Gönderen Konu: “Türkiye, İslâm Âlemi ve Siyonizm’in geleceği”  (Okunma sayısı 3180 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892

Burada çok kısa bir sûrette tahlîl etmeye çalıştığımız bu gerçekler ve onların Dünya’nın geleceğine te’siri uzun uzadıya anlatılması gereken ehemmiyetli bir meseledir. Burada “Türkiye, İslâm Âlemi ve Siyonizm’in geleceği” ne dâir birkaç husûsu kısaca arz etmek istiyorum

Gitgide dehhâmeleşen Siyonizm zulüm ve istismârının, tarihte bir çok ülkede ve pek çok kereler müşâhede edilegelmiş olduğu sûrette, ciddî aksülamellerle karşılaşması mukadderdir. Üstelik bu defa bu aksülameller Araplara mahsus ve “millî” vasfında değil, âlemşümûl bir karakterde zuhûra gelecektir. Dünyanın globalleşmesi, siyonizme hep fayda sağlayacak değil ya!..

Diğer taraftan İsrail’in Kudüs gibi, üç dine âid bir mukaddes toprak üzerindeki ısrarlı iddiası Müslümanlar kadar, Hıristiyanların da bu hususta hareketlenmesine sebep olacaktır. Daha şimdiden, İsrail’in -itibar olarak- dönüşe geçmiş olduğunu söyleyebiliriz. Zira O, bütün insanlığa karşı -adetâ- müşahhas bir husûmet ve nefret hedefi hâline gelmiş bulunmaktadır.

Türkiye ise, aksine yeniden büyük bir şahlanışın arefesindedir. Bu görüşü haklı kılan esbâb-ı mûcibe ve onun fiiliyâttaki tezâhürlerini anlatmadan önce İsrail, Türkiye ve İslâm Âlemi’nin geleceğine dair düşünceleri iki ayrı perspektiften inceleyelim:

a- “Hıttîn Korkusu” Perspektifinden

b- Kader Perspektifinden

A- “Hıttîn” Korkusu Ve Bunun Âmil Olduğu Plân

Ortadoğu coğrafyasına yabancı bir unsur olarak yahudilerden önce hristiyan Batılılar gelip yerleşmişlerdi. Onların âkıbeti yahudilerin tarih boyunca kulaklarına küpe olmuş ve onlar gibi yok edilmek korkusuyla kendilerini dâimâ bıçak sırtında hissetmişlerdir.

