Gönderen Konu: ankara'lı gül baba.  (Okunma sayısı 15218 defa)

0 Üye ve 5 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı hacıbaba

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 21
  • Allah'ı anmaktan başka bir kazanç istemem.
ankara'lı gül baba.
« : 25 Ocak 2010, 16:31:40 »

Kúnos’un Ankara’lı Gül / Kel Baba’sı 

     Bugün Ankara’nın Altındağ İlçesinde Hacı Bayram Camii’nin biraz aşağısında, Ahi Yakup camii’nin yanında, yol ortasında türbesi bulunan Gül Baba ile ilgili ilk bilgiyi ünlü Türkbilimci Dr. Ignác Kúnos vermektedir. Kúnos 1885 yılında Ankara’ya gelince zamanın Ankara valisi Abidin Paşa’nın konuğu oldu. Ankara’da kalışı sırasında “Ankaralı Kel Baba” efsanesi dikkatini çekti. Kúnos’a göre bu efsane Macaristan’a kadar yayılmıştı ve Buda’da bulunan Gül Baba’yla aynı kişi olması kuvvetle mümkündü. Ignác Kúnos bir delile de dayanmaksızın, Gül Baba adının “Kel Baba” okunması gerektiğini iddia etmiştir.
Bazı Macar ansiklopedileri de, bu kanaati paylaşmaktadırlar: Pallas, Nagy Lexikona , göre ; Gül Baba; “Budapeşte’de Gül Tepesindeki (Rózsadomb) bir Türk Türbesinin adıdır. Bu türbeye şu efsane atfedilmiştir : Gül Baba adında bir Müslüman burada kahramanca şehit olmuş ve defnedilmiştir. Bundan ötürü buraya Gül Baba adı verilmiştir.

Türk rivayetleri ise bu efsaneyi daha başka bir şekilde ifade etmektedir. Türkler de böyle bir azizi kabul ediyorlar. Bu zat Padişah ile beraber gelmiş, Budin’de vefat etmiştir. Fakat bu kahramanın adı Gül değil Kelbaba’dır. Kel denişine sebep, başında saçı olmayışındandır. Sonra bu zatın adındaki ( kel ) kelimesi ( gül )e dönmüştür.”
Ancak, ne yazık ki bütün aramalarıma karşılık Kunoş’un bahsettiği efsaneyi hiç bir yerde bulamadığımı üzüntüyle belirtmek isterim. Buna karşılık Gül Baba ile ilgili olarak yazmış olduğu masallar aşağıda sıralanmıştır:
Masal Söyleyen Gül Baba: Kedi’nin Köşkü, Mesemondó Gül Baba. Kandur kastély. Pesti Hirlap Vasárnapja Dergisi, 2.12.1928
Masal Söyleyen Gül Baba: Ali’nin Kuyusu, Mesemondó Gül Baba. Ali Kutja. Pesti Hirlap Dergisi, 21.10.1928, s. 30-33
Masal Söyleyen Gül Baba: Sabrın Mücevheri ( Mesemondó Gül Baba.Türelemnek drága Köve, Pesti Hirlap Vasarnapja Dergisi 21.4.1929
Masal Söyleyen Gül Baba: Karpuzcuk, Mesemondó Gül Baba,Dinnyécske, PHV Dergisi, 18.8.1929
Buda’daki İlk Gül Baba Efsanesi: Derviş-Baba’nın Gül Ağaçları Dervis-baba rózsafai. Az elso Budai Gül Baba-legenda: Emlékönyv Heller Bernát 70. születésnapjára. Budapest, 1941
Ulus semtinde bulunan Hacı Bayram Camii önünden Bend Deresine doğru yokuş aşağı bir yol gider. Bu yol sağlı sollu tarihî Ankara evleri ve Ahî büyüklerinin mezarları ve ibadethaneleri arasından uzanır. Yolun sağında ki set üzerinden güzel bir Ankara manzarası seyredilir. Yolun solunda ise Ahî Yakup Camii bulunmaktadır. Bu camiinin merdiven altı sonradan kapatılarak içine üç dört kişi alacak kadar bir büro haline getirilmiştir. Bu yer halen “Gül Baba Derneği”nin merkezidir. Bir çok defa dernek üyeleri ile görüşmek üzere gitmeme rağmen kapısını hep kapalı buldum. Camii imamına dernek üyelerini tanıyıp tanımadığını sordum. “Akşam namazından sonra gelirler” diye cevap verdi. Ahî Yakup Camii duvarının biraz ilerisinde yol üstünde Gül Baba’nın mezarı bulunmaktadır. Mezarın dört bir tarafı demir parmaklıkla çevrilmiştir. Bu demir parmaklıklar mezarın üstünde bir kubbe halindedir. Demir parmaklıkların iç kısmı bir iki santim kalınlığında bir saç ile kaplanmıştır. Yüksekliği ise normal bir insan boyundan bir iki santim yüksektir. Erkek bir ziyaretci ancak ayak parmaklarının üstünde kalkarak içeriye bir bakış atabilir. Demir parmaklık, saç ve mezar taşı son zamanlarda moda olan ve pek tutulan, bütün türbe, çeşme ve mezartaşlarında uygulanan kötü bir yeşil boya ile boyanmıştır.
