Gönderen Konu: Ayaklarımı kurtarayım derken!  (Okunma sayısı 5238 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ayaklarımı kurtarayım derken!
« : 20 Haziran 2012, 04:31:38 »

Ayakkabıcılıkta “saya” denir, ayakkabının üst deri kısmına. Saya dikenlere de “sayacı” derler.
Babam da sayacıydı. Bandırma’da yaşıyorduk o yıllar. 36 yaşındaydı babam.

Bir gün sol ayağında mı sağ ayağında mı tam hatırlamıyorum serçe parmağında bir morarma görüyor kendisi... Diyor ki; “Galiba ayakkabı vurdu ayağıma...”

Pek üzerine düşmüyor. Ayaktaki morarma büyüyor... Ayağı sarıyor... Derken öteki bacak da öyle... Nedense babam kendi canına bile ihmalkâr davranıyor...

Ayak damarlarında morartılar artık çekilmez hâl alınca babam İstanbul Cerrahpaşa’da aynı zamanda ahbabı da olan bir profesöre gidiyor. O ünlü profesör, babamın hastalığı için flebit diyor... Ve niye bu kadar geciktirdiği için babama hayli öfkeleniyor... Ve daha korkuncunu söylüyor:

-İki ayağın da kesilecek.

-Yapma hocam? Şaka mı söylüyorsun sen?

-Yoo yüzüme baksana, hiç şaka söyler gibi bir halim var mı? Şaka söylemiyorum... Ayakların biri diz üstünden diğeri biraz daha yukarıdan; aha buralardan kesilecek...

Babamın başından aşağı kaynar sular dökülüyor. İşin ciddiyetini anlayınca eli ayağı buz kesiyor. Dudakları titriyor:

-Hiç kurtuluşu yok mu bunun? Ben bu genç yaşımda ayaksız nasıl yaşarım hocam?

-Erken gelecektin... Onu zamanında düşünecektin... Bugünün şartlarında eğer dediğimiz yerden kesmezsek ayaklarından değil canından da olursun...

Babamın dünyası kararır bir anda... Ne yapsa ne etse çözüm yoktur... Bandırma’dan İstanbul Cerrahpaşa’ya ameliyat için randevu günü alınır... Artık babam sabah akşam kurbanlık koyun gibi bıçağın altına yatacağı günü bekler. Dilinden hüzünlü mısralar, gözlerinden damlalar süzülür:

“Önüme koydular beyaz üzümü/Yazma ile bağladılar gözümü/Doktorlar kesiyor anam iki dizimi/Ağla anam ağla kara yazıma/Yürekler dayanmaz oldu dizime...”

Allah kimsenin başına vermesin... Babam ağlar biz ağlarız... Göz göre göre dizlerinden aşağısını kesecekler babamın... O zaman nasıl yaşayacak babam? İşe nasıl gidecek? Eve nasıl ekmek getirecek? Hep evde mi kalacak? Tekerlekli sandalyeye mi mahkûm olacak? Daha neler neler...
Sade babamın değil dünyamız karardı hepimizin...

Babamın bu durumu ayakkabıcılık mesleğinde esnaf olan arkadaşları arasında, kara haber olarak duyulmuştu kısa zamanda.

İşte bu kara haberi işitenlerden biri de babamın Gedikpaşa’da kunduracılık yapan bir arkadaşı...

Hemen ulaşıyor babama. Omzuna elini koyup babacan bir tavırla diyor ki:

“Sana bir doktor tavsiye edeceğim. Hiç itiraz etmeyeceksin... Taksim Beyoğlu’nda.”

Babamın iyice morarmaya başladığı ve Cerrahpaşa’daki profesör arkadaşının “kesilecek, başka çaren yok” dediği ayağıyla ilgili olarak Gedikpaşa’da kunduracılık yapan meslektaşının önerdiği isim Taksim Beyoğlu’nda yaşayan bir gayrimüslim doktor... Babam diyor ki Gedikpaşa’daki kavaf arkadaşına:

-Ne yapacak o doktor bu moraran ayağıma?

-Ne yapacağını bilemem. Ama böyle senin gibi kesin “ameliyat” denilen bir tanıdığımız vardı. Ona gönderdiler. Ne yaptı ise bilmiyorum, adam iyileşti. Ayakları kesilmekten kurtuldu.

-Ciddi misin ustam? Senin ağzından bal damlıyor ustam... Eğer dediklerin doğru çıkarsa var ya kölen bile olurum senin... Buna profesörler kesilecek diyor... Ah keşke, ah keşke...

-Biz ikimiz arkadaşız... Ne kölesi... Haydi bir an önce git o doktora... Adresi işte şurada...

Böyle bir kurtuluş ümidi söylenir de babam durur mu? Soluğu Beyoğlu’ndaki o hekimde alıyor. Hekim babamı muayene ediyor ve diyor ki:

-Evet, senin bu rahatsızlığından rahatlaman mümkün...

-Ameliyat olmaksızın mı?

-Evet olmaksızın...

-Ne yapacağım peki?

-Benim özel bir ilacım var, ancak bu sizin dininizde haram. Yemek aralarında bu sıvıdan bir fincan içeceksin. O senin damarlarında genişlemeye sebep olacak. Böylece damarların rahatlayacak.

Babama ne karıştırdığını da söylüyor. Bir tuhaf oluyor babam! (Sorduğumuzda, babam bize ne olduğunu söylemedi.) Sonra toparlıyor kendisini ve tekrar soruyor:

-Kesin rahatlar mı doktor bey?

-Kesin rahatlarsın...

Babam bu durumu gidip bir din âlimine danışır. Din âlimi diyor ki: “İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: “Haram olan şeylerin ilaç olarak kullanılması, bunun hastaya iyi geleceği bilinirse ve helal olan ilaç bulunamazsa, caiz olur. Şifa olduğu tecrübe edilen maddeler, ilaç için helal olur. Haram olan bir şeyin hastaya iyi geleceğinin bilinmesi, mütehassıs olan Müslüman bir doktorun söylemesi ile anlaşılır...”

Hocanın söylediklerinde fetvaya uymayan bir tek konu vardır. O da tabibin gayrimüslim olması. Ama ehil bir doktor olduğu kesin... “Ne yapsak ne etsek?” derken, ilaç niyetine doktorun dediğine uyalım” konusunda karar kılınıyor.

Bakın şimdi babamın yaşadıklarına... Babam doktorun dediğine göre yemek aralarında belirtilen bir miktar o ilaçtan içmeye başlıyor... Çok geçmiyor, bir iki hafta sonra ayak damarlarında kendisinin hissettiği bir rahatlama başlıyor... Bunun üzerine babam, uygulamaya bir iki fincan da kendisi ilave ediyor. Galiba maksadı damarlar bir an önce açılsın... Bir an önce rahatlayayım...

Aradan bir müddet zaman geçtiğinde babam randevu günü geldiğinde Cerrahpaşa’ya gidiyor.

Babam Cerrahpaşa’ya iyileşmeye başlayan ayağını göstermek için gidiyor... Tetkik tahlil derken, sonuç şaşırtıcı derecede olumlu çıkıyor. Diyor ki profesör:

-Şimdiye kadar ne gibi bir tedavi uyguladın?

Babam da yaşadıklarını anlatıyor. Profesör diyor ki:

-Doğrusu ilginç. Ancak ayak damarlarınızda pıhtılaşma azalmaya başlamış.

Ama babamda bir enteresanlık vardı. Üç yemek arasındaki içtiği o bir fincan ölçüyü bir su bardağına çıkartmıştı. Bu nasıl bir ilaçtı ki miktarını sürekli artırıp duruyordu?

Ben bir şeylerden şüpheleniyordum ama babama konduramıyordum. Çünkü babam, eğer normal bir ilaç olsaydı gidip de âlimlerden fetva ister miydi?

“Tabibi Müslim-i hazık” hassasiyeti burada ortaya çıkıyordu. Eğer tabip Müslüman olsaydı böyle dinimize göre haram olan bir ilaç vermezdi. Çünkü “haramda şifa yoktur” hadisi şerifine göre hareket ederdi. Bu hekim ise doktorluğunda maharetli olabilirdi. Ama çok sürmeden anlayacaktık ki bir tarafı iyileştirirken bir tarafı mahvedecekti.

Babam rahatlamaya başlamış, ayakları kesilmekten kurtulmuştu. Ama babam, eski babam değildi... Sanki sarhoş gibi geziyordu... Gece yarıları eve gelen adam sanki babam değil de sarhoş bir adamdı...

Bu nasıl bir ilaçtı ki babam eve dut gibi geliyor, yarı baygın vaziyette yatağa zor düşüyordu.

Ve kısa bir süre sonra ayakları kesilmeyen adam hayattan kesilmişti... Artık işe gidemez olmuştu... Eve ekmek getiremez olmuştu. Aldığı o meçhul sıvı ilaç vücudu yiyip bitiriyordu.

“Baba sen bilirsin ama bıraksan artık bu ilacı?” diyorduk. Gözlerinden çaresizlik gözyaşı süzülüyor ve suçlu gibi diyordu ki:

-Ah oğlum, bırakamıyorum ki... Artık duramıyorum...

Ne dükkân kalmıştı ne kahvehanemiz... Hepsi kapatmak zorunda kalmıştık... İflas etmiştik çünkü...

Hiç unutmuyorum... Babam gece eve dut gibi gelip ertesi gün annemle göz göze geldiğinde anneciğim diyordu ki:

-Evde ekmek yok bey...

Babam bu ve benzeri sözlerin altında eziliyor, elem ve çaresizlik içinde sessizce ağlıyordu.

Ben liseli çağlarda eve bir lokma ekmek getirmek için iş aradım yıllarca... Bir zeytini üç kere ısırarak ekmeğimize katık ettik... Çok sefil bir hale düştük...

Ve babam, ayakları kesilmekten kurtulan sevgili babam o meçhul sıvı sebebiyle siroza yakalandı... 46 yaşında da vefat etti. Kim bilir belki o zaman ayakları kesilse babam ayaksız olacaktı ama yaşıyor olacaktı... Oysa ayaklarımı kurtaracağım derken uygunsuz bir tedaviyle hayatının baharında hayatını kaybetmişti...

M. A.-Bandırma/Türkiye gazetesi

Çevrimdışı MEA

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 4
Ynt: Ayaklarımı kurtarayım derken!
« Yanıtla #1 : 20 Haziran 2012, 15:47:45 »
cok ibret verici emeginize saglik karde...

Çevrimdışı tk1978

  • IZLEMCI
  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 455
Ynt: Ayaklarımı kurtarayım derken!
« Yanıtla #2 : 20 Haziran 2012, 16:52:37 »
Allah Allah...Cok Ibrete sayan bir hadise.
Emegine saglik Kardesim