Gönderen Konu: Bebek Bakımı-Sağlığı  (Okunma sayısı 36984 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Kahraman

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 116
Bebek Bakımı-Sağlığı
« : 12 Ocak 2009, 20:22:32 »

Hamilelikte beslenme tarzı bebeği etkiliyor

 
Hamilelik döneminde çiğ köfte gibi iyi pişirilmeyen et ürünlerinin tüketilmesi anne karnındaki bebeğe zarar verebiliyor. Uzmanlar hamilelik döneminde sucuk, salam, sosis, pastırma ve çiğ köfte gibi çiğ et ürünlerinin tüketilmesinden uzak durulması gerektiği uyarısında bulunuyor.

Hamilelik dönemi bir kadının hayatındaki en önemli dönemlerin başında geliyor. Hamile kadınların, bu dönemlerinde özellikle dikkat etmeleri gereken konuların başında sağlıklı beslenme geliyor.

Hamile kadının beslenme tarzı hem annenin hem de doğacak bebeğin sağlığı üzerinde doğrudan etkili oluyor. Bu nedenle anne adaylarının gebeliğin getirdiği ihtiyaçları karşılayacak biçimde ve dengeli beslenmesi gerekiyor.

Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği Şefi Doç.Dr. Serhan Cevrioğlu, ortalama 60 kilogram ağırlığındaki ve günde 2 bin 300 kalori'lik gıda tüketen bir kadının gebelikte 300, emzirme döneminde ise 500 kalori ek enerji sağlayacak şekilde gıda alımını arttırması gerektiğini söyledi.

Tüm gebelik boyunca alınması önerilen ortalama vücut ağırlığı artışının 12-13 kilogram olduğunu anlatan Cevrioğlu, "Aşırı kilolu bayanlarda bu değer 8-9 kiloya kadar indirilebilir. Gebelik bulantı kusmalarının fazla olduğu ilk 3 ay içinde genellikle belirgin kilo artışı olmazken 4. aydan sonra ayda ortalama1,5-2 kiloluk bir artış beklenir." dedi.

BEBEĞİN GELİŞİMİ İÇİN HAFTADA İKİ PORSİYON BALIK TÜKETİN

Gebelik döneminde beslenme aralıklarının 3 ana ve 3 ara öğün (atıştırma) tarzında sıklaştırılması, aralarda daha çok mevsim meyvelerinin de birer adet tüketilmesi ve akşam öğünlerinde genellikle sebze yemeklerinin yenmesinin faydalı olacağına dikkati çeken Cevrioğlu, şunları söyledi; "Gebeliğin ikinci yarısında günlük kalsiyum ihtiyacı 1 gramdır. Bu miktar 2 bardak süt, 1 kase yoğurt ve 1 dilim kaşar peynirinden karşılanabilir. Artan kan hacmine bağlı oluşan kansızlığı önlemek için, gebeliğin ikinci yarısında özellikle kansızlık saptanan gebelerde ek demir desteği verilmesi önemlidir. Demir pekmezden ziyade siyah et ve maydanoz gibi yeşil yapraklı sebzelerde daha fazla bulunuyor. Gebenin artan protein ihtiyacını karşılamak için hayvansal ve bitkisel protein kaynaklarının benzer oranlarla tüketilmesini öneriyoruz. Bebeğin gelişimine katkıda bulunan omega türü yağlardan zengin olan balığın haftada 2 porsiyon tüketilmesi yararlıdır."

ÇİĞ ETTEN UZAK DURUN

Gebelikte oluşabilecek kabızlığı önlemek için kuru kayısı, yulaf ezmesi, kepekli ekmek gibi lifli gıdaların ve zeytinyağlı gıdaların tüketilmesi gerektiğini belirten Cevrioğlu, anne adaylarının çiğ köfte gibi pişirilmemiş et ürünlerinden, sigara ve alkolden kesinlikle uzak durması gerektiğine dikkati çekti.

Cevrioğlu, bu tür maddelerin tüketiminin anne karnındaki bebeğe zarar vereceği uyarısında bulundu.
 

« Son Düzenleme: 14 Nisan 2009, 23:47:26 Gönderen: Lika »
..Ey Rabbimiz! Bazı yüzlerin ağarıp,bazı yüzlerin kararacağı günde; bizi yüzleri ak,gönülleri pak olan,sevgili resülünün bayrağı altında toplanan mesut insanlar zümresine kat.O'nun(sav) yanında cennete girmeyi,mübarek Cemalini görmeyi,Senin dostlarınla komşu olmayı ve en büyük makam olan rızana ulaşmayı nasip eyle. Amin.

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Bebek Bakımı-Sağlığı
« Yanıtla #1 : 02 Nisan 2009, 04:00:11 »
Bebeğinizin odasını donatırken dikkat edin!

Medical Park Bursa Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Hüseyin Tatar; sağlıklı ve güzel bebek odasında metal malzemeden çok, ahşap mobilya tercih edilmesini tavsiye etti. İşte metal malzemelerin bebeğe zararları..

Tatar, "Yapılan araştırmalar; metal malzemelerin manyetik alan üreterek, insan organizmasını olumsuz yönde etkilediğini ortaya koymuştur.

Metal, bebeğin de kendisini yorgun hissetmesine ve buna bağlı olarak uyku düzensizliklerine neden olabiliyor. Bu nedenle bebeğin odasında büyük metal mobilyalar yerine ahşap tercih edilmeli." dedi.

Zaman
« Son Düzenleme: 05 Nisan 2009, 09:16:45 Gönderen: Lika »
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Bebek Bakımı-Sağlığı
« Yanıtla #2 : 04 Nisan 2009, 01:22:30 »
Bebek mamasında, roket yakıtında kullanılan kimyasal çıktı

ABD'de toz bebek mamasında, roket yakıtında kullanılan bir kimyasalın kalıntılarına rastlandı.

ABD Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezlerindeki bilim adamlarının yaptığı araştırma, farklı markalardaki toz bebek mamalarında rastlanan perklorat kimyasalının, mamanın karıştırıldığı suda da bu kimyasalın yer alması halinde yetişkinler için güvenli olan dozu aşabileceğini gösterdi.

Sonuçları geçen ay belli olan, ancak bugün Çevre Çalışma Örgütü tarafından yayımlanan araştırmada, inek sütünden elde edilen mamalarda bu kimyasalın yüksek miktarda bulunduğu belirtildi.

Bilim adamları, bu kimyasalın bulunduğu mama markalarını açıklamazken, sadece birkaç örneğin incelendiği, bu nedenle tüm mama kutularındaki perklorat seviyelerini bilmenin zor olduğu kaydedildi.

Bilim adamları, önemli ölçüde perkloratın, metabolizmanın ayarlanmasına yardımcı olan tiroid fonksiyonunu etkileyebileceğini belirtiyor. Tiroid fonksiyonlarındaki bozulmanın, ceninin ve bebeğin beyin gelişimi üzerinde etkisi olabileceği biliniyor.