Ayak parmaklarımın üzerinde biraz yükselerek içeri bir nazar attığımda mezarın üstünde bir tek gül fidanı gördüm. Mevsim kış olduğu için gül fidanı kurumuş intibasını veren bir kış uykusundaydı. Mezar taşına hemen yaslanmış duran bir çalı süpürgesi ve çöplerin konduğu bir sokak faraşı vardı. Mahalle çöpcüsünün çalışma aletleri olduğu belliydi.
Bu mezarda yatan Gül Baba hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Altındağ Belediyesi’nin çıkardığı Ankara ile ilgili “Altındağ’ın Manevî Coğrafyası” isimli bir kitapta sadece:
“Ahî Yakup camiinin önünde yol yapımı sırasında ortaya çıkan mezar hakkında arşiv bilgisi bulunamadı; ancak, bu caminin yanında hazire mevcuttur. Gül Baba olarak anılan bu gönül dostunun ahilerden olması muhtemeldir.” diye bilgi verilmektedir.
Ankaralı Gül Baba hakkında bütün Ankaralılarca bilinen tek hikâyeye Remzi Uydum “Ankara Evliyaları” isimli kitabında yer vermiştir:
“Gül Baba’nın varlığı 24 yıl evveline kadar bilinmiyordu. 1961 yılında yol açma çalışmalarının sürdürüldüğü bir sırada, yol açma aracı greyder bıcaklarının belli bir noktada kalması, bütün zorlamalara rağmen bir santim dahi ilerlememesi karşısında hayrete düşen yetkililer durumu üst makamlara intikal ettirirler. Zamanın Ankara Valisi ve Belediye Başkanı Tuğgeneral İrfan Baştuğ bizzat yol çalışmalarının yapılamayan bölümüne gelir. Greyder operatörü ve diğer teknik elemanların kanaatlerince “burada bir ulu kişi var yoksa bu makina gücü durmaması lazımdır” sözlerine sinirlenen İrfan Baştuğ greyderi kullanan operatörün yanına çıkarak hareket emrini verir. Verir vermesine de yine o dev gibi alet bir santim dahi ilerliyemediği gibi o kalın bıcakları iki büklüm olur. Bu durum karşısında çalışmaya bir kaç gün ara verilir. Daha sonra o kısım ortada bırakılarak iki yakası yol olarak açılır. Greyder bıcağının dahi ilerleyemediği o kısım işçiler tarafından açıldığında insan kemikleri ile karşılaşılır ve Gül Baba lahyası da mezarın içinde bulunur . Gül Baba lahyasından esinlenerek düzenlemeyle birlikte etrafı cevrilir ve açık türbe haline getirilir. İşte o gün bugündür Gül Baba Hacı Bayram – ı Velî civarına işi düşenlerin, ziyaret için gelenlerin ziyaretgâhı haline gelir. Gül Baba’nın bulunduğu yeri yol olarak açma emrini veren İrfan Baştuğ’un İstanbul’dan Ankara’ya dönerken trafik kazasında ölmesi Gül Baba’ya karşı tutumundan kaynaklandığını ileri sürenler de olmuştur.
