Gönderen Konu: Allah Yolunda Hizmet Edenler  (Okunma sayısı 47224 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Allah Yolunda Hizmet Edenler
« : 15 Şubat 2008, 01:47:54 »

استعيذ بالله : و لا تقولوا لمن يقتل في سبيل لله اموات بل احياء و لكن لا تشعرون

الحديث : المؤمنون لا يموتون بل ينقلون من دار الي دار               
   
Muhterem Mü’minler,
   
Bu haftaki hutbemiz Allah YOLUNDA HİZMET EDENLER hakkındadır.
   
Allah-ü Zül-Celal, insanoğlunu eşref-i mahlukat olarak yaratmış, ona akıl nimetini bahşetmiş ve Peygamberleri vasıtası ile hak yolu ona göstermiştir. Bütün peygamberler insanoğluna hakkı öğretmek ve onu dünya ve ahirette saadet ve selamete kavuşturmak vazifesi ile gönderilmişler ve bu uğurda pek çetin meşakkatlere sabır göstererek bu vazifelerini yerine getirmişlerdir.

Hatemü’l-Enbiyâ olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Allah yolunda hiç kimsenin karşılaşmadığı sıkıntılarla karşılaşmış, pek çok eziyetler çekmiştir. Sahabe-i Kiram Hazeratı, gerek Hz. Peygamber zamanında gerek Hulefâ-i Râşidîn döneminde Allah yolunda pek büyük hizmetler yapmışlardır. Daha sonra gelen İslam büyükleri ve müslümanlar da insanlığın İslamiyet’le şereflenmesi ve kurtuluşu için çok büyük gayretler göstermişler; bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak milyonlarca insanın hidayetine vesile olmuşlardır.
   
Allah yolunda yapılan bu hizmetlerin Allah ve Rasülü indindeki kıymeti çok büyüktür. Cenab-ı Hak bir çok ayet-i kerimede Allah yolunda gayret edilmesini ve bu uğurda sebat gösterilmesini tavsiye buyurmuş; bunun karşılığında da hem dünyada hem de ahirette bir çok nimetler va’detmiştir. Saf Sûresi’nin 10 ila 13. ayeti kerimelerinde şöyle buyuruluyor:

“ Ey iman edenler! Sizi elim bir azaptan kurtaracak olan ticareti size  göstereyim mi? Allah’a ve Rasülüne iman eder, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda hizmet edersiniz. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. İşte bu takdirde Allah, sizin  günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerindeki güzel meskenlere yerleştirir. İşte en büyük kurtuluş budur. Seveceğiniz başka bir şey daha var: Allah’tan büyük bir yardım ve yakın bir fetih. Mü’minleri bunlarla müjdele”
   
Bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmaktadır: “Sizden birinizin Allah yolunda çalışıp gayret sarfetmesi, evinde oturup yetmiş sene namaz kılmasından daha faziletlidir. Allah’ın sizi bağişlamasını ve cennete koymasını istemez misiniz? O halde Allah yolunda hizmet ediniz. Kim devenin sağılacağı bir vakit kadar Allah yolunda hizmet ederse, cennet ona vacip olur.”  
   
Ebû Hureyre (r.a.) Hazretlerinin rivayet ettiği başka bir hadis-i şerifte ise:  “Allah-ü Teala kendi yolunda hizmet eden kimseye, “onu sadece benim yolumda hizmet, bana iman, benim rasüllerimi tasdik yola çıkarmıştır” buyurarak kefil olur.”  buyurulmaktadır.
   
Muhterem Mü’minler,
   
Cenab-ı Hak, Bakara Suresi’nin 154. ayet-i kerimesinde  “Allah yolunda ruhunu teslim edenlere ölüler demeyiniz. Bil-akis onlar hayattadırlar ancak siz farkında değilsiniz” buyurmaktadır.
   
Bu ayet-i Celile’nin tefsirinde şu ifadelere yer verilmektedir: “Sakın böyle Allah yolunda şehid olanlara ölüdürler demeyiniz, onları hakikaten ölmüş zannetmeyiniz ve bununla  müteellim olmayınız.  

Hayır onlar ölü değil diridirler. Hem hayat-ı hakikiyye ile diridirler. Velakin siz duymazsınız, onların hayatlarını hissetmezsiniz, o hayat bu dünyadaki zahiri hislerle hissedilecek bir hayat değildir. O bir hayat-ı ruhânî daha doğrusu bir hayat-ı hakikidir ki hatta akıl ile bile tamamen idrak olunamaz ancak hiss-i yakin ile idrak olunur.”
   
Yine Al-i Imran Suresi’nin 169 ve 170. ayet-i celilelerinde de şöyle buyuruluyor: “Allah yolunda şehid olanları ölmüşler sanma, hayır hep hayattadırlar, Rablerinin indinde yaşarlar. Allah’ın fazlından kendilerine bahşettiği saadetle mesrur olarak rızıklandırılırlar. Arkalarından kendilerine yetişemeyenler hakkında da şunu müjdelerler: onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır”
   
Bir hadis-i şerifte ise “Mü’min iki cihanda da hayattadır”  buyurulmaktadır. Yine başka bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Mü’minler ölmezler. Bel ki dar-ı dünyadan dar-ı ahirete intikal ederler”  buyurmaktadır. Hz. Üstazımız da bu hususta “Evlatlarım, Ariflerin ölümü gafillerin gözünden kaybolmaktan ibarettir” buyurmuşlardır.
   
Görülüyor ki ayet-i celilelerde ve hadis-i şeriflerde  “Allah yolunda şehid olanlara ölüler denilmemesi” ve müminlerin her iki cihanda da hayatta olduğu ifade edilmektedir. Hal böyle olunca, Allah yolunda çok büyük hizmetler etmiş, yüzbinlerin irşad ve hidayetine vesile olmuş, milyonlarca insanın dinini, kitabını öğrenmesine vasıtalık etmiş olan Hz. Üstazımız ve Hz. Üstazımızın en büyük yardımcıları olup bu alemden yüzlerce binlerce şehid rütbesiyle ayrılan muhterem ve muhtereme büyüklerimiz hakkında ölüler denilebilir mi? Elbette denilemez. Onların vefatı şüphesiz bizlerin gözlerinden kaybolmaktan ibarettir. Onlar her zaman hayat-ı maneviyye ile haydırlar.
   