Amerikan hükümetinin, mamaların perkloratın etkilerini geçersiz hale getiren iyot içermesini talep ettiği belirtildi.

Perkloratın, ABD'nin bazı kentlerinde içme suyunda ortaya çıktığı, bu kimyasalın suda doğal olarak bulunabileceği, ancak en fazla perklorat kirliliğinin, savunma ve uzay çalışmalarının yürütüldüğü bölgelerle bağlantılı olduğu bildirildi.

aa
« Son Düzenleme: 05 Nisan 2009, 09:12:31 Gönderen: Lika »
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Demir eksikliğinin sonuçları...
« Yanıtla #3 : 04 Nisan 2009, 01:38:55 »
Demir eksikliğinin sonuçları...

Çocuklarda iştahsızlığa, huzursuzluğa, uyku düzensizliğine, ilerlemiş haliyle zeka parametrelerinde düşüşe neden olan demir eksikliği, ilerleyen yaşlarda kalıcı hastalıkları da beraberinde getiriyor.


Çocuklarda özellikle 6 ay ve 1.5 yaş arasında demir eksikliğine rastlandığını ve demir eksikliğinin genellikle ek gıdalara başlanma döneminde görüldüğüne dikkat çeken uzmanlar, "Mutlaka beslenmede ebeveynler dikkatli olmalı" uyarısında bulunuyor.

Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. İsmail Özcan, çocuklarda ek gıdalara geçiş döneminde anne sütünün az verilmesi ve ek gıdaların da yeterli oranda tüketilmemesi dolayısıyla demir eksikliğinin ortaya çıktığını kaydetti. Uzm. Dr. Özcan, çocuğun ek gıdalara geçtikten sonra da bu gıdaları yeterince tüketmemesinin ve fazla oranda süt içmesinin demir eksikliğine neden olduğunu, çocuklara bu nedenle günde yarım litreden fazla süt verilmemesi gerektiğini dile getirdi. Özcan, "Demir eksikliği çocuklarda iştahsızlığa, huzursuzluğa, uyku düzensizliğine, ilerlemiş haliyle ise zeka parametrelerinde düşüşe neden olabilir. Demir eksikliği bulunan çocuğun zayıf olması gerekmiyor. Çocuk aldığı bazı gıdalardan dolayı kilolu olabilir ancak çocukta yine de demir eksikliği görülebilir. Doktor tarafından demir eksikliği olduğu tespit edilen çocuğa, bu ihtiyacını karşılaması için demir takviyesi yapılır. Ailelerin de çeşitli gıdalarla bu eksikliğin giderilmesine destek olabileceği unutulmamalı. 7 ve 8. aydan itibaren çocuklara demir eksikliğine karşı belirli oranda kırmızı et, mercimek ve pekmez verilebileceğini, bu yiyeceklerin çocuğun demir eksikliğini gidermesi açısından önemli olduğunu anneler iyi bilmeli." dedi.

(CİHAN)
« Son Düzenleme: 04 Nisan 2009, 01:45:58 Gönderen: Lika »
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Gülümsemeyen bebekte körlük riski
« Yanıtla #4 : 05 Nisan 2009, 09:14:12 »


Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı tarafından hazırlanan "Aile Eğitim Rehberi"nde, "anne-babanın yüzüne bakamayan ve gülümsemeyen 6-8 haftalık bebeklerde görme özründen şüphelenilmesi gerektiği" uyarısı yapıldı.
 

Bütün çocukların doğumda görme düzeyinin düşük olduğuna işaret edilen rehberde, görme işlevinin gelişimini doğumdan sonra sürdürdüğü, 6 yaşında olgun görme seviyesine ulaşıldığı anlatılıyor.

Bu süreçte, çocuğun görmesinin kullanılabilir düzeye gelmesi için sürekli ve kaliteli uyarılmaya ihtiyacı olduğu ifade edilen rehberde, görme için algılama yeteneklerinin de gelişmesi ve görüntülerin beyinde anlamlandırılmasının gerektiği kaydediliyor.

Rehberde, "Yeni doğan bebeğin göz bebeklerinin siyah olması gerekirken beyaz olması, gözün alışılmışın dışında küçük, çok büyük veya gelişmemiş olması, çocuğun yüzünü ışık kaynağına dönmemesi ve 6-8 haftalık bebeğin anne-babasının yüzüne bakamaması ve gülümsememesi" gibi durumlarda çocuklarda görme özründen şüphelenilmesi gerektiği bildiriliyor.
   
-GÖRME DUYUSUNUN GELİŞİM AŞAMALARI-
   
Görme duyusunun gelişim aşamaları rehberde şöyle sıralanıyor:

"Normal çocuklarda 0-1 ayda başını ve gözünü ışık kaynağına döndürme; 6-8 haftada gözün içine bakış "Sosyal Gülüşme"; 3-6 ayda kendi ellerini seyretme, ileri uzanma; 1-2 yaşında ise yüz ifadeleri ve vücut dili, sesli uyaranlara bağlanma, olayların akışına bağlantı kurma gibi bazı davranışların sergilenmesi gerekir.

Görme özürlü çocuklarda ise 0-3 ayda göz bebeğinin titreşmesi; 3-6 ayda şaşılık, göz tembelliği, başını tutamama, emekleyememe; 7-12 ayda görsel takip yapamama; 1-2 yaşında ise görsel haberleşme eksikliği gibi durumlar gözlenebilir."
   
-ERKEN TEŞHİS ÖNEMLİ-
   
Rehberde, çocuğun görme özrünün birçok nedeni olabileceğine işaret edilerek, ülkemizde genetik-kalıtım ve akraba evliliğinin göz hastalıklarının temel sebebi olduğu bilgisiyle, göz hastalıklarının erken teşhis edilerek tedavisine ve rehabilitasyonuna başlanması gerektiği vurgulanıyor.

Rehberde, "göz ve görme işlevleri", "ailenin görme özürlü bireye karşı tutum ve davranışları, karşılaştıkları sorunlarla baş etme yolları", "özürlü bireyin eğitimi, hakları ve ulaşabilecekleri kaynaklar" gibi konularda da bilgiler veriliyor.
AA

habervaktim
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Aman bebeğinizi öfkeyle sarsmayın!
« Yanıtla #5 : 29 Nisan 2009, 05:24:44 »
Bebeğin bakımını üstlenene bireylerin öfkelendikleri zaman çocuğu serce sallaması hayati tehlikelere yol açabilir.

Adli Tıp Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Fatih Yağmur, “Sarsılmış bebek sendromu” konusunda Türkiye’de yeterli çalışma olmadığını, bu sebeple olayın çoğu zaman hekimler tarafından da teşhis edilemeyerek atlandığını söyledi.

Yrd. Doç. Dr. Yağmur, genellikle ebeveynlerin öfkeyle bebeklerini sallamaları sonucu oluşan “sarsılmış bebek sendromu” olgularının dörtte birinin öldüğünü, hayatta kalanların ise büyük çoğunluğunun nörolojik problemli olarak hayatlarını devam ettirmek zorunda kaldıklarını bildirdi.

Yağmur, söz konusu sendromun, anne, baba, bakıcı ya da bebeğin bakımını üstlenen bireylerin, bebeğin sürekli ağlaması sonucu çileden çıkarak, bebeği göğsün iki tarafından tutarak ileri, geri ve yana yaklaşık 240-260 derece sallaması sonucu ortaya çıktığını belirterek, şu bilgileri verdi:
“Sarsılmış bebek sendromu daha çok 1 yaş altı çocuklarda görülmektedir. Bir yaş altı çocuklarda beyin gelişimini henüz tamamlamamış ve kıvam olarak daha yumuşaktır. Aynı zamanda bebeğin boyun kasları yeterince güçlenmemiştir. Çocuğun bu özelliklerinden dolayı, meydana gelen bir sarsılmada beyin ciddi hasarlar görebilir.”

timeturk
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı devran

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
Erken sünnet faydalı mı?
« Yanıtla #6 : 01 Mayıs 2009, 15:26:46 »
Yeditepe Üniversitesi Hastanesi Çocuk Cerrahisi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Selami Sözübir, çocuğun erken sünnet edilmesinin idrar yolu enfeksiyonu geçirme riskini azalttığını bildirdi.

Sözübir, yaptığı yazılı açıklamada, sünnetin hem cerrahi, hem de psikolojik yönüyle üzerinde önemle durulması gereken bir işlem olduğunu, bu nedenle operasyonun uzman ellerde yapılması gerektiğini kaydetti.

Sünnet işlemine gerekli cerrahi itinanın gösterilmemesi halinde kanama, enfeksiyon, idrar yolları ve penise kalıcı hasarların verilmesi gibi önemli komplikasyonların ortaya çıkabileceğini belirten Sözübir, Türkiye'de her yıl yüzlerce çocuğun sünnet sonrası komplikasyonlarla hastanelere getirildiğini vurguladı.

Sözübir, sterilizasyonun tam uygulanmaması, aynı aletlerin kullanılması ve özellikle toplu sünnetlerin bu komplikasyonların görülme oranını arttığını bildirdi.

Sünnetin çocuk psikolojisi üzerinde çok önemli etkileri olduğunu işaret eden Sözübir, psikolojik açıdan olumsuz etkilenen çocuğun, ilerideki cinsel hayatına yansıyabilecek birtakım sorunların olabileceğini kaydetti.

Sözübir, gerek cerrahi işlem olarak, gerekse psikolojik etkiler açısından sünnette lokal anestezinin bir an önce terk edilmesi gerektiğini, genel kanının tersine lokal anestezinin daha riskli olduğunu savundu.

Cerrahi işlemin ve bakımın kolaylığı, yara iyileşmesinin çabuk olması ve psikolojik travma oluşturmaması gibi avantajları nedeniyle yeni doğan sünnetinin son zamanlarda daha sık uygulanır hale geldiğini ifade eden Sözübir, prematüre, ailesinde hemofili veya diğer kan hastalığı öyküsü bulunan doğuştan ''pipi anomalisi'' olan bebeklerin yeni doğan dönemde sünnet edilmemesi gerektiğini bildirdi.

Sözübir, 2–4 yaş arası çocukların zorunlu olmadıkça sünnet ettirilmemesi, 1 yaşını da geçmiş çocukların ise sünnet ettirilmesi için 6-7 yaşının beklenmesi gerektiğini ifade ederek, açıklamasında şu görüşlere yer verdi:

''Çocuğun erken sünnet edilmesi idrar yolu enfeksiyonu geçirme riskini azaltıyor. Sünnetsiz çocukların idrar yolu enfeksiyonuna sünnetli olan gruba oranla 8 ile 15 kat fazla yakalandığı gösterilmiştir. 400 bin erkek bebek üzerinde yapılan çalışmalarda idrar yolu enfeksiyonu oranı sünnetsiz çocuklarda yüzde 7, sünnet olan bebeklerde ise yüzde 0,7 olarak bulunmuştur.''

AA
Gün Olur devran döner.

Çevrimdışı devran

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
Yeni doğan bebeklerle devamlı konuşun
« Yanıtla #7 : 01 Mayıs 2009, 15:34:42 »

Bebeğin annenin konuşmalarını dinlediğini, cevap vermesini bile anlamaya çalıştığını aktaran uzmanlar, bunun bebeğin kendisini güvende hissetmesi ve gelişimi açısından çok önemli olduğunu ifade ediyor.

Bursa Zübeydehanım Doğumevi'nden Psikolog Deniz Özcan, anne ile bebek arasındaki ilişkinin çok erken başladığını, bebeğin 16. haftadan itibaren duyduğu seslere hareket ve kalp atışlarındaki değişiklik ile tepki verdiğini söyledi. Bebeğe en güçlü ulaşan sesin anne sesi olduğunu aktaran Özcan, anne karnındaki bebeğin 26. haftadan itibaren annenin sesinin ritmini, iniş çıkışlarını ayırt edebildiğini kaydetti.

Annenin sakin bir sesle yavaşça ve basit cümleler kurduğunda bebeğin sakinleştiğini, hamileliğin son 3 ayında ise müzik ya da gürültü duyduğunda tekme atıp duyduğu sese göre tepki verdiğini belirten Özcan, doğum sonrası iletişim konusunda ise şu bilgiler verdi:

"Doğum sonrası iletişim: Doğumundan sonraki ilk haftalar ve aylarda bebekler iletişim kurmayla ilgili yeni şeyler keşfederler. Doğum sonrasında da anne sesi ve annenin kalp atışına benzeyen sesler bebeği çok rahatlatır. Bebekler zamanla göz teması kurmaya, anne sesini dinlemeye, anneyi gözlemlemeye ve annenin yüz ifadesindeki değişiklikleri fark edebilmeye başlarlar; böylece anne-bebek iletişimi yeni bir boyut kazanır. Annenin mimikleri, canlılığı, değişken ses tonu bebeğin ilgisini çekmeye başlar ve bebek gülümseyerek, ayaklarını ve kollarını oynatarak tepki gösterir. Doğumdan sonraki ilk sekiz ayda bebekler çevrelerindeki kişileri incelemeye ve onlarla sosyal iletişim kurabilmeye başlarlar. Bu sosyal ve duyusal gelişimler bebeğin iletişim kurma becerisinin ilk adımlarıdır."

Bebekle konuşmanın çok önemli olduğunu dile getiren Özcan, onlara yapılan şeylerin anlatılması ve sorular sorulmasının önemine değindi. Özcan, şöyle devam etti: "Belki ne dediğinizi şimdi anlamıyor olabilir, sizi cevaplayamayabilir, ancak dinleyecektir.

Kendinizden bahsederken anne kelimesini kullanın, babasından bahsederken baba. O, bu gibi zamirleri anlamaz. Bebeklerle konuşurken sık sık tekrarlar yapmak, bebeğin konuşmanızı anlamasını daha da kolay hale getirecektir.

Özellikle müzik ve şarkı söylenmesi bebekleri sakinleştirir ve rahatlatır. Bebekle iletişim kurarken bebeğe dokunmak anne ve bebek arasındaki iletişimi güçlendirmekte çok etkilidir. Bebeğinizle oyunlar oynayarak onun iletişim kurma becerilerinin gelişmesine yardımcı olabilirsiniz.

Bebeğinizle iletişim kurmaya çalışırken her bebeğin farklı olduğunu unutmayın. Bir bebeği sakinleştiren şeyler başka bir bebeği heyecanlandırabilir. Kendinize, içgüdülerinize ve en önemlisi bebeğinizin yönlendirmesine güvenin. Paylaşacağınız bu keyifli deneyimler bebeğinizin kendini güvende hissetmesini sağlayacak, onu motive edecek ve gelişimini destekleyecektir."


(CİHAN)
Gün Olur devran döner.

Çevrimdışı devran

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 282
Kundak kalça çıkığına neden olabilir
« Yanıtla #8 : 07 Mayıs 2009, 11:43:04 »
Ortapedi ve Travmatoloji uzmanı Op. Dr. Akın Uğraş, bebeklerin kundaklamanın kalça çıkıklarına neden olabileceğini söyledi.


Radyo 7’nin sevilen programcılarından Eda Çelebi’nin hazırlayıp sunduğu Eda’yla Gün Ortası programının dünkü konuğu Ortopedi ve Travmatoloji uzmanı Op. Dr. Akın Uğraş oldu. Kalça çıkıklarının genetik olduğunu söyleyen Akın Uğraş bebekleri kundaklamanın da kalça çıkıklarına neden olduğuna dair bilgiler aktardı.

EDA: Ortopedik hastalıklar nelerdir?
AKIN UĞRAŞ: Ortopedi kırıklar, çıkıklar, başımıza gelen kazalar sonucu oluşan travma dediğimiz bölümdür. Birde halk arasında yaygın olarak bilinen dizde, kalçada kireçlenmeler var. Doğumsal dediğimiz çocukluktan itibaren gelişen, kollarda, bacaklarda olan eksikliklerle ilgili branşlarda var.

EDA: Vücudun dik durmasını sağlayanlar omurgalardır. Omurganın şekil bozukluklarının sebebi var mıdır?
AKIN UĞRAŞ: Omurga şekil bozuklukları daha çok çocukluğun bittiği 10–14 yaş aralığında ki gençlerde görülen ve nedeni bilinmeyen eğriliklerden oluşur. Ülkemizde de önemli bir sağlık problemidir.

EDA: Omurgada eğrelti olduğunda bu durum kalıcı olabiliyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Genelde duruş bozukluğundan kaynaklanıyor. Özellikle çağımızda ekran karşısında uzun süre kalıpta spor yapmamakla oluşuyor. Biraz spor yaptıklarında görünüş hemen değişiyor, duruş düzeliyor. Bir de bizim cerrahi olarak düzeltmek zorunda kaldığımız hastalık grubu var.

EDA: Ülkemizde maalesef trafik kazalarından, düşmelerden oluşan kırıklar var. Peki, bu kırıklar fiziksel engelliliğe yol açabiliyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Eskiden büyük oranda yol açıyordu. Ama artık günümüzde hem sağlık hizmetlerinin her yerde erişilebilir olması hem ortopedistlerin olaylara hemen müdahale etmesi sonucu düzeltebileceklerimizin çoğunu düzeltebiliyoruz. Çıkıklarda bunlara dâhil. Eklem içi kırık dediğimiz kireçlenmeye yol açan kırıkların sonuçları bizi daha fazla üzüyor.

EDA: Kırıkların ya da çıkıkların tedavi şekli nasıl oluyor?
AKIN UĞRAŞ: Genelde biz kırıkları ya da çıkıkları vücudu eski haline getirmeye çalışarak tespit ediyoruz. Bunu ya ameliyatla yapıyoruz ya da alçı tedavisiyle, bandaj tedavisiyle düzeltmeye çalışıyoruz. Çıkıklar için genelde 3–4 hafta bandaj tedavisi yapıyoruz. Kırıklar içinde kırığına göre değişen tedavi şekilleri var.

EDA: Kısa süreli olupta 2–3 hafta arasında değişen de oluyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Bir insan kemiğinin kaynaması en erken 3 haftayı buluyor.

EDA: Bu durum gençlerde ve yaşlılarda değişiyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Tabi değişiyor. Çocuklarda, bebeklerde bandaja bile almadan 1 haftada kaynattığımız kırıklar var. Aynı kırık yetişkin birinde ameliyat gerektiriyor veya kaynaması uzun sürüyor.

EDA: Özellikle kalça çıkıklarında yaşlılarda yatağa bağlanma durumu oluyor. Bu durum daha sonradan düzelmeme gibi ciddi sorunlara yol açıyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Yaşlılarda vücut kemiği kullanmayınca aynı zamanda hormonal farklılıklar nedeniylede kemik erimesi oluşuyor. Bu durum hem kırığa yol açıyor hem iyileşmemeye yol açıyor, hastaları yatalak bırakıyor. Kalça çıkıklarında çok yatalak kalma durumu olmuyor.

EDA: Doğuştan olan şekil bozukluklarına doğuştan kalça çıkıkları diyebilir miyiz?
AKIN UĞRAŞ: Evet bu durumu eskiden herkes doğuştan kalça çıkığı diye adlandırıyordu.

EDA: Bunun belirgin bir nedeni saptanmış mıdır?
AKIN UĞRAŞ: En başta etkili olan genetik özelliğidir. Ailelerin bebekleri kundak yapması var. Ailelerin bebeklerini kundak yapmaması lazım. Bebekleri kundan yapınca çıkma ihtimali olan kalçalar yerinden çıkıyor. Onun yerine ara bezi kullanmaları gerekiyor. Özellikle ailelerinde çıkık ihtimali varsa bu kişilerin kesinlikle ortopedi doktoruna gitmeleri gerekiyor.

EDA: Eskiyle yeniyi karşılaştırınca şu an doğanlar daha şanslı. Yeni doğan bebeklerde ultrasonla olan çıkıkları belirlemek çok daha kolay. Eskiden bu teknoloji mi yoktu yoksa anne-babalar bilinçli mi değildi?
AKIN UĞRAŞ: Ultrasonun bu alanda yaygın kullanılması daha yeni bir durum. Ama biz röntgenle üçüncü ayda kişileri takip ediyorduk veya bazı fizik muayene testleri vardı. Fakat ultrason ülkemizde yaygın olarak son 4-5 yılda kullanılmaya başlandı. Çok başarılı sonuçları var. Bebek bir aylıkken tanı koyabiliyoruz, tedavisine hemen başlayabiliyoruz. Çoğu hasta bu sayede ameliyatsız iyileşebiliyor.

EDA: Bu çıkıklar nasıl fark ediliyor?
AKIN UĞRAŞ: Aileler eğer hiç doktora gitmemişse ne yazık ki bize çocuk 1 yaşında yürümeye başlayınca geliyorlar. Tek taraflı kalça çıkığında çocuk aksayarak yürüyor ve bu sayede fark ediyorlar. İki taraflı kalça çıkığı olunca onu fark etmeleri 2 yaşı buluyor. Çocuk biraz paytak paytak, salına salına yürüyor, bu durum sevimli olduğu için ailelerin hoşuna gidiyor. Çıkık olabileceği hiç akıllarına gelmiyor.

EDA: Bunların düzelme ihtimali yüksek mi?
AKIN UĞRAŞ: 6 yaşına kadar kalça çıkıklarını cerrahi olarak iyileştirebiliyoruz. Yaş ilerledikçe başarı şansımız düşüyor. Ama tedavisi var.

EDA: Önem verilmediği takdirde ciddi problemlere yol açıyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Kalça çıkığı insanların yürüyüşünü bozuyor. erken kireçlenmeye yol açıyor. Artık ileri dönemde de tedavi ediyoruz. Protez dediğimiz tedavi yöntemleri var. Protez ameliyatının belli bir ömrü var. Protezi koyduğunuz zaman bir 20 sene sonra değiştirmeniz gerekiyor. Hasta ağrıdan şikâyet edince, bu durum kalçada ki kireçlenmelere bağlı o zaman ameliyat kararı alıyoruz.

EDA: Protez ne kadar süre kalıyor? Kaç yılda bir değiştiriliyor?
AKIN UĞRAŞ: Protez çıkartılmıyor. Biz olmayan kalçanın yerine suni bir eklem yapıp protezi koyuyoruz. Bu hayatının sonuna kadar öyle gidiyor. Hastanın yaşı genç olunca protezi yıpranması daha hızlı oluyor. Hasta daha hareketli oluyor. Tekrar ameliyat gerekiyor. Ama bu ameliyatı olabildiğince ileri yaşlarda yapabilirsek pek sorun kalmıyor.

EDA: Kalça kireçlenmesi nedir?
AKIN UĞRAŞ: Kireçlenme günümüzde neredeyse şeker hastalığı kadar insanları etkileyen bir hastalık. Bunun genetik temeli de var. Çok çalışanlarda, eklemini uzun süre kullananlarda da oluşan bir hastalık. Nedeni tam olarak hala günümüzde de bilinmiş değil. Fakat bu durum eklemde ki kıkırdak yüzeylerinin erimesidir.


EDA: Belirti olarak kıkırdak yüzeylerinin erimesi midir?
AKIN UĞRAŞ: Belirti olarak eklemler de ağrı yapar. Özellikle batma tarzında olur. İlerleyen bir hastalıktır. Kireçlenme başladıktan sonra yavaş yavaş ilerler. Bunu durduracak bazı ilaçlarımız var ama kesin bir tedavimiz yok.

EDA: Bu tarz hastalara fizik tedavi öneriyor musunuz?
AKIN UĞRAŞ: Fizik tedaviyle eklemi koruyacak kasların güçlenmesini sağlıyor, eklem hareketlerinin yeniden kazanılmasına yardımcı olur. Fizik tedavi kireçlenme olan hastalarımıza tavsiye ettiğimiz bir tedavi şeklidir.

EDA: Aslında bu ağrılara yakalanmadan da sağlıklı olmak için bu yöntemleri kullansak sorun olmaz diyebilir miyiz?
AKIN UĞRAŞ: Esasında olacaksa oluyor. Engellemeye yönelik elimizde çok koz yok. Ama kalçanız ya da diziniz ağrıdığı halde üzerine gitmemeniz, dinlenmeniz, çok ağır olmayacak şekilde spor yapmanız hastalığı engellemeye yardımcı oluyor.

EDA: Ortopedi alanında ki ilerlemeler nelerdir? Yeni olarak neler yapılıyor?
AKIN UĞRAŞ: Dünyada hangi tedaviler varsa hemen hemen hepsi Türkiye’de de kullanılıyor. Kesinliği daha bilinmeyen tedaviler hariç diğerleri ülkemizde uygulanıyor.

EDA: Alçılı olan bir yağı ya da kolu askıda tutmak sağlıklı bir yöntem midir? Ne için bu yönteme başvurulur?
AKIN UĞRAŞ: Bu yöntem şu anda da kullanılıyor ama eskiden hasta sadece bu yöntemle tedavi ediliyordu. Şimdi bunu kesin tedavi öncesi yardımcı tedavi olarak kullanıyoruz. Daha sonra hastayı ameliyat ediyoruz ya da alçıya alıyoruz. Yatakta sürekli o şekilde hareketsiz yatırmak değil, hastayı hareket ettirmeye çalışıyoruz.

EDA: Sporcu hastalığı olarak bilinen menüsküs hastalığında kimler risk altında?
AKIN UĞRAŞ: Öncelikli grup sporculardır, dizini aşırı derecede zorlayan gruplardır. Bu hastalık grubundan çok bizim daha çok rastladığımız kireçlenmeli dizi olan hastalarımız var. Bu kişilerin dizlerinde eklem kıkırdağının azalması nedeniyle dizde dengesiz hareketler daha fazla oluyor. Bu durum da menüsküsü yırtıyor. Bu iki hasta grubunda da menüsküsün tedavi edilmesi gerekiyor.

EDA: Yaşlılarda ne sıklıkta görülüyor?
AKIN UĞRAŞ: Kireçlenme dizlerin çoğunda var. Bize o şekilde gelen hastalarda genellikle emarla menüsküs olup olmadığına bakıyoruz. Çünkü menüsküste yırtıkta varsa bu kireçlenmeyi hızlandırıyor. Bu nedenle kesinlikle tedavi etmemiz gerekiyor, ameliyat yapılması gerekiyor.

EDA: Kemik erimesinde bayanlarda tehdit altında. Bundan nasıl korunmamızı önerirsiniz? Hangi yaş itibariyle risk oluyor?
AKIN UĞRAŞ: Korunmanın en etkili taze sebze, meyve yemek, her gün en azından yarım saat yürüyüş yapmak, sigaradan, kafeinden, çaydan mümkün olduğuca uzak durmak ve süt ve süt ürünlerini tüketmek gerekiyor. bunları yiyemeyen hastalarımız için bazı ek ilaçlarımız var. Bunları kullanmaları gerekiyor ve tabi ki güneş ışığı çok önemli.

EDA: Yeni yürümeye başlayan çocuklarda özellikle içe basma durumu var. Bu normal midir?
AKIN UĞRAŞ: Yürüme başlı başına hem bir mucize hem de doğal bir süreçtir. Bu süreçte çocuk önce emekler sonra tutunur ve en son yürür. Çocuğun yürümeyi öğrenmesi esasında bir yaşında tamamlanmıyor. 2–3 yaşına kadar kaslar geliştikçe devam ediyor. Ayağın tabanının gelişmesi de 6 yaşına kadar devam ediyor ve tam bir düztaban teşhisi koymamız her zaman kolay olmuyor.

EDA: İleriki yaşlarda da devam eden içe basmaların tedavisi var mı?
AKIN UĞRAŞ: Bu bizim düztabanlık dediğimiz bir mesele. İnsanların neredeyse dörtte birinde görülen, oldukça sık görülen bir şikâyet. Bu durumu hastalık diye bile düşünmeyebilirsiniz. Bu insanların da %99 u kendi işini kendi yapabilen, erkeklerde askerlik dahi yapabilen ve hayatlarında bu durumdan dolayı çok az muzdarip olan insanlardır. Bunun için bir tedavi de genelde gerekmiyor. Çok ileri vakalarda, topuğu içeri çeviren, mecbur ameliyat etmemiz gereken vakalara müdahale ediyoruz.

EDA: Çocuklar ortopedik ayakkabı giymeli mi?
AKIN UĞRAŞ: Bu konuda baya bir araştırma var. Ortopedik ayakkabı giyenlerle giymeyenler arasında aslında bir fark görülmedi. Bundan bir yirmi sene önce herkese ortopedik ayakkabı mecbur tutuluyormuş. Herkes giyiyormuş fakat biz kişilere günümüzde ortopedik olan rahat ayakkabılar giymelerini tavsiye ediyoruz. İlla ortopedik olması gerekmiyor.

EDA: Tabanlık kullanmak gerekiyor mu?
AKIN UĞRAŞ: Özel bir tabanlığımız var. Bunu da ileri vakalarda kullanıyoruz. Onun dışında ailelere biraz daha pahalı ayakkabılar seçmelerini, içi daha ortopedik olan ayakkabıları kullanmalarını öneriyoruz.

EDA: Bir ayakkabının ortopedik olduğunu nasıl anlayacağız?
AKIN UĞRAŞ: İçten taban desteği olan, topuğu sıkı tutan ayakkabılar oluyor. Hasta zaten giyince rahat ediyor. Özellikle bayanlar için en ortopedik olabilecek ayakkabı koşu ayakkabısı türleridir.
 
 



(Haber 7)
Gün Olur devran döner.

Çevrimdışı Nev Bahar

  • okur
  • *
  • İleti: 70
Çocuklarımıza 10 sağlıklı atıştırma..
« Yanıtla #9 : 20 Haziran 2009, 21:02:59 »


Mayo Clinic'te yer alan haberde, bu atıştırmalıkların sağlıklı olmasının önemi üzerinde duruluyor ve işinize yarayacak 10 öneri yer alıyor.

1. İçindekiler ve hazırlanış şeklinden ötürü yüksek kalorili ama düşük besin değerli yiyecekleri evinize almayın. Eğer bisküvi ya da şekerleri el altında bırakmazsanız çocuğunuz bu gıdalar için yaygara koparmaz. Bunun yerine, kendiniz sağlıklı atıştırmalıklar yiyerek çocuğunuza örnek olun.

2. Evde tahıllı yiyecekler bulundurun. Fiyonk krakerler, pideler, lifli gıdalar gibi tam tahıllı atıştırmalıklar çocuğunuza enerji verir.

3. Küçük havuçları ya da diğer çiğ sebzeleri yağsız soslarla süsleyin. Yağsız yoğurda taze meyveler doğrayın.

4. Menüyü genişletin. Ananas, kızılcık, kırmızı ya da sarı biber, mango gibi gelenekselin dışında yiyecekler sunun.

5. Kahvaltıyı tekrarlayın. Az yağlı tahıl gevreği, tost gibi kahvaltıda yenen birçok yiyecek harika bir öğleden sonrası atıştırmalığı olabilir.

6. Atıştırmalıkları çekici hale getirin. Çocuğunuzun dişlerini korumak için şeker yerine yağsız puding, donmuş yoğurt ya da donmuş meyve çubukları verebilirsiniz. Ya da kendi tatlınızı yapmak için kaymaksız süt, yağsız yoğurt ve taze meyve kullanın.

7. Yağsız peynir dilimlerinden, tahıllı ekmek ya da pidelerden şekiller yapmak için bıçak kullanın. Yemek çubuklarıyla zar şeklinde meyveler ya da meyve kebapları yapın. Tahıllı krakerlerle kule yapın, harf krakerlerden kelimeler yazın ya da farklı meyveleri kullanarak tabakta komik yüzler yapın.

8. Yemeye hazır sebzeleri buzdolabında bir seçenek olarak tutun. Buna karşılık taze meyveleri bir kasede çocuğunuzun göreceği bir yere bırakın.

9. Az yağlı ya da yağsız olarak piyasaya sürülen yiyecekler, yüksek oranda kalori içerebiliyor. Aynı şekilde kolesterolsüz olan yiyecekler de yüksek oranda doymuş yağ ve şeker içeriyor. Bu nedenle almadan önce yiyeceklerin etiketlerini kontrol edin.

10. Atıştırma bölgesi belirleyin ve atıştırmalıkları sadece mutfakla sınırlayın. Televizyon önünde çocuklar yediklerinin farkında olmadan çok fazla kalori alıyorlar. Eğer çocuğunuz hareket halindeyken atıştırmalık isterse parça peynir, yoğurt çubukları, tahıllı barlar ya da diğer damlamayan yiyecekler verebilirsiniz.

kadincakararinca
Aldırma yürü!
Göğsüne yüreğinden başka muska takma. Nebi (Aleyhissalatu Vesselam) klavuzun, İman sermayen, amel azığın, sevgi yakıtın, Ahlâk karakterin, edep aksesuarın, Merhamet sıfatın, şeref ve izzet adın olsun...
{ Halil Cibran }

Çevrimdışı Nev Bahar

  • okur
  • *
  • İleti: 70
Kablosuz modem bebeklere zararlı mı?
« Yanıtla #10 : 20 Haziran 2009, 21:19:54 »
Cep telefonu baz istasyonlarının insan sağlığına zararlı olup olmadığı tartışmalarından sonra yeni bir polemik daha başladı. Bu kez de Prof. Dr. Osman Müftüoğlu, kablosuz modemin yaydığı manyetik dalgaların hamile ve 2 yaş altındaki bebekler için zararlı olduğunu iddia etti.

Müftüoğlu, beslenme şartlarının yanı sıra çevrede kullanımı artan manyetik kirlenmeyle ilgili olarak çok ciddi tehlikelerin olduğunu söyledi. Cep telefonu kullanımının ilerleyen zamanlarda sigara gibi yasaklanacağını belirten Müftüoğlu, kablosuz internet ortamının da özellikle küçük yaştaki çocuklar ve hamile kadınlar üzerinde zararlı etkilerinin olduğu yönünde ciddi bulguların olduğunu kaydetti.

Uzmanlar, kablosuz internet ağı olan yerlerde 1,5-2 yaşından küçük çocukları, hamileleri etkilediği konusunda hemfikir. Memorial Suadiye Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları bölümünden Uzman Dr. Murat Yıldırım'a göre teknolojik gelişmelerin yol açabileceği sağlık sorunlarını tam olarak öngörmek imkânsız. Ancak radyo, televizyon, telsiz verici istasyonları, uydu iletişim sistemleri ve GSM cihazları gibi günlük hayatta sık karşılaştığımız elektromanyetik dalga yayan aletlerin insan sağlığını olumsuz yönde etkilediği konusunda herkes hemfikir. Dr. Yıldırım, "Yapılan araştırmalarda yüksek gerilim hatlarına yakınlık arttıkça çocuklarda lösemi sıklığında artış olduğu görülmüştür." diyor. Başka çalışmalarda da diğer çocukluk çağı kanserlerinde artış olabileceğine dair veriler elde edilmiş olsa bile bu konunun kesinlik kazanmadığını söyleyen Yıldırım, "Yapılan çalışmalar günlük hayatta kullandığımız televizyon, bilgisayar ve cep telefonları başta olmak üzere birçok elektronik aletin yaydığı radyasyonun boğazda kuruluk, gözlerde ağrı ve görme bozukluğu, baş ağrısı, alerji, uykusuzluk, seslere karşı hassasiyet, işitme zorluğu ve yorgunluk haline yol açabildiğini göstermektedir." şeklinde konuşuyor. Yıldırım, özellikle telekomünikasyon alanındaki hızlı gelişmelerin çocukların cep telefonları ile tanışma yaşını düşürdüğü, bu nedenle de mobil telefonların beyin dalgalarında değişikliklere yol açtığı, zihinsel faaliyetleri azalttığı, uyku düzenini bozduğu yönündeki iddiaların kanıtlanmamış bile olsa ciddiye alınması gerektiğini düşünüyor.

 ZAMAN

Aldırma yürü!
Göğsüne yüreğinden başka muska takma. Nebi (Aleyhissalatu Vesselam) klavuzun, İman sermayen, amel azığın, sevgi yakıtın, Ahlâk karakterin, edep aksesuarın, Merhamet sıfatın, şeref ve izzet adın olsun...
{ Halil Cibran }

Çevrimdışı Nev Bahar

  • okur
  • *
  • İleti: 70
Manyetik dalgalardan nasıl korunabiliriz?
« Yanıtla #11 : 20 Haziran 2009, 21:20:41 »
Dr. Murat Yıldırım:

Binalar trafolardan en az 100 m. uzakta inşa edilmeli.

Televizyondan en az 1 m. uzakta oturulmalı.

Düşük radyasyonlu bilgisayar ekranı kullanılmalı, LCD ekran tercih edilmeli.

Çocuklar oyun amaçlı bilgisayar kullanmamalı, açık hava alanlarına özendirilmeli.

Halojen ve floresan lambalar okuma lambaları olarak kullanılmamalı.

Çocuk odalarında TV ya da bilgisayar bulundurulmamalı. Bu tür araçların yer aldığı odalarda ve duvarların arkasında çocuk yatağı olmamalı.

On altı yaşın altındaki çocuklara cep telefonu kullandırılmamalı.

Telsiz ev telefonları ve kablosuz modemler yatak odası dışına yerleştirilmeli.

Op. Dr. Ferhan Kulu:

Günlük hayatımızda kullandığımız teknolojik cihazların sağlığımızı ne ölçüde etkilediğini tam olarak bilmiyoruz. Bilim adamları elektromanyetik kirlenmenin sağlığımız üzerindeki olumsuz etkileri ile ilgili çalışmalar yapıyor. Kablosuz internet (wireless) ortamının özellikle küçük yaştaki çocuklarda ve hamile kadınlarda zararlı etkilerinin olabileceği düşünülüyor. Düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar iyonize edici etki göstermez. Bu tip elektromanyetik dalgalar dokuya çarptıklarında moleküler hareketlerde artışa sebep olur, bu da ısı olarak ortaya çıkar. Non iyonize elektromanyetik etkilere yönelik deneysel veriler oldukça az. Yapılan hayvan deneylerinde bu konudaki çalışmalar devam ediyor. Tedbirli olmak için hamile kadınlar özellikle yatak odalarında bu tür cihazları bulundurmamalı, cep telefonunu kulaklıkla kullanmalı.
Aldırma yürü!
Göğsüne yüreğinden başka muska takma. Nebi (Aleyhissalatu Vesselam) klavuzun, İman sermayen, amel azığın, sevgi yakıtın, Ahlâk karakterin, edep aksesuarın, Merhamet sıfatın, şeref ve izzet adın olsun...
{ Halil Cibran }

Çevrimdışı Nev Bahar

  • okur
  • *
  • İleti: 70
Bebeğinin sağlığını merak edenlere
« Yanıtla #12 : 02 Temmuz 2009, 02:20:40 »
Amerikan Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Sağlığı Bölümü’nden Dr. Alper Mumcu annelerin bu merakını giderecek basit yöntemleri anlattı...

Karın duvarında rahimin içini gösteren bir pencere olabilseydi bu endişelerin çoğu yersiz olurdu ancak ne yazık ki böyle bir olanak yok. Ancak bebeğin içeride keyfinin yerinde olup olmadığı konusunda fikir verebilecek son derece basit bir yöntem var. Onun hareketlerini takip etmek ve saymak...

SAYMA İŞLEMİ YAPIN

Bu yöntem hem çok kolay hem herkes tarafından her yerde yapılabilir hem de bedavadır. Gerçekten de gebeliğin son 3 aylık dönemine girdiğinizde, gün içinde bebeğinizin hareketlerini takip etmek ve saymak, onun karnınızda iyi olduğunu göstermesi açısından önemli ipucu verebilir.

Bunun için ideal olan genelde en çok aktif olduğunu bildiğiniz günün hemen hemen aynı saatlerinde sayma işlemini yapmaktır. Bu işlemi yemek sonrasında yapmak daha avantajlıdır. 28-30. haftadan önce bebek hareketlerini saymaya çalışmanın pek bir anlamı yoktur.

KUŞKU DUYARSANIZ

Bebek hareketi saymada değişik yöntemler vardır. En sık kullanılan yöntem oturur ya da sol yana yatmış pozisyonda iken hareketleri saymaktır. Vücut hareketi, seyirme, tekme gibi tüm hissedilebilen hareketler geçerlidir. Eğer bebeğiniz bu şekilde saatte 4-5 hareket yapıyorsa ya da 2 saat içinde fark edebildiğiniz hareket sayısı 10 civarındaysa sorun yoktur.