Hemen Hacı Bayram –ı Velî Hazretlerinin camisi arkasında ki Ahî Yakup Camiine yakın Gül Baba hakkında bütün araştırmalara rağmen sıhhatli bilgi toplayamadık. Ancak, son ziyaretimde Gül Baba’nın mezarı başında 80 yaşlarında ak sakallı, nur yüzlü yaşlı bir kimseyle karşılaşınca Gül Baba hakkında bilgi sahibi olup olmadığını sordum. Yaşlı dede de pek bir şey bilmediğini, ancak, “söylentiye göre yaşlı bir kimsenin civarda yaşadığını, yüzünün hiç gülmediğini” bilirmiş. Zamanın küçük Ankara’sı Türklerin eline geçtiğinde, yaşlı dedeye müjdeciler gelmiş ve Baba olarak anılan, çağrılan, saygı duyulan o yaşlı zata “Gül ! Baba Ankara Türklerin eline geçti” demişler. Bunun üzerine güldüğü görülmeyen yaşlı adam gülümsediğinden adı Gül Baba olarak kalmış. Bundan başka bir şey öğrenemedik.”

Gül Baba’nın Bektaşi olması nedeniyle Bektaşî Tarikatı Gaziler Dergahı postnişini Teoman İlhami Güre Halifebaba’dan bilgi alabilmek düşüncesiyle kendisiyle 6 Kasım 2001 günü konuşma fırsatım oldu. Halifebaba Güre farklı bir şey söylememekle beraber tarih ve kişileri değiştirerek aynı hikâyeyi anlatmıştır:
“Ankara Belediye Başkanı rahmetli Vedat Dolakay Hacı Bayram Camii Şerifi ve Türbesi etrafında çevre düzenlemesi yaptırırken hiçbir tarihî değeri olmayan, bir çok eski ve bakımsız gecekondu misali evleri yıktırdı. Mevcut yolu da genişletmek için yolun ortasında bulunan Gül Baba türbesi adı ile maruf kişinin kemikleri ve mezarının da başka bir yere nakledilmesi gerekiyordu. Gül Baba’nın Horasan erenlerinden olduğu biliniyor.
Ben o sıralar Bektaşi Tarikatında değildim. Bir tesadüf eseri oradan geçiyordum. Bütün olaya şahit oldum. Yıkım çalışmaları bir grayder vasıtası ile yapılacaktı. İşçiler kutsal bir kişinin makamını korktuklarından yıkmak istemediler. Rahmetli Dolakay Grayder sürücü yerine çıktı oturdu. Kepçeyi kaldırdı ve türbeye doğru yönelti. Kepçeyi türbeye indirdi. Ancak, bir keramet gerçekleşti kepçe kırıldı. Zar zor mezar açıldı. Hepimiz şaşkın gözlerle bakakaldık. Mezarda kızıl sakallı , kızıl bıyıklı, kızıl saçlı bir erkek yatıyordu. Sanki hiç ölmemiş gibi idi. Ceset çürümemişti. Derhal Hacı Bayram camiinden hocalar çağrıldı ve mezar dualarla hemen kapatıldı. Ve olduğu yerde etrafı emniyete alınarak onarıldı.”
Ne büyük tecellidir ki Belediye Başkanı Vedat Dolakay da bir trafik kazasında rahmete kavuşmuştur. Yol ortasında bulunan Gül Baba kabri ile en güzel sözü Sayın Sabahat Akşıray söylemiştir.