İlim ve maneviyat yolunun yolcularına düşen Allah yolunda büyüklerimizin izinden ayrılmadan son nefesimize kadar hizmet etmeye çalışmak ve Cenab-ı Hakk’a bizleri onların yolundan ayırmaması ve şefaatlerine mazhar kılması için çok dua etmektir.

-------------------------------------------------------------------------------
Sünen-i Tirmizî, hadis no: 1650
Sahih-i Müslim, İmare, 103
Mektuplar Risalesi, Sayfa 109
Mektuplar Risalesi, Sayfa 109
   
   

« Son Düzenleme: 11 Mayıs 2011, 20:26:30 Gönderen: Tuğra »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı el-kureyşi

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 30
    • Yeryüzü Ekolü
Ynt: Allah Yolunda Hizmet Edenler
« Yanıtla #1 : 19 Şubat 2008, 22:30:33 »
Cenabı Hak subhanehu ve teala biz ahirzaman talihsizlerine de bu şuuru,hasbiliği,fedakarlığı nasib eylesin...

Hani ayette diyor ya Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var edebsizlik olmasın Rabbim saygısızlık saymasın ya DAVAMIZ olmazsa ne ehemmiyetimiz var acaba?
Cismaniyetinin esiri bedenin kulları olmaktan Cenabı Zulcemale sığınıyorum.Heva ve hevesini ilah edinmiş ten sevdasına kapılmış rahat ve rehavete mübtala olmui nefsimi Zatı Rahmana şikayet ediyorum...

Rabıatul Adeviye k.s buyurmuş
"Seviyorum diyorsun sonra isyan ediyorsun vAllahi bu seninki şaşılacak bir iştir..zira seven sevdiğine itaat eder"biz ortalıkta sevgiden dem vuruyoruz İtaati hiçe sayıyoruz RABBİM taksiratımızı af buyurarak Hizmeti Kur'aniye ve İmaniyede bizleri istihdam eylesin...
“Dertliyim dersen belâ-yı dertten âh eyleme,
Âh edip ağyarı âhından âgâh eyleme! ...”

"Allah bizi insan eyleye"

Mahi

  • Ziyaretçi
Ynt: Allah Yolunda Hizmet Edenler
« Yanıtla #2 : 11 Mayıs 2011, 19:08:20 »
Allah razı olsun, teşekkürler istifade edilecek konular...

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: Allah Yolunda Hizmet Edenler
« Yanıtla #3 : 11 Ağustos 2011, 03:35:03 »
Allah razı olsun, teşekkürler istifade edilecek konular...

Teşekkür ederiz.
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Allah Yolunda Hizmet Edenler
« Yanıtla #4 : 13 Ağustos 2011, 04:30:49 »
MADDETEN ve MANEN GÜÇLÜ OLMAK
   
   Muhterem Mü’minler ,
   Hakimler Hakimi olan Allah-u Azimüşşan , mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de , dini sınır tanımayan , söz dinlemeyen kâfirlerin lânetlendiğini haber verdikten sonra şöyle buyurmuştur:
   “ Onlar işledikleri kötülüklerden birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı . Andolsun , yaptıkları iş ne kadar kötüdür.”
   Müjdeleyici , korkutucu Allah’a bir da’vetçi olarak gönderilen Sevgili Peygamberimiz ( S.A.V. ) de , hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur :
   “ Nefsim Yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki , ya iyiliği emreder , kötülüğü nehyedersiniz , yahut Allah’ın üzerinize göndereceği azabı çok yakında görürsünüz. Sonra Allah’a yalvarsanız da duanız kabul edilmez. ”
   Öyleyse , her müslüman , gücü ölçüsünde iyiliği emredecek ve kötülüğü nehyedecektir. Aksi halde , Allah’ın azabına layık hale gelmiş olacaktır.
   İyilik , sadece İslam’dır. Kötülük ise , İslam’ın dışındaki her şeydir. Bu sebeple , müslüman , İslam’ı hem yaşayacak ve hem de başkalarına tebliğ edecektir. İslam’ı tebliğ etmek , maddeten ve manen güçlü olmakla mümkündür.
   Bütün peygamberlerin , velilerin ve âlimlerin Allah’a sığındığı âhir zaman fitnesinden kurtulmak için , günahların açıkça işlendiği ve reklam edildiği bir devrin felaketlerine uğramamak için , müslümanın ciddi , planı ve güçlü olması şarttır. Bu bakımdan , her müslüman şu dört maddede özetlemeye çalışacağımız hususlara mutlaka dikkat etmek zorundadır.
   1- Her müslüman , gönlünde hiçbir sıkıntı duymadan İslam’a teslim olacak , onu tam olarak öğrenecek ve aile fertleriyle birlikte İslam’ı bir bütün olarak yaşayacaktır. İslam’ın emirlerinin bir kısmını kabul edip , bir kısmını reddetmek suretiyle müslüman kalınamaz.
   2- Her müslüman , güzel ahlak sahibi olacaktır. Ahlak sahibi olmak özde , sözde ve her işte
dürüst olmak demektir. İnsanlık tarihi , ahlaken çökmüş , doğruluk  
ve dürüstlüğünü kaybetmiş milletlerin acı sonlarına şahittir. Ayrıca , kendisi doğru ve dürüst olamayan bir kimsenin , başkalarına İslam dersi vermeye , İslam ahlakından bahsetmeye hakkı olamaz.
   3- Her müslüman , kalbi Allah ve Resulü’nün aşkıyla dolu , başı dik , vakur bir gençlik yetiştirmek için canıyla , malıyla fedakarlık edecektir. Bu fedekarlık yapılmadan , gençlerin gönüllerini doyuracak tedbirleri almadan , onlardan şikayet etmeye hakkımız yoktur. İnançlı gençler okuyacak okul , barınacak yurt bulamazken , müslüman  , inancı için iki milyonluk fedakarlık yapamıyorsa , hesabını bir kere daha yapmak mecburiyetindedir.
   4- Her müslüman , çok çalışmaya , güçlü olmaya , ilme ve teknolojiye önem vermeye mecburdur. Zira , düşmanların itibarı , hakka değil kuvvetedir. Müslüman , kuvvetli olmadığı , ilme ve teknolojiye önem vermediği sürece , ezilmeye mahkümdur. Dünya , ilim ve teknolojide güçlü olan ülkelerin hakimiyeti altındadır. Bunu

