Gönderen Konu: Bilim insanları da yalan söyler!  (Okunma sayısı 4003 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Bilim insanları da yalan söyler!
« : 15 Aralık 2008, 02:30:30 »



Hileli fareler, makyajlı fosiller, bir İllüzyondan ibaret ışınlar, "yaratılmış" elementler... Büyük başarılarla dolu olan bilim tarihi aynı zamanda hata ve hilelerle de dolu. Bilim dünyası dün olduğu gibi bugün de bilimsel (!) sahtekârlıklara sahne olabiliyor. |İşte bilim dünyasının kulislerinden kimileri gülünç kimileri düşündürücü örnekler...

  İlgili Haberler

   Meşhur bilim insanları da yalan söyler!

Binlerce yıldır tüm insanlığın hemen hemen her gün bir şekilde yediği yumurta son yıllarda tıpçılar tarafından zararlı ilan edilmişti. Aniden bir araştırmayla yararlı olduğu keşfedildi. Bilimsel Tavukçuluk Derneği'nin düzenlediği "Bilinen Yumurtanın Bilinmeyen Yönleri" sempozyumu, hekimlerin yıllarca zararlı dedikleri yumurtanın aslında sağlığa faydalı olduğunun tespitiyle sonuçlandı geçen günlerde. Sempozyuma katılan bir profesör hekim "Yıllarca yemeyin dedik, neden şimdi yiyin diyoruz? Çünkü son yapılan araştırmalara göre yumurta insanlarda kan kolesterol seviyesinde önemli bir artışa yol açmıyor" diyerek yumurtacılar lobisinin de gayretleriyle yumurtaya itibarını iade etti ve yıllarca yumurta yedirmediği hastalardan özür diledi. Derken bunun hemen ardından, yıllardır antioksidanların yaşlanmayı geciktirici etkilerinden bahseden bilim adamları bu kez "Antioksidanların gençliği koruduğuna dair bir bulguya rastlamadık" deyiverdiler. Elimizde narlar, siyah üzüm çekirdekleri, brokoliler kalakaldık... Ancak bilim dünyasında ortaya çıkan hatalar her zaman bu denli basit ve saf değil. Hatta hatayla açıklanamayacak sahtekârlıklar ve suiistimaller bazen en gelişmiş laboratuarlara, araştırma merkezlerine kadar girebiliyor. Kimi bilim adamları insani zafiyetlerin tutsağı olabiliyor. Bilim, araştırma ve teknoloji alanında hilekârlıklar, sıkça karşılaştığımız "copy-paste" tezler ve "haddini aşan" intihallerle sınırlı değil. Az da olsa ortaya çıkarılabilenler, işin sadece bağış karşılığında şampuanların faydalarını onaylayan üniversite raporları ya da ulusal bir komedi unsuruna dönüşen "Büyük buluş Erke Dönergeci" kadar "masumane" kalmadığını da gösteriyor. işte bilim dünyasının kandırıkçılarından bir demet...

Büyükler de veri çarpıtır

Biraz sarsıcı olacak ama ilk örneğimiz, meşhur astronom Johannes Kepler... Aslında doğru olan tezini desteklemek için hesaplarında tahrifat yapmıştı. Sonuç itibarıyla o zamana kadar gezegenlerin dairesel yörüngelerde seyrettiği görüşünü değiştirdiği, bu konuda haklı çıktığı için, eliptik yörüngeler tezini doğrulamak amacıyla hesaplarında tahrifat yapmasına rağmen, bu başarı onu sahtekâr olarak anılmaktan kurtardı. Şimdi sıkı durun; fiziğin babalarından olan Newton'ın da evrensel çekim teorisi lehine ses hızına kendince bir değer verdiği biliniyor. Ancak Newton, zamanında başkalarının çalışmalarını çalmak ve kendi çalışması olarak sunmak gibi ithamlara hatta davalara konu olmuş bir dâhi. Robert Hooke tarafından kendi çalışmalarını çalmakla hatta sahtekârlıkla suçlanmış. Ancak nüfuzu ve şöhreti kolayca aklanmasını sağlamış. Ünlü kimyacı John Dalton da deneylerinde hile yaptığı daha sonraları ortaya çıkarılanlardan. Ancak bu hileler, başarılarının gölgesinde kalmış. Çalışmalarıyla genetik bilimine yol açan Mendel'in de deneylerinin sonuçlarını tezlerini desteklemek üzere değiştirdiği çok sonraları ortaya çıkmış. Ama o da başarıları tahrifatlarını gölgelemeyi başaranlardan.