Gül Baba
16 kasım 1972
Yol üstünde yatanın yaşantısı nedir denileni vereyim
ne var ki
sadece masaldır bu gün içindir
varlık onun kendisidir yaşantısı değil
gülde buldu bülbülü dinlemeden
goncayı sevdi rengini bilmeden
dikenini belledi her yaprağını telledi
cümle aleme gülden salladı
her dileyene dikenini aldı gülünü verdi
belki dikeni şikayete sebep olur diye kendine maletti
gül bahçesinde mi idi derseniz gönül bahçesinde idi
her gördüğü bahçeden gül isterdi
kucak dolusu gül ile gezerdi her dileyene sunardı
ne var ki
kucağını bir gün bir an boş gören olmadı
Gül Baba diyene güldü gülüşünde güller açtı
sözün özetini seçti
gülü maddede aramayın gülden maksat gülümsemek
dilinden gülün sözünü etmek
dikenini kendine maletti demekten maksat
acı sözü dilden çıkarmamak
ululardan dilemek vasıta kılmaktır
mektubunu postaya vermektir
var huzuruna kendin gönülden dile
verme elden ele
hatalı mı derseniz dedim ya niyete göredir
siz uluya havale ederken de Allahım sizinledir
ne var ki
aymayı bilmeyen kulları o yolda aydırır Allahım
uluya giden kul aslında gönlünü Allahıma bağlar
niyazı oldukta ulunun verdiğini zanneder Allahım verir
ne var ki
uluyu da kuluna sevdirir
onu her an kuluna hatırlatır.
Ankara’nın Çubuk ilçesinde de bir Gül Baba mekanı bulunmaktadır. Bu mekan
hakkında ilk ve önemli bilgiyi Seyyah Kandemir, vermektedir:
“Eski bir mezarlık içinde yerlilerce “tekke” denilen ve Selçuk kümbetlerini andıran bir türbe var. Dışarıdan görünüşü ve kubbe tarzı, kubbe ile asıl oda arasında bir tavan bulunması, gibi hususiyetler onun bir Selçuk eseri olduğunu gösteriyor. Fakat ne bir kitabeye, ne de başka bir ize rastlayabildim. Bunun yanında üstü gül ağaçlarıyla örtülü ve dallarında bin bir bez parçası bağlı “ Gül Baba “ türbesi var. Mezarın etrafı eski kalelerde görülen kalın tuğla ve taşlardan mürekkep döndurma parçalarla çevrili. Burada yatan adam rivayete göre, İmam Muhammet Bakır’ın dördüncü hafididir. Bunun bir çok müritleri varmış. Birisi Sele köyünde yatan Kalender Sultan, diğeri Cücük köyünde yatan Kuzukıran Baba imiş. İneği doğuramayanlar, yolcusu gelmeyenler, müradına eremeyenler Gül Baba’ya horoz keserlermiş.”
Bu bilgiden yola çıkan Dr. Hikmet Tanyu Gül Baba ve türbesi hakkında daha ayrıntılı bilgi vermektedir. “Ankara’ya 42 kilometre mesafede bulunan Çubuk ilçe ve köylerinde Gül Baba, Kalender Baba türbeleri başta geliyor. Çubuk’a 1931 yılında seyahat ederek gördüklerini yazan Kandemir’in Çubuk içerisinde Tekke ve Gül Baba türbeleri hakkında şu bilgiyi verdiğini görüyoruz: “ Eski mezarlık içinde üstü gül ağaçları ile örtülü ve dallarında binbir bez parçası bağlı “Gül Baba” türbesi var. Mezarın etrafı eski kalelerde görülen kalın tuğla ve taşlardan mürekkep doldurma parçalarla çevrili. Burada yatan adam rivayete göre, İmam Muhammet Bakır’ın dördüncü hafididir. Bunun bir çok müritleri varmış. Birisi Sele köyünde yatan Kalender Sultan, diğeri Cücük köyünde yatan Kuzukıran Baba imiş. İneği doğurmayanlar, yolcusu gelmeyenler, muradına ermeyenler Gül Baba’ya horoz keserlermiş.

