yoktu.
   Okula karda kışta,10 km yolu tepikliyerek gittim geldim.Eve dönerken karanlıklarda yüreğime oturan korkular, fırtınalar hiç unutamıyorum.
      Rahmetli babam kendisinin bir yığın sorunlarına rağmen beni Tokat İmam Hatip lisesine kayıt yaptırdı.geçmez bildiğim yedi senelik okul nihayet 1974-75 yılında bitiverdi.
      Öğrencilik yıllarımın tatillerinde, okul masraflarımı karşılamak için, eşekle odun sattım. Bazende inşatlarda kum eledim.salça fabrikasında amele olarak çalıştım. Pazarlarda sebze sattım. Yazın ekin biçip, yığın yığdım,tarla suladım. Küp ocağında çırak olarak çalıştım. Aileme katkım olsun diye yaptım bunları vesselam....
    Patlıcan kebabı meşhur olan güzel Tokat tan ayrıldım. Bir yıl sonra kazandığım imtihan sonrası, Arap ören Köyü'ne imam olarak tayınım
 yapıldı. Orada 9 ay görev yaptım.ölüm hak hepimize, 2 cenaze yıkadım. O yıllarda Arapça dili, islami ilimleri öğrenmeyi hayel eder durdurdum.yurt dışına gitmeyi o denli arzu ediyordum.
      Bir gece kar yağmıştı diz boyunca, odunda kömürde yoktu tütmüyordu baca. Sabaha doğru görmüş olduğum rüyalar heyecanımı artırıyordu. Ben hep hayra yoruyordum. İlim için gideceğim ülke çok uzakta idi. Adresi, telefonu, faksı, yoktu. Kendim araştıracaktım.
      İşte ben zor olanı seçmiştim. Ankara da tiren istasyonunda,Ankara Bağdat gidiş biletini kestirdim. 227 TL. Benden aldılar. O gün bu gün bu bileti hatıra olarak saklıyorum.
      Tiren yolculuğum Mardin'nin kazası Nusaybine yaklaşmıştı.
 Tirende benimle yolculuk yapan bir beyefendi, bana seslenerek oğlum yolculuk nereye?dedi.
 Bende Bağdat'a dedim, kendiside Kuveyt' gidiyormuş.
 Bana pasaportumu sordu, işlemlerini tam yaptın mı? Dedi.
 Elimdeki pasaportu aldı inceledi ve şunu söyledi. Seni Irak'a sokmazlar indirirler, o esnada tirende istasyonuna girdi fazla bir zaman geçmemişti ki durdu. Nusaybin tiren garında pasaport polisleri
  içeri girdiler kontrol esnasında bana bu tirenle Bağdat'a gidemiyeceğimi bildirdiler  ve in dediler. Nerden bileceksin ki toprak bastı parası ödeneçekmiş, ben zaten vizeyi zar zor almıştım. Bu terslikler Suriye sınırında başıma geldi.
      Nusaybin yöre halkı Arapça kürtçe konuşuyor Türkçe konuşanını az gördüm.Bana mı öyle geldi bilmiyorum. Yarım saat tehirli kalan tren beklerken, ben hızlı ve heyacanlı koşturma ile ilçe müftüsünün evine Taksi ile ulaştım. Müftü bey beni evine kabul ettiler. O gün evinde misafirleri olan belediye başkanı, problemi mi müftüye anlatırken oda dinledi.Belediye başkanı ile görüşmem Allah'tan şanstı.Her ne kadar trenin beklediğini bana yardım etmeleri rica ettimsede bana acele etme biz seni yarın göndereceğiz. Başkan müftünün müsadesiyle beni evine misafir etti.O gece orda kaldım.  Başkan İbrahim bey cana yakın misafir perverdi. Pazar sabahı evinde beraber kahvaltı yaptık, daha sonra özel şöförü ile gümrük işlemleri için  veda ederek yola koyulduk.
 Gümrükte işlemler kısa sürede bitti. Şöför efendi Bağdat'a yolcu taşıyan ücretli taksilerden birine beni bindirdi, ücretini ödedi.elinde bir zarf  vardı bana uzattı. Başkanımızın hediyesidir dedi. Son derece sürur ve sevin içindeydim. Bu Rabbimin Fazlı keremidir dedim. Araba hareket etti göz yaşlarımı tutamıyordum.
         Titrek dudaklarımla şu satırları mırıldanmıştım:
 Nusaybin'den ötesi boydan boya sınır,
 Yollar Arap saçı baktıkça kafan karışır.
 Beyhude gidilmez insan bir bilene danışır.
