Gönderen Konu: 'Biliyoruz ki ne yersek oyuz!'  (Okunma sayısı 5484 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
'Biliyoruz ki ne yersek oyuz!'
« : 03 Haziran 2010, 02:12:48 »

 
Ekolojik Üreticiler Derneği Başkanı Levent Gürsel Alev, organik tarımın ne olduğunu ve beslenmedeki önemini anlatıyor...
   
ORGANİK TARIM NEDİR VE BESLENMEDEKİ ONEMİ                 

Organik tarım; tohumdan son tüketiciye ulaşana kadar tüm süreçler boyunca, hiçbir sentetik kimyasal girdinin(gübre, ilaç) kullanılmadığı, üretimi sürecinde seçilen çeşitlerin o yöreye uyumlu ve dayanaklı olmasını esas alan, yerel çeşitler kullanılan ve ekosisteme herhangi bir zararlı atık bırakmayan ve tüm üretim süreci tohumdan son tüketiciye kadar kayıtlı ve kontrollü sertifikalandırılmış tarım şeklidir.

Organik tarımda ekimi yapılan çeşitlerin tohumları yerel ve standart(birbirini kuşaklar boyu homojen olarak tekrar eden) çeşitler olmalı ve ilgili yörenin ekolojisine uyumlu olmalıdır. Çünkü ilgili yöreye uyumlu yerel çeşitlerin seçilmesi karşılaşacağı hastalık riskini azaltmakta ve bitkinin gelişimi ile içerdiği besin değerleri tam olmaktadır.

Doğa da genel bir kural olarak; sadece tek bir canlının yaşamasına izin verilmez. Bu yüzden tek ürüne dayalı üretim yerine birbirini biyokimyasal olarak destekleyen ve besleyen birden fazla çeşidin birlikte üretimi de organik tarımın temel kurallarındandır.

Ayrıca belli bir alanda üretilen ürünler ayrı ekim döneminde topraktan(toprakta bulunan besin değerleri) yararlanım özelliklerine göre ardı ardına farklı ürünlerin de yetiştirilmesi gerekmektedir. Bu durum organik ürünün taşıdığı besin değerlerinin zayıflamasını engeller ve her dönemde tam olmasını sağlamaktadır. Yani içerdiği tüm özellikler (vitaminler, mineraller, antioksidanlar) hep tam olarak kalmaktadır.

Bu yüzden organik besinler sizlere yalnızca diğerlerinden daha çok vitamin, mineral ve antioksidan kazandırmıyor. Aynı zamanda sizi hastalıklardan korunmanız için de desteklemektedir. Son zamanlarda gerek tarım kimyasalları gerekse de GDO'lu gıdaların(genetik yapısı değiştirilmiş organizmalar) kanserin yaygınlaşmasında çok önemli faktör olduğu uzmanlarca daha güçlü bir şekilde ifade edilmektedir.

Organik besinlerde sağlığa zararlı anti-biyotikler, böcek öldürücü zehirler, hormon ve diğer kimyasalların hiçbiri bulunmuyor. Özellikle kanser hastalığının artması organik beslenmeye ilgiyi artırıyor. Kanser hastalığı ile ilgilenen uzmanlar organik besin tüketenlerde en az üçte bir oranında azaltılabileceğini belirtiyorlar.

Aldığınız besinlerde vitamin, mineral ve antioksidan miktarı yüksekse vücudunuz kansere karşı direnç kazanıyor. Uzmanlara göre, özellikle selenyum, C vitamini, E vitamini, Beta Karoten ve flavonoid polifenollarından zengin besinler kanser gelişimini önleyebiliyor, kanser direncini yükseltiyor. Organik besinler diğer ürünlerden daha çok C vitamini, E vitamini, B vitamini ihtiva ediyor. Organik olarak üretilmiş herhangi bir ürün organik olmayan benzerlerinden neredeyse % 20-30 daha fazla demir, magnezyum, C vitamini ihtiva ediyor.

