Gönderen Konu: Ashâb-ı Kirâm'ın Hayatımızda İz bırakan sözleri, hayatlarından kesitler  (Okunma sayısı 75884 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892

Amin. Rabbim cümlemizden razi olsun :)
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Peygamberimizin azatı kölelerinden: Ebu Rafi
« Yanıtla #46 : 02 Aralık 2010, 08:17:58 »


Peygamberimizin azatı kölelerinden: Ebu Rafi


. İslâmın ilk zamanlarında Müslümandandır. Daima Peygamber Efendimiz'le (Aleyhissalatu Vesselam) beraber oldu. Resulullah'ın himayesinde olup, devamlı sohbetinde bulunan Eshab-ı Soffa arasına katıldı.

Resulullah'tan ayrılmamış, harp ve sulh zamanlarında da, Resul-i Ekrem'in hizmetinde bulunma nimetine kavuşmuştur. Seferlerde Resulullahın çadırını o kurardı.

Ebu Rafi, Uhud ve Hendek savaşlarına katılmış, Hz. Alinin kumandasında Yemene gönderilen seriyyede bulunmuş, bu seriyyede Hz. Aliye yardımcılık vazifesi yapmıştır. Hz. Ebû Bekir zamanında mürtedlerle yapılan savaşlarda bulunup, Hz. Ömer devrinde de fetihlere katılmıştır.

Ebu Rafi, Hz. Osmanın zamanında, kendi hâlinde, sakin bir hayat yaşamış, ilimle meşgul olup, pek çok talebe yetiştirmiştir. 660 yıllarında vefat etmiştir.
 


Ebu Rafi, Resul-i Ekrem'in sünnet-i seniyyesini ve yüksek ahlakını çok iyi bilirdi. Eshab-ı Kiram, ondan bu konuda çok istifade etmişlerdir. Hatta İbni Abbas bir kâtip tutup, onun bu hususta verdiği bilgileri yazdırmıştır. 68 hadis bildirmiştir.

Allahü teâlâ, Âdem Aleyhisselam'a olan ikramdan daha fazlasını, Peygamber Efendimiz'e ihsan etmiştir. Çünkü Hz. Âdeme yalnız isim bilgisi verildi. Peygamber Efendimiz'e isim bilgisi verildikten sonra, bu isimlere ait sahışlar da bildirildi. Ümmetinden ne kadar kişi gelecekse, hepsinin suretleri kendisine sunulmustur. Bu konuda Resulullah Efendimiz buyurdu ki:

- Âdem (Aleyhisselam) su ile çamur arasında iken, ümmetimin suretleri bana sunuldu. Âdeme bütün isimler öğretildigi gibi, bana da bütün isimler ögretildi.


Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Peygamberimiz'in (s.a.v) süt kardeşi: Ebu Süfyan Bin Hâris
« Yanıtla #47 : 12 Aralık 2010, 20:31:57 »


Peygamberimiz'in (s.a.v) süt kardeşi: Ebu Süfyan Bin Hâris


Siması Resulullah'a (SallAllahu Aleyhiv Vesellem) benzeyen yedi kişiden biridir. Ebu Süfyan bin Hâris, Peygamberimiz davete başlamadan önce, Peygamberimiz'i pek çok severdi. Resulullah Efendimiz davete başlayınca, önce çok düşman olmuştu. Peygamberimiz'i ve Müslümanları hicveden şiirler söyledi. Ancak daha sonraları pişman oldu ve oğlu ile birlikte müslüman oldular.


 


Ebu Süfyan bin Hâris, Müslüman olduktan sonra, utancından, başını kaldırıp Peygamberimiz'in yüzüne bakamazdı. Geçmişteki tutum ve davranışlarından dolayı özür diledi.

Ebu Süfyan, Mekke-i mükerremenin fethinde bulunmuştur. Huneyn muharebesinde gösterdiği fevkalade kahramanlığı dolayısıyla, Resulullahın iltifatlarına mazhar oldu.

Miladi 644 senesinde, hacdan dönerken vefat etti. Namazını Hz. Ömer kıldırdı. Medine’deki Bakî kabristanına defnedildi. Hadis-i şerifte, “Ebu Süfyan cennet yiğitlerindendir” buyurularak, Resulullah'ın methine mazhar oldu.

Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Cebrâil aleyhisselâmın, şekline girdiği sahâbî: Dıhye-i Kelbî
« Yanıtla #48 : 12 Aralık 2010, 20:53:45 »


Cebrâil aleyhisselâmın, şekline girdiği sahâbî: Dıhye-i Kelbî


Dıhye-i Kelbî ticâretle meşgul olup, çok zengindi. Kabîlesinin reisiydi. Müslüman olmadan önce de Resûlullah Efendimiz'i (SallAllahu Aleyhi Vesellem) severdi. Ticaret için Medîne’den ayrılır, her dönüşünde Resûlullah'ı ziyâret eder ve hediyeler getirirdi. Fakat Peygamberimiz bunlara kıymet vermez ve;

- Yâ Dıhye, eğer beni memnun etmek istiyorsan îmân et! Cehennem ateşinden kurtul, buyurur, onun îmân etmesini isterdi. Dıhye ise, zamanı olduğunu söylerdi. Peygamberimiz onun hidâyet bulması için duâ ederdi.



Bedir gazâsından sonra bir gün Cebrâil aleyhisselâm, Dıhye’nin îmân edeceğini Resûlullah'a haber vermişti. Îmânla şereflenmek için huzuru saâdetlerine girince, Resûlullah Efendimiz üzerindeki hırkasını Dıhye’nin oturması için yere serdi.

Dıhye-i Kelbî, Resûlullah Efendimiz'e hürmeten Hırka-i saâdeti kaldırıp, yüzüne gözüne sürdükten sonra, başının üzerine koydu. Resûlullah'ın duâları bereketiyle kalbinde îmân nûru doğmuş ve öylece Resûlullah'a gelmişti.

Cebrâil aleyhisselâm çok defa Resûlullah'ın huzuruna, onun sûretinde gelirdi. Resûlullah Efendimiz, Ümeyyeoğullarından üç kimseyi üç kimseye benzetti ve buyurdu ki:

- Dıhye-i Kelbî Cebrâil’e, Urve bin Mes’ûd-es-Sekâfi Îsâ’ya, Abdülüzzi ise Deccâl’a benzer.
 


Yine bir gün Cebrâil aleyhisselâm, Hz. Dıhye sûretinde Mescid-i Nebîye, Resûlullah efendimizin yanına geldi. Bu sırada daha çocuk yaşta olan Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin de mescidde oynuyorlardı. Cebrâil aleyhisselâmı Dıhye zannedip, hemen ona doğru koştular ve ceplerine ellerini sokup, bir şeyler aramaya başladılar. Resûlullah Efendimiz buyurdu ki:

- Ey kardeşim Cebrâil! Sen benim bu torunlarımı edebsiz zannetme! Onlar seni Dıhye sandılar. Dıhye ne zaman gelse hediye getirirdi. Bunlar da hediyelerini alırlardı. Bunları öyle alıştırdı.

Cebrâil aleyhisselâm bunu işitince üzüldü. “Dıhye bunların yanına hediyesiz gelmiyor da, ben nasıl gelirim” dedi. Elini uzatıp Cennetten bir salkım üzüm kopardı ve Hz. Hasan’a verdi. Bir daha uzattı, bir nar koparıp, onu da Hz. Hüseyin’e verdi.

Hz. Hasan ve Hüseyin hediyelerini alınca, Dıhye zannettikleri Cebrâil aleyhisselâmın yanından uzaklaştılar ve Mescid-i Nebevî’de oynamaya devam ettiler. Bu sırada mescidin kapısına, ak sakallı, elinde baston, toz-toprak içerisinde, beli bükülmüş ihtiyâr bir kimse gelip dedi ki:

- Yavrularım, günlerdir açım, Allah rızâsı için yiyecek birşeyler verin.



Hz. Hasan ve Hüseyin, biri üzümü, diğeri de narı yiyecekleri sırada, bir ihtiyârı böyle görünce, hemen yemekten vazgeçip ihtiyâra vermek için mescidin kapısına doğru yürüdüler. Tam verecekleri sırada Cebrâil aleyhisselâm gördü:

- Durun, vermeyin o mel’ûna! O şeytandır. Cennet ni’metleri ona harâmdır, buyurarak şeytanı kovdu.



***

Dıhye-i Kelbî Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden ve simâ olarak en güzellerindendir. İsmi; Dıhye bin Halîfe bin Ferve bin Fedâle bin Zeyd İmrü’l-Kays bin Hazrec olup, Dihyet-ül Kelbî diye meşhûr olmuştur. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir.

Bedir gazâsı dışındaki Resûlullah'ın bütün gazvelerine iştirak eden Hz. Dıhye, Hz. Ebû Bekir’in hilâfeti zamanında Suriye seferine katıldı. Hz. Ömer zamanında Yermük savaşında bulundu. Şam seferlerine katıldı. Şam’ın fethinden sonra oraya yerleşti ve Muzze’de oturdu. Hz. Muaviye zamanında, Şam’da 672’de vefât etti.

Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v) fedâisi: Ebû Dücâne
« Yanıtla #49 : 12 Aralık 2010, 22:45:29 »


Resûlullah Efendimiz'in fedâisi: Ebû Dücâne


Uhud harbinde büyük kahramanlıklar gösterdi ve Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi Vesellem Efendimiz'in dualarına mazhar oldu. Uhud harbinde kullanmak üzere kılıcını aldığında sevincinden yürüdüğünde diğer müslümanların dikkatini çekmiş ve sormuşlardır,

- Böyle yürümek, Müslümana yakışır mı?

- Gurur ve kibir, bize göre değil ki.

Fakat Resûl-i Ekrem Efendimiz, onları susturdular ve buyurdular:

- Bu bir yürüyüştür ki, harp meydanları dışında Allahü teâlânın gadabına sebeptir...




 


Ebû Dücâne hazretleri hicretin 13. yılında yalancı peygamber Müseylemet-ül Kezzâb ile yapılan Yemâme savaşında şehîd olmuştur.

Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Mihmândâr-ı Resûlullah (s.a.v) : Ebû Eyyûb-El Ensârî
« Yanıtla #50 : 14 Aralık 2010, 03:37:07 »


Mihmândâr-ı Resûlullah (s.a.v) : Ebû Eyyûb-El Ensârî


Hicretten sonra Medine-i Münevvere'de Peygamberimiz'in (SallAllahu Aleyhi Vesellem)devesi Kusvâ’nın ilk çöktüğü yerde Mescid-i Nebî inşâ edilinceye kadar ağırlama ve evinde bulundurma şerefi bu mübârek zâta nasîb oldu.


İstanbul’un ma’nevî fâtihi olan Hz. Ebû Eyyûb-i Ensârî’nin asıl ismi Hâlid, babasının ismi Zeyd, annesi Rebia kızı Hind, Künyesi Ebû Eyyûb’dur. Türkler arasında Eyyûb Sultan olarak tanınır. Hanımı Ümmü Eyyûb da, Peygamber Efendimiz'e hizmetle şereflendi.

Eyyûb, Abdurrahmân, Hâlid isminde üç oğlu ve Amre isminde bir kızı vardı.