           Bu uzun yolculuğun sonunda gün ışırken Bağdat' a geldim. Bastık ayağımızı " Ana gibi yar Bağdat gibi diyar olmaz" yere.
 O sabah her şeyi anladım, yalnız kalınca. Bir yakınım olmayınca, Arapça konuşamayınca, gurbet o kadar acıymış ki.
         Bağdat çok kalabalık, fakir ve yoksulları barındıran bir şehir. Zalimler ezdikçe ezmiş, her yerde korku kol geziyor. Benim korku ve endişelerimi bağışlayın. Cebinde iki aylık imamlık maaşıyla bu şehre gelene bu ürpertiler az bile. Kendim ettim kendim buldum derlerya.
 Öyle bir şey. Bağdat'ta gördüğüm insan manzaraları ümit ve cesaretimi kırdı, derin bir ah çektim ama nafile....
       İşte bundan sonra başlayan her gün benim için sonu görülmeyen karanlık bir tünel. Ne ümitlerde gelmiştim bu şehre. Üniversiteye kayıtlar bir hafta arayla durdurulmuş. Ben geç kalmışım meğer. Gelecek seneye kadar kayıtlar ertelenmiş.
        Gurbette nasıl beklersin bir yıl, üç beş kuruştan başka paran yok kalacak yer yok. İki seçenek vardı önümde:
    . Ya ülkene geri dön,
    .  Yada rezil rüsvay ol, burda kal.
 Tercihini hangisinden yana yapacaksan yap.
 Derlerdi inanmazdım. Yanlış hesap Bağdat'tan dönermiş. Sıcağına soğuğuna katlanarak kalmayı tercih ettim. Un fabrikasında iş bularak çalışmaya başladım. Karşımda 40, 50 kiloluk un çuvalları işte iş dediler çalış. Bu iş yerinde bir hafta gibi süre geçmişti, dayanamadım  çuvallar ağırdı taşıyamadım, iş yerinden ayrıldım.
     Bir ay sonra bisküvi fabrikasında yeni bir iş buldum. Bu iş diğerine nisbet kolaydı. Bir ay süreyi doldurmama  bir kaç gün kalmıştı. Akşam iş vardiyesindeydik, anons yapıldı. Bağdat cedide ( askeri birliğe) semtine siparişlerin bırakılması önerildi.
     Grubumdaki arkadaşlarla malı yükledik, askeriyenin kontrol kapısından girerken kimlik kontroluna takıldık. Bir kaflet sonucu düştüm tuzağa iş işten geçmişti. Oturum sürem bitmişti.
     Görevliler pasaportuma el koydular, beni tutuklayıp nezarete attılar. O iş yerinde alacağım paradan da oldum. Sorgu sualsiz bekle dur, iki hafta dolmuştu. Anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan geldi.
      Durumdan haberdar olan beraber kaldığım bir arkadaş, Bağdat Türk konsolosluğuna yaptığı yazılı talebi üzerine ve elçiliğimizin kefaleti üzerine hapisten çıktım.
       Durumumu arz edecek, bana yardım edecek birilerini ümitle arıyordum. Her halukarde ukumak istiyordum, çalışmak için gelmemiştim. Bunalım geçiriyordum, kırmızı çizgilere bastım,
 basacaktım. Bir kez denedim olmadı." Cisri muallak " Dicle nehrinin üstündeki köprüde. İntihar etmeyi düşünmüştüm, kimsesizlerin bi çarelerin Rabbi, Yüce Mevlam beni korudu. Oradan ayrılıp Kaldığım Öğrenci yurduna dönmüştüm, günlerden Perşembe idi, ikindi namazı için abdest mahalline gittim.
 Çok düşünceli ve ciddi şekilde başağrısı ile sarsılmış vaziyette idim.
    Abdest alacak takatim kalmamıştı. Ne olduysa o anda oldu. Ağzımda kan boşaldı, sonunda bayılmışım oracıkta. Beni ayıttıklarında beyaz çarşaflar içinde bir hastanede kendimi buldum.
 Gözlerime inanamadım.
    Burda kalacak ve yatacaksın dediler. Hastane günleri üç aydan fazla sürdü. 42 kiloya kadar düşmüştüm, patatesten başka bir şey yiyemiyordum.beni görseydiniz şüphesiz mezar kaçkını demeniz yerinde olurdu. İyi olacağımı ümit edemiyordum. Ciğerlerimden gelen kan buna karşılık yapılan hızlı tedavi 100 aşkın inne, tehlikenin boyutlarını gösteriyordu. Yine ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime şükrediyordum.
 O günleri teyit eden şiirimde:
 