görmezlikten gelmek mümkün değildir. Bu bakımdan , müslüman çok çalışacak  ve güçlü hale gelecek , tenkit yerine tedbirli , tepki yerine etkili , vagon yerine lokomotif olarak ve ürettiği teknolojiyi inancı istikametinde kullanmasını bilecektir.

   O halde , Mü’minler ,
   Bilelim ki , dünya mü’minlerin , âhiret de mü’minlerindir. Ahiret dünyada iken kazanılır. Dünyada Kur’an ve Sünnet’i yaşamayan kimse , âhiretinide mahfetmiş demektir. Bu bakımdan , dünyamızı da , âhiretimizi de kazanmak için , İslam’ın çizdiği sınırlar dışına çıkmamak , maddeten ve manen güçlü , diri ve canlı olmak mecburiyetindeyiz.
   İslam’ı bir bütün olarak yaşadığımız , dürüst bir müslüman olabildiğimiz , imanlı bir gençlik yetiştirdiğimiz , ilme ve çalışmaya gönül verdiğimizde üzerimizdeki kara bulutlar dağılacaktır.
   İşte o zaman , Kur’an ve Sünnet sabahı yeniden doğacak , hem biz hem de bütün insanlık huzura erecektir.


« Son Düzenleme: 13 Ağustos 2011, 04:42:57 Gönderen: selcuklu »

Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Allah Yolunda Hizmet Edenler
« Yanıtla #5 : 13 Ağustos 2011, 04:38:56 »

MÜSLÜMANIN GÜNLÜK HAYATI NASIL OLMALIDIR?

   Muhterem Mü’minler,

   Zaman, değeri çok büyük olan ilâhî bir nimettir. Fertlerin ve milletlerin yücelmesinde zaman anlayışının büyük önemi vardır. Kalkınmış ülkelerle geri kalmış ülkeler arasındaki en büyük fark, zaman değerlendirmesindedir.

   Bu bakımdan, her müslüman, beşikle tabut arasında geçen zamanın kıymetini iyi bilmek zorundadır.Çünkü, geçen zamanı geriye çevirmek mümkün değildir.

   Yüce Dinimiz İslâm, zamanın değerlendirmesine büyük önem vermiştir. Dinimizin temel iki kaynağı olan Kur’an ve Sünnette, zamanın değerlendirilmesi çok ciddî esaslara bağlanmıştır. Denilebilir ki, dinin gayesi, insan hayatını zaman mefhumuyla doğru planlamaktır.

   Kur’an-ı Kerim’de, zaman mefhumu çok çeşitli kelimelerle altı yüzü aşkın âyet-i kerimede zikredilmiştir. Bunlar içinde en çok kullanılanı, gün (yevm), saat ve vakit kelimeleridir. Gün kelimesinin çok kullanılışı, İslâm’ın günlük plana, günlük yaşayışa verdiği büyük önem sebebiyledir.
   İslâm’a göre, günlük planın temel esaslarını şu beş maddede özetlemek mümkündür:

1-    İbadet için ayrılacak zaman,
2-    Helâl kazanç temini için çalışılacak zaman,
3-    Nefis muhasebesi ve tefekkür için ayrılacak zaman,
4-    Âile fertlerini yetiştirmek için ayrılacak zaman,
5-    İstirahat (dinlenmek) için ayrılan zaman.

   Günlük planın en önemli esası, elbette ibadettir. Çünkü insan, Allah’a kulluk için yaratılmıştır. Bu bakımdan, günlük plan içinde her vakit namazı, bir zaman programlamasıdır. Yaşadığı her günün hesabını verecek olan her müslüman, günlük planında ibadetlere mutlaka yer ayırmalıdır.

   Günlük zaman planlamasının ikinci esası, helâl kazanç için çalışmaktır. Müslüman, gücü yettiği müddetçe çalışacaktır. Müslümanların boş sözlerle, eğlencelerle, ötekini berikini çekiştirerek geçirecek zamanı yoktur.

   İslâm, “çalışarak dinlenme” prensibini getirmiştir. Buna “iş değiştirerek dinlenme” de denir.

 
   Bu ölçü Kur’an-ı Kerim’de şöyle verilmiştir:
“Boş kaldın mı hemen başka bir işe koyul ve yalnız Rabbi’ne yücel. Bir işi bitirince başka bir işe başla. Yaptığın her işte Rabbi’nin rızasına yönel. Yalnız O’nu arzula ve yalnız O’ndan iste.”

   Aziz Mü’minler,

   Müslümanın günlük planındaki üçüncü esas, nefis muhasebesi ve tefekkürdür.

   Hz. Ömer (r.a.), bu esası şöyle ifade etmiştir: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz. Tartılmadan önce amellerinizi tartınız ve büyük huzura çıkmaya hazır olunuz. Öyleyse, müslüman, her akşam geçirdiği 24 saatin hesabını yapmalıdır. Yaptığı her işin, ağzından çıkan her sözün, gönlünde taşıdığı her duygunun hesabını yapmalıdır. Müslüman, başkalarını yargılama yerine kendini yargılamalıdır. Başkalarının kusurlarıyla uğraşma yerine kendi kusurlarıyla uğraşmalıdır. Zira, müslüman, daima kendi kendini sorguya çeken, sürekli yarını tefekkür ederek yaşayışını düzenleyen insandır.