Gerçekten Haçlılar, 1095 yılında tertipledikleri bir seferle 1099′da Kudüs’ü zabtedip büyük bir katliâm yaparak buraya yerleşmişlerdi. Kısa zamanda Antakya’ya kadar uzanan bir “Haçlı Krallığı” kurmuşlardı. Fakat İslâm Âlemi’nin o zamanki dağınıklığından istifâde ederek gerçekleştirdikleri bu zafer uzun sürmemiştir. 1187 yılında “Taberiye Gölü” yakınındaki “Hıttîn” adlı tepenin eteklerinde Selahaddin-i Eyyubî tarafından müdhiş bir bozguna uğratılmış, çoğu susuzluktan helâk olmuştur. Haçlıların bu mağlubiyeti üzerine 2 Ekim 1187′de Kudüs’e giren Selahaddin-i Eyyubî insanlık tarihinde misal teşkil edecek dehşetli bir adâletle Kudüs halkının yaralarını sarmış ve bu kadîm İslâm diyarını yeniden müslümanlara kazandırmıştır. O gece Miraç kandilinin yıldönümüydü. Selahaddin Eyyubî bu vesîleyle afv-ı umûmî ilân etmişse de kılıç artığı Haçlılar, bu eşsiz merhameti bir taktik eseri zannederek kaçıp Akra kalesine sığınmışlardı. Bu kale ve civarında bir müddet daha mukâvemete devam etmişlerse de meşhur Memlük Emîri Sultan Halil tarafından 1291′de kılıçtan geçirilip denize dökülmüşlerdir. Bu topyekûn yok edilme Roma İmparatoru Titus ‘un zaferine benzemiyordu. O Mabed-i Süleyman’ı yıkmıştı, fakat yahudileri kılıçtan geçirip yok etmiş değildi. Ancak müslümanların bu zaferiyle o coğrafî bölgeye hâriçten dâhil olmuş hıristiyan unsur tamamen yok edilip ortadan kaldırılmıştır. Şimdi şu kadar asır sonra yahudiler de aynı coğrafyaya yabancı bir unsur olarak hulûl edip devlet kurmuşlardır. Ancak vaktiyle hıristiyanların yaşadığı mâcerâ dolayısıyla “Hıttîn, yani yok edilme korkusu” her yahudinin şuuraltında derin izler bırakmıştır. Bunun için yahudiler aynı âkıbete uğramamak için sırf Ortadoğu milletleri, hâssaten araplara karşı çeşitli plânlar yapıp geliştirmişlerdir. İsrail Devleti’nin bekasını temin maksadına bağlı olan bu plânlar her ne kadar gizli tutulmakta ise de bunlardan zaman zaman bazı sızıntılar ve bu bâbda bazı bilgiler Dünyâ umûmî efkârının ıttılâına mâruz kalmaktan kurtulamamıştır. Gerçekten İsrail Dışişlerinde vazifeli Oded Yinon ‘un 1982 yılında Dünya Siyonist Teşkilâtı’na bağlı Enformasyon Dairesi’nin ibrânice yayın organı olan “Kivunim” de yer alan bir rapor işte bu sızıntıların en dikkat çekici olanıydı. “1980′lerde İsrail İçin Strateji” adını taşıyan bu rapor, İsrail’in bütün Ortadoğuyu kendi beka stratejisi icabı olarak nasıl şekillendirmek lâzım geldiğini gözler önüne koyuyordu. Ona göre 20. asrın başlarında Ortadoğu’daki devletlerin hududları İngilizler tarafından âdetâ cetvelle çizilmiş olup tamamen sunî bir mâhiyet arzetmekteydi. Mezkûr rapora göre ne Irak’ta bir ırak milleti, ne Suriye’de bir suriye milleti, ne Ürdün’de veya Mısır’da… bir millet olmanın icâbına göre tekevvün etmiş bir siyâsî câmiâ mevcud değildir. Bunlar kâh ırk ve kâh da mezhep itibariyle kozmopolittirler. Bu bölünme İsrail’in Ortadoğu’da tutunması maksadıyla gerçekleşmiş olmasına rağmen bu hususta kâmil bir netice hâsıl olmak için bir kere daha tekrarlanmalıydı. Kısacası İsrail’in etrafındaki bütün devletler ki, buna Türkiye de dâhildir- yeniden birer ikişer ve bazı ahvâlde üçer yeni parçaya ayrılmalı, Osmanlı mirasında teşekkül etmiş olan devletçikler daha da ufalanıp İsrail karşısında mukavemet gücünü büsbütün kaybetmeliydiler. 1982 tarihli bu rapora rağmen, raporun mantığı 1975′ten itibaren fiilen tatbik sahasına konulmuştur. Küçücük Lübnan bu yahudi emeline ilk olarak muhatab olmuş ve onun beş bölgeye bölünmesi planlanmıştır: Hıristiyan Mârûnî, müslüman sünnî, müslüman alevî, dürzî vs. Henüz yaraları kapanmamış bulunan Lübnan iç harbinin derûnî sebebi bu yahudi emeliydi.

Bahsi geçen raporda komşu Suriye’nin de alevî-sünnî, kürt vesâir sûretle en az üçe bölünmesi plânlanmıştır. Bu kader aynen Irak için de mevzubahistir. O da kürt-sünnî ve alevî olarak parçalanacaktır.

Adı geçen rapor Mısır’ın nasıl bölüneceğini anlatırken daha önce diğer arap memleketlerinde vâkî olan bölünmenin bir domino tesiri icrâ edeceği ve bunun aynen Mısır’da, Sudan’da, Libya’da, hatta Libya’nın güneyindeki Çad’da nasıl vâkî olabileceği uzun uzun anlatılmıştır.

İsrail Devleti’nin bekası hesabına plânlanan bu parçalanmanın asıl ve ehemmiyetli mihrak noktası ve hedefi Türkiye’dir. Türkiye de kürtlerle bölünecek bu sûretle Türkiye’nin “arz-ı mev’ud” a dahil olan parçası bilâhare ve daha kolaylıkla yahudinin eline geçebilecektir. İsrail’in Kuzey Irak’taki kürt oluşumuna desteğinina asıl sâiki budur. Fakat İsrail kendisiyle hem-hudud olmayan Yemen, Sudan ve Çad gibi diğer arap memeleketlerinde dahî bölünmenin hangi usûl ve esaslara dayanarak gerçekleştirilebileceğini dakîk bir sûrette planlamış ve zikri geçen rapor üzerinde imal-i fikr eden ve onu geliştiren çeşitli raporlar ve eserler ortaya konulmuştur. (1)

Bugün ortalıkta dolaşan “Büyük Ortadoğu Projesi” aslında yahudinin bu emelini setretmek için ortaya atılmış ve mürevvici Amerika olarak gösterilmiştir. Hiç şüphesiz bu projede Amerika’nın da takip ettiği emeller mevcuddur. Fakat temel sâik İsrail’in bekası endişesidir ki, bu durum ileride anlatılmıştır.

Bütün bu anlatılanlar gerçekleşecek midir?!.. Bize göre hayır!.. Bunlar yahudinin kursağında kalmaya mahkûm birer hamhayaldir. Zira Kur’ânî bir hakikat olarak “Ve mekerû ve mekerAllah. Vallâhu hayru’l-mâkirin” , yani “İnsanlar plân yapar, Allah’ın da bir plânı vardır. Muhakkak ki, eninde onunda Allah’ın plânı galip gelir.” Lâkin Allah’ın plânının, yani murâd-ı ilâhînin ne olduğunu bilmek biraz zordur. Bununla beraber imkânsız da değildir. Bugün Âlem-i İslâm kaç asırdır terâküm etmiş bulunan ihmalin doğurduğu istihkâkına kefâret teşkil etmek üzere bedel ödemektedir. Türkiye’deki başörtüsü zulmünden Filistin’de yarım asırdır devam eden mezâlime ve hatta bugün Irak’taki zulümlere kadar bütün olup bitenler İslam Âlemi çapında müslümanların istihkâkını tebdîle medar olacak bir kefâretten ibârettir. Bu kefâret üzerimizdeki celâlî tecellîyi cemâle inkılab ettirinceye kadar devam edeceğe benzer. Bu da uzak değildir. Zira herhangi bir müslümana sırf imanından ve bundaki ısrarında dolayı vâkî zulüm yalnız onun şahsî günahlarına değil; tekmil İslâm Âlemi’nin günahlarına kefâret teşkil eder. Zulüm ne kadar çoğalırsa müslümanların tecellî-yi ilâhîde kahırdan lutfa muhatab olmaları o kadar yakınlaşmış demektir.

Kadir Mısıroğlu
www.kadirmisiroglu.com

Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
ABD'deki üniversitelerde Siyonizm baskısı
« Yanıtla #1 : 27 Mart 2009, 20:33:10 »
ABD’li profesörler Siyonizm’in akademik kurumları kontrol etmesine karşı mücadele veriyor. ABD yönetimi Tarık Ramazan'ın yasadışı olarak ülkeden sınırdışı etti.

Amerika’da önde gelen bir insan hakları grubu İsviçre’li Müslüman bir profesörün davasını temyize götürerek Barack Obama yönetimini Tarık Ramazan gibi yabancı âlimleri politik görüşlerinden dolayı ABD’ye almamakla suçladı.

Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği hükümetin Ramazan’ı sınırdışı etmesinin yasadışı olduğunu savundu ve Ramazan’ın ABD’nin dış politikasını eleştirmekten başka bir şey yapmadığını açıkladılar. ABD’li akademisyenler eğitim kurumlarında artan Siyonist kontrolün zararlı etkilerinden ve akademik özgürlüğü kısıtladığından endişe ediyorlar.

İnsan hakları örgütleri yeni ABD yönetimnden eski yönetimin zıttına bazı uygulamalar beklediklerinini açıklayarak başkan Obama’dan sadeve politik duruşlarını baz alarak yabancıların vize almasını engellemekten vazgeçmesini istediler.

76 insan hakları örgütünün oluşturduğu bir koalisyon Indiana’da Notre Dame Universitesinde görev alacak olan Tarık Ramazan’ın kendisine vize verilmemesi sebebiyle ülkeye gelememesini eleştirdi.

Grup Obama yönetimine yazdıkları mektupta bu tür uygulamalardan dolayı bir çok entelektüelin ABD üniversitrelerine giremediğini, bir çok konferans ve konuşma yapacak akademisyenin engellendiğini savundu.

Mektupta "Kendisine yasak konulan bu kişilerin çoğu sırf ABD dış politikasını yüksek sesle eleştirdiği için bu engellemelere maruz kaldı” denildi.

Tarık Ramazan’ın davası ABD genelinde akademik özgürlüğün altının oyulması ve bilim adamlarında yeni bir korku atmosferinin oluşmasına sebep olabilir.

Siyonizmin gücü

Amerikan profesörü Joel Kovel geçen ay Bard Koleji’ndeki 21 yıllık kariyerinden sonra görevini kaybeden ve mağdur olan son Siyonizm karşıtı akademisyen olmuştu.

Siyonizmi Yenmek isimli kitabın yazarı olan Kovel işten ayrılmasının temel nedeninin kendisinin Siyonizm hakkındaki düşünceleriyle Bard Koleji yönetiminin düşüncelerinin uyuşmaması olduğunu açıklamıştı.

Kovel El yaptığı açıklamada “Beni daha fazla orda tutmayacakları açıktı. Çünkü ben ABD’de siyonizme karşı eleştiri noktasında bütün sınırları aşmıştım” diye konuştu.

Çok sayıda bilim adamı Siyonist lobinin yarattığı korku atmosferinin dünyada İsrail’in yaptığı zulümlerin konuşulmasını ve ortaya konulmasını engellediğini düşünüyor.

California Devlet Üniversitesi Siyaset Bilimi dalı profesörü Esad Ebu Halil, Timetürk'e “İsrail’in işlediği savaş suçlarını destekleme konusunda oldukça özgürsünüz ama Filistinlilerin Gazze saldırılarında yaşadıklarına gelince bu özgürlük ortadan kalkıyor” açıklamasında bulundu.

"İsrail’in Siyonist dogmatik emellerini savunmak için genel olarak olumlu bir hava var" diyen Esad sözlerini şöyle sürdürdü “Ancak Filistin’i savunanlar için bu hiç de böyle değil. İnsanlar İsrail’in işlediği cürümlere odaklandıkları an okul idarelerine aşırı baskılar başlıyor ve bu sesler susturuluyor. ABD’de akademik özgürlük adil bir şekilde dağıtılmamış. Üniversite kampüslerinde çok adaletsiz bir sistem var.”

Chapman Üniversitesi'nde siyasal bilim ve uluslararası çalışmalar yapan Doç. Nubar Hovsepian, “Her ne kadar Siyonist loby üniversitelerde güçlü olsa da bu sıralarda iyice köşeye sıkıştırıldıkları söylenebilir." dedi

Hovsepian yaptığı açıklamada "İsrail lobisi ve Siyonistler entelektüel savaşı kaybediyor. Çünkü onlar Joel Kovel veya Norman Finkelstein gibi zayıf bağları olan kişileri vuruyorlar. Ve çok kirli bir siyaset ve manipülasyon uyguluyorlar.

Finkelstein, DePaul üniversitesinden Harvard hukuk profesörü Alan Dershowitz’in yaptığı bütün mücadelelere rağmen istifa etmek zorunda kaldı.

Finkelstein, DePaul üniveristesinin bütün standartlarına uyduğunu ancak bunun İsrail- Filistin çatışması üzerine yaptığı konuşmalar nedeniyle kendisine yönelik sürdürülen acımasız muhalefetle başa çıkmaya yetmediğini söyledi.

Terfi ve konuşma özgürlüğü

Hem AbuKhalil hem de Hovsepian genç öğretim üyeleri için açık konuşmak ve fikirlerini ifade etmenin çok zor olduğunu, bu sebeple bir çok genç öğretim üyesinin fikirlerini açıkça söyleyebilmek için terfi etmeyi beklediklerini söylediler.

Abu Khalil Siyonizm ve İsrail’i eleştirenlere uygulanan taktiğin sadece belirli profesörleri hedef almakla kalmadığını aynı zamanda kendilerine bütün ülkede sindirileceklerini ve hayatın onlara dar edileceği yönünde mesajlar da gönderildiğini belirtti.

Kolombiya Üniversitesi'nde yetki sahibi bir profesör olan Hamit Dabashi, sadece terfi olmayı bekleyen öğretim görevlilerinin değil, bir çok profesörün bile İsral’i eleştirdikleri zaman büyük bir tehlike içinde olduklarını, kişisel olarak hedef seçildiklerine ve konumlarının tehlikede olduğuna dikkat çekiyor.

Adaletsizlikle mücadele

Finkelstein veya Joseph Massad gibi bir çok akademisyen için hak mücadelesi ise neredeyse imkansız. Bu akademisyenler için İsrail’i eleştirdikleri veya Filistini savundukları sebebiyler işlkerinden atıldıklarını ispat etmek neredeyse imkansız.

Ama Kovel’e göre yaptıkları türden protestoların ve eleştirilerin her ne kadar rüzgarla savaşmak gibi olsa da önemlidir. O bütün dünyanın Siyonizm ile ve ABD’nin akademik kurumları ile alakalı ciddi sorunlardan haberdar olmasının ve bunların değiştirilmesi gerektiğinin bildinmesi gerektiğini söylüyor.

Dabashi, bu adaletsizliklerle mücadele etmenin bir yolunun olmadığını tek çözümün bütün profesörlerin yüksek sesle eleştrilerini dile getirmeleri olduğunu söylüyor. Siyonizm’e ve ABD dış politikasının uyguladığı zulümlere karşı konuşan herkese destek verdiklerini vurgulayan Dabashi, "ama savunmasızız. Bu savunmasız konumumuz susacağımız anlamına gelmez tam tersine daha yüksek sesle düşüncelerimizi açıklayacağız" diye konuştu.

Hovsepian ise, profesörlerin seslerini yükseltmeleri ve bir üslup oluşturmalarını başlıbaşına bir başarı olarak gördüklerini belirterek, "Evet, hepimiz saldırıya uğruyoruz. Fakat eğer bir insan adaleti savunmak istiyorsa mücadele etmelidir. Eskiden hiçbirimiz mücadele etmeyi bilmiyorduk. Şimdi ise bunu biliyoruz. Bu bir başarıdır”

timeturk
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim