Gönderen Konu: Belıngaz ve Behlûl  (Okunma sayısı 3439 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı erh

  • okur
  • *
  • İleti: 62
    • http://www.neyse.de
Belıngaz ve Behlûl
« : 03 Eylül 2004, 03:44:02 »

Bir Mezopotamyalı. Köylü mü, şehirli mi, tüccar mı, rençber mi olduğu bilinmez. Ama bilinen tek şey, zavallının ne yapsa zarar ettiği. Rençberdir tarlasına bakar, çapalar, sular fakat doğru dürüst ürün alamaz, çoluk çocuğu aç kalır. Ticaret yapar alırken kazıklanır, starken zarar eder. Bu yüzden adı Belıngaz’dır. Biçare Belıngaz ne yapsa, ne etse zarar. Bunalıma girer. Çevresindeki hayırseverlerden biri bu derdini iyi bildiğinden bir gün kendisine akıl verir: “Bak Belıngaz, durumunu biliyoruz ve hayret ediyoruz. Biz de bu işe akıl erdiremedik. En iyisi sen Bağdat’a git ve Bahlul’ü bul. Senin bu derdine olsa -olsa O çare bulur.” Nasihatleri kafasına, azığını torbasına koyan Belıngaz, ailesine ve akrabalarına veda ederek Bahlul’e sorununu anlatmak üzere yola çıkar.

Bir gün koyu bir ormandan geçerken, ürkütücü bir inleme duyar. Sesin geldiği yöne seğirttiğinde acıyla kıvranan bir aslana denk gelir. Aslan, o kadar acı çekiyormuş ki, inlemesinden yer-gök titremekte, ağaçlardan yapraklar düşmekteymiş. Belıngaz, korkarak ve biraz da acıyarak yaklaşmış aslana. Aslan acıyla kıvranırken sormuş: “Kimsin, ya Allahın kulu. Ne iş yapar, nerden gelir, nereye gidersin böyle?” Belıngaz, başından geçenleri ve çare aramak üzere Bahlül’e ulaşmaya çalıştığını anlatmış. Aslan yalvarmış: “Peki, sana uğurlar olsun. Ama ne olur beni de unutma. Eğer görüşürsen Behlül ile de ki, falan ormanda güçlü-kuvvetli bir aslan var. Hiçbir yerimde somut bir yaram, rahatsızlığım yok. Fakat bana musallat olan neremde olduğunu bilmediğim bir ağrı var ki, görüyorsun beni inim-inim inletiyor. Nasılsa dönüşte buradan geçeceksin. Benim de derdimin ne olduğunu ve ilacını lütfen sor, öğren. Dönüşte eğer sağ kalırsam bana anlatırsın.” Belıngaz, söz vermiş aslana ve yoluna devam etmiş.

Yorgunluktan bir gece büyük bir deryanın kenarında mola verip, düşüncelere dalmışken Belıngaz, bir de bakmış ki deryanın ortalarından göz alıcı bir ışık yaklaşmış, yaklaşmış suyla karanın birleştiği yere gelmiş. Öyle bir ışık saçıyormuş ki Belıngaz’ın gözleri kamaşıyormuş. Derken ışık tarafından nazik, narin bir ses yükselmiş: “Ey kul, kimsin burada ne arıyorsun?” Belıngaz, denizden gelen sese gayet açık bir şekilde derdini anlatmış ve amacını da eklemiş. “Üzüldüm haline. Ama Allah’ını seversen Behlül’ü gördüğünde benim de durumumu sor. Bak ben, küçücük bir balığım. Denizde benden daha büyüklerden ve yırtıcılardan bir türlü kurtulamıyorum. Saklanamıyorum da. Çünkü nereye gitsem şu gördüğün ışık, beni ele veriyor. Sor bakalım Behlül’e, acaba bu derdimin çaresi nedir?” Balığın da sorununu Behlül’e anlatacağına söz vermiş

Belıngaz ve sabah erken yola devam etmiş. Bir gün büyük bir kentin içinde bulmuş kendini. Aç ve susuz, yorgun ve barınaksız. Sormuş, soruşturmuş kentin hükümdarının konağını bulmuş. Konağa giren çıkanın hesabı yok. Belıngaz da süzülmüş bir kapıdan ve girmiş konağa. Misafir odasında kapıya yakın, ayakkabıların üzerine çömelmiş. Oda misafir dolu, dünyadan konuşuyorlar, ülke sorunlarından söz ediyorlar, hizmetçiler tepsilerle içeriye yiyecek taşıyorlar. Belıngaz da, herkes gibi sofraya oturmuş, tıka basa karnını doyurmuş. Derken gecenin çok geç bir vaktinde tüm misafirler ayrıldıktan sonra içeride yalnız başına, tanımadığı bir yabancıyı gören ev sahibi nazik bir şekilde sormuş Belıngaz’a. ‘Kimsin, kimlerdensin burada ne arıyorsun’ diye. Anlatmış kentin hükümdarına da sorununu. İzin verirse burada gece konaklayıp, sabaha Behlül’ü aramak üzere yola çıkacağını falan. Genç, yakışıklı ve zenginlik içinde olduğu her halinden belli olan Hükümdar ilgiyle dinlemiş kendisini ve tam dizlerinin dibine sokularak alçak bir sesle ricada bulunmuş: “Tamam, burada geceleyebilirsin. Hatta istediğin kadar da kalabilirsin. Ama gittiğinde ne olur Behlül’e benim de derdimi sor. Görüyorsun gencim, yakışıklıyım ve çok zenginim, buranın da hükümdarıyım. Ama tüm gücüme kuvvetime rağmen, insanlar beni dinlemiyorlar. Tam hakimiyet kuramıyorum. Sor bakalım acaba neden? Ve bir de çaresini öğrenmeyi unutma e mi?” Ev sahibinin de derdini dinleyen Belıngaz, biraz da yorgunluktan rahat bir uykuya dalmış.

Sabah erken başucuna bırakılmış zengin yiyeceklerle dolu azık torbasını sırtladığı gibi vurmuş yollara. Gide-gide, sora-sora Bağdat yolunu ararken, büyükçe bir tarlanın kenarında bir çiftçiyle karşılaşmış. Biraz da dinlenmek amacıyla çiftçiyle ‘kolay gelsin’, ‘hoşgeldin’ ‘buyur otur’ törenlerinden sonra bir ağacın gölgesine ilişmişler. Her yerde olduğu gibi çiftçi Belıngaz’a sormuş, O da derdini ve amacını dökmüş. Ve çiftçi de hemen yalvarmaya başlamış: “Eğer Behlul’e rastlarsan ne olur benim halimi de sor. Görüyorsun yeryüzünde bir tek bu tarlam var. Ama olsun eğer benim emek verdiğim kadar o da ürün verse, eh idare eder gideriz. Ne yazık ki gördüğün şu tarlaya ne eksem ortası kavruluyor, sanki yanıyor. Bir tek kenarlarından ürün kaldırabiliyorum. Onca çapa, sulama ve emeklerimiz hep boşa gidiyor.” Belıngaz çiftçinin de ricasını kabul eder ve yola koyulur.

Uzun bir yolculuktan sonra geldiği kentin Bağdat olduğunu öğrenir. Koca kente varması bir sevinç ama Behlul’ü bulması ayrı dert. Rastladığı herkese sorar. Kimi yanıtlamaz, kimi bıyık altından güler, kimi de kendisiyle dalga geçer. Yorgunluktan bittiği anda bir çayhanenin gölgeliğine sığınır. Az sonra bir değneği at gibi kullanan, yolları tozutarak geçen, üstü başı perişan ve kir içinde yarı deli bir insan geçince caddeden, kahveci alaylı yaklaşır Belıngaz’a: “İşte aradığın Behlul yani açıkçası deli adam bu”der. Bütün hayalleri yıkılmıştır artık. Günlerce yol tepip aradığı, sadece kendisinin değil aslanın, balığın, hükümdar ve çiftçinin de dertlerine çare aramasını söylediği adam bir deli. Çocuk gibi. Bir dal parçasına binmiş, dıgıdık-dıgıdık giden, ata bindiğini sanan bir avare. Bu herkesin derdine çare bulan insan olamaz. Ya buysa? Bunca yol teptim, eziyet çektim, tehlike atlattım, işimden gücümden oldum, hepsi boşuna.