Medîneli Eshâbın en büyüklerindendir. Gerek babası, gerekse ana tarafı, Hazrec kolundandırlar. Kendisi Neccâroğulları kabîlesinin reisi idi. Birçok savaşta sancaktarlık da yaptı. Bu sebeple Sancaktar-ı Resûlullah diye de tanındı.

Sevgili Peygamberimiz'in öz dedesi Abdülmuttalib’in ana tarafı, Neccâroğulları’na mensup idi. Bu yüzden bu kabîle, Efendimiz'in dayıları olurlar.


 


Ebû Eyyûb hazretlerinin bildirdiği bir Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Kıyâmet günü Eshâbımdan herbiri, kabirlerinden kalkarken, vefât ettiği memleketin bütün mü’minlerinin önüne düşerek ve onlara nûr ve ışık saçarak, onları Arasat meydanına götürür.)

Akşemseddîn tarafından kabri tesbit edildiğinde, Fetihler Babası Gazi Mehmed Hân buyurdu:

- Câmi ve türbesi, hemen yapıla! Cümle Müslümanlar beş vakit, İstanbul’un ma’nevî fâtihine duâ edeler!

Yapılan Eyyûb Sultan Câmiine 1723’te iki minâre ilâve edildi ve 1800 senesinde üçüncü Selim Hân tarafından yeniden yaptırıldı. İlk Cum’a namazında Sultan da bulundu. Osmanlı Pâdişâhları bu câmi önünde kılıç kuşanırlardı.

Hz. Ebû Eyyûb, yedi ay Allahü teâlânın Resûlüne ev sahipliği yaptı. Vefâtından sonra ise, İstanbul’un sahipliğini yapmaktadır. Ne mutlu bizlere...

Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
En çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbî: Ebû Hüreyre
« Yanıtla #51 : 15 Aralık 2010, 03:09:37 »


En çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbî: Ebû Hüreyre



Ebû Hüreyre Hicretin 7. senesinde Müslüman oldu. Gençliğinde fakîrlik ve sıkıntı içinde yaşamıştır. Müslüman olduğunda 30 yaşını geçmişti.

Gece gündüz Resûlullah Efendimiz'in (Aleyhissalatu Vesselam) yanından hiç ayrılmadı. Peygamberimiz'in vefâtına kadar dört sene böyle devam etti. Yemen’den gelen annesi de yanında kalmakta idi. Ebû Hüreyre şöyle demiştir:

- Benim çok hadîs rivâyet etmemin sebebi şudur: Ben fakîr bir kimseydim. Belli bir işim yoktu. Her zaman Resûlullah Efendimiz'e hizmet ediyordum. Muhâcirler çarşıda, pazarda alış-verişle; ensâr da kendi malları, mülkleriyle uğraşırken, ben Resûlullah efendimizin yanında bulundum. Dolayısıyla diğerlerinden daha çok şey duydum.
 


Kedicik babası

Ebû Hüreyre bir gün kaftanının içinde küçük bir kedi taşıyordu. Resûlullah Efendimiz onu gördü. Buyurdu ki:

- Nedir bu?

- Kedicik.

Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz ona;

- Yâ Ebâ Hüreyre, [ya’nî, Ey kedicik babası] buyurdu.

Ebû Hüreyre bundan sonra bu isimle meşhûr olup, esas ismi unutuldu.

Ebû Hüreyre, bilmediği ve öğrenmek istediği her şeyi, bizzat Peygamberimiz'den sorup öğrenmiştir.

Ebû Hüreyre, dört sene gibi bir zaman içerisinde, gece-gündüz Resûlullah'ın huzûrundan ayrılmamış, bütün işini, gücünü bırakmış, hep Peygamberimiz'in buyurduklarını dinleyip, ezberlemiştir. Hattâ günlerce aç kaldığı hâlde, dîni öğrenme gayretiyle buna katlanmıştır.


Hz. Ebû Hüreyre, Peygamberimiz'den bizzat öğrendiği din bilgilerinin ve işittiği hadîs-i şerîflerin, İslâm dünyasına yayılması husûsunda çok büyük hizmet yapmıştır. Her Cum’a günü namazdan önce hadîs-i şerîf dersleri verirdi. Hadîs-i şerîf öğrenmek için gelenler onun etrafında toplanırlardı. Onun ders meclisi pek geniş olup, birçok kimse ondan ilim öğrenip, ilimde yükselmiş ve hizmet etmiştir.

İbâdetlerde çok ihtiyatlı hareket ederdi. Hep abdestli bulunur ve “Resûlullah, Abdestli olan vücut a’zâsına Cehhennem ateşi dokunmaz, buyurdu” derdi.

Hz. Ebû Hüreyre, ölümü yaklaştığında ağlamıştı. Sebebi sorulunca demişti ki:

- Âhıret azığının azlığından ve yolculuğun zorluğundan.

Şakya Eshahi şöyle rivâyet etmiştir: “Bir defasında Medîne’ye Ebû Hüreyre’yi ziyâret için gelmiştim. Ebû Hüreyre, Resûlulla'hın kıyâmet gününe dâir bir hadîs-i şerîfini rivâyet ederken, birdenbire feryât edip, kendinden geçti. Bir müddet sonra kendine gelince, neden böyle yaptığını sordum. Dedi ki:  

- Kıyâmet günü için Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

(Kıyâmet günü, Allahü teâlânın insanları hesâba çekeceği gündür. Kur’ân-ı Kerîme, O’nun emirlerine uyanlar makbûl olup, uymayanlar cezâlandırılacaktır. Kur’ân-ı Kerîmi bilip okuyan, öğrenip öğretenlerden amel etmeyenlerin vay hâline!..)


Ebû Hüreyre’nin herhangi bir hadîste yanıldığı vâki değildir. Medîne vâlisi Mervân bin Hakem, kendisini huzûruna çağırıp birçok hadîs-i şerîf sordu. Bunu bir yere yazdı. Bir yıl sonra bu hadîsleri Ebû Hüreyre’ye sorduğunda hadîsleri aynen eksiksiz olarak bildirdi.