Ancak tüm bilim hilecileri bu saydığımız isimler kadar prestijli olmuyor. Bilim dünyasında günümüzde de şarlatanlar çıkabiliyor. Hileli laboratuar fareleriyle deney yapan bir Amerikalı immünolog, fosillere makyaj yaparak bilime katkıda bulunan (!) Japon bir paleontolog, deneylerini kaçakçılığa alet edebilen Alman bir fizikçi ya da klonlama alanındaki sahte süper deneyleriyle ülkesinde milli kahramana dönüşebilen Koreli bir biyolog olarak karşımıza çıkabiliyor bu sahtekârlar.

Bilimsel çalışmalardaki sahtecilikler çalışmalara süpervizörlük eden uzmanların dikkatine ve insafına kalıyor. Oysa özellikle tıp, farmakoloji ve biyoloji gibi alanların hassasiyeti ele alındığında konu kamusal bir anlam kazanabiliyor.

Biyologların "şüpheli" metotları

Bilimsel (!) hilecilik tabu olmasına karşın meşhur bilimsel dergi Nature tarafından 2005'te yapılan bir soruşturmanın sonuçları sansasyon yaratmış ve bu tabunun artık sorgulanması gerektiğini gözler önüne sermişti. Amerika'da uzmanlar tarafından 3 bin biyologu kapsayan soruşturma araştırmacıların üçte birinin "şüpheli" metotlara başvurduğunu göstermişti. Aynı soruşturma araştırmacıların yüzde 15'inin finans kaynaklarının baskısıyla ana proje ile metodolojiyi değiştirdiklerini ve araştırma sonuçlarıyla oynamayı kabul ettiklerini ortaya çıkarmıştı. Geçen Haziran ayında yine ABD'de yapılan biyomedikal araştırmalarla ilgili bir başka soruşturma ise tespit edilebilen hileli araştırmaların yüzde 37'sinin ilgililere rapor edilmediğini göstermişti. Bu soruşturmaların sonuçları neticede tespit edilebilenlerin buzdağının sadece görünen kısmı olduğu sonucunda birleşiyordu. Bilimsel sahtekârlıklar öncelikle deneysel bilimler alanında görülüyor. Çok farklı yerlerde, farklı konularda küçük ekipler halinde sayısız çalışmanın yapıldığı biyoloji bu konuda önde gelen alanlardan. Farmakoloji, antropoloji ve tıp, aldatmalara açık alanlar olarak görülüyor. Fizik bilimi hilelere kapalı görünse de istisnai örnekleri yok değil. Bell Laboratuarları'nda yaşanan genç fizikçi Jan Henrik Schön vakası bunun en son ve en bariz örneklerinden. Yine, varlığı ispatlanamamış element 118'i bulduğunu iddia ederek Lawrence Berkeley Laboratuarı gibi bir kurumu bile ürettiği sahte verilerle kandırmayı başaran nükleer fizikçi Ninov vakası da kayda değer olanlardan.

Gerçeği ortaya çıkarmak için yapılan "hile"

Ancak iyi niyetle yapılan hileler de var. Fizikçi Alan Sokal'm 1996 yılında bilim dünyasına ders verir mahiyetteki hilesi bu örneklerden biri. Kulaklara hoş gelen bilimsel bir jargon kullanarak ilk bakışta çok ciddi intibaı uyandıran bilimsel bir makale hazırlar Sokal. Başlık şöyledir. "Sınırları aşmak: Kuantum çekiminin dönüştürücü hermenotik yorumuna doğru". Gerçekte, bu gösterişli isim de dahil olmak üzere tüm içerik saçmalıklar ve yanlışlıklarla doludur. Alan Sokal'ın tamamen uydurma ve anlamsız böyle bir "çalışma" hazırlamasının amacı sahtekârlık değil; bilimsel dergi editörlerinin ideolojik önyargılarını, saplantı ve sığlıklarını ortaya çıkarmaktır. Nitekim Duke Üniversitesi'nin Social Text dergisiyle beraber, Science Wars adlı dergi de Sokal'ın gerçekte baştan aşağı saçma olan makalesini yayımlamakta sakınca görmezler. Sokal, aynı gün bir gazeteye ilan vererek söz konuşu çalışmasının aslında hileli olduğunu açıklamayı da ihmal etmez. Onun bu kurnazca hilesi, beraberinde birçok akademik tartışmayı da getirir; Sokal iddiasını kanıtlamıştır.