Çubuk’ta o yıllarda zayıflamış bir inanç olarak, yeni gelin erkek evine götürülürken, bazan Gül Baba’nın etrafını tavaf ettikten sonra, günbatışı tarafından yeni evine girdiğini Kandemir Ankara Vilâyeti isimli eserinde belirtiliyor. Dr.Hikmet Tanyu “ Çubuk’ta Gül Baba türbesini epeyce araştırdıktan sonra, bir avukat arkadaşımın ilgili şahısları toplamasından, uzun bir soruşturmadan sonra burasınıbulmak mümkün olabildi. Türbe üzerine ve etrafına evler yapılmış. 1939 yılından önce bu türbe ve mezarların üzerini güller sarıyormuş. Türbenin nasıl, ne zaman, kimin tarafından yıktırıldığını, Gül Baba’nın ne olduğunu muhtelif şahıslarla yaptığı konuşmalarla bulmaya çalışmıştır. Sonunda türbeyi yıkanı bulmak mümkün olabilmiştir. 1939 yılında yıktırılmış. Ameleler korkup kaçmışlar. Bir kısmı bunu günah saydığından işi bırakmış. Burasını Kaymakamlığın emri ile (ona emri veren Ankara Valisi imiş) yııkan ve “ziraatçi” lâkabiyle tanınan şahış durumu şöyle anlattı: “ işçiler bu işten kaçtılar. Benim gündeliğime kaymakam 10.-TL teklif etti. Bu para o zaman çok büyüktü. Kabahat bana âit değil ya, emir emirdir, bana değil, ne olacaksa emri verene olsun” diyerek, yola yakın ve ziyarete elverişli şartları bulunan bu yatır ve mezarları kaldırmaya koyulmuş. Gül ağaçları yolunuyor.
Bu türbe ile birlikte diğer mezarlar da kaldırılıyor. Buradaki mezar taşlarından bir kaçı hemen buranın bitişiğindeki Tekke denilen yerin avlusuna atılıyor. Tekkenin de 1.50-2.00 metre kadar yan toprakları açılıyor. Gül Baba türbesini yıkan şahıs : “ Evliyalar cürümez, öylece durur, derler. Eh ne yapalım, bizde başka bir mezara naklederiz diye düşündüm. Fakat yalnız kemikler kalmış” dedi. “ Onları bir cuvala koyarak mezarlığa taşıyıp gömdüm “. Bu konulan yer mezarlıkta belli değildir. Bir çukura gömüldüğü anlaşılıyor. Bu yatır üzerine ev yaptıran şahısla konuştum. O endişesiz bir ifadeyle “ Temelden tek tük kemik çıktı. Belki buradaki mezardan kalanı da olmuştur.” dedi. Tekkenin mahsen kısmı derinde kalıyordu. Tekkenin mahsen kısmına ( çukurda loş, ağır bir kokuyu ihtiva ediyordu) girdim. Burada yeni yakılmış mumlar, bir çok mum lekeleri, sıra sıra yarım kalmış, (sarı renkli) mumlar görülüyordu. Duvarları is karartmıştı. O çevredeki şahıslara ve hemen ilerideki inşaat işleriyle meşğul ustalara bunların ne olduğunu sordum. “ Yerli kadınlar geliyor. Murad diliyor ve mum adıoyorlar. “ dediler. Bu, içerisikaranlık, izbe halinde ve ağır kokulu mahalde, 5 metrelik üstüvane şeklindeki zemine oturarak kadınlar mum yakıyorlarmış. Gül Baba Türbesini yıkan şahısa (ziraatci), bu gözlemimi anlattım : “ Bazan mumları bana veriyorlar ben de işe yarasın diye tekkenin üst odasında yatan amelelerin yattığı yerde yakıyorum. “ dedi.
Yaptığımız inceleme bize şunu gösterdi; Gül Baba ve diğer mezarlardan bu adak ve adak adama mahalli Tekke denilen yere tamamen intikal edivermiş. Aynı zamanda bu halin mistik, karanlık durumu buna âmil olmaktan başka, ürpertici bir tesir de yapmış.” Şunu üzülerek belirtmek isterim ki Gül Baba türbesi’nin, 1976 yılı Mart ayında tamamen yıkıldığını, buna rağmen hâlâ makamında mum yakanlar bulunduğunu öğreniyoruz. Ayrıca burada yatan zatın İmam Mahmut Bakır’ın yakını olduğu da söylennektedir. Dördüncü halefidir diyenler de vardır. Bu zatın bir çok müridlerinin olduğu, birisinin Sele köyünde yatan Kalender Sultan, diğerinin Cücük Köyünde yatan Kuzu Kıran Baba olduğu ve ineği doğurmayanlar, yolcusu gelmeyenler, muradına ermeyenlerin Gül Baba’ya horoz kestikleri bilinen gerçeklerdendir.
