Gönderen Konu: Kütüphaneyi Nasıl Kurtardım?  (Okunma sayısı 2806 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Kütüphaneyi Nasıl Kurtardım?
« : 16 Nisan 2015, 16:16:57 »

Kütüphaneyi Nasıl Kurtardım?



Sabri Amcayı ilk defa bir öğleden sonra gördüm. Eyüp’teki eski Müzisyenler Kahvesi, kütüphaneye çevrilince bir kere uğramıştım. Görevli arkadaşın munis ilgisinden memnun kaldığım için de ayağım alışmıştı. Kütüphanede geçirdiğim öğleden sonraları, çoğu zaman kitap okur bazen sadece, serâpâ kitaplarla dolu duvarları seyre dalardım. Pencerelerin bulunduğu ön cephe haricinde kitapsız bir boşluk bile yoktu. Hep hayalini kurduğum ama bir türlü kendisini kuramadığım kitaplığımın yarasına merhemi bulmuştum galiba.

Bulutlar, Istanbullulan kasvete boğarken, bir öğleden sonra, kendimi bu kütüphaneye atmıştım. Tek başıma raflar arasında geziniyordum. Rastgele bir kitap alıyor, künyesi ile mukaddimesini okuyor, iç sayfalarına göz gezdirip yerine bırakıyordum.

Çıkan tek ses çalışan arkadaşın bilgisayar başındaki fare tıkıyla benim çevirdiğim sayfaların hışırtısıydı.

İki sesin hüküm sürdüğü bu ortamı, üçüncü bir ses aniden bölüverdi. Gayri ihtiyari başımı kapıya çevirdiğimde elinde bastonu, sırtında yeleği, cebinden sarkan köstekli saat zinciri, ve çehresine sinmiş tecrübesiyle İstanbul beyefendisi tarifine tam uyan bir amcanın içeri girdiğini gördüm. Nereden bilebilirdim ki o amcanın

benim en yaşlı dostum Sabri Amca olacağını. Bilseydim görmemiş gibi davranır mıydım hiç.

Sabri Amcanın eski bir diplomat olduğunu, dünyanın birçok ülkesinde görev icabı bulunduğunu, Türkçe’den başka üç dil daha bildiğini, kendisini okumaya âşık, kitaplara hayran biri olarak gördüğünü, yanıma gelip “Sizinle tanışabilir miyim?” diye sorduktan sonra öğrendim.

Emeklilik günlerini Eyüp Sultan, sahil, sur üçgeninde geçiren Sabri amca, beni meraklı adımlarla kütüphaneye gelirken görmüş, heyecanlı adımlarla çıkarken takip etmiş. Meğerse hakkımda epey malumat sahibi olmuş. Lafın arasında “Yaşlı olduğuma bakıp internetten anlamaz sanma, hikâyelerini takip ediyorum derginin sitesinden” dediğinde çok şaşırmıştım.

O günden sonra haftanın en az iki günü bu kütüphanede buluştuk, söyleştik. O anlattı ben dinledim. Ben sordum, o cevapladı. Kısa sürede aramızda peyda olan ülfet, değme arkadaşlıklara taş çıkarırdı.

Geçen perşembe günü her zamankinden geç gelmiş, sebebini sorduğumda ise sol kolumda bir ağrı var diye geçiştirmişti beni. Canı da epey sıkkın gibiydi. Öğlen namazına giderken ona refakat ettim. Üç oğlunun kendisinden daha çok, kıymettar parçalardan müteşekkil kütüphanesiyle ilgilendiklerini, kendi ağzından, işte o namaz çıkışında öğrendim. Cami kapısında cuma namazını müteakip tekrar buluşmak üzere sözleştik. Ayrılmadan önce kulağıma yaklaştı, fısıltıyla “Kütüphanemi satıp parasını yemek istiyorlar!” dedi. “Sana anlatacaklarım var!”

Devr-i kadim efendisine karşı mahcup olmamak için, Eyüp Camii’ne Cuma namazından bir saat evvel geldim. Bembeyaz mermerler arasında gözlerim kamaşıyordu. Boş bir banka ilişip memleketin dört bir yanından gelen ziyaretçilerle birlikte ezanı beklemeye karar verdim.

iki güvercin birbirini kovalarcasına fıskiye suyundan içti. Yürümeyi henüz öğrenen çocuk paytak paytak koşuşturdu. Bahar ile birlikte tekrar açılan dondurmacı elindeki sopayla başının üstündeki zile vurdu. Salaya başlayan müezzinin sesi, boşluğu doldurunca kendimi hüzünlü nağmelerin kucağına bıraktım. Salanın ardından duyduklarım ise içime düşen kor parçacıkları oldu: “Mahallemiz eşrafından, eski diplomat Sabri Kaftancı vefat etmiştir.” ilk defa birisi tarafından kendi cenazesine davet edilmiştim.

En yaşlı dostumu ve en kısa süren dostluğumu kaybedişimin ertesi günü çalan telefon acımı tazeler gibiydi. Arayan Sabri Amca’nın oğluydu: “Babamın terekesi arasında kapalı zarf ile sizin numaranızı bulduk.” Heyecandan bir şey diyemedim. Karşı taraf gayet rahat devam etti: “Babam zarfın yanına not düşmüş, kütüphaneyi 2500 lirası nakit 4000 liraya satın almak istiyor, diye.” Kalbim göğüs kafesimi parçalamak üzereydi: “Hı hı” dedim. “Biz ailesi olarak zaten satmayı planladığımız babamın kütüphanesini, eğer hala talipseniz, aynı şartlar içerisinde size satmak istiyoruz. Hem bu şekilde, babamın bir nevi vasiyeti sayılabilecek bu not da yerini bulmuş olur. Müsaitseniz bugün görüşüp, konuşalım hem de mektubu size ileteyim.” Nefesimi tutup cevap verdim: “ikindi namazından sonra Eyüp Camii’nde buluşalım.”
Sabri Amca’nın mektubunu almaya giderken, aldıktan sonra açıp okuyuncaya kadar tek bir soruyla boğuşup durdum. 2500 lira nakdi nereden bulacaktım? Sabri Amca’nın oğluyla soğuk bir şekilde buluştuk. Çay bahçesine oturalım teklifimi kabul etmedi. Ayaküstü halledebileceğimizi söyledi. Israr etmeyegöreydim. Meğer onu masaya çekip ikna etmeye çalışacakmışım da o bu türlü numaralara tokmuş. Ne pazarlıkçılığım kaldı, ne değerli kütüphaneyi kelepire düşürmeye çalışan uyanıklığım. Orada, kütüphaneyi satın almaktan vazgeçtiğimi söylemeyi içimden geçirmedim desem yalan olur. Vazgeçersem, iki dakikada hakkımda kesin yargılara varan bu adamın, kitapları sırf para için hurdacıya bile satabileceği gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti. Kamyonu çağırıyor, iki hamal tutuyor, kendince evi kitaplardan ve tozlarından kurtarmış olurken de kilosuna göre üç beş lirayı cebe indiriyordu. Buna izin veremezdim. Akşama kadar düşüneyim diyerek mektubu aldım.

itinayla açtığım kısacık mektubu yavaşça okumaya başladım: “Sevgili dostum Erhan, ben artık ahir ömründe bir adem sayılırım. Bu günlerde, yıllarımı verdiğim kütüphanemi bir “yed-i emin”e (emin olabileceğim birisine) ulaştırmaktan başka bir arzu taşımıyorum. Sana güveniyorum. Bu sebeple kurduğum mekanizmayı bozma ve dediklerimi harfiyen yerine getir. 2500 lirayı aramakla zaman kaybetme, hemen alıcı sıfatıyla bizim eve git, kitapları elden geçirip inceleyeceğim diyerek odama gir. Kapının karşısındaki rafın en sağında “Kamus-ı Türkî” olacak. Sayfaları arasında tam yirmi beş tane 100’lük serpiştirdim. Bunlar, nakit sıkıntını bertaraf eder, geri kalanı da sen tamamlarsın. Kalan 1500 lira için de kusuruma bakma. Duanı bu abd-i acizden eksik etme ne olur. Baki muhabbet, uhuvvet.”

Ertesi gün erkenden bir kamyonet tutup Sabri Amca’nın evinin yolunu tuttum. Kitaplarla dolu kutuları kamyonete doldurduktan sonra babasının parasını, oğluna verdim. Alan da memnundu veren de. içimde kütüphane satın almış olmaktan çok bir kamyonet kasası kadar kitabın kurtuluş savaşını vermişim gibi bir hissi vardı. Şoförün yanından arkaya doğru bakış attım. Sabri Amca’nın ruhuna bir Fatiha daha gönderdim...


Erhan Genc | 01 Nisan 2015 | http://insanvehayat.com/kutuphaneyi-nasil-kurtardim/