Başa gelen çekilir, deli meli, başka umarı olmayan Belıngaz yaklaşır kendisine. Behlul olup olmadığını sorar. Deli adam Belıngaz’ın etrafında tozutarak atıyla(!) bir tur daha atar. “Evet benim, ne olmuş, ne istiyorsun benden?.” Çaresiz Belıngaz, bir taşın üstüne yığılır gibi oturmuş, istemeye istemeye derdini anlatmış. Sözünü bitirdiği an gene umutsuzca yolda gelirken dertlerini dinlediği aslanın, balığın, hükümdarın ve çiftçinin de hikayelerini anlatmış. O zaman Behlul, sopasını yani atını bir kenara koyarak yaklaşmış Belıngaz’a, alçak sesle ve candan bir gülümsemeyle anlatmış da anlatmış. Uzun uzadıya bir sohbetten sonra atına atladığı gibi uzaklaşırken “hadi git artık, yolun açık olsun, unutma şansın önünden gidiyor, yakalamaya çalış” demiş.

Umut ve umutsuzluk karışımı, Behlul’ün hırpani duruşu ve çocuksu hareketlerini düşüne düşüne yola koyulmuş. Düşüncelere o denli dalmıştı ki, çiftçinin yanına geldiğini geç fark etmiş. Daha dinlenmeden çiftçi, Behlul’ü görüp görmediğini, kendi sorununu anlatıp anlatmadığını sormuş. “Evet kardeşim, sordum. Behlul dedi ki ona selam söyle. Tarlasının ortaları tamamıyla altınla dolu. O nedenle ne ekiyorsa kuruyup gidiyor. O kadar altın var ki dünyayı satın alabilir. Eğer birazcık kazarsa tüm altınlara sahip olur, dünyanın en zengin adamı olur ve tarlasına da ihtiyacı kalmaz.” Sevincinden göklere uçacak gibi olmuş çiftçi, ama çabuk toparlanmış: “Madem ki öyle, benim çok fazla nüfusum yok. Hem olsa bile anlattığın altınlar ikimize de yeter. Sen otur yerinde, ben çıkarır kardeş gibi paylaşırız” demiş. Belıngaz kabul etmemiş ve çiftçinin tüm ısrarlarına veda ederken de gerekçesini anlatmış: “Sağol, ben gideceğim, Behlul’ün dediğine göre benim şansım önümden gidiyormuş, onu yakalayacağım” ve yola koyulmuş.

Gene hükümdarın sarayı, gene geç vakit misafirler dağıldıktan sonra Hükümdar Belıngaz’ın dizlerinin dibine yanaşmış ve fısıltıyla, Behlul’e durumunu anlatıp anlatmadığını sormuş: “Evet hükümdarım sordum sizin derdinizi de. Ve bana dedi ki, aslında o bir erkek değil, bayandır. Eğer bir erkekle evlenirse kocası kral, kendisi de kraliçe olur. Böylece ülkesine hükmetme sorunu kalmaz, dedi.” Bunun üzerine kral kafasındaki kavuğu, üstündeki kaba kürkleri bir çırpıda çıkarmış. Ortaya saçları topuklarına vuran, ince belli, selvi boylu dünya güzeli bir bayan çıkmış. Belıngaz’a biraz daha sokularak: “Doğru söylemiş Behlul. Gördüğün gibi ben genç ve güzel bir kızım. Bu sırrımı da bir sen biliyorsun, bir de Behlul ve ben. Gel evlen benimle, sen kral ol ben kraliçe. Ülkem zengin, sen de rahat edersin ben de” Belıngaz uzaklaşmış kadından, gördükleri karşısında artık Behlul’ün doğru söylediğine de inanarak, sabahı beklemeden çantasını sırtlamış kapıdan çıkarken: “Yok sultanım, sen kendine başka bir eş bul. Behlul benim şansımın önümde yürüdüğünü söyledi. Hadi işin rast gelsin” demiş ve yola koyulmuş.

Aslında artık yürümüyor, biraz da Behlul’ün söylediklerinin bir bir çıkması yüzünden uçuyormuş. Ve bir de bakmış ki gene karanlık ve bir önceki denizin kenarına, balıkla konuştuğu yere gelmiş. Gözleri kamaşmış gene denizin ortalarından gelen ve kıyıya yaklaşan ışıktan ve gene balık dile gelmiş: “Hoşgeldin, gördün mü Behlul’ü, sordun mu benim de halimi?” “Doğrudur, gördüm ve sordum. Senin tam iki gözünün arasında, burnunda çok kıymetli bir mücevher varmış, onun değeri tüm dünyaya bedelmiş, eğer biri parmağıyla dokunsa mücevher çıkar ve sen de rahat edersin, mücevher sahibi de dünyanın en zengin adamı olur”demiş Belıngaz. Balık: “Hadi o zaman ne duruyorsun, bak ayaklarının dibindeyim. Çıkar şu mücevheri senin olsun, ben ne yapacağım balık başıma denizde mücevheri. Bu sana layıktır, ben de denizde tehlike altında yaşamaktan kurtulurum.” “Hayır” demiş Belıngaz. Doğru dürüst dinlenmeden çantasını sırtlamış ve “Behlul’ün dediğine göre benim şansım önümden gidiyormuş. Ben onu kovalayacağım. Sen kendine başka birini bul mücevheri çıkarmak için. Haydi Allahaısmarladık.” demiş.

Belıngaz şansını kovalamak için karanlıklara karışırken, balığı da gözleri yaşlı bırakmış deryada . Artık hem köyüne yaklaştığını biliyor, hem de Behlul’ün mucizelerini görerek geleceğe daha umutlu ve güvenceli bakıyormuş. Aynı zamanda şu ana kadar Behlul’ün mucizeleri bir başka güven vermişti. Delinin tüm söyledikleri bir bir çıkmıştı. Artık evine bir an önce varmak, kendisini bekleyen esas mucizeyi yani şansını yakalamak için yürür gibi gidiyor, ama aslında uçuyordu. Günün hangi saati olduğunu, ne zaman vardığını anlayamadan gene kendini ormanın içinde ve yeri göğü inleten kükremelerin içinde buldu. Bu kükremelerin ne olduğunu, aslında acı çeken aslanın inlemeleri olduğunu o an hatırladı. Sese doğru bir öncekinden daha emin ve korkmadan yürüdü. Daha önce görüştüğü yerde, aslanı inlerken buldu. Selam verdi, selam aldı. Aslan kendisini görmekten mutlu, acılarını bastırmak için dişlerini sıkıyordu. “Hoşgeldin ey Ademoğlu. Yediğin içtiğin senin olsun. Gördüklerini, Behlul’ü ve söylediklerini anlat bakayım” dedi. Belıngaz, biraz soluklanmak biraz da aslanı memnun etmek için daha da yaklaştı, kucak-kucağa oturarak; başından geçenleri, balığı, çiftçiyi, bayan padişahı, bunların sorunlarını ve Behlul’ün çözümlerini en ince ayrıntılarına kadar anlattı. Bu arada Behlul’ün söylediklerinin doğru olduğuna tanıklıklarını da eklemeyi ihmal etmedi. Aslan:
“Peki benim için ne dedi? Neymiş benim bu kadar acı çekmeme sebep ağrılarım, hastalığım?”
“Bak aslan kardeşim, Behlul dedi ki senin en ufak bir hastalığın yokmuş. Sadece ahmak, akılsız bir canlıyı yersen hiçbir ağrın kalmayacakmış. Öyle söyledi Behlul.”

Aslan bitkinliğinden ve çektiği acılardan beklenmeyen bir çeviklikle, yakınında bulunan Belıngaz’a pençelerini geçirmiş, kıpırdayamayacağı şekilde güçlü kollarıyla sarmış bizimkini. Nefes almakta zorlanan Belıngaz yalvarmaya başlamış:

“Ne yapıyorsun aslan kardeşim? Benim sana ne kötülüğüm dokundu? Üstelik onca yolu tepip senin dermanını da söylemeye geldim, bırak beni.”

“Ey akılsız ademoğlu. Bir ülkenin padişahlığını, dünyaya yetecek balığın burnundaki mücevheratı ve çiftçinin tarlasındaki altınları tepip gelmişsin. Hala “benim şansım önümden gidiyor, onu kovalayacağım” diyorsun. Sen önüne çıkan üç önemli şansı yakalayıp ellerinden kaçırmışsın. Hastalığıma iyi gelecek akılsız canlı senden daha akılsız olur mu? Bana senin gibi bir ilacı gönderdiği için şükürler olsun Allahıma ve Behlul’e de teşekkürler.”

Sözünü bitirir bitirmez günlerin verdiği açlık ve ayağına gelen ilacı bir an önce tüketmek amacıyla, yemiş bitirmiş Belıngaz’ı. Ayağa kalkıp bir gerindikten sonra eskisinden daha güçlü bir şekilde ormana doğru kükremeye başlamış.
« Son Düzenleme: 08 Ekim 2008, 00:49:23 Gönderen: mystic »
mirhan