Gönderen Konu: Bir Çanakkale Gazisinin Hissettikleri...  (Okunma sayısı 2865 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Bir Çanakkale Gazisinin Hissettikleri...
« : 18 Mart 2009, 12:10:59 »

Günün son ışıkları Boğaz ve Haliç’le vedalaşarak tepelerin ardına süzüldü.

Mahmutpaşa’da eşya taşıyan hamallar... Vefa’dan satmak için getirdiği boza şişelerini toplamaya çalışan adam... Yenicami önündeki kuşyemi satıcıları, fotoğrafçılar...  Cami avlusundan havalanan güvercinler... Çıngırakları susmuş sucular... Düdüğünü öttüren yandan çarklı Kadıköy vapuru... Herkes, herşey akşam telaşesinde. Bir ben ağır aksak...

Hiç kimsenin yüzü gülmüyor. Hayatın telaşesi, düşmandan beter endişe düşürmüş insanların çehresine. 

Karşımdan ve ardımdan insanlar geliyor ve sanki kimse kimseyi görmüyor. Tekerleri gıcırdayarak bir atlı araba geçiyor yanımdan. Sırtında kamçı şaklayan at, şahlanmış düzensiz adımlarla gidiyor.  Sıyırıp geçiyor rüzgârı beni.

—Hop babalık, uyuyon mu yürüyon mu?

Bir başka arabanın üstünden taşan yükler, arkadan omzuma vuruyor. At arabacı durmuyor bile, homurdanarak devam ediyor yoluna.

—Geberecen geberecen. Bu halinle Eminönü’nde gezinmek neyine? Var git evinde otur be adam!

"Ya sabır!’’ çekip yoluma devam ediyorum.

Neden insanlar hep böyle mutsuz ve şükürsüz?  Neden kimsenin kimseye tahammülü yok? Onca insan cephede bu insanların mutluluğu için can vermişken neden bu insanlar böyle mutsuz? Neden hiç imse kimseyi görmüyor, kimse kimseyi duymuyor?  Ve neden benim için  hayat, cephede daha anlamlı ve tatlıyken, şimdi tatsız tuzsuz bir yemek gibi. Ve neden hayatın renkleri hep böyle soluk?

Fotoğrafçı, fotoğraflarını toplarken resimlere takılıyor gözlerim. Renksiz, soluk resimler. İnsanlar cansız öylece duruyorlar. Etrafımdaki insanların fotoğraflardakinden tek farkları, hareket ediyor olmaları. Belki de ben öyle zannediyorum.

Evet evet ben öyle görüyordum. Bu, her şeyi olumsuz yönden görme hastalığı gün boyu boş boş dolaştıktan sonra bazı insanlardan bana da bulaşmış olmalıydı.  Şu yeni evli çiftin, birbirlerine muhabbetle bakarak hayata adımlarını neşeyle atmalarına ne demeli? Güvercinlerin neşeyle kanat çırpışlarına, kırlangıçların akşam dansıyla karşılık vermeleri ne de güzel oysa. Ya Kadıköy vapurunun düdüğünü heyecanla öttürmesi...

Yoksa hayatın bu keşmekeşine dalmış bu insanlardan bir beklenti içinde miydim? 

Bunu itiraf etmeliyim: evet beklentim vardı.  Bedenimde ve ruhumda hâlâ savaşın izlerini taşıyorken ve bütün bu insanlar vefa ilacıyla ruhumu iyi etme yetisine sahipken ve bu insanların bu ülkede, bu şehirde onurlu bir şekilde yaşamaları ve mutlu olmaları için bedenimden bir parça vermişken, onlardan vefa ilacını ummak hakkım değil miydi?  Ama işte görüyorum ki kimse vefa ilacının kapağını açma niyetinde değil.

Yok yok kalabalık arasında sefil, melankolik dolaşan yalnızca benim galiba!  Böyle, kalabalık arasına çıkınca kendimi daha mutsuz görmenin altında tuhaf bir kıskançlık olabilir mi acaba? Her ne olursa olsun, insanların hayata tutunmaya çalışıyor olmaları beni kıskandırıyor ve bu kalabalıktan bu yüzden hoşlanmıyor olabilir miydim? Savaşın getirdiği onca sefalete direnerek yaşamak da bir nevi savaştır. Bu insanlar da şimdi yaşama savaşı veriyorlardı. Bütün bu insanların bir yakını Çanakkale’de bedel ödemiş olabilirdi. Hal böyleyken beklenti içerisinde olmam gereksiz ve abesti.

Onlardan minnet beklemek yerine onları takdir etmek en doğrusuydu belki. Cephede kimi zaman her yaralı kendi yarasını sarmak zorunda kalmıştı. Ben de kimseden vefa ilacı beklemeden kendi yaramı sarmalıydım. Hem bu benim için daha iyiydi.

Evet, şimdi kendimi daha iyi hissetmeliydim. Bir kız kaçırma heyecanıyla, kalabalığın arasından uzaklaşıp bir an önce evime dönmeliydim.

Güzel düşüncelerle, Eyup Sultan’a doğru yola koyuldum. Kendimi daha iyi hissetmek için, güzel düşünmeye devam ettim. Böyle, sağlam insanlara bakarak hasat gününün meyvelerini beklemek ne kadar insanı mutlu kılabilirdi ki? 

İşte, sakat da olsam kendi ülkemin sokaklarında serbestçe yürüyebiliyordum. Bir ayağıma gelip geçenler basıyorsa, ayağım yerinde ve sağlam demektir. Oysa olmayan ayağıma kimse basmıyor.

Aslında bu iç konuşmaları yaparken; çocukları tarafından ilgilenilmeyen bir babanın, çocuklarının hayatta olmalarının gizli hazzını yaşaması, ancak ilgisizlikten dolayı da için için  acı çekmesi gibi bir duyguydu  hissettiklerim.

Vatanım hürdü ya buna şükür.

İşte mahalleme geldim. Bir mahallem var ya buna da şükür. Bir evim var, buna da şükür. Askerlerimiz Aksaray’a doğru gidiyorlar. Bu askerler düşman askerleri de olabilirdi. Çok şükür.

— Toopal toopal!

Of, işte bizim mahallenin yaramazları. Her zamanki gibi kızmamalıyım onlara.  Vatan işgal edilmiş olsaydı, bunlar düşman çocukları da olabilirdi. İnşAllah bir gün beni anlarlar. Beni anlamaları için Rabbim onlara inşAllah bir Çanakkale acısı yaşatmaz.

Eyup Sultan camiinde akşam ezanı okunuyor işte.

 "Aziz Allah!’’

Cephede can verenler, benim gibi kol bacak verenler, bu kutsi sesin semalardan silinmemesi için fedakârlıkta bulundular. İstanbul’un yedi tepesinde bak şimdi ezan, ne güzel yankılanıyor. Şükür Rabbime.

Bak bir yaramaz kafilesi daha.

— Tahta bacak, tahta bacak!

Çocuklara tebessümle bakıp yoluma devam etmeliyim. Büyükler ilgisiz çocuklar da dalga geçiyor. Olsun…

İşte evim göründü. Bu yokuş da gerçekten beni yormaya başladı. Yoksa yine moralim mi bozuldu?  Neden kendimi bu kadar yorgun hissediyorum?

Her ne kadar Çanakkale’de bıraktığım bacağımdan dolayı benimle alay etseler de bu çocukların cıvıltısı, vatanın hür olduğunun bir göstergesi.

Lakin bu memleket çocuklarının arkamdan böyle alay etmeleri bir yana, büyüklerin vurdumduymaz olmaları içimi acıtmıyor da değil!

Bir gaziyi yıkan; uğruna bedeninden bir parça verdiği vatanın çocuklarının umarsız, yetişkinlerinin vurdumduymaz olmalarıdır.


Arifhan AKPINAR / Haber 7

Çevrimdışı Günbatımı

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2490
  • Görelim Mevlâ'm neyler, neylerse güzel eyler...
Ynt: Bir Çanakkale Gazisinin Hissettikleri...
« Yanıtla #1 : 18 Mart 2009, 13:19:29 »
Çoğumuzu amansız bir telaş kaplamış: Çocuğumuzu hangi dersaneye göndersek, acaba hangi fen lisesini kazanacak, hangi üniversite, hangi bölüm, hangi meslek, hangi iş, hangi ...... vs.?!.

Peki ya maneviyat?.. Çocuklarımıza, gençlerimize hangi manevi değerleri öğretebiliyor, benimsetebiliyor, kazandırabiliyoruz? Bunun için ne kadar çaba harcıyoruz?

Dindarlık, milliyetçilik (gerçek anlamda), ahlak... Birçok insan, bu özelliklerin çocuklarında doğuştan var olduğunu ya da zamanla kendiliğinden oluşacağını sanıyor herhalde.

Her yeri geldiğinde; bu TV'de bir program izlerken olabilir, sokakta, okulda ya da günlük hayatta karşılaşılan bir olayla ilgili olabilir veyahut da durup dururken akla geldiğinde olabilir... Çocukla konuşmalı, ne bileyim bir şekilde onlarla iletişim kurup bazı değerler benimsetilmeli.

Küçücük çocukların ağzında iğrenç küfürler, sık sık okulda kaybolan eşyalar, gençlerdeki toto, loto gibi alışkanlıklar...

Yazık; ana-babalar! Çocukları besleyip-büyütüp doktor, mühendis hatta bilim adamı olmasını sağlayabilirsiniz ama önemli olan adam olmaları, insan olmaları...

Bir ebeveyn çocuğunun ağzından bir küfür duyduğunda onu karşısına alıp hiç yakışmadığını, ne kadar çirkin birşey olduğunu, başka insanların nefretini toplayacağını anlatsa;

okuldan eve geldiğinde yabancı bir kalem, silgi gibi birşey gördüğünde, bunu nerden bulduğunu, bir daha hiç bir şekilde evde böyle yabancı eşyalar görmek istemediğini söylese;

bir insanın yaradılışıyla alay edilmeyeceğini, hor görülmeyeceğini... Çünkü onu Allah c.c.'ın yarattığını, öbür dünyada "beğenmiyordun, hadi bir göz, bir burun yarat da görelim" diye hesap sorulup mahçup olacağını, sonuçta da çok büyük azap göreceğini anlatsa;

şans oyunlarında kazanacağı paranın asla hayrını görmeyeceğini, "haydan gelenin huya gideceğini" benimsetebilse ne olur ki?

Anlamaz mı çocuk bu konuşmalardan? Bence anlar... En azından geç kalınmamışsa anlar! Yeter ki konuşulsun...

Çocuğumun arkadaşlarından biliyorum: İnternetteki uygunsuz sitelere giren çocuklar varmış... Bir türlü anlamıyorum; bunların anne-babaları uyuyor mu? Hadi kontrol etmiyorsunuz, ya çocuğun söz ve hareketlerinden de mi anlamıyorsunuz bir anormallik olduğunu? :( Bu çocuklar okulda bile belli ettiklerine göre bazı olumsuzlukları, kim bilir evde neler yapıyorlardır?

Bazı çocuklar okulda yaşadığı çok basit bir olayı bile anlatamıyorlar ailelerine. "Neden, sana mı kızar annen? Seni mi suçlar?" diye sorduğumda, "Yoo, ondan değil de, ne bileyim!" gibi sözler söylüyorlar... Hadi çocuk size gelip birşey anlatmıyor, siz niye sormuyorsunuz "Bugün ne yaptın, öğretmen ne dedi, arkadaşlarınla ne yaptın, ne oynadın?" diye... Çocuk zaten bir konuşmaya başlasa, gerisi gelecek...

Bir çocuk okulda ya da diğer bulunduğu çevrelerde, hiç mi önemli bir olay yaşamaz? Üzüntü, sevinç, korkacağı bir olay, ilginç bir olay... Bütün bu yaşadıklarında ebeveynlerin bilmesi gereken ve belki müdahale etmesi gereken, hiç yoksa çocuğunu yönlendirmesi gereken noktalar kesinlikle olur...

Neyse, yine çok konuştum... :) Allah hepimizi şerefli ecdadımıza yakışan, onlara layık nesiller eylesin inşaAllah...

 
Dua'sız üşürmüş yürekler!
Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin...
Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan,
Sana ummadık kapılar açan.
Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan...


Hz. Mevlana