Hz. Ebû Hüreyre talebelerine hadîs rivâyet ederken, “Kim bilerek bana yalan isnâd ederse, Cehennemdeki yerine hazırlansın” hâdisini okur, sonra hadîs nakletmeye başlardı.

Hz. Ebû Hüreyre’nin dört oğlu ile bir kızı olmuştur.

Ebû Hüreyre hazretleri ibâdetlerine çok dikkat ederdi. Farz ibâdetlerden sonra nâfile ibâdetlere de devam ederdi. Mutlaka gece namazı da kılardı. Buyurdu ki:

- Resûlullah'tan işittim. Buyurdu ki:

(Allahü teâlâ buyurdu ki: Kulum farzları yapmakla bana yaklaştığı gibi başka şeyle yaklaşamaz. Kulum nâfile ibâdetleri yapınca, onu çok severim. Öyle olur ki, benimle işitir, benimle görür, benimle herşeyi tutar, benimle yürür. Benden her ne isterse veririm. Bana sığınınca, onu korurum.)


Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Resûlullah'ın (s.a.v) süvârilerinden: Ebû Katâde
« Yanıtla #52 : 16 Aralık 2010, 21:31:35 »


Resûlullah'ın (SallAllahu Aleyhi Vesellem) süvârilerinden: Ebû Katâde


Ebû Katâde’nin müşriklerin reislerini öldürmesi netîcesinde, İslâm mücâhitleri müşrikleri bozguna uğrattılar.Develerin on tanesini kurtardılar. Ebû Katâde Peygamberimizin yanına. geldiğinde, Resûlullah efendimiz ona bakarak şöyle duâ etti:

- Ey Allahım! Onun saçına ve derisine bereket ver. Onu zinde yaşat ve murâdına erdir.


Ebû Katâde Resûlullahın yanına yaklaştı. Peygamberimiz onun yarasına mübârek ağız suyundan sürdü. Netîcede Ebû Katâde’nin hiçbir ağrısı ve sızısı kalmadı.

Mücâhidler Medîne’ye dönerlerken, Peygamberimiz, Ebû Katâde’yi ve Seleme bin Ekvâ’yı şöyle takdir ve taltif etti:

- Bugün süvârilerin en hayırlısı Ebû Katâde, piyâdelerin en hayırlısı da Seleme idi.





Ebû Katâde Tebük gazvesinde de bulundu. Bu seferde Resûl-i Ekrem Efendimiz'in yanıbaşında yürüyordu. Resûlullah Efendimiz binekleri üzerinde idiler.

Resûlullah efendimiz gece bir ara develerinin üzerinde uyudular. Bu sırada uyku hâliyle biraz eğilmişlerdi. Ebû Katâde gidip, Resûlullah'ın mübârek vücudunu kaldırıp doğrulttular.

Biraz sonra, mübârek bedenleri tekrar eğilmiş, düşecek bir vaziyet almıştı. Hz. Ebû Katâde tekrar Resûlullahı kaldırdı. Bu defa Resûlullah Efendimiz uyandılar. Resûlullah Efendimiz Ebû Katâde’ye şöyle duâ buyurmuşlardı:

- Yâ Ebâ Katâde! Sen Allahın Resûlün'ü muhafaza ile meşgul oldun, Allahü teâlâ da seni muhâfaza etsin!


Bunun gibi Eshâb-ı kirâm, Resûlullah'ın etrafında pervane olmuşlar, onun her sözünü, her hareketini ve tavrını, kendilerinden sonrakilere titizlikle, emânet eder gibi aktarmışlardır.

Ebû Katâde, İslâm kardeşliğini, yaşayışı ile bilfiil gösteren bir sahâbîdir.


Ebû Katâde hazretleri, Vedâ Haccına Resûl-i Ekrem'le birlikte gitti. Medîne’ye dönünce Resûl-i Ekrem âhırete teşrif buyurdular. Resûl-i Ekrem'den sonra Hulefâ-i Râşidîn devirlerini de gördü. Hz Ömer zamanında İran seferlerine katılarak, Fars bölgesi hâkimini öldürmüş ve onun üzerindeki zırh kendisine ganîmet olarak verilmiştir.

Hz. Ali’nin devrinde bir ara Mekke vâliliği yapmış, sonra yerine Kusem İbni Abbâs tayin edilmiştir. Bundan sonra Hz. Ali’nin yanında kaldı, 658 senesinde Hâricîlerle yapılan Nehrevan muharebesine katılarak, Hz. Ali’nin piyâde kuvvetleri kumandanlığını yapmıştır.


Hz. Ebû Katâde, iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çok ehemmiyet verir, Resûl-i ekremin sünnet-i seniyyesine son derece riâyet ederdi. Onun gönlü Resûl-i Ekrem'in sevgisiyle dolup taşardı. Hattâ Resûlullah'ın yüksek duâlarına da kavuşmuşlardı. Ebû Katâde 170 civârında hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.

Hadîs rivâyet ederken son derece dikkatli ve titiz hareket eder, ufak bir hatâ olmasından çok sakınırdı. Bu konuda Resûl-i ekremden şu hadîs-i şerîfi bildirmiştir:

(Ey insanlar! Benden çok hadîs rivâyet etmekten sakınınız! Benden bir sözü nakleden, sadece hakkı ve doğruyu söylesin! Bana, söylemediğim bir sözü nisbet eden, söyledi diyen, kendine Cehennemden yer hazırlamış olur.)


İsmi Hâris, künyesi Ebû Katâde, lakabı Fâris-i Resûlullah = Resûlullahın süvârisi’dir. Adının Nu’mân olduğu da rivâyet edilmiştir. Tahminen 602 yıllarında Medîne’de doğup 674 senesinde de Kûfe’de vefât etmiştir. Hazrec kabîlesindendir. Babası Rebi’ bin Beldeme, annesi Kebşe binti Mazhâr’dır.

Ebû Katâde Sülâfe binti Berrâ bin Ma’rur ile evli idi. Sülâfe de kadın Sahâbîlerden idi. Ebû Katâde’nin bu zevcesinden Abdullah, Ma’bed, Abdurrahman ve Sabit adlarında dört oğlu oldu.

Ebû Katâde ikinci Akabe bî’atından sonra Müslüman oldu. Bedir savaşına katıldığı ihtilâflıdır. Bundan sonraki bütün savaşlara katıldı.

Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Tevbesi ile meşhûr sahâbî: Ebu Lübâbe
« Yanıtla #53 : 20 Aralık 2010, 16:45:39 »





Kurayza Yahûdîleri iyice muhasara altına alındı. Muhasara son derece şiddetlenmişti. Yahûdîler, Peygamber Efendimiz'den (SallAllahu Aleyhi Vesellem), görüşmek ve danışmak üzere Ebû Lübâbe'yi kendilerine göndermesini istediler.



. Yahûdîler, Ebû Lübâbe'ye dediler ki:

- Ey Ebû Lübâbe! Muhasara bizi mahvetti. Muhammed müsaade etse de buradan çıkıp, Şam'a veya Hayber'e gitsek, bizim çarpışmaya gücümüz yok. Ey Ebû Lübâbe, biz teslim olursak bize ne yapılacak? Bize teslim olmayı tavsiye eder misin?

Ebû Lübâbe de şöyle cevap verdi:

- Evet, teslim olmanızı tavsiye ederim. (Böyle söylerken elini boğazına götürerek, teslim olurlarsa boğazlarının kesileceğini ifâde eden bir işâret yapmıştı.)

Ebû Lübâbe diyor ki:

- VAllahi onların yanından da henüz ayrılmamıştım ki, bu hareketimle, Allaha ve Resûlün'e karşı iyi bir iş yapmadığımı anlamıştım.

Ebû Lübâbe, salâhiyetli olmadığı veya gizli kalması gereken bir şeyi söylemişti. Ancak bir kere ağzından çıkmıştı.

Allahü teâlâ kalbimi biliyor

Ebû Lübâbe bu duruma çok üzüldü, çok pişman oldu. Gözlerinden akan yaşlar sakalını ıslattı. Kalenin arkasından bulduğu bir yolla, doğru Medîne'ye gidip Mescid-i Nebeviye girdi. Kendisini direğe bağlattı.

- Allahü teâlâ kalbimi biliyor. Bana hakîkî bir tevbe ihsân edinceye kadar vAllahî ben Resûlullah'ın yüzüne de bakamam. Allahü teâlâ işlediğim günâhtan tevbemi kabûl etmedikçe bu yerimden ayrılmıyacağım, diye yemin etti.

Ebû Lübâbe'nin düştüğü bu hatâ ile ilgili olarak şu meâldeki âyeti kerime nâzil oldu:

(Ey îmân edenler, Allaha ve Resûlüne hâinlik etmeyin. Bile bile aranızdaki emânetlere de hâinlik etmeyin.) [Enfâl 27]

Ebû Lübâbe, Resûlullahın muhterem hanımlarından Ümm-i Seleme'nin Mescid-i Nebeviye açılan kapısı önündeki direğe kendisini bağlatmıştı. Hava bir hayli sıcaktı. Bir hafta hiçbir şey yemeyip, kulakları işitemeyecek hâle gelmişti.

Ebû Lübâbe, yaptığına pişman olup kendini direğe bağlattığı sırada, Müslümanlar onun bu hâlinden habersiz, Yahûdîlerin kalesinden dönmesini bekliyorlardı. Aradan uzun bir zaman geçmesine rağmen Ebû Lübâbe dönmedi. Nihayet durumdan haberdar olunup, Resûlullaha arz edildi. Peygamber Efendimiz buyurdu ki:

- Eğer doğruca yanıma gelseydi, bağışlanmasını Allahü teâlâdan dilerdim. Madem ki, o kendisini bağlatmış, artık Allahü teâlâ tevbesini kabûl edinceye kadar onu bulunduğu yerde bırakırım.

Ebû Lübâbe bu şekilde direğe bağlı kalarak altı gece kaldı. Her namaz vaktinde hanımı tarafından bağları çözülür, namazını kıldıktan sonra, tekrar direğe bağlanırdı.

Müjdeleyeyim mi?

Peygamber Efendimiz Ümm-i Seleme'nin odasında idi. O sırada, Ebû Lübâbe'nin tevbesinin kabûl olduğuna dâir âyet-i kerîme nâzil oldu. Âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki:

(Onlardan diğer bir kısmı da günâhlarını itiraf ettiler ve önce yapmış oldukları iyi bir ameli sonradan yaptıkları başka bir kötü amel ile karıştırdılar. Olur ki, Allah, onların tevbelerini kabûl eder. Çünkü Allah, Gafûrdur, çok bağışlayıcıdır, Rahimdir.) [Tevbe 102]

Ümm-i Seleme vâlidemiz, seher vakti Peygamber Efendimiz'in güldüğünü işitince sordu:

- Niçin gülüyorsunuz yâ ResûlAllah!

- Ebû Lübâbe'nin tevbesi kabûl olundu.

- Müjdeleyeyim mi yâ ResûlAllah?

- Olur! Müjdelemek istiyorsan, müjdele!