Ortaya koydukları sayısız paradigmayla mantıki sağlaması pozitif bilimler kadar kolay yapılamayan sosyal bilimler ise aldatıcılığa daha açık olsalar da, ispatı kolay değil. Bu alanlarda herhangi bir sahtecilik rahatlıkla paradigma farklılığıyla izah edilebiliyor.

Maksat fonlardan yararlanmak

Küresel ısınma problemiyle popülerleşen iklimbilimi de son yıllarda karşılıklı hile suçlamalarının havada uçuştuğu alanlardan biri oldu. Son bin yıllık hava sıcaklığının son 10 yıllık dönemlerde hızla yükselişe geçtiğini gösteren "hokey sopası" eğrisi ile büyük tartışmalar yaratan ve eğri çizelgesi ABD Kongresi tarafından 2006'da incelemeye alınan iklimbilimci Michael Mann, ulaştığı sonuçlarla neredeyse küresel bir muhalefetle karşılaştı. Bulgularına itiraz edenlerse endüstri devleri adına bilimsel bulguları çarpıtmakla suçlandılar. Bunlardan biri de küresel ısınmanın insan etkisinden değil de güneş ışınlarındaki dalgalanmalardan kaynaklandığını ileri süren Paris'teki "Institut de Physique de Globe" yöneticisi Vincent Courtillot oldu. Fransız bilim adamı pek çok iklimbilimcinin verileri çarpıtma ithamıyla ciddi bir polemiğin ortasında buldu kendini.

Bilimsel sahtekârlıkları ortaya çıkarmak sabır ve uzmanlık gerektiriyor. Geçen yıl Purdue Üniversitesi'nden Rusi Taleyarkhan isimli bir fizikçi ancak 2,5 yıl süren bir soruşturmanın sonunda suçlu bulundu. Taleyarkhan'ın nükleer füzyonla ilgili yeni bir enerji kaynağı potansiyeli öngören çalışmasının ABD Savunma Bakanlığı fonlarından daha fazla istifade edebilmek için suiistimal edildiği, araştırma sonuçlarının geçerliliğinin bir türlü sağlanamamasıyla ortaya çıktı. Yazımızı sonlandırırken, bütün bu örneklere bakıp da güven kaybetmenin, korkuya kapılmanın yanlış olacağını belirtmeden geçmeyelim. Çünkü gerçeği ararken sahteciliğe başvuran bilim adamlarının sayısıen azından açığa çıkanlar o kadar fazla değil. Ama "bilimsel fonlardan daha çok yararlanabilmek" ya da "isim yapabilmek" gibi bilim adamlarını da kötü yola düşürebilecek tehlikeler her zaman mevcut tabii. Şimdilik ortada sadece ismi bulunan "Erke dönergeci"mizin ise bilimin hangi sayfasına yazılacağı merak konusu.

BİR EVRİM SAHTEKÂRLIĞI: PILTD0WN ADAMI



Piltdovvn Adamı sahtekârlığı tüm bilim tarihinin bir numaralı skandalı sayıldığı gibi, sonuçları itibarıyla da en fazla zarara sebep olanı kabul edilir. Amatör İngiliz paleontolog Charles Davvson'un 1912'ye kadar Londra yakınlarında Piltdovvn isimli bir kasaba civarında toprak altından çıkardığı kemikler insanın atasını ortaya çıkaracak ve evrim teorisini de neredeyse ispatlayacaktır. Davvson'un büyük buluşu bir çene kemiği ile kafatasından oluşmaktaydı, çene kemiği maymununkiyle özdeş olmasına rağmen kafatası ve dişler tam bir insan özelliğindeydi. Bu kafatası British Museıım tarafından insanın 500 bin yıl önce yaşamış atası olarak sunuldu. Piltdovvn Adamı'nın foyası hemen çıkmadı. 1953'e kadar 40 yıl boyunca sayısız makale ve teze konu oldu, yüzlerce akademisyen üzerinde uzun çalışmalara girişti. 1953'te yeni tekniklerle yapılan incelemeler bu efsanenin sonu oldu. Piltdovvn Adamı gerçekte birkaç yüzyıllık maymun ve insan kemiklerinin birleşiminden oluşturulmuştu. 1953'e kadar bilimde devrim yaratan buluş kendisiyle beraber sayısız çalışmayı da bir anda çöplüğe gönderen bir sahtekârlıktan ibaretti. Kemiklerin Davvson tarafından kimyasal yolla eskitildiği de ortaya çıkacaktı.