   Müslümanın günlük planındaki dördüncü esas, aile fertlerinin terbiyesiyle meşgul olmaktır. Onlara Allah’ın istediği şekilde yön vermeye çalışmaktır. Müslüman, çoluk çocuğunun bütün ihtiyaçlarını helâl kazançla karşıladığı gibi, onların dinî, ilmî ve ahlakî hayatlarını da yüceltmek, onlara iyiyi güzeli ve doğruyu öğretmekle de görevlidir. Bugün çocuklarının sadece midelerini doldurup gönüllerini boş bırakanlar, yarın ağır bedel ödeyeceklerdir.

   Müslümanın günlük planındaki beşinci esas, istirahattır. İbadetlerini yerine getiren, helâl kazanç için çalışan, nefsini kontrol altına alan, âile fertlerini güzel yetiştiren müslümanın, bunlardan sonra istirahate de ihtiyacı vardır. İslâm’a göre, istirahat vasıtası uykudur. İstirahat için eğlenmenin günlük planda yeri yoktur. Dinlenme zamanı gecenin belli bir kısmıdır. İslâm’da meşru eğlencelere ancak yıllık planda yer verilmiştir. Ramazan ve Kurban bayramları gibi...

   Mü’minler,

   Yaşadığı her günün ve her saatin hesabının sorulacağına inanan müslüman, zamanını boşa geçirmemelidir. Zamanını boşa geçiren müslümanın hesabı birgün sarpa saracaktır. Kullandığımız saatlere bir bakalım. Onlar ömrün akışını gösteren zaman uyarıcılarıdır. Ölüm gelmeden önce planlarımızı doğru yapalım. Peygamberimizin bir hadis-i şerifinin mealiyle hutbemize son verelim:

   “İnsanlardan çoğunun aldandığı ve kıymetini bilemediği iki nimet vardır. Bunlar sıhhat ve boş vakittir.

   “Ömrü uzun, ameli güzel olanlara müjdeler olsun!”


Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Allah Yolunda Hizmet Edenler
« Yanıtla #6 : 13 Ağustos 2011, 04:42:15 »




GEÇMİŞ HADİSELERDEN İBRET ALMAK

 
Değerli müslümanlar!
   Küre-i arz, birçok ilahi tecellilere mahal ve sahne olmuş ve olmaktadır da!
‘Her şeyin bir sebebi mevcuttur’ hikmetinden hareket edildiği zaman, bir milleti dünya haritasından silen semavi bir felaketin, bir şehri yerle bir eden zelzelenin, asi bir kavmi imha eden tufanın, intifa etmesiyle bir memleketi harabeye çeviren bir yanardağın, ekilmiş ve dikilmişleri tarümar eden fırtınanın ve sellerin mutlaka bir sebebi vardır. Haketmeden ilahi bir cezaya uğramış hiçbir ferd ve cemiyet gösterilemez.
   Akıl cevherine ve iman nuruna sahip kimselerin, bu gibi felaketleri tefekkür süzgecinden geçirmesi ve bu hadiseleri hazırlayan zahiri sebepleri aklın pençesi ile yakalayıp gerekli dersi alması icap eder. Çünkü geçmiş hadiselerden ibret almayanlar, gelecek nesillere ibret olmaya mahkum olurlar. Zira felaketi hazırlayan sebep, ne zaman ve nerede tamam olursa er veya geç, ilahi bir cezanın suduruna zemin hazırlar. Bu cihete ışık tutan bir ayet-i kerimede şöyle buyrulmaktadır: “Andolsun, onların kıssalarını açıklamada akıl sahipleri için birer ibret vardır” (Yusuf suresi 111. Ayet).
   İnsanlık tarihini tetkik ettiğimiz zaman, beşeriyetin hak ve hakikatten ayrılıp zulme sapması, önce gönlünde mabutlaştırıp, sonra hariçte şekillendirdiği putlara sapması ve peygamberlerin tebliğ ettiği dini esasları reddetmesi ile delalet ve küfür cereyanları başladı. Gün geçtikçe azıtan inançsız ve akılsız kimseler, kendilerini hak olan yola hidayet etmek için gönderilen peygamberlerin ikazlarına kulaklarını tıkadılar. Artık onlar ne konuşsalar küfür taraflarının üzerinde müsbet bir tesir icra etmiyordu. Hazreti Nuh, tam 950 sene kavminin içinde imanı yaymak için, halkı Hakk’ın yoluna ısındırıp inkardan kurtarmak için, geceyi gündüze katarak çalıştı. Ezelden nasipsiz bu topluluk yola gelmemek için diretmişlerdi.
   Bu nasipsiz kavim, imansızlıkta o derece ısrar etmişti ki, Nuh aleyhisselamın “ruh”, “nur” ve “şuur” bahşedecek konuşmalarını duymamak için parmakları ile kulaklarını tıkıyorlar; onu görmemek için de elbiseleri ile de gözlerini kapıyorlardı. Dokuz asrı aşan bir çalışma ve irşat gayretinin yumuşatamadığı bu kara ruhlu topluluk, inat ve küfürlerinden dönmeyince Hz. Nuh, “Ey Rabbim, yeryüzünde kafirlerden, yurt tutan hiç bir kimse bırakma! Çünkü onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar” diye beddua etmişti.
   Hz. Nuh’un yanık yürekle yaptığı bu beddua, barigah-i ehadiyette yükselmiş ve hedefini bulmuştu. O, Allah Teala’dan gelen vahye uyarak bir gemi inşa etti ve taraf-ı ilahiden getirdiği dini esasları kabul eden kimseleri geminin içine aldı ve mukadder akıbeti gözetmeye başladı. Nihayet vade dolmuş ve olan olmuştu. Gök, delinmişcesine yağmur boşaltıyor, yer yarılmışcasına sular fışkırtıyordu. Gökten inen tufan yerden yükselen feryad-u figan ile karışıyordu. Kahr-ı ilahi yüklü dalgalar, imandan yoksun kimselerin hakettiği cezayı taşımakta, kabaran suların üzerinde 
yükselen geminin halkı, bu feci ve ibret verici tabloyu dehşetle seyretmekteydi. “Şüphesiz bunda kalp gözleri açık olanlar için ibret vardır”.
   Sefine-i Nuh, selamet limanı bulunan “Cudi” dağı üzerinde istikrar ettikten sonra, tabi hayatlarına dönen insanlardan bir kısmı, hidayet yolunu bırakmış ve isyan vadisinde bocalamaya başlamıştı. Batıl olan şeyleri kendilerine hedef olarak seçen “Ad” kavmi, Allah Teala’nın birçok nimetlerine mazhar oldukları halde, putlara tapmaya başlamışlardı. Bunlara peygamber olarak gönderilen Hz. Hud, kavmini yanlış olan yoldan çevirmek için, pek çok öğüt vermişse de onlar dinlememişler ve mütecaviz bir tavır takınarak: “Va’z etsen de Va’z edicilerden olmasan da bizim için müsavidir” demişlerdi. Yedi gece ve sekiz gündüz devam eden şiddetli ve uğultulu bir fırtına ile küre-i arzın üzerinden silinip gittiler.
   İbret almakta en ihmalkar bir toplulukta Hz. Musa’nın kavmidir. Bu muhterem peygamber, onlara, Allah’ın emirlerini tebliğ edince Mısır hükümdarı bulunan Fir’avn, Musa alyhisselama karşı koydu ve kendisini halka “Ben sizin en yüce Rabbinizim” diye tanıttı. Hz. Musa bir gece, İsrailoğullarını Mısır’dan çıkardı. Yolculuk hızla devam ederken karşılarına Kızıldeniz çıktı. Durumdan haberdar olan Fir’avn , ordusu ile birlikte onların peşine takıldı.
   Fir’avn ve ordusunun gelmekte olduğunu gören İsrailoğulları “Eyvah, yakalandık” diye sızlanmaya başlamış ve telaşa kapılmışlardı. Bunun üzerine Cenab-ı hak, Hz. Musa’ya “Asanı denize vur” buyurdu.  Allah’ın kelimi bulunan bu muhterem peygamberin “yed-i beyza”sında mucizeler zuhuruna vesile olan “asa” da ilahi kudret tecelli etmiş ve isyankar kavmin helakına zemin hazırlamıştı. Deniz Hz. Musa’ya geçit vermiş, Fir’avn ve askerleri de onları yakalamak için denizde açılan yolda İsrailoğullarını takibe başlamışlardı.
Onların tamamı suya girmiş, Musa aleyhiselam ve kavmi de karaya çıkmıştı. Tam bu sırada sular çözülmeye başladı. Boğulacağını anlayan Fir’avn “İnandım. Hakikat İsrailoğullarının iman ettiğinden başka hiçbir tanrı yokmuş. Ben de müslümanlardanım” dedi. Hayatından ümit kesildiği zaman söylediği bu sözler, kabul olunmadı. Hepsi suda boğulmak suretiyle cezasını çekmiş ve geride kalanlara ibret dersi olmuşlardır.
   Fir’avn esaretinden kurtulan ve büyük bir mucizeye şahit olan İsrailoğulları, hayatları boyunca unutmamaları gereken bu hadiseden almaları gereken dersi ve ibreti alamamışlardı. Denizden geçerken ayaklarına bulaşan çamurlar henüz kurumamış halde iken, yollarının üzerinde puta tapmakta olan bir kavme tesadüf ettiler. Hakk’a kul olmak gibi bir şerefi reddedip putperestliğe özendiler. Ve Hz. Musa’nın karşısına dikilip, “ Ya Musa, onların nasıl tanrıları varsa bize de öyle tanrı yap” dediler. (Hz. Musa ) “Siz, dedi, cidden cahillik yapan bir kavimmişsiniz.”
   İnsanların kalp gözü, imanda kemale ermekle açılır ve hakikatler anlaşılmış olur. Bu imansız ve süfli topluluk, hakikati görmüyor ve geçen hadiselerden ibret almıyorlardı. “Muhakkak ki (Allah’dan) korkacak kimseler için bunda kat’i bir ibret vardır.” Geçmişten ibret almayanlar, gelecek nesillere ibret olmaya mahkum olurlar.   

Çevrimdışı efsanef

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 283
Ynt: Allah Yolunda Hizmet Edenler
« Yanıtla #7 : 13 Ağustos 2011, 04:44:17 »
Muhterem Müslümanlar!
   Bu haftaki hutbemiz, Allah’ın dinine hizmette gösterilmesi icabeden gayret hakkında olacaktır.
   Mahlukatın en şereflisi olan insana verilen vazife “Her nimetin, külfeti; nimetin büyüklüğüne göredir”, kaidesince bütün vazifelerin en yücesidir. Hakka ibadet, halka hizmet şeklinde hulasa edilen bu vazife, peygamberler mesleğidir.
Cenab-ı Hak bir ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadırlar: Müminlerden özür sahibi olmaksızın oturanlar ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler  müsavi olmazlar.
Peygamber Efendimiz (SAV) ise Ebu Rafi’ hazretlerine şu nasihatte bulunmuşlardır: “Ya Eba Rari’! Senin gayretinle Cenab-ı Hakk’ın bir kimseyi hidayete erdirmesi, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.”
Azim,  İman ve İslamiyete hizmette, Allah’a ibadet ve taatte sabit ve berkarar olmaktır. Gayretsiz rahmet olmaz.   Cafer-i Sadık hazretleri: “Kim, son derece gayret sarfeden, Hakkın rızasına ulaşır, diye iddiada bulunursa, o haddi tecavüz etmiş olur. Kim de, gayret sarf etmeden ona vasıl olunur, iddiasında bulunursa, o da kuru temennide bulunmuş olur.   buyururlar.
Allah yolunda yapılacak hizmetlerde gösterilecek gayretin en güzel misâli,  peygamberler ve onların vârislerinin hayatlarıdır.
Yıllarca dînî teblîğ ettiği halde, sadece bir ümmete sahip olabilen peygamberler olmuştur. Bütün sıkıntılara rağmen tebliğ vazifesindeki gayretleri asla eksilmemiştir. Cenab-ı Hak, Peygamber Efendimizin gösterdiği sonsuz gayrete, ayet-i kerimesinde şöyle işaret buyururlar:“Ey habibim! Nerdeyse sen, bu söze (Kur’an’a) inanmayanların ardından üzülerek kendini helak edeceksin.”
Kendisini dinimizin en iyi, en doğru ve en süratli bir şekilde öğretilmesi ve yaşatılması davasına vermiş, bu hususta her türlü gayreti bezletmiş olan Hz Üstazımız: “Biz değil yorgunluk, rahatsızlık; mezara gidiyor dahi olsak; okumak, okutmak ve hizmet denilince koşarız”, buyurmuşlardır.
Muhterem Müslümanlar!
   Ömür en kıymetli sermayedir. İnsanın saâdet ve  hüsranı onunladır. Zayi edilmiş bir ömür olur ki son nefeste kendisine ebedî cenneti kazandıracak salih bir iş yapmaya muvaffak olmakla, geçen bütün zayiat telafi edilebilir. “Kıyamet koparken birinizin elinde bir hurma dalı bulunursa, bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, mutlaka onu diksin, bırakmasın.” , hadis-i şerifi bunun şahididir.

   Allah’ın dinine hizmet büyük bir nimettir. “Bu istemekle elde edilecek bir devlet değildir. Lakin zaman içinde belli kimselere min ındillah tevdi olunur”
Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadırlar: “Dünyanın ömrü olduğu müddetçe, Allah’ın kıyamet emri gelinceye kadar, ümmetimden hak üzere, galip ve daima dine destek olan bir cemaat asla zail olmayacak. Bunlar dine sahip çıkacaklardır. Kendilerine muhalefet edenler onlara hiçbir zaman zarar veremeyecektir.”  İşte bütün gayretimiz bu taifeden olmaya çalışmaktır.
   


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kuran-ı Kerim'e Hizmet Etmenin Mükâfatını Tahmin Edebilirmisiniz?
« Yanıtla #8 : 11 Aralık 2012, 02:11:22 »
Kur'ân-ı Kerim'e Hizmet Etmenin Mükâfatını Tahmin Edebilirmisiniz?

Bir gün Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) sohbet ederlerken, azabı ve cehennemin şiddetini anlatırlarken bir grup, bir zümre insandan bahsediyorlar ve buyuruyorlar ki:

Ahirette bir zümre insan olacak, onlar sırattan süratle, şimşek gibi geçecekler ve cennetin kapısında bekleyecekler. Cenab-ı Hakk onlara hitap ederek: ‘Girin cennetime’ buyuracak.

Ama onlar:
‘Hayır, biz girmeyiz’ diyecekler.

Bunun üzerine sıratı zar zor geçen, ömürleri boyunca cennete girebilmeyi arzulayan insanlar hayret edecek ‘Bunlar kim?’ diye merak edecekler.

Cenab-ı Hakk nedenini bildiği halde insanlara ders olması için onlara sual edecek;
‘Herkes sırattan zar zor geçip cennete girmek için bu kadar istekli iken, sizler sıratı şimşek gibi geçtiğiniz halde niçin cennete girmiyorsunuz.’

Onlar da diyecekler ki;
‘Ya Rabbi! Biz dünyada iken bütün zamanımızı Kur’an-ı Kerim’i okumak ve okutmakla geçirdik, annemizden, babamızdan, ailemizden ayrı kaldık. Bizim annemiz, babamız, kardeşlerimiz, akrabalarımız cehennemde iken biz nasıl cennete girelim?’


İşte onlar Kur’ân-ı Kerim talebesidir. Onlar gurbete giden; anasından, babasından uzaklara giden, Kur’ân-ı Kerim’i öğrendikten sonra onu öğretmek için dünyanın her tarafına giden mü'minlerdir.

“Sonra Cenab-ı Hakk;
‘O halde tutun yakınlarınızın, akrabalarınızın ellerinden, her birinize ailenizden 70 kişiye şefaat etme salahiyeti veriyorum’ buyuracak.

O sırada Sahabe-i Kiram’dan bir zat, bir bedevi arka saftan kalabalığı yara yara;
‘Yâ Rasülüllah, Yâ Rasülüllah!’ diyerek Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.)’in yanına geliyor ve diyor ki:
‘Ya Rasülüllah! Peki, ben ne olacağım? Benim hiç kimsem yok, bana kim şefaat edecek?’

Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) de buyuruyorlar ki:
‘Onlara yardım edersen, hizmet edersen sen de kurtulacaksın, cennete gireceksin.’

O zat ardından diyor ki:
‘Peki, Ya Rasülüllah! Benim elimden kim tutacak?’

Bunun üzerine Rasülüllah Efendimiz (s.a.v.) o zatın elini sımsıkı tutarak:
‘Senin elinden ben tutacağım, cennete beraber gireceğiz’ buyuruyor.”

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Allah Yolunda Hizmet Etmek
« Yanıtla #9 : 17 Mayıs 2015, 03:44:04 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym

(قِيلَ يَا رَسُولَ اللهِ أَيُّ النَّاسِ أَفْضَلُ فَقَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُؤْمِنٌ يُجَاهِدُ فِي سَبِيلِ اللهِ بِنَفْسِهِ وَمَالِهِ. (خ

“Yâ Resûlallâh, insanların en faziletlisi kimdir?” diye soruldu.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Canıyla, malıyla Allah yolunda cihad eden mümindir.” buyurdular.
(Hadîs-i Şerîf, Sahîh-i Buhârî)




Allah Yolunda Hizmet Etmek

Mevla-ı Zül Celâl Vel Kemâl ve Tekaddes Hazretleri bir Ayet-i Kerimede buyuruyorlar ki:
“Ey iman şerefiyle müşerref olan müminler! Size bir ticaret yolu göstereyim ki, sizi, acıklı bir azabdan kurtarır; O da Allah ve Resulüne iman eder, mallarınız ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Bu sizin için çok hayırlıdır, eğer bilirseniz.”

Demek ki, ebedi ve acı azabdan kurtuluş, Allah ve Resulüne iman edip, yine Onun yolunda cihat ve hizmet edip, gayret göstermeğe bağlıdır.

Peki o zaman ne demektir cihad? Allah yolunda, Resulü uğrunda hizmetin manası nedir?

Cihad: Ümmet-i Muhammedin irşad ve hidayetine vesile olmak, dinin yüceltilip yayılması için, sırf Allah rızasını gözeterek koşturmak ve gayret göstermektir.

Gaye: Rıza-ı ilahidir.

Maksad: Dinin i’la ve inkişafıdır.

Allah yolunda hizmetin büyüklüğünü ve hizmet edenlere vaad edilen mükafat ve şerefin yüceliğini iyi bilen Allah dostları, dinin ihyası için dua edenlerin, ilim öğrenen talebelerin ayaklarının altlarını öpmüşlerdir.
Bu hizmetleri en iyi bilen ve anlayan bir zat-ı şerif Ebu’l-Fâruk Hazretleri de hizmet babında, makam, mevki, şan, şöhret gözetmemeyi tavsiye ederek “Hizmet muvaffak olsun da, velev ki bizim yerimiz caminin pabuçluğu olsun”  buyurmuşlardır.

İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sani Hazretleri bir gün bir yerden geçerken, bir ihtiyarın ayaklarını suyun içine uzatarak: “Ya Rab Ümmeti Muhammede irşat ve hidayetler ihsan eyle” diye dua ederken görür. Hemen suya iner, ihtiyarın ayaklarını öpmek ister. İhtiyar zat “Aman efendim, ne yapıyorsunuz” deyince de “Siz, bizim hizmetlerimize duanızla yardımcı oluyorsunuz, bu ayaklar öpülmeye layıktır” buyurur.

Cihat ve hizmet, sadece harp meydanında şehit oluncaya kadar çarpışmaktan ibaret değildir.
Fahr-i Kainat Efendimiz, Mescid-i Nebevi inşa edilirken mübarek omuzlarında bizzat kerpiç taşımışlar, hatta Ashab bir kerpiç omuzuna alırken, kendileri iki tane alıp, taşımışlardı. Sebebi sual edildiği zaman “Haza minni ve haza min ümmeti (biri benim için diğeri de ümmetim içindir.)” buyurmuşlardı.

Necip ecdadımız da, din-i celil-i İslam’a hizmet, vatanı müdafaa uğrunda gün olmuş at üstünde savaşmış, zaman olmuş aynı gaye ile cami inşaatında kum, çakıl taşımıştır.
Nitekim Sultan Birinci Ahmet Han, ismiyle müsemma Sultanahmet Camiinin temelini atmış, ama ikmaline, faaliyete açılma zamanına ömrü yetmemişti. Koca Sultan, Cumartesi günleri kaftanını değiştirir, cami inşaatına eski elbisesiyle kum ve çakıl çekerdi. Zaman zaman da taş dolu kaftanını hafifçe kaldırır:“Ya Rab, şu hizmeti de Ahmet kulundan kabul eyle” diyerek hizmetini Mevla’ya arz ederdi.
Sultan Ahmet Han ölüm döşeğindedir. Son anlarını yaşamaktadır. Bir ara iyileşir gibi olan padişah yatağından doğrulmuş ve yürümeye başlamıştır. Etrafında toplananlar hayret ve heyecanla “Sultanım, Sultanım nereye gidiyorsun böyle” derler. Başını çevirip, manalı manalı bakan cennetmekan Sultan “Camiye kum çekmeye gidiyorum” der ve üç adım atmamıştır ki oracıkta yığılır kalır, ruhunu teslim eder.

İşte ahfadı olduğumuz dedelerimiz, hayatlarını din ve millete hizmette fani kılmışlar, ölüm döşeğinde bile hizmeti düşünmüşlerdir. Zira onlar, Allah Resulünün ve Onun güzide ashabının yolunun yolcuları, takipçileri idiler. Bu heyecanı, cezbe ve aşkı Onlardan alıyorlardı.

Asr-ı saadetten gönülleri coşturan, hizmet aşk ve şevkimizi artıran bir hatıra naklederek, sözlerime nihayet vermek istiyorum.

Uhud harbinde İslam için kılıç sallayan Hazreti Mus’ab’ı melekler bile gıpta ile seyrederler. Hazreti Mus’ab bir ara aldığı bir kılıç darbesiyle yüzüstü yere düşer. Hemen bir melek onun suretine girer ve onun vazifesini devam ettirir. Akşam üzeri Resülüllah Ona “Ya Mus’ab!” diye seslenince, melek “Ben Mus’ab değilim ya Resülüllah, O şehit olmuştur” deyince vaziyet anlaşılır. Biraz sonra Resülüllah, bir gurup sahabe ile Hazreti Mus’ab’ın naaşı yanındadır. Her iki kolu omuzundan kopmuş, boynuna gelen kılıç darbesiyle de baş gövdesinden nerede ise ayrılacak hale gelmişti. Ve sanki Hazreti Mus’ab, yüzünü bir yerden saklar gibi boynu önüne eğilmişti.
Fahr-i Kainat, Mus’ab’ın boynunu niçin sakladığını gözyaşları içinde Ashabına şöyle anlattı:
- “Ey Ashabım, biliyor musunuz Mus’ab niçin yüzünü saklıyor?”
- “Allah ve Resulü bilir” dediler.
Allah Resulü:
“Onun kolu koptu, Rabbımın huzuruna gidiyorum, halbuki şu anda Resülüllah’ı korumam lazım, bu esnada biri Resülüllah’a saldırırda ben Onun yardımına koşamazsam, Rabbımın huzuruna hangi yüzle varırım diye düşündü de, yüzünü Allah’tan hayasından saklamaya çalışıyor” buyurdular.