Eğer bebeğinizin hareketleri azalmış gibi görünüyorsa kalkıp 5-10 dakika yürüyün, meyve suyu, tatlı, çikolata gibi bir şeyler atıştırın, 2-3 bardak su için ve yeniden deneyin. Eğer hareketler hâlâ düzelmemiş ise doktorunuza bilgi verin.

« Son Düzenleme: 01 Ocak 2010, 03:36:32 Gönderen: no-nic »
Aldırma yürü!
Göğsüne yüreğinden başka muska takma. Nebi (Aleyhissalatu Vesselam) klavuzun, İman sermayen, amel azığın, sevgi yakıtın, Ahlâk karakterin, edep aksesuarın, Merhamet sıfatın, şeref ve izzet adın olsun...
{ Halil Cibran }

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Katı gıdalar bebekte zeka geriliğine yol açıyor
« Yanıtla #13 : 10 Temmuz 2009, 07:53:45 »


Katı gıdalara erken başlama, bebeklerde büyüme geriliğine yol açıyor
 

Bebeklerde ek besinlere erken geçilmesi ishal, inek sütü alerjisi, aşırı böbrek yükü, büyüme geriliği ve obezite gibi sorunlara neden olabiliyor.

Fatih Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Polat, bu dönemin 4-6. aylarda başlatılması gerektiğine dikkat çekerek, "Katı gıdalara erken başlama anne sütü alımını azaltarak büyümeyi bozar." dedi.

Prof. Dr. Aziz Polat, Dünya Sağlık Örgütü'nün bebeklerin doğumundan itibaren ilk 4-6 ay sadece anne sütü almalarını önerdiğini belirtti.

İnek sütü, mama veya ek gıdaların erken dönemde verilmesinin anne sütünün azalması veya kesilmesine yol açtığı uyarısında bulunan Polat, "Anne sütüne 2 yaşına kadar devam edilmesi önerilmekte, Türkiye'de ise ortalama emzirme süresi 1 yıl." diye konuştu.

Ek gıdalara, 4-6. aylarda geçilmeye başlanması gerektiğini kaydeden Polat, şöyle devam etti: "Katı gıdalara erken başlama anne sütü alımını azaltarak büyümeyi bozar. Ek besinlere erken başlamak alerjik hastalıkların özellikle besin alerjilerinin görülme sıklığını artırır. Ayrıca ishal, inek sütü alerjisi, aşırı böbrek yükü, büyüme gelişme geriliği ve bazen de obezite görülebilir."

Polat, ek besinlere geçerken dikkat edilmesi gerekenleri şu şekilde sıraladı:

"İlk kez verilecek besinler haftada bir çeşit olacak şekilde verilmelidir. Bu sayede hem bebek daha kolay alışır hem de alerji gelişirse hangi besinden olduğu anlaşılabilir.

Ek besinler tek öğün olarak ve çok az miktarda verilmelidir. Bebeğin alımına göre miktar ve öğün sayısı artırılır.

İlk kez verilecek besinler bebek açken denenmelidir.

Bebek zorlanmamalı, bir süre sonra tekrar denenmelidir.

Tüm besinler kaşık ile verilmelidir.

Taze ve doğal ürünler kullanılmalı, konserve, dondurulmuş yiyecekler, katkı maddeli yiyecekler verilmemeli. Hazırlanan besinler uzun süre oda ısısında bekletilmemeli.

Besinler hazırlanırken hijyene uyulmalı ve eller mutlaka yıkanmalı."

(CİHAN)
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı _sukut_

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 36
Bebeği uyuturken hızlı sallamak zararlı
« Yanıtla #14 : 27 Temmuz 2009, 13:56:51 »
Bebeği sallayarak uyutmak Türk kültürünün değişmez parçası. Hemen hemen tüm anneler, bebeğini ayağında ya da beşikte sallayarak uyutuyor.

Oldukça masum görünen bu yöntem, dikkat edilmediğinde bebeğin henüz yeni gelişen beyninde ciddi hasarlara sebep olabiliyor. Uzun süre ve hızla sallanan bebeklerde ileri yaşlarda körlük ve felç riskinin arttığı belirtiliyor. Uzmanların bu konuda uyarısı şöyle: “Bebeği sallayarak uyutmaya alıştırmayın, ağladığında bırakın kendi kendine sussun. Eğer kendi başına uyumuyorsa çok hafif ve kısa süreli sallayın.” 2001 yılında İskoçya’da Çocuk Nöroloğu Dr. Robert Minns tarafından yapılan bir araştırmada hızla sallanan bebeklerin ileri yaşlarda kör ve felç olma riski taşıdıkları ortaya çıkarılmıştı.

Acıbadem Bursa Hastanesi Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Bülent Öztürk, bebek sallama yöntemiyle ilgili uyarılarda bulunuyor. Beşikte, ayakta ya da başka araçlarla yapılan sallamanın şiddetine çok dikkat edilmesini isteyen Öztürk, “Anneler ve babalar özellikle geceleri uyku sersemliğiyle bebekleri hemen uyusun diye aşırı şekilde sallıyor. Her gece bu şekilde sallanan bebeklerin beyninde zamanla sarsıntılar meydana gelebiliyor.” diyor. Şiddetli sallamalarda iç kulak sıvısının çevresindeki dokulara hızla çarptığını ve bebekte sersemlik haline sebep olduğunu vurgulayarak, uzun vadede bu durumun beyne zarar verebileceğini aktarıyor.

Bebekleri uyutmak için binlerce yıldır kullanılan sallama yöntemi aslında beynin uyarılması esasına dayanıyor. Sallama sırasında iç kulakta dengeyi sağlayan vestibular labirentinden ve sabit noktaya bakan gözlerden beyne iki farklı sinyal gidiyor. Bu sinyaller arasındaki fark, baş dönmesi ve sersemlik hissi doğurarak uyku getiriyor. Çocuk Hastalıkları Uzmanı Bülent Öztürk, sallanan bebeğin ihtiyaç duyduğundan ya da yorulduğundan değil, beyni uyarıldığı için uykuya daldığını kaydediyor. Sallanırken başka şeylerle ilgilenen ve bakışlarını sürekli hareket ettiren bebeklerde beyin uyarımının gerçekleşmediğini, bu nedenle de uyumadıklarını bildiriyor.

Doktor Bülent Öztürk, ailelere bebeklerini uyutmak için sallamaya alıştırmamaları tavsiyesinde bulunuyor. Öztürk, çok ağlayan ya da sallamaya alışan bebeklerin ise hafifçe ve kısa süreyle sallanabileceğini, bunun bebeğe herhangi bir zararı olmayacağını aktarıyor.
Herşey Yalannn