Gönderen Konu: Beyaz Önlük Siyah Şapka  (Okunma sayısı 3814 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Beyaz Önlük Siyah Şapka
« : 06 Kasım 2013, 16:40:42 »

Beyaz Önlük Siyah Şapka


Hayat kurtarmasını, hastaları iyileştirmesini beklediğimiz “beyaz önlüklü” doktorların, her şartta kazanmak isteyen “siyah şapkalı”lara nasıl dönüştüğünü anlatan bir kitap. Konu Amerika merkezli ele alınmış. Belki bütün doktorlara karşı sınırsız bir eleştiri ve ön yargı kitabın tamamında hissediliyor. Ancak modern görünümlü tıbbın, sistem olarak eleştirisini yapması ve karanlık yüzüne neşter vurmaya çalışması açısından okunmaya değer bir kitap.

Carl Elliott, bizi davet ettiği sağlık sektörü yolculuğunda, eski usul hekimlik anlayışını, tüketim kapitalizmine feda eden sosyo-ekonomik değişimi, karanlığa sürükleyen aktörleri deşifre ediyor. Yazar, bilimsel makaleler kaleme alarak ilaç firmalarının sözünden çıkmayan kanaat önderleri, satış kotasını tutturmak için hekimleri armağana boğan satış mümessillerine kadar geniş bir yelpaze içinde bakıyor olaylara. insanları “aldatma kültürü” nü keşfine çıkılan bu eserden altını çizdiğimiz satırlar.

İlaç endüstrisi bugün tıbbın lokomotifi görevini üstlendiyse bu durum; Batı tıp akademisinin hastalıkların nedenlerini anlayamaması ve hastalıkları önleyememesindeki başarısızlığının doğal bir sonucudur. Endüstri endüstridir, hastalarda hasta, endüstri olanların ” karşılık bulamamış gereksinimlerine” ilaçla çözümler üretiyorsa, bunda şaşırılacak bir şey olmamalı. Buradaki esas eksik Batı akademisinin anlaşılması konusundaki olağanüstü cehaleti ve ataletidir. Buna karşılık çok hızlı serpilen bir endüstrinin doğurduğu esas ürün, tıbbi kongre turizmi oldu.

Kongreler bilimsel ortamdan çok, yeni tıp endüstrisinin panayır alanına dönüşmüş durumda. Çok değil yirmi yıl önce Amerikan kongrelerine katılmak sıra dışı bir durumdu. Doktor takımının beyinleri, götürüldükleri Amerikan ve Avrupa kongrelerinde bir güzel yıkanır, götürülmeyenler için yerel “update” (güncelleme) toplantıları düzenlenir. Dünyanın her yerinden gelen 10.000 ila 30.000 bin doktor tek mekânda buluşur, tartışma yoktur, sadece anlatan konuşur. Bir futbol sahası büyüklüğündeki salonlarda düzenlenen kongrelerde verilmek istenen mesajlar seçilerek sunulur. Onlara “p değeri” denen ve istatistik bir zemine kurulan sonuçlar yedirilir, akşam ikram edilen şık yemekler ise sindirim takviyesine yarar.

Tıbbın beyaza bürünmüş karanlık yüzü

Amerikan tarzı “sadece kanıta dayalı” tıp bilimi anlayışı, hekimliği meslek ve sanat olmaktan çıkarıp, yayın sayısı, TUS puanı, yeterlilik sınavı gibi bir takım rakam değerlerine bağladı. Böylelikle akademik yükseltme denen doçentlik ve profesörlük kavramları doğrudan ve sadece bilimsel yayın sayısıyla ilişkilendirildi. işte bunlar akademinin düşmanlarıdır. ilimi, bilimi ve tıbbı “yayın puanı ve kongre katılım sertifikası"na, hastayı ise “klinik araştırma dosyası” seviyesine indirgeyenler kendi akademik hiyerarşilerini oluşturdular.