SONUÇLARI KENDİNE GÖRE AYARLAYAN FİZİKÇİ SCHÖN

Jan Henrik Schön meşhur Bell Laboratuarları'nda bir fizikçiydi. 1998-2001 yılları arasında saygın bilimsel dergilerde yayımladığı bazı yeni materyallerin elektrik özellikleri konusunda beş makale ile geleceğin yıldızları arasında gösterilmeye başlamıştı. Neredeyse haftada bir çalışma yayımlayan Schön, üretkenliğiyle dikkat çekiyordu. Ancak transistorlar üzerine bir makalesinde kullandığı bir matematik eğrinin daha önce yayımlanmış olduğu fark edilince çalışmaları incelemeye alındı. Ardı çorap söküğü gibi geldi. 2002 yılında tamamlanan soruşturma acı gerçeği ortaya çıkardı: Schön'ün 24 makalesinden 16'sı hileli, 6'sı ise şüpheliydi. Schön'ün istenen sonuçlara kolayca ulaşabilmek için sistematik olarak deneylerinin sonuçlarını tahrif ettiği çıktı ortaya.

BİYOLOG WILLIAM SUMMERLIN VE BOYALI FARELERİ

1974'te New York Sloan Kettering Enstitüsü'nde bir immünolog olan VVilliam Summerlin, yeni bir organ nakli tekniği iddiasıyla ortaya çıktı. Tavşanlara insan korneası, beyaz fareye ise siyah fare derisi nakledebiliyordu. Geliştirdiği teknikle, türler arası nakillerde görülen organizmanın yabancı dokuyu reddetmesinin önüne geçmeyi başarmıştı. Summerlin'in devrim niteliğindeki çalışmaları dünyanın en ciddi bilim dergilerinde yayımlandı. Ancak bu inanılmaz başarıdan şüphelenen meslektaşları deneylerinde kullandığı fareleri incelemeye aldılar ve nakledilen derinin renginin alkollü pamukla silinince değiştiğini fark ettiler. Summerlin'in son derece basit ve ucuz bir hileye başvurduğu ortaya çıktı: Mürekkep kullanmıştı! Tavşana naklettiği insan korneası da hileliydi tabii. Summerlin itirafa mecbur kaldı: Çalışmalarından sonuç alınması için kendisine uygulanan baskılar ve üstlerinin gözüne girme kaygısıyla bu yola başvurmuştu.

KENDİ GÖMDÜKLERİNİ KEŞFEDEN (!) ARKEOLOG



Japonya'da amatör bir arkeolog olan Shinlchl Fujimura en büyük uzmanların bile başarısız olduğu kazılarda "sihirli elleriyle" sansasyonel başarılara İmza atarak dikkatleri çekti. Mucizevî şekilde bulduğu arkeolojik parçalarla Japon bilim dünyasında belli bir şöhrete ulaşan Fujimura, Tohoku Paleolitik Enstitüsü'nün başına gelmeyi de başardı. 19901ı yıllardaki çalışmaları ve bulgularıyla Japonya'da ilk insan izleri konusunda önemli gelişmelere imza atmıştı. Fujimura'ın bulgularıyla 600 bin yıl öncesinde yaşamış toplulukların izlerine ulaşıldığı düşünüldü. Ancak sansasyonel keşifleri Japon arkeologların kafasını bir hayli karıştırdı. Fujimura'nin foyası ancak 2000 yılında onu gizlice filme alan gazeteciler tarafından ortaya çıkarıldı. Fujimura, önceden yontularak hazırlanmış taşları gizlice gömerken filme alındığını farkına varmadı. Beş gün sonra ise gömdüğü taşları çıkararak yeni bir keşif olarak ilan etti. Ancak bu onun son oyunu oldu. Şüpheci gazetecilerin suçüstü baskını arkeologun hilesini ortaya çıkarırken kariyerini de sona erdirdi. Hakkında açılan soruşturma daha önce yaptığı 168 kazının da aynı sahtekârlığa sahne olduğunu ortaya çıkarırken Japon paleolitik dönemiyle ilgili tüm son bulgular da çöpe gitti tabii.

FİZİKÇİ RENE BLONDLOT'NUN HAYALİ ISINLARI

20. yüzyılın başı ışınların keşfine sahne oldu. 1895'te Alman VVilhelm Röntgen X ışınlarını, ertesi yıl Fransız Becquerel radyoaktiviteyi keşfetti. Fransız Bilimler Akademisi üyesi fizikçi Rene Blondlot da bunların gerisinde kalmak istemiyordu. 1903'te yeni buluşunu ilan etti: N ışınları. N ışınları alüminyum veya kâğıt gibi yüzeyleri rahatlıkla geçmekte ancak ince bir su zarı tarafından durdurulmaktaydı. Buluş üzerine Fransız bilim adamları N ışınlarından ilhamla sayısız makale yayımladılar. Blondlot, bu konu üzerine en az 10 makale daha yayımladı... Blondlot'nun deneylerini başkaları da tekrarladılar ancak aynı sonuçları elde edemediler. Amerikalı fizikçi Robert Wood, konuyu Blondlot'nun Laboratuarı'nda araştırdı. Wood aletleri deney sonucunu etkileyecek şekilde değiştirdiği halde Blondlot ve ekibinin sonuçları değişmemekteydi. Yani aslında N ışını diye bir şey yoktu, olan bir illüzyondan ibaretti. Blondlot ve ekibi kendilerine güven ve hırsın kurbanı olmuştu.

KORE'NİN SAHTE İNSAN KLONCUSU



Son yılların en çarpıcı bilimsel sahtekârlığı Güney Kore'de yaşandı. Koreli Dr. Hvvang Woo-Suk 2005 yılının en popüler bilim adamıydı. Seul Üniversitesi'nde biyolog olan Woo-Suk kopyalama yoluyla insan kök hücresi elde ettiğini ilan ederek kısa sürede efsaneye dönüştü. Bu keşfiyle tıpta devrim olacak, hasta organların yerine yenileri üretilebilecekti. Açıklamalarına göre o ve ekibi deriden alınan hücrelerle 11 insan embriyosu kopyalamışlar ve embriyoner kök hücre elde ederek pek çok hastalığın tedavisi için önemli bir yol açmışlardı. Bu muazzam başarısı onu Kore'de bir milli kahraman haline getirdi. Ancak biyologun mumu yatsıya kadar yandı ve çalışmalarında bir dizi etik skandala imza attığı gibi deney sonuçlarında da tahrifat yaptığı ortaya çıktı. Woo-Suk, kendi ekibindeki uzmanlardan zorla övül (yumurtacık) almak, geliştirildiği söylenen 11 kök hücre zinciriyle ilgili sonuçlarda kasıtlı tahrifat yapmak, bu sayede topladığı bağışları zimmetine geçirmek, rüşvet vermek gibi pek çok suçtan oluşan bir soruşturmaya uğradı. Milli kahraman haline gelen biyologun ortaya çıkan skandalları son yılların en büyük bilimsel sahtekârlıklardandı ve Güney Kore'nin utancına dönüştü.

(DERLEYEN: BİROL BİÇER - AKTÜEL DERGİSİ)

Zaman

Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Bilim insanları da yalan söyler!
« Yanıtla #1 : 13 Eylül 2014, 22:26:48 »
Ünlü doktorlar yalancı mı?

Tartışmaya yer veren ABD'de basılan Los Angeles Times gazetesine konuşan Darthmounth Enstitüsü'nden tıp profesörü Dr. Steven Woloshin, televizyon doktorlarının aslında sadece bir ya da iki alanda uzman olduğunu ancak uzmanlıkları ya da diplomalarını aşan alanlarda tavsiyeler verdiklerini söylemiş.