 Tuttuğum her şey kopuyor, yan ha yan.
 Bağdat'ta boşaldı, benden bir leğen kan.
 Habersiz götürmüşler bayıldığım an.
 Bunlar hep gerçek sen beyhude san.
 
      Yaz mevsimi aylardan Ağustos'tu. Oldukça sıcak bir mevsimdi. Hastaneden taburcu oldum. Camii Bünye öğrenci yurduna döndüm.
 Kaldığım yurtta çeşitli uyruklu talebeler kalırdı. Geçici olarak bana yer vermişlerdi. Mübtela olduğum bir kaşıntı beni rahatsız etmeye başladı. Bir gün baktım ki iç çamaşırlarımı bit sarmış.
       Kendimden utandım. Yurt dışındaki ülkelerde paramın çalınacağı aklıma gelirdi, ama bit , pire saldırısına asla ihtimal vermezdim. Gel şimdi ayıkla pirinçin taşını.
        Cekine cekine eczaneye geldim ama, söylemeye cesaretim yoktu. Kendimi zorlayarak, bir kağıda sardığım biti göstereyim mi göstermeyeyim mi diye çelişkideydim. Çünkü bitin arapça ne anlama geldiğini bilmiyordum. Göstermekten başka çaremde yoktu. Acaba bana ne derler, bu bir saygısızlık olur mu? Heyacanım doruk noktasına çıkmıştı. Aynı zamanda kalabalık bir eczane. İnsanlar girip çıkıyor, hani bir ara verseler, tenhalaşsa oda yok.
          Çalışan bayan elemana yaklaştım, ilaç almamı söyledim. İlaçın ismi nedir dedi. Ben bilemiyorum dedim, sonunda kağıda sarılı biti gösterdim, önüne koydum. İşte bunun için ilaç verin bana dedim. Kadın elaman patlattı kahkahaları, ayol şuraya bakın, arkadaşlarına gösterdi biti.
           Bilmiyorum bit uçtu mu? Yoksa hala kağıtta mıydı?
 Onlar yıkıla yıkıla halen gülüyorlardı. İlk defa eczanemizde böyle şeyler oluyor deyip tekrar tekrar gülmeleri yokmu.
 Derlerya hani:
 Küpleri üst üste dizseler, altından birini çekseler, sen seyreyle gömbürtüyü. Bütün bir kalbimle duygularımla inanarak söylüyorum ki, hayatta bu kadar mahçup olmuş değildim.
 
   Günler nasılda çabuk geçiyordu Bağdat'ta. Yardımlarını  hiç benden esirgememiş olan abilerimden bahsetmemiş olursam yazık olur bana. Bağdat'ta farklı fakültelerde eğitimlerini sürdürenlerden biri Ali Topçu, diğeri Mustafa Göçer'di o yıl onların mezuniyet yılıydı. Benim için o kadar fedakarlık yaptılar ki, unutmak hiç mümkünmü.
 Onlar hayatların baharında Feleğin çemberinden geçmişler çile çekmişler, hallerini size arz etseler ağlarsınız sızlarsınız. Türkiyede, Annesinin babasının verğileriyle kurulmuş okullarda okuyamadılar okullarını kapattılar.
  O süreçte Baş örtsü yasağı, baş örtüsü zulmü,cirit atıyordu, bir yandan kat sayı uygulamaları, üniversitelere alınamayan İmam Hatipler ... O dönemde elinde okuma imkanı alınan yüzlerce genç yurt dışına bu sebeplerden çıktı. Bende o karanlık devrin madurlardanım. Fransadan getirdiğin diplomaları kaparlardı, Mısır'dan, Suriye'den getirdiğin diplomaları yüzüne çarparlardı. Denklikleri yapılmazdı. Bu mu Adalet ? Bu dünyada günahları tartan bir terazi yok ama, ahirette toz zerreciklerinde tartılacak, inş.
 
       Bağdat'ta bulunduğum süre içinde eğitim kurumuyla irtibat Sağlayamadım. Bu arada Arap ülkelerindeki (Kuveyt, Suudiarabistan, Mısır, Ürdün, Suriye, Libya.) üniversitelerin kayıt ve tescil bürolarına evraklarımı gönderdim.
       Bu şehirde korkulu yaşamın etkisi ve tesiri altında gelecek cevapları beklemeye koyuldum.
      Bağdat'tın hangi semtini gezersen gez, insanları korku ve kuşku  içinde görürsün. Çünkü yarınlarında emin değillerdi. Rejimin kapsamlı baskısı, insanları çileden çıkarmış.
      Örneğin, manavlardan birine, niçin portakal limon satmıyorsunuz? Niçin yok diye sorduğunuzda, bu tarz konuşmak yasak, rejime karşı gelmiş olursun. Fikrini ifade etmek yasak, ağlamak yasak. Bir zamanlar ilim meşâlesinin yükseldiği Bağdat, Ebu Hanife'nin r.a, zamanında nüfusu hayli kalabalık olan bu şehirde kıyım yapıla yapıla, iki buçuk milyona inmiş. Kültür katledilmiş, tarihi eserleri yıkılmış yakılmış. Bir hiç için alimleri zindanlara atılmış, orada öldürülmüş.İnançlarından dolayı insanlar, hayatlarının baharında sorgusuz infaz edilmişler. Darağaçlarının kurulu bulunduğu, o kızıl meydanlardan Meçhul asker, Bağdat'tı Cedide, karanlık devrin hala izlerini taşıyor.
     Şimdi nerede şehirler kraliçesi Bağdat?  Hani nerede Ebu Hanifenin yüzlerce mühaddisinin ilim külliyeleri, binlerce halka açılmış çadırları. hani nerde Rey şehri, hadis alimlerinin hummalı çalıştığı medreseler. Bu gün iş çığrından çıkmış vaziyette. Şehitler diyarı Necef ve Kerbela' da halen oluk oluk kan akıtılıyor. Şehirler bombalanıyor, yaşlı çoçuk demeden katliam yapılıyor. Peygamber efendimizin s.a.v. Dava arkadaşlarını bağrına basan topraklar şimdi kan gölü...
          İşte, ana gibi yar Bağdat gibi diyar olmaz, bu şehri yakmışlar yıkmışlar. Ürpertici manzaraları görüpte gelde bir şeyler yazma:
 
 İthamda bühtanda bulunmak mücrime has,
 Kim dinler seni, gece gündüz feryadı bas,
 Kalmış deri kemik,vicdansızsan darağacına as.
 Katillerin torunlarına kalmış bu büyük miras.
 
 Emsalsiz cisrimuallak, Bağdat'ı cedide.
 Harap olmuş mabetler İmam'ı Âzam, Kâzimiye de
 Hayatlarının baharında can verdiler geçen mazide,
 Hak hakikat tartılmaz, ayarı bozuk terazide.
 
        Günlerde bir gündü salı mı, Çarşamba mı hatırlamıyorum. Otubüs terminaline uğramıştım. Gezerken Türk TIR şöförlerinden biriyle konuştum. Karadenizli olduğunu İstanbuldan, Kuveyt'e oradanda Riyat'a mal götürdüğünü ifade etti. Bende ona başımdan geçenleri anlattım. Baktım beni can kulağı ile dinliyordu. Benim çaresizliğimi iyi kavramış olmalıki, kendisiyle Riyat'a kadar yol arkadaşlığı yapmamı kabul etti. Parasız pulsuz beni Riyat'a götürmeye söz verdi.
 Bağdat'ta kısa süre içinde ağrılacağını, banada hazırlanmamı söyledi.
       Bu beyle tanışmadan bir hafta önce, Suudiarabistan konsolosluğuna vize işlemleri için gitmiştik. Konsolos bey bana soruyordu, çalışmaya mı  okumaya mı gitmek istiyorsun? Tercümanımda benim sadece tahsil için niyetim olduğunu ifade ettiler . Ve bu kanaat üzerine vize işlemi onaylandı. Kendi elleriyle konsol bey bana pasaportumu takdim ettiler hiç unutamıyorum yüzünde bir gülümseme vardı. Onlarla öğle namazını kılıp oradan ayrılmıştık.
          Daha sonra tanıştığım Karadenizli şoför hemşerimle belirlenen vakitte Bağdat'tan ayrılarak Kuveyt'e geldik. Kuveyt aşırı sıçaktı. Gölgede 55 derece, serinleyecek bir ağaç gölgesine raslayamazsın her taraf çöl. Türk işçilerin kaldıkları şantiyeye geldik. Burada iki gün sonra Riyat'a gideceğimizi öğrendim. Bu zaman dilimi içinde, Kuveyt üniversitesinde okuyan Türk talebelerinde bilgi edindim. Yıllık öğrenci kontenjanı çok düşük, kayıt şartları bize göre değil.
      Servet sahibi ailerin çocukları burada öğrenim görüyorlar.
 Gidilmez varılamaz olan uzun çöl yolculuğumuzun, sonuna geldik.Kuveyt'ten Riyat'a vasıl olduk.
     Şöför hemşerime, yolculuğumun geri kalanınıda tamamlamak gereğinde olduğumu söyledim. Malları alaçak Suudi patronuna bana yaradımda bulunmasını belirttim çünkü  yol iz bilmiyordum.
   Firma sahibi ile buluştuk. Arkadaş İngilizce bir dille durumumu ona arz etti. Kendi aralarındaki işlemler tamamlanınca, Suudlu bey, Riyat otobüs terminaline beri bırakmak için arabasına bindirdi. Yola koyulduk, benimle konuşmaya başladı. Enteresan sorular soruyordu. Her sözünü anlamıyordum. Benden pasaportuma kakmayı istedi. Adamdan şüphelenmeye başladım, yoksa gizli servis elamanı mı? Bir eli direksiyonda bir pasaportumun sayfalarını çeviriyordu.
    Bir ara bana gülerek:
    "
مبروك عليك "  Hayırlı olsun diyormuş. Bu söylemi dahi anlayamadım. Kaçamak yoldan bende tebessümle anlar gibi davrandım. Tarzanca Arapça konuşmamız otobüs terminali önünde noktalandı. Kendi indi, sen beni arabamda bekle dedi. Üzerinde beyaz cellabe vardı. Kûlhan beyi tavırla kalabalığı yararak, yazıhanelerden birine girdi. Fazla bir süre geçmeden bir simsar geldi, beni  ona götürdü. Harekete hazır vaziyette bekleyen üçretli taksiye binmemi, Riyat Mekke yolüçretini ödedediğini bana söyledi, söylemesine elini cellabesinin yan cebine atarak çıkardığı, bir deste parayı ( 600 S.R.) bana uzattı.
خذ ابني" Oğlum bunu al , Allah rızası için size veriyorum, kabul buyur dedi. Aldım almasına, bu yardımlar şüphesiz sebepsiz değil. Parası kalmamış birine, meçhul bir yola , ilim talebi için çıkan kişiye , rengi sararmış solmuş hastaya , hiç tanımadığı birileri tarafında al diye sunulan bu yardımlar, Alemleri nuru ile örten Rabbimin ikramıdır.
     Duygusal olduğumdan mı nedir, göz yaşlarımı tutamadım. Bırakın beni ağlıyayım, bu bana Rabbimin fazlı keremidir dedim. Göz yaşlarım sicim gibi aktı... Arabadaki yolculardan biri Bana, birini mi kaybettin kardeş ? bir yakının mı öldü niye ağlarsın ? Gel anlat nasıl anlatacaksan kolaymı ?
     Araba haret etti, Riyat 'dan çıkarak, Taif, Mekke istikametine doğru yola koyulduk. Hava çok Sıcaktı, okadarda yorucu bir yolculuğun sonunda Taif'e ulaştık. Yarım saat mola verdiler.
 O esnada Umre için ihrama girdim. Çünkü kutsal toprağa ayak basacağım, Allah'ın evi Kâbe' yi ziyaret edeceğim, yolculardan bazılarıda ihram giymişlerdi. Bu benim ilk Umrem alacaktı. Taif'in bir ismide "Sakif" dir. dağlarla çevrili, konumu itibarı ile havası serin, Üzüm ve hurma bahçeleriyle kendinden daima söz ettiren bir şehirdir. Taif'in Mekke' ye giden yolu Bat-nı Nahle'ye kadar virajlıdır. Dağ yolundan keskin virajları döne döne inerken maymun sürülerini görmeniz mümkün.
       İşte bu şehirde Peygamberimiz taşlanmıştı. Ayağı kan revan içinde kalmıştı. Bizleri Mekke'ye götüren araba dolambaçlı yolda ilerlerken bende şu satırları kaleme almıştım o gün:
 
 Ey Taif!
 Ebedi ve ezeli sevgiyle,
 Toprağına ayak basan Rasule,
 Niçin kol kanat olmadın?
 Bahtsız müşrişlere, kandın.
 Yürekler dağladın yaktın.
 Boynu bükük durman,
 Yakışır mı Sana?
 Sen,
 gönül pınarı, Şeyma’ın diyarısın.
 Soruyorum bu ruhumun bir feryadır.
 Cahil cesaretini alem tanır.
 Göz yummak neden?
 Yollarda taş sağnağı,
 Nereni savunacaksın?
 Atılan taşlar, yuha çığlıkları.
 Kan revan içinde, kalıyor Peygamber.
 Bu acımasızlığın, zulmün uç nktası.
 İki garip yolcu kanlar içinde.
 
 Ey Sevgi güneşimiz,
 Ey üzerimize doğan ay,
 Bu şehirde senin acın varken,
 Yaşamak bize zor.
 Yürekler yanmış tutuşmuş olmuş kor.
 Amine hatun yoktu ki seni kucaklasın.
 Abdullah görmedi, nasıl cezalandırsın.
 Kırılsın Sana taş atan eller.
 Utanmaz mı bununla tarihler.
 
 Telbiyeler getirerek önümüzdeki 120 Km yol tamamlamıştı, Köylerin annesi Mekke görünmeye başlamıştı. Biz Arafat'ı, Müzdelife'yi geride bırakarak Mina'ya gelmiştik. Mescid- i  Harem'e girmeye saatler kalmıştı, can atıyordum. O gün, Günlerden Pazartesi ikindi ile akşam arası idi. Mescid-i Haremin kapılarından birinden içeri girdim, ilk gördüğüm Allah'ın evi Kâbe oldu, sevinç ve sürurdan gözlerim ışıl ışıl parlıyordu, dini vecibeler çerçevesinde Kâbe ziyaretimi tamamladım inşAllah. Bu benim ilk Umrem oldu.
 Hep aynı şeyleri tekrar edip duruyordum. Adım adım beni yürüten, kalbimden korkuları atan, yolumu yakın eyleyen, esirgeyen, bağışlayan, Allahım, gönüllerimize nurunu indir.
 
 Ey lütfu bol olan güzel Rabbim !
 Bana arzuladığım, fayda veren ilmi nasip ve müesser eyle.  Sen gören ve işitensin. Bütün övgüler sanadır. Hoşnut ve razı olduklarından olmayı nasip eyle. Suskunluğumu dua eyle
 
 Mekke,
 Mukaddes şehir. Kâinatın yaratıldığından, kıyamet saatine kadar, kutsal bir belde.
 Günde yüz yirmi şifanın indiği Beytül Harem. Yürekler hep ona doğru, gönüller oyana meylediyor. Ey Mekke! Taşın toprağın anılmış kasemle.
  Ertesi gün oldu, Kâbe'yi doya doya seyretmek istiyordum.Bir özlemdi geçsede uzun yıllar. Ta öncelerde vardı bu derin duygular  Mescid- i Harem'in katları yüksek ve muhteşem, ikinci katına çıkmıştım. Namaz kılıyor, Kur'an okuyordum. Kimse bilemezdi  içimdeki sevgimi . Sonunda  aldı beni bir düşünce. . Şu satırları orada kaleme almıştım :
 
 Doyasıya seyredilir, Hira nur dağı yamaçları,
 Bir görebilsem ‘Resûle’selam veren ağaçları
 Cennetül Mualla’dadır, dava arkadaşları.
 Gönlümde ruhum da, özlediğim yer sensin!
 
 Bekler durur, makamı İbrahim, babusselam
 Kokuyor misk gibi, tütsüyor buram buram.
 Günde yüz yirmi şifanın indiği Bey tül Haram.
 Gönlümde ruhum da, özlediğim yer sensin!
 
 Mescidi Hayıf, enbiyalar durağı, namazgahı.
 Mina’dan ötesi,Müzdelife,mübarek Arafat dağı.
 Göz kamaştıran,mor sümbüllü bahçeleri bağı.
 Gönlümde ruhum da, özlediğim yer sensin!
 
 Görsen şaşar kalırsın, o mukaddes diyarı.
 Zül mecâz,Zülmecenne, Okaz panayırı.
 Şimdi yerinde yeller esiyor görülmez gayrı.
 Gönlümde ruhum da, özlediğim yer sensin!
 
 Yüzlerce deve sürüsünü güderdi Rukkana,
 Yan bakılmazdı, namı duyulmuş pehlivana.
 Sırtı yere geldi, dokununca ‘Resûlün’ eli ona.
 Gönlümde ruhum da, özlediğim yer sensin!
 
 Mekke den Taife uzanan dolambaçlı yollar,
 Kırılsaydı ‘Resûle’ taş atan eller kollar.
 Nur getiren elçiyi insan böyle mi karşılar?
 Gönlümde ruhum da, özlediğim yer sensin!
 
 Gören gözler çeşme olur yanar ağlar sana..
 Meleklerin tavâf ettiği yere, yükselen nûra,
 Gönüller doymaz seyrine, ey Ümmül Kûra!
 Gönlümde ruhum da, özlediğim yer sensin!
 
  Dünya yurdunda seyredilen bu kudreti İlâhi ne güzel. Mekke" isimli şiiri yazmamı Rabbim bana burada lütfetti. Dayanılmaz nurun parıltıları, Kalblere oradan yansır. Kalblerin çoşkusu ne yaman olur. Gönülleri çoştururda çoşturur. Onun yanında, Zemzem suyu ve  bu esrar. Ne büyük ikram, ne büyük şeref.
         Gökler ötesinde mübarek kılınan Zemzem  suyundan  kana kana içtim, baştan sona kadar sıkıntılı bu yolculuğumda hiç bir eser kalmadı. Bunu inanarak söylüyorum.
     Mekke'de kalmakta, okumakta çok güzelmiş, ama bana mukadder değilmiş. Buluşup, görüşme fırsatını elde ettiğim,Türk talebeleri, benim zaman geçirmeden Medine-i Münevvere'ye gitmemi, İslam  üniversitesine kayıt yapmmamı tavsiye ettiler. Eğitim koşullarının Mekke'de kısıtlı ve sıkıntılı olduğunu ifade ettiler . Bu önerileri hoşuma gitti.
        İçimde büyük bir özlem olarak yatan, Fahri kâinat efendimizi s.a.v. Ziyaret etmeyi çok özlüyordum. Bu büyük arzu beni, İkinci Mukaddes  beldeye, "Darul karar" ,"Darul hicre" , "Kubbetûl İslam" Medine-i Münevvere'ye iletti.
     Bir sabah namazı Aydınlık Şehre ulaştım. Minarelerinde sabah ezanı okunuyordu. Hiç unutamıyacağım o ezan sesleri... seher aydınlığı çok mühimdir mü'minler için. Her müslümanın kabul olacak bir duası vardır. Bu nidalar, gözlerin yaşardığı, kalplerin okşandığı ulvi bir sestir , mü’minlerin engin gönüllerinde bir başka coşkudur.
     Şanı yüce ve büyük olan Rabb'ime hamd olsun. Sabah namazını  Mescidi Nevevi'de kılmayı bana bahşetti.  Bu ûlvi mekan şerefce yüksektir, çünkü Allah’ın sözlerinin indirilmiş olduğu kutsal bir yerdir.
      Şerefli Cibril’den, şerefli melek vasıtasıyla, şerefli kitap, şerefli peygambere burada indirilmişti, şerefli sahabeye aktarılmıştı. Çünkü Allah c.c. onlarla bu dini yükselti ve onlarla düşmanlarını susturdu.
       İnanıyoruz ki Allah Resùlünü ziyaret etmenin ikramı büyüktür. Aklın ve hayallerin ötesinde bir lütuf deryasıdır. Onun aydınlık semtine uğrayan her ruhun, vicdanının derinliğinde kudsï heylecanlar oluşur. âdeta insana cennet bahçelerinin hazlarını tattırır. İnsan bulunduğu yeri cennetten kopup gelmiş bir parça sanır. Sevgi ve iman gizli bir bağdır, demirden beter. gerçek seven kalbe bu duygular yeter . Gözler kamaşır Ravza’yı mudahharanın yanında. İman kemale gönül huzura kavuşur orada.  İnanmıyorsan? Bey tül Mamur ötelerine sor. Kimse bilemez içimdeki sevginimi. Seni gözlerimden sakladım bir bilsen…
        Ey göklerin ve onların gölgelendirdiği her şeyin Rabbi olan Allah'ım!
  Hudutsuz Rahmetin etrafında iradem döner dolaşır. Medine’yi bize daha fazla sevdir yaklaştır.
 
   Aydınlık şehri, gönlümün diliyle,
 resmettiğim mısralara kulak verelim:
 
 Ne güzelsin gül şehir, kudretsin, ümitsin.
 Sen gönüllerimizin tacı, cihanın incisisin.
 Nur saçan toprağında yatıyor peygamberim.
 
 Resûller serveri seni methü senâ eyledi.
 Baktıkça dayanamam, akar gözümün seli.
 Rahmet yüzünü göster canım peygamberim.
 
 Bu emsalsiz diyar, ibretlerle sırlarla dolu.
 İlâhi nurun ışıkları, oradan yükselip durdu.
 Ebedi nura bürünmüş canım peygamberim.
 
 Ey yaren şehir! Konuklarnı bekleyip durdun,
 Rasülün hayalini ta öncelerde mi kurdun?
 Alemlere ambersin canım peygamberim.
 
 Melekler seni öper, huzurunda diz çökerdi.
 Dağ taş feryat eder sevgilerini önüne dökerdi.
 İki cihan gülü canım canım peygamberim.
 
 Tüm sevgileri gölgede bırakan bir aşkla,
 Gönüllerimizde iman, gözlerimizde yaşla,
 Seviyoruz seni canım canım peygamberim.
 
 Parmaklarından akan su, ne mübaerek su.
 Sana inanan kalbler, felah bulur doğrusu.
 İki cihan Serverisin canım peygamberim.
 
 Nuru cemalinle iki cihan hâz duyuyor.
 Milyonlarca dudak şerefli isminle tat alıyor.
 Habibi Kibriyasın canım peygamberim.
 
 Her nereye gitsen melekler giderdi seninle.
 Cibril-i emin üzüntülerini silerdi vahiyle.
 Görünmez ordularla korunan peygamberim.
 
 Bu dava kutsal, nura götüren yoldur..
 Budur Cennet sırrı, sevenler seni bulur.
 Ezel sırlarının şahidi canım peygamberim.
 
 Güzel Rabbimin habibi, Ey şefaatçimiz!
 Taze duygularla sevilen sevgi güneşimiz!
 Ey gönül pınarı canım peygamberim.
 
 Ne söylemişsen hak, rahmetel aleminsin.
 Gözlerin ve kalblerin karşısında güzelsin.
 Yüzünü göster görelim canım peygamberim.
 
 Gizlilikleri açan nurunun parıltıları rahmettir.
 Bu hakikatler, hayretler içinde hayretttir.
 Akıl ve kalbleri hayran bırakan peygamberim.
 
 Secdelere kapanır ümmetim ümmetim derdin,
 Seni unuturmuyuz kalbimizde yaşıyacak sevgin.
 Sana selam olsun, gönül gülü peygamberim.
 
 Perde perde gönülleri çoşturan bu sevdalar.
 Cennet kokusu alır, filizlenir boy boy atar.
 Varlık semasının güneşisin canım peygamberim.
 
 Dualarımız sessiz, iniltisiz, gürültüsüz feryat.
 O’nun huzurunda yalınızlığın tecellisi heyhât.
 Alemlerin göz bebeği canım peygamberim.
 
 Allahım güzelliğin birdir, etsekte farklı dualar.
 Muhammed gülüne dal eyle bizi mahşere kadar.
 Rabbimin lütfu keremi, canım peygamberim.
 
 
     En sağlam kulp O’nun kulluğu. Yönelelim yüce Allaha, O’nun şanı yüce ve büyüktür. Bu inaç ve temennilerle, "Ravza"dan  ayrıldım. Fahri kâinat efendimizi s.a.v. Ziyaret ettim.
        Seher vakti mescide girmiştim, kuşluk vakti ayrıldım. Bu beldenin sakinlerinden birine "Beşir ağa" talebe yurdunu sordum. Harem'e 300 m. Uzaklıkta imiş. Nihayet yurt binasına geldim. Talebelerden biri beni gördü. Yanına çağırdı, gel kardeş diyerek. Kahraman Maraşlı Bekir bey, kahvaltıya buyur etti. Bir yandan kahvaltı, bir yandan da nerden geldiğimi sual ettiler. Kahvaltı faslı sona ermişti. Medine'de oturum konusunu konuşuyorduk, pasaportuma baktılar. Birden bire heyecanla arkadaşı diğerine şöyle diyordu:
      Bu pasaporta  4 yıl oturum süresi verilmiş ve İslam Üniversitesine kaydı istenmektedir.  İmza ve mühür, Sûudi Arabistan Konsolusu Bağdat. Tavsiyesi görülmektedir. Kardeş dediler, seni annen kadir gecesi mi doğurdu. Yahu biz bu üniversiteye dilekçe verdik, 2 yıl bekledik. Ama sen uçaktan iniş yapıyorsun. Hadi hadi hayırlı olsun dediler. Beni tebrik ettiler. Beni sardı sırmaladı heyecan, ne olduğumu anlamış değildim.  Sonra , hele bir anlat bu vizeyi nasıl aldın dediler dinlemeye koyuldular.
     Kendimi toparladım olanı biteni  anlatmaya koyuldum. Şimdi anladım Bağdat'da  Konsol beyin yüzüme bakarak tebessümünü, soruyordu çalışmaya mı? Okumaya mı?
 
 Şimdi anladım Riyat'da firma sahibinin,
مبروك  عليك  "Hayırlı olsun" diyormuş meğerse Yüce Rabbim onların kalblerini merhametiyle yumuşatmış, benim haberim yokmuş. Üniversiteye özel davetiye ile geliyormuşum da haberim yokmuş. Peygamberimiz s.a.v. bir hadislerinde Medine-i Münevvere için şöyle buyurmuşlar:
       " Medine'de hiç bir sır gizli tutulmaz ifşa edilir". "Her gizli olan şey  bu beldede, gün ışığına çıkar".  Pasaport taşıyoruz ama içinde ne yazılı bilemiyormuşuz. O sır burada çözüldü.
 Başımdan geçenleri tek tek anlattım çok duygulandılar. baktım biri ağlıyordu, biraz önce heyecanlıydı ve gülüyordu. Beni bağırlarına bastılar. Gözün Aydın olsun dediler.
      İslam üniversitesine beraber gittik. Aday kabül ve tescil bürosu, sizin  Üniv. Kaydına Ü. Rektörü karar vereçek dediler. Bir hafta süre geçmişti ki güzel  bir haber geldi. Gittim kayıt işlemlerini yaptırdım.
    Üniversite sayesinde çok değişik ortamlardan gelen, birbirinden değerli arkadaşlarım oldu. Hepsi ayrı birer özelliğe sahipti. fikrimizin ve davamızın ışığında daha nice başarılara kavuşmamızı Rabbim bizlere nasip etsin..
Ben Sabrın acılarını sîneye çekerek bu ilmin kapısına geldim .Yüce Rabbim  tüm ilim hasreti çekenlere kolaylıklar ihsan etsin inşAllah.
Medine-i Münevvere  1397 H.
Ali Kılıç Kakiz


Çevrimdışı son yolcu

  • okur
  • *
  • İleti: 84
  • TİTREDİM EFENDİM (SAV) , SENİ ANDIM DÜN GECE...
Ynt: Akıp Giden hayatımda bir kıssa ve çıkarılacak Hisse
« Yanıtla #1 : 05 Eylül 2013, 11:22:17 »
Vay be , ne hayat hikayesi ama ne mutluki sonunda ulaşmış istediğine...

Elhamdülillah artık ilim tahsili için oralara gitmeye, uğraşmaya gerek yok, güzel ülkemizde de orda öğretilen ilimlerden çok daha fazlasını, ehli sünnet çizgisinde öğreten, medrese usulu eğitim veren kurslarımız var...
Ne mutlu bulabilene, ne mutlu görebilene...
VE AŞKKKKKKKK İNSANIN ALNINA DOKUNDU... SÜBHANE RABBİYEL ALA ...