Gönderen Konu: Âzim ve Sebat  (Okunma sayısı 5590 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Âzim ve Sebat
« : 17 Mayıs 2011, 13:31:47 »

Âzim ve Sebat



Muhterem müminler!

Bu haftaki hutbemiz, azim ve sebat hakkında olacaktır.

Azim, İman ve İslamiyete hizmette, Allah’a ibadet ve taatte sabit ve berkarar olmaktır.
Azim ve sebat muvaffakiyetin en mühim şartlarındandır. Bunlar olmadan dünyevi-uhrevî hiçbir gaye ve hedefe naîl olmak mümkün değildir.
Ayet-i celilede “Ey o bütün iman edenler! Ordu halinde kafirlere çattığınız vakit, artık onlara arkalarınızı dönmeyin. Her kim böyle bir günde onlara     -dönüp çarpışmak için pırlanmak veya diğer bir takımda mevki almak halleri müstesna-    arkasını dönerse, muhakkak Allah’tan bir gadaba değmiş olur ve varacağı yer cehennemdir. O ise ne kötü bir akibettir” buyrularak, Allah yolunda bir tehlike ile karşılaşılınca sebat etmek îcab ettiğini, aksi takdirde, sebat etmeyip geri dönenlerin, Allah’ın gazabına dûçâr olacakları beyan edilmiştir.
Maddi tehlikelerin en büyüğü olan ölüm tehlikesinde bile, gevşeklik gösterip, geri dönmek câiz olmadığına göre, daha basit mazeretlerle din yolunda azimsizlik ve sebatsızlık göstermenin ne derece vebâli mucib olacağı âşikârdır.

Gayretsiz rahmet olmaz. Cafer-i Sadık hazretleri: “Kim, son derece gayret sarfeden, Hakkın rızasına ulaşır, diye iddiada bulunursa, o haddi tecavüz etmiş olur. Kim de, gayret sarf etmeden ona vasıl olunur, iddiasında bulunursa, o da kuru temennide bulunmuş olur." buyururlar.
Allah yolunda nasıl bir azim ve sebat gösterileceğinin en güzel misâli, başta peygamberimiz olmak üzere diğer peygamberan-ı Îzam  hazaratı ve onların vârislerinin hayatlarıdır.
Her biri enva-ı mihnet ve meşakkat çekmişlerdir. Fakat onlar, Allah’tan, bu sıkıntıların kalkmasını değil, o sıkıntı karşısında azim ve sebat istemişlerdir. “Başka bir söyledikleri de yoktu. Sadece: Ya Rabbenâ! Bize günahlarımızı ve işimizde taşkınlıklarımızı mağfiret buyur, cihad meydanında ayaklarımızı iyi diret ve kâfirlere karşı bizleri mensur kıl,diyorlardı.” ayet-i celilesi bunun şahididir.
Peygamber Efendimiz ise bütün peygamberlerden daha çok eziyet çekmiştir. Buna rağmen hiçbir zaman, azim ve sebatından bir şey kaybetmemiş, vazifelerinde zâfiyet göstermemiştir. Cenab-ı Hak Peygamberimizin sonsuz azim ve gayretini şöyle beyan buyuruyor:  
“Ey Habibim! Nerdeyse sen, bu söze (Kur’an’a) inanmayanların ardından üzülerek kendini helak edeceksin.”

Peygamber Efendimiz gibi, onun dünya ve ahiret arkadaşları olan Ashab-ı Kiram da, bu hususta bizlere numune olmuşlardır. Peygamber Efendimizin yanından bir an olsun ayrılmadan, “O’na ve davaya gelecek bela, bana gelsin” düşüncesiyle sadakat ve gayretlerini ispatlamışlardır. Numune olması için bunlardan sadece bir tanesini nakledelim:  
Hz. Hamza’ın müslüman olduğu günlerde idi. O sırada Peygamberimizin yanında, otuz sekiz veya otuz dokuz Sahabî bulunuyordu.
Hz. Ebu Bekir, Peygamberimizin, müslümanlarla birlikte Mescidi Haram’a gidip, herkesi İslamiyete davet ve teşvik etmesi için ısrar ediyordu. Bunun üzerine Peygamberimiz ve yanındakiler, hep beraber Dar-ı Erkam’dan ayrılıp, Ka’beye doru yöneldiler.
Peygamber Efendimizin oturduğu bir sırada, Hz. Ebu Bekir, ayağa kalkıp, Allah’a ve Rasülüllah’a inanmaya davet edince, müşrikler, O’nun ve Müslümanların üzerlerine yürüdüler. Orada bulunan bütün müslümanları, dövmeye başladılar. Hz Ebu Bekir’i döve döve yere düşürüp çiğnediler. Hele, Fasık Utbe b. Rebia, Ebu Bekir’in karnının üzerine çıkıp çiğnedi, demirli ayakkabılarıyla, yüzünü tekmeledi ve şişirdi. Hz. Ebu Bekir’in yüzünde burnu belirsiz oldu.    Hz. Ebu Bekir’in kabilesi olan teym oğulları, gelip yetişince, müşrikler, Ondan uzaklaştılar. Teym oğulları, Hz. Ebu Bekr’i, baygın bir halde, bir örtünün içine sararak evine götürdüler. Kendisinin öleceğine kanaat getirmişlerdi. Onu saatlerce konuşturmak için çalıştılar. Bütün uğraşların sonunda, günün bitimine doğru ayılma belirtileri göstermiş ve söylediği ilk söz şu olmuştu: “Rasulullah, Rasulullah nerede, şimdi  ne haldedir?”

Ebu Bekir’in annesi Ümmül Hayr, kendisine, bir şeyler yiyip-içmek isteyip, istemediğini sordu. Ebu Bekir R.A tekrarladı: “Rasülüllah S.A.V nerede, ne haldedir? Annesi ne kadar ısrar ettiyse de O: “Allah’a yemin ederim ki Rasülüllah’a gitmedikçe, ne bir yiyecek tadarım, ne de bir içecek, içerim!” diyordu. Sonunda ortalık sakinleşip, halk, evlerine çekildikten sonra, Annesi ve Ümmü Cemil, koltuklarına girerek, Hz. Ebu Bekir’i Peygamber Efendimizin yanına götürdüler. Ebu Bekir, Peygamberimizi, görür görmez, kendini, Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimizin kucağına bırakıp, onu öpmeye başladı.  Orada, bulunan müslümanlar da Hz. Ebu Bekir’e sarıldılar. Vuku bulan bütün hadiseler, Peygamber Efendimizi, son derece rikkate getirmişti. Hz. Ebu Bekir’in ilk sözü şu oldu: “Anam, babam sana feda olsun ya Rasülullah”



Enfal 15-16 Elmalılı Hak Dini Kur’an Dili c.4 s.2377 Eser Kitatbevi İst.
Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat Turdav Y. İstanbul 1997
Tafsîlü’n-Neşeteyn ve Tahsilü’s-Seadeteyn terc. 161
Âli İmran 147, Elmalılı, Hak Dini, Kur’an Dili c.2  s.1188 Eser Neşiryat
Kehf 6