Örneğin televizyon doktorlarının en ünlü ismi Mehmet Öz, Columbia Üniversitesi'nde cerrahi dalında profesör. Woloshin, "Bir kişi, sadece televizyona çıktığı, doktor önlüğü giydiği için beslenme konusunda uzman haline gelmez" demiş.

Dahiliye uzmanı olan Woloshin, izleyicilerin televizyondaki sağlık tavsiyelerine sağlıklı bir dozda şüphe ile bakmaları gerektiğini ve büyük bir değişikliğe gitmeden önce kendi doktorlarına danışmalarının doğru olacağını söyledi. Woloshin, "Doktorunuz ünlü ya da fotojenik olmayabilir ancak sizin hakkınızda daha fazla bilgiye sahip olduğu kesin" diye de eklemiş.

Duke Üniversitesi'nden diyetisyen Christine Tenekjian da Mehmet Öz'ün programının bir bölümünde Hindistan cevizi yağının 'kilo vermeye yardımcı olduğunu' söylediğini hatırlatmış.

Kazan kaldıran yok

Hastalarının her gün Hindistan cevizi yağı kullanmaya başladığını söyleyen Tenekjian, "Hindistan cevizi yağı, metabolizmaya çok küçük bir etkisi olmasına rağmen çok kalorili. Bu da verdiği yararı yok ediyor" demiş.

'Ünlülerin beslenme uzmanı' Cynthia Pasquella'nın 'The Talk' adlı programda elma suyu sirkesinin "vücudu alkalileştirdiğini, bu sayede kilo vermeye yardımcı olduğunu" söylemesine karşın Woloshin bu fikre "Tüm sirkeler asidiktir, bu alkalikin tam tersidir. Bu yarar sağlamaz" diye karşı çıkmış!

Özetlersek ABD'de ünlü medya maymunu tıp doktorlarına karşı meslektaşları ve diyetisyenler çok ciddi savaş açmış durumda.

Peki bizde durum nasıl? Hemen hemen aynı ama henüz ciddi bilim adamlarının medyada kazan kaldırdığını göremiyoruz. Medyamızın anlı şanlı yazarları da bu konuda bir yorum yapamayacak kadar bilim gazeteciliğine uzaklar.

Ancak özellikle diyetisyenlerin, başta Prof. Dr. Canan Karatay olmak üzere Prof. Dr. Osman Müftüoğlu ve Prof. Dr. Erkan Topuz'un bu konuda ekmek yiyen ünlü hocalara tepkili olduğunu belirteyim.

Şikayetler ise ABD'dekilerle hemen hemen aynı. İsminin önünde prof, doçent bulunanların bilim dallarını ya da uzmanlıklarını aşan alanlarda tavsiyelerde bulunmaları, kitap yazmaları hatta sayfa sayfa röportajlarla hastaları ya da tüketicileri yanıltmaları.

Çözüm, sağlık bilim editörleri

Açıkçası çok da haklılar. Canan Karatay'ın son çıkardığı "yemek kitabı" bu konuda bol keseden alan genişletmenin ne boyutlara geldiğini de ortaya koyuyor.

Geçtiğimiz pazar günü asıl uzmanlığı iç hastalıkları olup, oynamadığı sadece kedi köpek maması reklamı kalan Osman Müftüoğlu, Hürriyet'te kendi uzmanlık alanı dışında (ki kendi de yazmıyor!) yazdığı yazılara bakmadan "otçu" hocalara verip veriştiriyordu. Hani "dinime küfreden Müslüman olsa" sözünü anımsatırcasına.

Çözüm ne? Çözüm gazetelere ve diğer medya kuruluşlarına tam zamanlı "sağlık bilim editörleri"nin alınması.

Hatta bu işin gerekirse yasayla zorunlu hale getirilmesi. Türkiye hâlâ "gazetelerin her yazdığına inanılan" bir ülke. O halde sağlık konusunda hatasız haber yapmaları ve tartışmalı konuları daha dikkatli sunmaları doğru olmaz mı?

Olur. Sağlık Bakanı'na selamlar. Nasılsınız? Bir şeyler yapmayı düşünür müsünüz?

Çekirgelik

Karamsar, her fırsatta güçlüğü görür; iyimser ise her güçlükte fırsatı. Winston Churchill

Ali Atıf Bir. Bugün