Gönderen Konu: Ben Nokta  (Okunma sayısı 2522 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ay Işığı

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1166
Ben Nokta
« : 01 Ekim 2009, 23:20:59 »




Ebedî bir aşkla çoğalan ezelî bir noktayım ben… Hâmelerden süzülüp kağıda akıyorum damla damla… Ben, katrelerle alevlenen bir okyanustum yurdumda… Birim, tekim; ancak her yerdeyim. Hallac’ın kanıyla dinen Dicle’den geliyor suyum, mürekkebim… Esâmemi anlatsam âhh, sayfa sayfa... Ebedî bir aşkla çoğalan ezelî bir noktayım ben... Sadece nokta…

Ben bir hattatın rahlesinde âlem ve yâresinde ademim... Benimle nefes aldı Elif, benimle can buldu Mim. Lam benden aldı kıvrımını, benimle dile geldi Cim… Cisimlere isim verdi küçücük mevcudiyetim. Ben nokta… Nokta kadar olamayan bu dünyada, Elifbânın başlangıcı ve sonuyum. Harflerin ilk ocağı, son yurduyum… Benim sayemde sayfaya dokundu Nun… Okundum ve sesimi duyurdum bir Vav ile… Dal ile sûret buldum ve gözlere doldum aşk ile… Kamış kalem inledi, dayanamadı yüreğim bu sarîr-i hâmeye… İçimdeki ummâna sığamadım, bir hokka dolusu mürekkebi Aşk’la geçtim ve Hüsn’ün vuslatıyla yayıldım sayfalara…

Ben nokta… Ben harflerin gölgesinde nihân, rahlenin yüreğinde pinhan… Kimse bilmiyor bu sırrı, ifade edemiyorum. Âlemin bir noktadan ibaret olduğunu biliyor ve ifadesizliğimin çilesinde, çilemin ifadesizliğinde kendimce bir faide arıyorum. Bu esrârı bilen biliyor, bilen bana dönüyor, görüyorum.

Sırrım yüzyıllar önce yayıldı âleme… Kâinatın sırrı şimdi bir hattatın tek hamlesinde… Ben nokta… Yüzyıllar önce sırrım fısıldandı kulaklara… Âlemin sırrı Kurân’da, Kurân’ın sırrı besmelede, besmelenin sırrı Be’de, Be’nin sırrı bende… Anahtar da benim kilit de… Çizgilerin de ruhu bende, hamlelerinde.. Şânım Aşkî’ye kadar ulaştı ve söz kâğıda aşkla yansıdı:

Nokta-i ba’sından erer âleme
Subh u mesâ reşhâ-i feyz-i amîm

Ben nokta… Sevgilinin dudağı, ağzı ve beniyim.. Ben sevgilinin baştan sona aşk kokan güzelliğiyim. Hüsn de bende Aşk da... Dîvânlarda âhımla tutuşan harflerin menzili hep bende… Ben nokta… Gerçek güzelliğin ülkesinden, hakîkî varlığın kapısından geliyorum. Ben ki, sadece bir zâtî taayyün bu dünyada.. Dünya ise baştan sona Elifbâ…

İnsan ki, en çok benzeyendir bana. Nasıl ki bütün harfler benden ibaret, insan da minicik bir nokta bu dünya kitabında… Bir nokta nasıl varla yok arasındaysa insan da hakîkat ve riyâ sınırında... Ve bir nokta nasıl asılsa, diğerleri onun yansımasıysa… İnsan da aslından kopan nurun çoğalması ve gölgelerin dünyaya yayılması aslında… Ben nokta… İnsan ki, en çok benzeyendir bana…

Ete kemiğe bürünen ve Yûnus diye görünen bir dervişin kalbiyle karıştım halkın arasına… Bir damlada yüz bin deniz gördüm Hakk’ın aynasıyla… Yûnus’un sözünden biçildi elbisem:

Bir yıl eğer vasfın diyem
Bir zerresin düketmiyem
Bir katrede yüz bin deniz
Bir noktasın şerh itmeyem


Ne tarifim yapılabildi ne de şerhim... Oysa şeyhim yüzyıllar önce icazet vermişti bana… Yayıldım, dağıldım, dört kıtada nâm saldım… Kimse görmedi küçük bedenimi… Hiç kimse göremedi küçücük bedenimde gizlenen on sekiz bin âlemi… Yıllarca gezindim, hüküm sürdüm sayfaların saltanatında… Denizde kum, gökte yıldız, ormanda yaprak gibi çoğaldım sayfalarda… Âhh yine de yetemedim, kimseye söyleyemedim O’na duyduğum aşkı… Anlatamadım, dökemedim sayfaya… “Ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa” da…

Ben nokta… “Bir ben vardır bende bir de benden içeri” diyen Yûnus gibi şerh ettim kimliğimi… “Bir nokta vardır bende bin de benden içeri…” Nokta içinde noktayım. Noktanın kendine saklandığı zerrelerin ucunda ve sanki bir yoktayım. Bir kalemin alnından süzülüyorum dürr-i yektâ misâlî… Bırakıyorum sayfalara kendimi…

Yüzyıllar önce, câhiller henüz çoğaltamamışken beni, bir midyenin kalbine düştüm. Büyüdüm, büyülü bir iksir gibi insanın kalbine düştüm… Süveydâ dendi sonra bana… Duramadım hânemde… Can ipliği geçti içimden ve ben bir tesbih tânesinde göründüm. Büyüdüm. Büyüdüm ve bir elma suretiyle sürüldüm cennetten... Âdem ile Havva’nın elmada gördüğü noktaydım ben. Büyüdüm… Döne döne ilerledim bir kağnı tekerleğinde... Çemberler döndükçe ben de yokluğa koşan bir nokta gibi düştüm tekerleğin peşine… Büyüdüm… Daha büyük bir noktanın sûretiyle yarıldı göğsüm. Engin bir çukurun, derin bir kuyunun dünyaya akseden resmiydim. Kendimi benden daha büyük noktalara devrettim. Büyüdüm. Bir ay gibi düştüm gecenin zifirî karanlığına... Kara bir sayfaya damlayan sarı bir nokta gibi damladım semâya… Büyüdüm… Öyle büyüdüm ki, bütün noktaları tek bir boşlukta büyüttüm… Ben kendimi dünyada bir nokta bilirken dünya da bir nokta imiş, sonunda gördüm. Ve daha büyüdüm, daha da büyüdüm… Nokta içre nokta… Halka içre halka… Ben, devâsâ bir cüceymişim aslında.

Ben ki, bir harf sükûtuyla seyrekliği çoğaltan, bir nokta kusuruyla gözü kör eyleyenim. Fuzûlî’nin kamışından süzülüp bir hattat hamlesine saklandı gizemim:

Gâh bir harf sükûtiyle eder nâdiri nâr
Gâh bir nokta kusûriyle gözü kör eyler


Ebedî bir aşkla çoğalan ezelî bir noktayım ben… Hâmelerden süzülüp kağıda akıyorum damla damla… Ben, katrelerle alevlenen bir okyanustum yurdumda… Birim, tekim; ancak her yerdeyim. Hallac’ın kanıyla dinen Dicle’den geliyor suyum, mürekkebim… Esâmemi anlatsam âhh, sayfa sayfa... Ebedî bir aşkla çoğalan ezelî bir noktayım ben... Sadece nokta…
 
 
Senem Gezeroğlu