Oltaya takılan doktorlar

Mesele ilaçların pazarlanması olduğunda doktorların çoğu zaten oltaya gelmeye dünden razıdır ve mesleklerini de iyi bilmiyorlarsa zaten mecburi küçük balıklardır. Doktorların çoğu reklamcılık, satış temsilciliği ya da halkla ilişkiler konusunda hiçbir şey bilmez. Bu tür işlerin tıp fakültesine giremeyenlerin edindiği meslekler olduğunu düşünürler. Doktorların bu denli kolay kandırılmasının nedeni de muhtemelen budur. Onları alırsınız, yapmanız gereken şey ihtiyaçlarını karşılamak bile değil, sadece egolarını okşamaktır. Çünkü doktorlar kedilere benzemez, egolarının okşanması onlar için temel dürtü olabilir. Alır kongrelere götürür, çalışmalarını, derneklerini desteklersiniz.

Yeterince emek verirseniz, doktorlar kısa süre içerisinde endüstriye sonuna kadar bağlı neferler haline dönüşürler. Finansal çıkarların her şeyin üzerinde olduğu bir alanda at koşturan ilaç firmalarının arasında hastaların çıkarlarını ön planda tutmakla yükümlü olan doktorlar, yine ilaç endüstrisinin desteğiyle yapılan çalışmalara, yayımlanan makalelere, yapılan toplantılara göre karar veriyorlarsa, verdikleri kararların gerçekten de hastaların çıkarını gözettiği iddia edilebilir mi? Dahası, tıp profesyonelleri bu aldatmacanın ne kadar farkında?

Tıp bir zamanlar iş olarak değil meslek olarak görülürdü ve tıbbi araştırmalar büyük ölçüde üniversitelerde yürütülürdü. Bilim dünyası,
araştırmacıların dürüst davrandığına inanırdı. Fakat son on yıl içinde, ilaç endüstrisi daha fazla sayıda ilaç üzerinde çalışmaya başladı, çalışmalar daha karmaşık hale geldi ve ilaçları hızla pazara sokmaya yönelik finans baskısı arttı. Akademik bürokrasilerin hantallığı karşısında sabırsızlanan ilaç firmaları, çalışmaları özel sektöre kaydırdı; 2004 yılına gelindiğinde işin %70′inden fazlasını özel sektör üstlenmişti.

Kanaat önderleri

İlaç endüstrisiyle tıp dünyası arasındaki çetrefilli çıkar ilişkilerinde önemli rol oynayan iki grup vardır. Bunlardan birincisi, ilaçların satışından sorumlu olan tıbbi satış mümessilleri, yani endüstriyle doktorlar arasındaki ana iletişim kanalını oluşturan ve satışından sorumlu oldukları ilacın kotasını tutturmak için didinip duran ve doktorları hediyeye boğan firma temsilcileri. Diğeri ise, kendi alanlarındaki son gelişmeleri meslektaşlarına duyurmak üzere toplantıdan toplantıya koşturan ve hayalet yazarların hazırladığı makalelerin altına kendi imzasını koyan kanaat önderleri.

Kanaat önderi terimi sosyolog Paul Lazarsfed’in kişisel etki kitabıyla bilinir hale gelmiştir. İlaç firmaları’nın ruhsat alma sürecinde firma adına sunum yapması karşılığında paraya boğduğu kanaat önderleri; ilaç endüstrisinin elinde tuttuğu para karşılığında kendilerini darda kalmış hisseden akademisyenlerin ünvanlarını satmalarını zorunlu hale getiriyor. Halkın ilaç firmalarına zerre kadar güvenmediği bilindiğinden, kanaat önderleri kanalıyla akademisyenler çalışmalara meşruiyet zemini kazandıracak olan ünvanlarını satmak zorunda kalıyorlar.

Kitabın altı bölümünde Carl Elliot, karanlığa kibrit çakıyor. Bunlar kobaylar, hayaletler, tanıtım elemanları, kanaat önderleri, basın sözcüleri, biyoetik uzmanları. Elliott, insanı derinden sarsan, sektörün içini gösteren birbirinden değerli hikayeleri ve onu bir sıçrama tahtası olarak kullanıp, para etrafında dönen problemlerin kaynağını araştırıyor. Ve ister istemez neşterini dokunduruveriyor. O neşterin dokunduğu tıbbın yumuşak karnından saçılanlar her şeyi aydınlatıyor.


İlyas Kartal | 06 Kasım 2013 | İnsan ve Hayat Dergisi