Hüseyin Çınar – Osman Gümüşcü, Çubuk Kazası ile ilgili araştırmalarında bu konuda daha geniş bilgi vermektedirler. 16.yüzyıl kayıtlarında Gül Dede, 18.yüzyıl kayıtlarında Gül Baba olarak geçen kimse hakkında elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır. Hakkındaki rivayetler onun İmam Bakır’ın soyundan geldiğini ve yaşadığı dönemin de 13. yüzyıla kadar gittiği yönündedir. Türbesi 1939 yılında tamamen yıktırılmıştır. Gül Dede ve onun çağdaşları hakkında söylentilerin çoğu, herhangi bir tarihî kaynaktan yararlanılarak ortaya atılan görüşler değil, tamamen halk arasındaki rivayetlerden, yarı-menkıbevî hikâyelerden oluşmaktadır. Bu nedenle tarihî şâhsiyet hâlini almış olan bu kimselerin hayatlarını menkıbe ve gerçekten ayırmak oldukça zordur. Gül Dede’de bunlardan birisidir. Acaba Gül Dede Çubuk’a ne zaman geldi? Burada mı doğdu? Yoksa Anadolu’ya gelen Horasan erenleri olarak tanımlanan zümreden mi idi? Bütün bu sorular uzayıp gider. Cevaplarını vermek elbette zor. Çünkü eldeki kaynaklar bu konuları aydınlatmaya yetersiz kalmaktadır. Aşağıda zâviyesi ve ona tahsis edilen vakfı dışında, Gül Baba/Gül Dede’nin kimliğini ortaya koyacak, rivayetlerin dışında, elimizde herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak, varolan bu bilgilere belki bir şeyler söylemek mümkündür.

Gül Dede/Gül Baba’nın Çubuk köyündeki zâviyesiyle ilgili elimizdeki ilk kayıt
1530 yılına aittir. Burada yer alan bilgiye göre, Binârî Bey’in oğlu Ali Bey, zâviyesinin vakıf gelirleri arasında yer alan Çubuk köyündeki yıllık vergi geliri 600 akça olan bahçeyi, Gül Dede zâviyesi’ne tahsis etmiştir. Hayatı hakkında fazla bilgi sahibi olamadığımız Gül Dede’nin zâviyesi’nin varlığı, böylece ortaya çıkmış oluyor. 1571 yılı vakıf tahririnde de, Ali Bey’in Çubuk köyündeki Gül Dede zâviyesi için vakfettiği bahçeye ait kayıt yer almaktadır. Yıllık vergi geliri bu yılda da 600 akçe olan bahçenin mahsülü ve toprağının kullanımı (rakabesi) Gül Dede zâviyesinin tasarrufuna bırakılmıştır. Kendi mülkü olan bahçeyi zâviyeye tahsis eden Ali Beyi ayrıca elde edilen gelirin de “âyende ve revendeye” yani gelip geçen yolculara harcanmasını istemiştir. 1530 yılından daha ayrıntılı bilginin bulunduğu 1571 yılı vakıf kayıtlarında Ali Bey’in vakıf şartlarında da yer verilmiştir. Burada; hayatta iken Gül Dede’nin burada oturması, ölümünden sonra da dervişlerin oturması yer almıştır. 16.yüzyılın muhtemelen ilk çeyreğine ait olan “defter-i atîk”e yapılan bu atıf, Ali Bey ile Gül Dede’nin aynı çağda yaşadığı izlenimini vermektedir. Binârî Bey’in oğlu Ali Bey’in Ankara sancağının 1523 yılı tahririnde; “Binârî ili vilâyetini”nin zeamet mutasarrıfı ve aynı zamanda Ankara sancağının mîralayı (alaybeyi) dir. Çubukbazarı köyü de Binârî veled-i Ali Bey bin Binârî’nin, yani bu bölgeye adını veren Binârî Bey’in torunu Binârî’nin timar toprağıdır. Binârî, 1523 yılında babası Mîralay Ali Bey’in tasarrufundaki topraklarda timar sahibidir. Bu bilgilerden yola çıkarak Gül Dede’nin Çubuk ve çevresinde, genel bir ifadeyle 15.yüzyılın ikinci yarısıyla 16.yüzyılın son çeyreği arasında yaşadığı tahmininde bulunmak mümkündür. Nitekim 1571 yılına ait vakıf kaydında, diğer vakıf kayıtlarında rastlanan, o anda kimin vakfın ve zâviyenin mutasarrıfı olduğuyla ilgili kaydın, Gül Dede zâviyesi ve vakfı için olması; ve “hâliyâ yine mukarrer” ifadesiyle de mevcut durumun devam ettiğinin belirtilmesi, belki de Gül Dede’nin halen hayatta olduğuna işaret etmektedir.