Uzmanlar bu soruya”kendi olanaklarıyla gelişip büyüyen doğadaki mikrop, mantar ve kanserojenlerle kendi imkânlarıyla mücadele etmeye gayret eden bitkilerin bu amaçla daha çok antioksidan ürettiklerini daha çok antimikrobik, antimantar madde yaptıklarını”belirtiyorlar.Yani organik ürünlerin bağışıklık sistemi daha güçlü oluşmakta ve bu gücü son zincir insana da aktarmaktadır.

Organik ürünler dışındaki tüm ürünlerin başta sentetik kimyasal gübreler(örneğin nitrat) olmak üzere, böcek öldürücü zehirler ve ot öldürücü zehirler kullanılarak yetiştirildiği aşikâr iken bu maddelerinde bitki bünyesinden insana geçtiğini altını çizersek; organik besin tüketmemiz gerektiği konusunda başka ne söyleyebiliriz?

Biliyoruz ki ne yersek oyuz!

Levent Gürsel Alev
Ekolojik Üreticiler Derneği Başkanı

〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Organik Tarım Doğala Özlem
« Yanıtla #1 : 28 Haziran 2011, 01:52:33 »

Organik Tarım Doğala Özlem

Günümüzde tarım artık sadece çiftçilik, gıda bir tek beslenme anlamına gelmiyor. Tarım kesimi kamu politikaları açısından giderek daha büyük bir önem kazanıyor.



Tüketicilerin gıda güvencesi ve kalitesi beklentisi de durmaksızın artış gösteriyor. Bu tablo karşısında tarım politikalarında yeni arayışlar kaçınılmaz. İşte bu arayışların meyvelerinden bir tanesi, belki de en önemlisi organik tarım.

‘Organik’ sözcüğü tüketicinin zihninde doğallık ve sağlık çağrışımı yapıyor. Organik tarım ya da diğer adıyla ekolojik tarım ise bunun ötesine geçen bir anlama sahip. Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu IFOAM’a göre organik tarım toprak, ekosistem ve insan sağlığını muhafaza eden bir üretim sistemi.



Olumsuz etkileri görülen girdiler yerine ekolojik süreçler, biyoçeşitlilik ve yerel koşullara uygun üretim döngülerine dayanıyor. Gelenek ve bilimi çevreyi koruyacak, adil üretim ilişkilerini teşvik edecek ve herkesin yaşam kalitesini arttıracak şekilde birleştirmeyi hedefliyor.

1990’LARDA YAŞANAN PATLAMA

Görüldüğü üzere sadece çiftçilikten değil, bir değer sisteminden bahsediyoruz. Modern organik tarım hareketinin kökeni, tarımda sentetik gübre kullanımı ve mekanikleşmenin yaygınlaştığı 20 Yüzyılın ilk yarısına dayanıyor. Gelişmelerden endişe duyan öncü biliminsanları geleneksel tarım yöntemleri üzerine incelemeler yapmaya başlıyor.



Ardından tarla denemeleri geliyor. Bir bakıma gelenek yeniden keşfediliyor. Organik tarım 1970’li yıllara kadar gölgede kalıyor. Derken yeni toplumsal hareketlerin, özellikle çevreciliğin yükselişe geçmesiyle birlikte organik üretime ve ürünlere yönelik büyük bir ilgi doğuyor. 1980’ler organik üretimin farklı ülkelere – ve bu arada Türkiye’ye – yayıldığı, 1990’lar ise organik ürünlere olan talebin patladığı yıllar.



O günden bu yana yüksek büyüme potansiyelinden hiçbir şey kaybetmeyen organik tarım piyasası, günümüzde 50 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaşmış durumda. Aslına bakarsanız organik tarımın dünya tarımı içindeki payı marjinal olmanın ötesine geçmiyor. Dünya genelinde 30-35 milyon, hektarlık bir arazide organik üretim yapılıyor.

Bu rakam, toplam tarımsal arazilerin yüzde birinden az. Buna karşılık organik tarımın yarattığı katma değer büyük. Organik ürünlere olan talebin yüzde 97’si Kuzey Amerika ve Avrupa’dan, yani dünyanın satınalma gücü en yüksek bölgelerinden geliyor. Konvansiyonel alternatifler yerine organik ürünleri tercih eden tüketiciler, bunların daha üstün nitelikleri olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla organik ürünler için belirli bir kalite primini ödemeyi göze alıyor.



Bu sayede organik üretime geçen tarımsal işletmelerde verimliliğin düşmesine rağmen ciddi bir gelir artışı yaşanıyor. Ancak organik ürünlere olan talep esnek. Konvansiyonel ürünlerle fiyat makasının fazla açılması talebin azalması anlamına geliyor. Bu nedenle organik sektöründe pazarlama büyük önem taşıyor.



Organik tarımın çiftçilerin gelirini yükseltmenin yanı sıra birçok faydası daha var. Her şeyden önce organik üretim daha çok işgücü gerektiriyor. Böylelikle tarımsal istihdam artıyor, organik tarımın yaygınlaştığı bölgelerde işsizlik sorunu bir nebze olsun hafifliyor. Kırsal turizm ve ekoturizm imkanları da gündeme geliyor.



Kısacası organik tarım kırsal kalkınmaya ve iç göç gibi sosyoekonomik sorunların çözümüne katkı sağlıyor. Bütün bunlar piyasa mekanizması çerçevesinde olanlar. Organik tarımın bir de parayla ölçülemeyen faydaları var. Çevrenin korunması, biyoçeşitliliğin ve kırsal peyzajın muhafaza edilmesi gibi. Yapılan çalışmalar konvansiyonel tarımdan organiğe geçişin iklim değişikliği gibi küresel sorunlar üzerinde bile olumlu etkisi olduğunu gösteriyor.

TÜRKİYE’DEKİ DURUM

Gelelim ülkemizdeki duruma. Türkiye’de organik üretim 1985 yılında, Avrupa’ya ihracat amacıyla özel bir firma tarafından başlatılıyor. İlk başta geleneksel ihraç ürünlerinde ve sözleşmeli tarım uygulaması aracılığıyla. Günümüzde ise 15 bin tarımsal işletme 165 bin hektarlık arazi üzerinde, 250 farklı üründe organik üretim gerçekleştiriyor. Ege Bölgesi üretimde en başta geliyor.



Ürünler arasında ise organik pamuk öne çıkıyor. Buna karşılık Türkiye’nin dünya organik tarım piyasasından aldığı pay oldukça düşük. Resmi rakamlara göre ihracat yaklaşık 30 milyon Dolar. Tahminler iç tüketimin

5 milyon Dolar seviyesinde olduğu yönünde. Rakamları üst üste koyduğumuzda dünya piyasasının yüzde biri bile etmiyor. Oysa Avrupa’ya yakın olması ve iklimsel çeşitliliği gibi coğrafi özellikleri dikkate alındığında Türkiye hem ticari hem de zirai açıdan organik tarım için ideal bir ülke. Peki, sorun ne? İç tüketim açısından bakacak olursak ülkemizin kişi başına düşen gelir seviyesinin güçlü bir talep oluşturmaya yetmeyeceği ortada.

Son zamanlarda sayısı artan organik semt pazarları, tüketicinin organik ürünlere daha ekonomik olarak erişmesi açısından faydalı olsa da bu durum değişecek gibi gözükmüyor. Dolayısıyla ülkemizin esas olarak ihracata yönelmesi gerekiyor. Esas eksikliğimiz pazarlama ve üretim organizasyonunda gözüküyor. Ama üretim ve pazarlamada değil!


AnadoluJet Magazin Evren Güldoğan
〰〰〰〰🐠

mazhar

  • Ziyaretçi
Ananeniz öpülesi elleri parçalanırcasına, ovalaya ovalaya tarhana yaparken,
Siz, "Aman anane be, boş versene" deyip, marketten hazır çorba alıyordunuz ya...
Anane rahmetli oldu ve siz, o tarhananın tarifini ananeden alıp, bir kenara yazmadınız ya...
İşte o nedenle, siz, genetiği değiştirilmiş organizma yemekten kurtulamazsınız maalesef.
Ne verirlerse
Onu yiyeceksiniz.
Kız evlat yetiştiriyorsunuz, en iyi okullara gönderiyorsunuz.
Piyano çalıyor, İngilizce konuşuyor, Grammy alanları tek tek biliyor.
Bilmeli.
Ama alt tarafı limon, şeker ve su kullanıp, limonata yapmasını bilmiyor!
Yoğurdu çırpıp, ayran yapamıyor, ayran...
İşte o nedenle, kızınız, genetiği değiştirilmiş meşrubat içmeye mahkûm,
maalesef torunlarınız da.

Zahmet edip sütlaç yapmadığınız için, kek yapmaya üşendiğiniz için,
İçinde ne olduğunu bilmediğiniz gofretleri, mısır patlaklarını kemiriyor sizin oğlan!
Hamur tutmayı, şöyle mis gibi ıspanaklı bi börek yapıp, çantasına koymayı bilmediğiniz için, hamburger bağımlısı oldu.
Tahin-pekmezi " köylü işi " vıcık vıcık yağ fışkıran kremaları "modernite" sandığınız için,
Daha 10 yaşında çocuklarımız balona döndü, yuvarlana yuvarlana yürüyor, tıkanıyor, merdiven çıkamıyor.

Size zor geliyor ama zor mu evde yoğurt yapmak?
İstanbul'un güneşi müsait değil, anlarım, zor mudur İzmir'de,
Antalya'da, Adana'da evde salça yapmak?
Şikâyet edip duruyorsun, içine katkı maddesi konuyor, zorla beyazlatılıyor diye...
İster tam buğday unundan, ister çavdardan, hakikaten zor mudur evde
ekmek yapmak?
Bütün ailen kabız...
Tonla para verip, abuk sabuk ambalajlı-meyveli saçmalıklardan medet umacağına, niye öğrenmiyorsun kabak tatlısı yapmayı?

Güya, çoluğunu çocuğunu düşünüyorsun, taze taze yesinler diye, pazara gidiyorsun
Eğri büğrü biberlere, doğal olduğu için tuttuğunda ezilen domateslere ağız burun kıvırıyorsun, hormonlu, tornadan çıkmış gibilerini alıyorsun
Ne işe yaradı senin pazara gitmen?

Kocanız da, bu satırları okuyup, size akıl verecek şimdi...
Söyleyin ona, ukalalık etmesin, götürün aktara, hatmi çiçeğiyle zencefili birbirinden ayırt etsin, ondan sonra konuşsun!

Enginar, börülce, radika, cibes pişirmekten haberin yok;
Gazetelerin tiraj almak için uydurduğu uzmanlarından fıldır fıldır brokoli tarifleri öğreniyorsun...
Brüksel lahanası yiyerek mi AB'ye gireceğini sanıyorsun?

Çin'den bal getiriyorlar mesela...
Taaa Arjantin'den, Meksika'dan bal getiriyorlar.
Neymiş efendim, içinde genetiği değiştirilmiş organizma olabilirmiş falan...
İçinde tavuk ibiği, maymun kulağı olmadığına şükredin!
Ben iddia ediyorum;
Kaşla göz arasında frankeştayn ürünlere kapıları açan arkadaşlarla, Amerikan çiftçilerinin avukatı profesörlerimiz, sırf karakovan balına sahip çıksa, Şemdinli'de, Pervari'de terör bile azalır, terör bile...

Uzatmayayım.
Mutfak genetiğimizi kaybettik biz.
Elin adamı, mısırdan, soyadan, domatesten önce beynimizin DNA'sını değiştirdi!

Hurrraaa diye köyden kente göçerken, dışarda tıkınmayı şehirleşme zannettik. Ambalajlı ürün tüketmeyi, zenginleşme zannettik.
Dolayısıyla, ya kafayı değiştirip, özümüze döneceğiz,
Ya da ne verirlerse onu yiyeceğiz.

Yılmaz ÖZDİL