İşte Ashab-ı Kiram, işte ecdadımız, işte biz.

O mübarek insanların hayatları,  din ve millet uğrunda hizmetle geçmesine rağmen, bu alemden giderlerken dahi “Ya Rabbi, senin dinine, kitabına hakkıyla hizmet edemedik” diyerek eziklik duyarak ve acziyet içerisinde gitmişler ve ruhlarını teslim etmişlerdir.

Mevzuu bir Hadis-i Şerif meali arz ederek noktalayalım: Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki;


“Kim ki Allah yolunda, bir kelimeyle de olsa cihat etmeden, hizmet etmeden ölürse, münafıklıktan bir şube üzerine ölür.”


Hazırlayan: Merhum Kürşad ŞEN (Ruhuna Fatiha)

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kimler Allah Yolunda?
« Yanıtla #10 : 25 Aralık 2015, 11:30:04 »
Bir Cuma günü idi. Eshab-ı Kiram Resûlüllah'ın Mescidinde oturmuş konuşuyorlardı.

İbni Abbas (R.A.) bir ara:
— Allah'a imandan sonra en efdal amel hacılara su dağıtmaktır, dedi.

Bunu duyan Şeybe radıyAllahü anh ise, imandan sonra en hayırlı amelin Mescid-i Haram'ı tamir etmek olduğunu söyledi. İki kişinin aralarında hayırlı amelin hangisi olduğu mevzuunda tartıştıklarını gören Hazreti Ali ise:
— En hayırlı amel ikinizin de söylediği değil, imandan sonra en faziletli iş Allah yolunda cihattır, buyurdu.

Üç kişinin aralarında bu mevzuda birbirlerini tutmayan sözler söylediklerini duyan Hazreti Ömer ise:
— Resûlüllah'ın minberi yanında böyle yüksek sesle konuşmayınız! Namazdan sonra bu saydıklarınızın hangisinin efdal olduğunu Resülüllah'a soracağım dedi. Böylece üç sahabi arasındaki münazara da o an için sona erdi.

Namazdan sonra Peygamber Efendimize hangi amelin daha efdal olduğu sorulduğunda şu ayet-i celile nazil oldu:

— İman edip, Allah için cihat edenlerin hizmetini, Hacilara su dağıtmak, Mescid-i Haram-ı ta'mir etmekle bir mi tutuyorsunuz? Bunlar müsavi olamazlar. Allah için cihat etmeyen zalim kavme Allah hidayet etmez. (Tevbe Suresi, ayet: 19)

Kaynak: Büyük Dini Hikayeler


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
"Allah Yolunda Cihad Edene Allah Yardım Eder"
« Yanıtla #11 : 25 Aralık 2015, 11:32:13 »
(قَالَ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَا أَحَدٌ يَدْخُلُ الْجَنَّةَ يُحِبُّ أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا وَلَهُ مَا عَلَى الْأَرْضِ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا الشَّهِيدُ يَتَمَنَّى أَنْ يَرْجِعَ إِلَى الدُّنْيَا فَيُقْتَلَ عَشْرَ مَرَّاتٍ لِمَا يَرَى مِنَ الْكَرَامَةِ. (ق

“Cennete giren hiçbir kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin olsa bile dünyaya geri dönmeyi arzu etmez.
Sadece şehit, gördüğü ikram sebebiyle tekrar dünyaya dönmeyi ve on defa şehit olmayı ister.”

(Hadîs-i Şerîf, Müttefekun aleyh)



"Allah Yolunda Cihad Edene Allah Yardım Eder"

Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

“Muhakkak Allâhü Teâlâ, evinden sırf Allâh yolunda cihâd için veya Allâh’ın birliğini tasdîk ederek onun cihâd (Allâh’ın dînini yaymak) emrini yerine getirmek için çıkan mücâhidi, ya cennetine koyar veya kazandığı büyük sevâp ve ganimetle evine döndürür.”

“Üç kişiye Allâhü Teâlâ muhakkak yardım eder: Allâh yolunda cihâd eden, iffetli yaşamak için evlenmek isteyen, ödemek niyetiyle borçlanan.”

Hazret-i Ebûbekir (r.a.), Hâlid bin Velid hazretlerine şöyle yazmıştı:

İyi bil, Allâhü Teâlâ tarafından seni devamlı gözetleyen ve takip eden gözcüler vardır. Sen düşmanla karşılaştığında ölümü arzulayarak harbedersen sana selâmet ve hayat verilir. Şehîdleri yıkayıp kanlarını giderme. Muhakkak şehidin kanı onun için kıyâmet gününde nur olur.

Hazret-i Ömer (r.a.) buyurdular:
“Allâh yolunda cihâdı ve ölümü aradıkça hayatta kalırsınız”

Hazret-i Ali kerremellâhü vecheh buyurdu:
“Biz Resûlullâh Efendimizle birlikte iken babalarımız, evladlarımız, öz kardeşlerimiz, amcalarımız ile harb ettik. Bu, bizim ancak îmânımızı ve teslîmiyyetimizi artırırdı. Kapalı, geçilmesi güç yolları aştık, canımızı yakan acılara, sıkıntılara sabrettik. Biri bizden diğeri de düşmanlarımızdan iki adam karşılaşınca birbirleriyle en şiddetli şekilde mücâdele ederler, her biri diğerine ecel şerbetini içirmek için fırsat gözetir, çeşitli hileler yapardı. Bazen biz düşmanlarımıza galip gelirdik, bazen de onlar bize zarar verirdi. Allâhü Teâlâ bizim dinimizdeki sadâkatimizi ve ihlâsımızı gördü de düşmanlarımıza korku ve mağlubiyeti indirdi, bize de yardımını ve galibiyeti ihsân etti. Böylece İslâm dini kuvvetlendi, kalblere yerleşti ve her tarafa yayıldı.