Ali Bey, bahçeyi zâviyeye vakfederken şartları arasında yukarıda da bahsettiğimiz Gül Dede’nin bu zâviyede oturması isteği, iskân siyaseti a.ısından da ilgi çekicidir. Zira zâviyenin ve bahçenin bulunduğu Çubukbazarı köyü Binârî vilayetinin ve Ali Bey’in timar bölgesidir. Böylece vakfedilen bir bahçe ile geliri sağlanan zâviye, bölgenin şenlenmesine katkıda bulunacaktır. Burada, Gül Dede’nin etrafında toplanan dervişler, hem bu çevrenin manevî havasının gelişmesini, hem de küçük bir ziraî ünite haline getirdikleri zâviye ile de bölgenin hareketli bir görünüm kazanmasını sağlayacaklardır. 18. yüzyılda, yukarıda da belirtildiği gibi zâviye Gül Baba adı ile anılmaktadır. Vakıf kayıtlarında Gül Baba Zâviyesi’nde; zâviyedâr (zâviye sahibi), tekyenişin (tekkede postta oturan şeyh) ve türbedâr gibi görevler zikredilmektedir. Bu görevler genelde tek bir kişide toplanmıştır. Rebiülâhir 1122/Haziran 1710’da Gül Baba Zâviyesi’ne Şeyh Mehmed zâviedar olarak tayin edilmiştir. Cemâziyelevvel 1182/Eylül-Ekim 1768 tarihinde zâviyedeki görevler, Hacı Hâfız İbrahim’in vefatıyla büyük oğlu Seyyid Halil’e geçmiştir. 24 Cemâziyelevvel 1249/19 Ekim 1833 tarihinde Gül Baba Zâviyesi’nin zâviyedârı, türbedârı ve tekyenişi olan Seyyid Halil’in oğlu Mehmed Arif, kendi isteğiyle üzerindeki görevleri “erbâb-ı istihkaktan ve ehl-i sünnet ve’l-cemaattan” diye tanımladığı Seyyid hasan oğlu Seyyid Şehabeddin’e devretmiştir. Görev sayılarındaki artışlarda da görüldüğü gibi, Gül Baba’nın 16.yüzyılda sadece zâviyesi var iken, 18-19. yüzyıllarda buna tekke ve türbe görevlerinin de eklendiği görülmektedir. Bu da Gül Baba Zâviyesi’nin 16. yüzyıldan sonra gelişme ve büyüme seyri içerisinde olduğunu ortaya koymaktadır. 1844-1845 yıllarında Gül Baba vakfının zâviyedârlığı Pehlivanoğlu Mehmed’in üzerindedir. Zâviyedâr Mehmed ziraat ile uğraşmakta ve Gül Baba vakfından da bu görevi karşılığında senede 100 kuruş vazife ücreti almaktadır.

1900-1901 yılına ait Ankara vilayet salnâmesinde Çubuk’taki ziyaret mahalleri
arasında, kazanın merkezindeki Gül Baba Türbesi’nin de adı geçmektedir.
Hepsinin ruhu şâd olsun ! Dilerim ki öyle olsun !

Kaynakça:
1- İsmail Tosun Saral, “Gül Baba” (basılmamış eser)
2-Hüseyin Çınar – Osman Gümüşcü, “Osmanlıdan Cumhuriyete Çubuk Kazası” Bilge Yayınevi 2002
3-Kandemir,“ Türkiye Seyahatnamesi, Ankara Vilâyeti “ 1931