Bu haberi duyan herkes, iplerini çözüp salıvermek için Ebû Lübâbe'ye doğru koştular. Ebû Lübâbe bunu kabûl etmedi. Dedi ki:

- VAllahi Resûlullah Efendimiz bizzat eliyle beni bırakmadıkça buradan ayrılmam.

Peygamber Efendimiz de namaza giderken, uğrayıp salıverdiler.

Ebû Lübâbe direğe ince, sağlam bir iple bağlanmıştı. Onun için ip, onun iki kolunu kesmişti. Uzun zaman bu kesikler geçmedi, izi kollarında kaldı.

Ebû Lübâbe hazretleri bu hâdise ile ilgili olarak şöyle anlatır:

Benî Kurayza Yahûdîlerini kuşatmıştık. O zaman bir rü'yâ gördüm. Şöyle idi: Kurayza Yahûdîleri, çok pis kokan bir kara balçık hâline gelmişler! Onlardan uzaklaşma imkânım da yoktu. Az kalsın, onların o kötü kokularından ölecektim. Sonra, akan bir nehir gördüm, onda yıkandım. Tertemiz oldum. Güzel bir koku da süründüm.

Rü'yâmı Hz. Ebû Bekir'e anlattım. O rü'yâmı şöyle ta'bîr etti:

- Dilin tutulacak, çok sıkıntılı bir işe gireceksin. Fakat kurtulacaksın.



 


Direkte bağlı olduğum zaman Ebû Bekir'in sözü aklıma geldi. Tevbemin kabûl olacağına dâir âyet ineceğini ümit etmiştim.

Ebû Lübâbe bu günâhın işlendiği, Benî Kurayza yurduna dönmek istiyordu. Hâlbuki Allah ve Resûlüne karşı günâh işlediği bu memlekete bir daha hiç girmeyeceğine dâir yemin de etmişti. Durumu Resûlullaha arz etti. Allah ve Resûlü uğrunda, bütün malını bile verebileceğini söyledi. Resûlullah Efendimiz buyurdu ki:

- Malının üçte birini vermek senin keffâretine yeter.

Hz. Ebû Lübâbe, malının üçte birini ayırıp, verilmesi gerekli kimselere dağıttı. Ondan sonra, vefât edinceye kadar kendisinden hayırdan başka bir şey görülmediği bildirilmiştir.

Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Peygamberlerden sonra insanların en üstünü: Hz. Ebû Bekir
« Yanıtla #54 : 22 Aralık 2010, 04:21:49 »


Peygamberlerden sonra insanların en üstünü: Hz. Ebû Bekir


Hz. Ebû Bekir, diline hâkim olmak, lüzûmsuz hiçbir şey konuşmamak için mübârek ağzına taş koyardı. Mecbûr kalmadıkça aslâ dünya kelâmı konuşmazdı. Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:

(Ebû Bekir’in îmânı, bütün mü’minlerin îmânı ile tartılsa, Ebû Bekir’in îmânı ağır gelir.)

Peygamber efendimizin ilk halîfesi ve peygamberlerden sonra insanların en üstünü olmak fazîleti, üstünlüğü, sadece Hz. Ebû Bekir’e nasîb olmuştur. O, dîni kuvvetlendirmek, Peygamber Efendimiz'i (SallAllahu Aleyhi Vesellem) memnûn etmek için malını vermekte, düşmana karşı cihâd etmekte, hep önde olmuştur.

Hadîd sûresinde meâlen buyuruldu ki:

(Mekke-i mükerremenin fethinden önce, malını veren ve cihâd eden kimseye, fetihten sonra malını dağıtan ve cihâd edenden daha büyük derece vardır. Allahü teâlâ hepsine Cenneti va’detti.)

Bu âyet-i kerîmenin, Hz. Ebû Bekir’in fazîletini ve derecesinin yüksekliğini gösterdiğini âlimlerimiz söz birliği ile bildirmişlerdir.

Tevbe sûresinde de, önce îmâna gelenlerden, her fazîlette öne geçenlerden, Allahü teâlânın râzı olduğu bildirilmiştir.

Hz. Ebû Bekir’in, Peygamber Efendimiz'in vefâtından sonra da çok büyük hizmetleri oldu.
 


Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm ile sohbet ederken, “Şehîdliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı. Şehîdlerin şefâ’ati hakkında buyurdu ki:

- Kıyâmet gününde şehîdler, mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar. Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından 70 bin kişiye şefâ’at ederler.

Gazânız mübârek olsun

Bu sözleri işiten Hz. Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak için duâ istedi. Resûlullah Efendimiz de duâ ettiler.

Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı. Peygamber Efendimiz de aralarında bulunuyordu. Bu muhârebe Hz. Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi. Ve bu muhârebede Hz. Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu.

Peygamber Efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı. Karşılamaya gelenler arasında, Hz. Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.

Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullah'a, oğlunu sordu. Peygamber Efendimiz'in gözleri nemlendi. Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı. Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti.

Hz. Nevfel’in annesi, Peygamber Efendimiz'in hemen arkasından gelen, Allahın arslanı Hz. Ali’ye de aynı şekilde oğlunu sordu. O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti.

Yaşlı kadın daha sonra, Hz. Ömer’e ve Hz. Osman’a rastladı. Onlara da oğlunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip Resûlullah'ın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler.

En son gelen Hz. Ebû Bekir idi. Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimiz'in azîz arkadaşına yaklaşarak aynı şeyleri sordu.

Hz. Ebû Bekir kendi kendine düşündü:

“Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım. Eğer doğruyu söylersem, mahzûn kalbleri üzmüş olacağım. Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O’na nasıl aykırı davranabilirim. Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki, bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!”

Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!..

Daha sonra, Hz. Ebû Bekir, bütün kalbiyle:

- Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye bağırdı.

İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı, yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:

- Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?

Bu atlı, Hz. Nevfel’den başkası değildi.

Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber Efendimiz'e şunları söyledi:

- Yâ ResûlAllah! Hak teâlânın selâmı var. “Eğer Peygamber'in mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (Allah) deseydi, yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim. Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu.

Bu hâdiseden sonra, Hz. Nevfel senelerce yaşadı. Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti.

Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892


Kur'ân-ı Kerîm'i en iyi okuyan sahâbîlerden: Ebû Mûsel-Eş'arî


Ebû Mûsel Eş'arî hazretlerinin İsmi Abdullah'tır. Ebû Mûsâ künyesi ile tanınmış olup, babasının adı Kays, annesini adı ise, Tayyibe'dir.

Bîsetten önce Yemen'in Zebid bölgesinde doğduğu bilinmekteyse de tarihi belli değildir.

663 yılında Kûfe, diğer bir rivâyette Mekke-i mükerremede vefât etti.
 


Ehl-i sünnet i'tikâdındaki iki mezhep imâmından biri olan Ebül-Hasen-i Eş'arî hazretleri Eş'arî kavmindendir.

Birgün Peygamberimiz (SallAllahu Aleyhi Vesellem) Ebû Mûsel-Eş'arî'ye buyurdu ki:

- Cennet hazînelerinden (ve diğer rivâyette) Arşın altındaki hazînelerden bir hazîneye seni irşâd edeyim mi?

- Evet yâ Resûlullah irşâd buyur.

- Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh, de!


Safvân bin Süleyman diyor ki:

Resûl-i Ekrem Efendimiz zamanında Hz. Ömer ile Hz. Ali'den ve Mu'âz ile Ebû Mûsel-Eş'arî'den başkaları fetvâ vermezdi.


Her an son nefesini düşünürdü. Dünyaya hiç değer vermezdi. Her hâlinde ve davranışında Allahü teâlâdan çok korktuğunu ifâde eder, son nefesi îmânla vermekten başak birşey düşünmezdi. Bu hâline akrabâları, "kendine biraz acısan" diye tavsiyede bulunduklarında buyurdu ki:

- Atlar koştukları vakit, son noktaya gelince nasıl bütün imkânlarını kullanırsa, ben de son noktaya geldiğimde bütün imkânlarımı kullanmak mecburiyetindeyim.

Böyle yaşayıp bu hâl üzerine vefât etti. Hanımına, "azığını hazırla, Cehennemin üzerinden geçilecek bir vâsıta yoktur" buyururdu.

Çok güzel Kur'ân-ı kerîm okuması, müfessir, müctehid olması ve Peygamberimiz'in iltifatlarına mazhâr olması sebebiyle vaazı çok kalabalık olurdu. Buyurdu ki:

- Kur'ân-ı Kerîm'e ta'zimle çok hürmet ediniz. Zîrâ bu Kur'ân-ı kerîm sizin için ecirdir. Kur'ân-ı kerîme uyun. O'nu kendinize uydurmayınız.

Kim Kur'ân-ı Kerîm'e uyarsa, Kur'ân-ı kerîm onu Cennet bahçelerine götürecektir.

Kim Kur'ân-ı Kerîm'i kendine uydurursa, hesâbına geldiği gibi ma'nâ verirse, Cehennemin alt katlarına baş aşağı düşeceklerdir.


Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Çok hadîs rivâyet eden yedi sahâbîden:Ebû Sa’îd-i Hudrî
« Yanıtla #56 : 23 Şubat 2011, 21:02:35 »


Çok hadîs rivâyet eden yedi sahâbîden:Ebû Sa’îd-i Hudrî


Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri, Resûlullahın devamlı yanında bulunur, Ondan birçok hadîs-i şerîf dinlerdi. Bu hadîs-i şerîflerin birinde buyuruldu ki:

(Eshâbıma dil uzatmayınız! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sizden biriniz, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Eshâbımdan birinin bir müd (875 gr), hattâ yarım müd sadakasına yetişemez.) Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri, duymuş olduğu hadîs-i şerîfleri hemen her yerde rivâyet ederdi. Fakat, “Hak ve hakîkate hizmette kusûr ederim” endişesiyle ağlardı. Rivâyet ettiği, herkes tarafından tanınmış olan bir hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz(SallAllahu Aleyhi Vesellem) buyurdular ki:

- İçinizden biri, bir münkeri, yasak edileni görürse ve ona eliyle mâni olabilirse, hemen ona mâni olsun. Eliyle mâni olamazsa diliyle, dili ile de mâni olamazsa, kalbiyle nefret etsin. Bu da îmânın en zayıfıdır.
 


Reisimizi akrep soktu

Müslümanlar onların yakınlarında istirahat ederlerken, bu Bedevîlerin reislerini bir akrep soktu. Oradakiler, reislerini kurtarmak için birçok çârelere başvurdularsa da, şifâ hâsıl olmadı. Bedevîlerden ba’zıları dediler ki:

- Şu karşıda istirahat eden kâfileye gidip, akrep sokmasına karşı yapılacak tedâviyi soralım. Belki bilen vardır.

Birkaç kimse Eshâb-ı kirâma gelip sordular:

- Ey insanlar! Reisimizi biraz önce akrep soktu. Bildiğimiz çârelere başvurduk, fakat şifâ hâsıl olmadı. İçinizde bu işi bilen var mı?

Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri dedi ki:

- Siz bizim talebimizi önce reddettiniz, bizi misâfir kabûl etmediniz. Hastanızı tedâvi ederim. Fakat, buna karşılık olarak sizden bir sürü koyun alırız.

Onlar da kabûl ettiler. Reisin yanına vardılar. Ebû Sa’îd-i Hudrî, reisin yarasını sardı, yedi defa Fâtiha sûresini okudu. Okuma biter bitmez, reis hemen ayağa kalktı. Artık üzerinde hiçbir hastalık eseri kalmadı.

Bedevîler, Eshâb-ı kirâma anlaştıkları sürüyü verdiler. Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri, “Bu sürüyü aramızda paylaşalım” diyen Eshâba dedi ki:

- Hayır! Peygamber efendimize bu hâdiseyi anlatırız, koyunları da kendilerine arz ederiz. Nasıl emir buyururlarsa öyle hareket ederiz.

Sefer dönüşünde, bu hâdiseyi anlattılar. Peygamberimiz;

- Fâtihanın bu kadar te’sîrli bir duâ olduğunu sana kim öğretti? buyurarak taltif ettiler. Sonra iyi hareket ettiklerini açıkladılar.

Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî şöyle anlatır:

“Bir gün, Peygamberimiz Eshâbına bir şeyler taksim ediyorlardı. Bir adam gelip dedi ki:

- Yâ ResûlAllah! Adâlet üzere hareket et!İstanbul'un fethine geldi

Bir rivâyete göre; Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri, İstanbul’un fethi için gelen asker arasında idi. Düşmanlarla çarpışırken Edirnekapı civârında şehîd oldu. Kabrini, Fatih Sultan Mehmed Han’ın hocası Akşemseddîn hazretleri keşfetti. Kabri, eskiden kilise olup, câmiye çevrilen Kariye Câmiinin bahçesindedir. Bir rivâyete göre de; 693 senesinde bir Cum’a günü vefât etti. Medîne’de Bakî kabristanına defnedildi.

Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî, hadîs-i şerîf ve fıkıh ilimlerinde çok üstün derecelere sahipti. 1170 adet hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî ders verirken, çevresinde büyük bir kalabalık hâsıl olur, sorulan bütün suâllere cevap verirdi.

Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri buyuruyor ki:

Peygamber efendimiz, neş’elenip eğlenen ba’zı insanları görünce buyurdu ki:

- Eğer ölümü düşünseydiniz, lezzetler size tatsız gelirdi ve bulunduğunuz şu hâlden ayrılırdınız.

Ebû Sa’îd-i Hudrî şöyle anlatır:

“Biri, Resûlullah efendimizin ardında namaz kıldı. Peygamber efendimizden önce rükü’ya varıyor, yine ondan önce başını kaldırıyordu. Peygamberimiz, namazdan sonra:

- Bunu yapan kim idi? diye sordular. O kimse dedi ki:

- Benim yâ ResûlAllah.

Bunun üzerine Peygamber efendimiz, (Namazın noksan olanından sakınınız! İmâm rükü’ya vardığında rükü’ya varınız. Başını kaldırdığında başınızı kaldırınız) buyurdu.” Önüne konulan şeyi, az olsa da, hafîf, aşağı görmezdi. Güzel huylu idi. İyilik etmesini sever idi. Herkesle iyi geçinirdi. Güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Söylerken gülmezdi.

Üzüntülü görünürdü. Fakat, çatık kaşlı değildi. Aşağı gönüllü idi. Fakat, alçak tabî’atli değildi. Heybetli idi. Ya’nî saygı ve korku hâsıl ederdi. Fakat, kaba değildi. Nâzik idi. Cömert idi. Fakat, isrâf etmez, faydasız yere birşey vermezdi. Herkese acır idi. Mübârek başı hep önüne eğik idi. Kimseden birşey beklemezdi. Saâdet, huzûr isteyen, Onun gibi olmalıdır.

Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Tek başına hicret eden sahâbî: Ebû Seleme
« Yanıtla #57 : 26 Şubat 2011, 03:23:34 »


Tek başına hicret eden sahâbî: Ebû Seleme



Allahü teâlânın emriyle sevgili Peygamberimiz (SallAllahu Aleyhi Vesellem), Müslümanlara Medîne'ye hicret için izin verdiler. Bunun üzerine birçok sahâbî hicret hazırlıklarına başladılar. Ancak hanımının akrabaları hanımını ve evladını elinden alarak, onun tek başına hicret etmesine sebeb oldular. Daha sonra insafa gelip, hanımı ve çocuğunu serbest bıraktılar.

Uzun ayrılık ve hasretten sonra nihâyet, Kubâ'da hepsi birbirlerine kavuştular.

Hicretten sonra mübârek Medîne'de, İslâmın ve Ebû Seleme ailesinin, güzel günleri başladı. Bütün Mü'minler İslâmiyeti yaymak için, canla-başla çalışıyorlardı. Bedir'de Mekkelilere karşı ilk zafer kazanıldı. Bu zaferi kazanan mücâhidlerden biri de, Hz. Ebû Seleme idi.

Hz. Ebû Seleme sevgili Peygamberimizin yakın akrabası idi. Hz. Ebû Seleme'nin annesi, Peygamber Efendimizin halaları idi. Ebû Seleme hazretleri, cihâd ve gazâ olmadığı zamanlar, daha çok ibâdet etmeye çalışıyordu.

 


Bir gün Mescîd-i Nebevîden, sevinçle evine geldi. Kendisini karşılayan hanımına dedi ki:

- Şimdi, Allahü teâlânın Resûlünden çok sevindirici bir söz duydum.

Hanımı merakla sordu:

- Hayırdır inşâAllah! Ne duydunuz?

- Peygamber Efendimiz "Müslümanlar, herhangi bir belâya uğrar da; İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn dedikten sonra; yâ Râbbi! Bu uğradığım musîbetin ecrini ihsân eyle. Beni, ondan daha hayırlısına eriştir diye duâ ederse; Cenâb-ı Hak, onun duâsını kabûl eder" buyurdular.

Hayatının tamamını buradan okuyabilirsiniz.


Hz. Allah ondan râzı olsun, cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin. (amin)





Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim