Gönderen Konu: Beyaz Gül  (Okunma sayısı 3052 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Günbatımı

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2490
  • Görelim Mevlâ'm neyler, neylerse güzel eyler...
Beyaz Gül
« : 20 Mart 2009, 11:00:47 »

BEYAZ GÜL    

 Neden sanki, neden öyle sert çıkmıştı sesi? Neden daha bir tatlılıkla, yumuşacık:
-Kırmızı gömleğin kirli şekerciğim. Yıkayamadım. Maviyi giyiver. Hem çok yakışıyor sana, dememişti de:

-Üff!... Şart mı bugün kırmızıyı giymen? Al şu maviyi giyiver  işte!, demişti öyle aksi, nalet bir edayla.

O da fırlatıp atmıştı mavi gömleği. Bütün gün içi içini yemişti. Sözde çalışmıştı ama… İşte öylesine…

Bu ara çok yoğundu. Akşama kadar soluk almadan çalışıyordu. Üstelik sorumluluğu ağırdı. Bu yüzden de aksiydi, sinirli ve tahammülsüz… Ama gene de bunca ters,aksi davranmasını mazur gösterecek bir neden değildi..

Akşamı zor etti. Koşar gibi bürodan çıktı ve çiçekçi dükkânında aldı soluğu. Çiçekçi:

“Bu da neyin nesi acep? Haydi kırmızı gül olsa neyse ne de…” diye düşünüp, tek bir beyaz gül goncasını itinayla sarıp sarmalarken, genç kadın dudaklarını ısırıyor tavana bakıp “Ya sabır!” çekiyordu.

Erken gitmek istiyordu bugün eve. Kocası gelmeden evde olmalıydı. Ama  sanki her şey, herkes onu geciktirmek için elbirliği etmişti… Kâh şişman mı şişman bir adam rastlıyordu önüne,  “Hasan evde mi, Hüseyin köyde mi?” hesabı aheste beste yürüyen; kâh annesiyle yürüyen minicik bir çocuğun adımlarına uydurmak zorunda kalıyordu ayaklarını.

Önündekileri durmadan sağlıyor, soluyor, karşıdan gelenlerle çarpışmasına ramak kalıyordu. Vapur daha iyice yanaşmadan, palamarlar doğru düzgün bağlanmadan atladı iskeleye. Acelesi vardı, acelesi!

Nihayet evdeydi işte!  Aynı telâşla yatak odasına daldı. Üstündekileri çıkarmadan hemen gül paketini açmaya koyuldu. Aman Allah! Çiçekçi de ne çok iğne doldurmuştu öyle!.. İğne yastığı gibiydi mübarek. Ay!... İğnenin biri parmağına batmıştı işte aceleden. Canı yandı, parmağı kanadı ama aldıran kim?

Gülü jelatininden çıkardı ve karyolanın ayak ucundaki alçak masanın üzerindeki vazoya koymak istedi. Ama… O da ne?  Vazoda tıpkı elindeki gül gibi bir gül vardı,bembeyaz.

Gergin yüzü gevşedi. Bir sıcacık, bir tatlı gülümseme  kesiliverdi. Ne güzel, ne hoştu!...

O vazo…. Evet evet o vazo, bağışlanma yeri, özür dileme bölgesiydi onlar için. Taa baştan kararlaştırmışlardı bunu. Zira ikisi de aşırı alıngan, hassas, duygulu ve çekingendi…Ve ikisi de pire için yorgan yakacak türünden “Ya hep, ya hiç!” makulesinden…Böyle tatsız, incitici bir şey geçince aralarında, özür dilemek, bağışlanmak isteyen oraya bir beyaz gül koyuyordu. O gül:

-Bütün suç bende, demekti. Özür dilerim, bağışla beni!

İşte böylece  hiç burukluk, ukde kalmıyordu içlerinde. “Lâfa nasıl başlasam?” diye düşünmeye, uygun sözcükleri bulmak için kıvranıp durmaya ve de kem küm etmeye lüzum kalmadan, söylenmek istenen bütün sözler için zemin hazırlıyor, bir gül kokulu girizgâh yapıyordu minik gonca. Sonrası öyle kolay, kendiliğinden geliveriyordu ki…

Elinde gül, öylece dalmışken bir el uzandı ve tuttu elini. Sıçradı birden, boş bulunup. Kocasıydı. Sabahleyin fırlatıp attığı mavi gömleği giymişti. Çekingen, mahçup gülümserken:

-Parmağın kanıyor. Gel kolonya koyalım, dedi.

-Bütün suç benimdi, dedi genç kadın. Öyle ters, aksi konuşmamalıydım.

-Benimdi, dedi adam sakin. Sen çok çalışıyor, çok yoruluyorsun bu ara. Fırlatmamalıydım gömleği öyle… Zaten gülün de bana hak veriyor, bak! Sadece beyaz gül özür diler. Oysa seninki…

-Ama, diye itiraz edecek oldu genç kadın.

Sonra… Güle bakınca susmak zorunda kaldı. Parmağından damlayan kan, kırmızı izler bırakmıştı gülün bembeyaz yanaklarında.


Belma Aksun


Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana