Gönderen Konu: Bir kâmil mürşide varmadan olmuyor!  (Okunma sayısı 3509 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Bir kâmil mürşide varmadan olmuyor!
« : 05 Ocak 2012, 14:10:45 »

MAZHAR-I CÂN-I CÂNÂN OLMAK (Bir kâmil mürşide varmadan olmuyor!)

Gel ey kardeş, Hakk'ı bulayım dersen,

Bir kâmil mürşide varmasan olmaz!

Resûlün cemalin göreyim dersen,

Bir kâmil mürşide varmasan olmaz!

Eskiye nazaran insanlarda ilme merak çok arttı. Hadis öğrenelim, tefsir öğrenelim de şu yalan dünyadan boş ellerle Allah’ın huzuruna varmayalım diyenler çoğaldı hamdolsun. Lakin ters giden bir şeyler var, geçenlerde hadis ilmine merak salan arkadaşımla konuşuyorduk. Peygamberimizin hayatını anlatan bir kitabı gösterdi, ben de o yazarın Allah dostlarına tepkili olduğunu, Allah’ın ; “Benim bir dostuma kötü söz söyleyene harp açarım!” buyurduğunu o yüzden Allah’ı seviyorum, peygamberimi seviyorum diyorsa öncelikle Allah ve resulünün sevdiklerini de sevmeli ve saygı duymalı yoksa yazdıkları peygamber sözü bile olsa hiç kimseye feyiz de aktaramaz, faydalı da olamaz, dedim. Çok şaşırmakla birlikte bana çok sert bir şekilde şunları söyledi: “Bence insan eleştirebilmeli, aklını kullanmalı, körü körüne bağlanmamalı.” dedi.

O an Hazreti Ebu Bekir Efendimizi düşündüm. Müşrikler koşarak O’nun yanına gelip; “Senin dostun olan Muhammed (sav) dün gece Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksa’ya oradan da Allah’ın huzuruna çıkmış, artık buna da inanacak değilsin herhalde!”  dediklerinde bir tokat gibi şu müthiş sözleri söylemişti:

Bunu gerçekten O mu söyledi?
Evet cevabını alınca da;

"O söylediyse doğrudur!"

Bunu akıl izah edebilir mi? Bu teslimiyet ancak muhabbet kanalıyla yani gönül ile anlaşılabilir. Sevgili peygamberimiz bir duasında şöyle niyazda bulunuyor Yüce Rabbimize; “Ya Rabbi basar ve basiretimizi aç!” bu duadan da anlaşıldığı üzere tüm dünyaya sadece kafa gözüyle değil gönül gözüyle bakılmalı. Bunun yolu da peygamberimizin; “Âlimler benim varislerimdir.” hadisinde aranmalı. Çünkü peygamberimiz sadrımda ne varsa Ebe Bekir’e (ra) aktardım buyuruyor. Ebu Bekir Efendimizden bu güne kadar devam eden bir altın silsile var. Aklı olan arayıp bir hak mürşit aramalı ve bulunca da artık şüphe etmemeli. Çünkü O Allah dostu, peygamber varisidir, sözünde ne riya olur ne de yalan. Sözü tesirli, duruşu, bakışı bile feyizlidir. Bu büyük mürşitlerden biri olan Mazhar’ Can-ı Canan hazretleri. Şöyle buyuruyor: “Bu yolda ne bulduysam büyüklerimi sevmekle buldum!” Tasavvuf şüpheyi sevmez, teslimiyet ve gönül işidir.

Dilim döndüğünce arkadaşıma bunları aktarmaya çalıştım ama yine de kendimi suçladım, ben eğer ki Allah dostlarını tam olarak tanısaydım belki ona da muhabbetle anlatabilirdim, eve gelince hemen açtım kitabımı, öncelikle Mazhar’ Can-ı Canan hazretlerini daha yakından tanımak istedim:

Mazhar-ı Can-ı Canan (ks)

Uzunca boylu, gökçek yüzlü buğday benizli, siyah sakallı, mehabet ve cemal sahibi bir zat imiş. Yumuşak görünüşüne rağmen heybetli,  Hz Ali'nin oğlu Muhammed  Hanefiyye neslindenmiş, ataları cihetinden cedleri hep veli, ya da veli tabiatlı kimselermiş, özellikle büyükannesinin yaratıkların tesbihini işitecek bir manevi olgunluğa sahip olduğu rivayet edilirmiş.

Altın Silsile'nin yirmi sekizinci halkası da Hind diyarından Mirza "Şemseddin' ve "Habibullah' lakaplarıyla anılırmış, belki de çok arzuladığı "şehidlik" sıfatıyla Rabbine kavuştuğu için "Mazhar-ı can-ı canan" diye meşhur olduğu düşünülüyormuş.

Velayetin ilk derecesiyle, velayet ilim ve varidatını şeyhi Seyyid Muhammed Nur' Bedayuni’den almış. Altın silsilede yer alan şeyhlere çok düşkün ve gönülden bağlıymış Özellikle imam-ı Rabbanî'yi çok severmiş. "Bu yolda ne bulduysam büyükleri, şeyhleri sevmede buldum!” demiş.

Demek ki;

Bir kâmil mürşide varmasan olmaz,

Varıp da sözünü tutmasan olmaz.



Mazhar-ı Can-ı Canan tarikat ve tasavvufu şöyle yorumlamış:

Tarikat ve tasavvuf; şeriatta ihtisas yapmak gibidir,  tarikata meyilli olmak; "Hak sevgisinin ağır basmasıdır.Tarikat sadece bir zikir vasıtası değildir,çünkü zikir, herkese emredilen bir konudur. Kalb gözünün açılması da zikri çok yapmakla ancak mümkün olur. Zikirden gaye zikrin manasına ermektir. Daha ilerisi güzel ahlak sahibi olmaktır. Çünkü güzel ahlak, bu işin kaymağı mesabesindedir. Bu yüzden sevgili Peygamberimiz "Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim" buyurmuştur, demiş.

Nefsin tuzaklarına karşı çok uyanık olmayı tavsiye etmiş:  

Nefsin yönelişlerine karşı dikkatli olmak konusunda şöyle söylemiş; "Tasavvufta kemale eren kimse, hayır ve kemali kendi nefsine izafe etmez. Bunların hepsi emanettir ve sahibi Allah'tır. Fena haline ulaşan ve müşahedeye eren kişi, kendini yok sayar. Kendinde ve nefsinde hiçliği ve yokluğu yakalayan, yokluğu nefsini tahkir ederek ifade edebilir. Eğer tasavvuf ehli, dışa bakar da, varlık yanını, emanet nurlarını gördükten sonra kendi yokluğunu gözden kaçıracak olursa o zaman iddiaya düşer ve yolunu şaşırır" demiş.

Nefsin tuzaklarına karşı tedbirli olmak yetmiyor demek ki, Allah dostları bu tuzakların her birini aşmış ve başkalarına da yardımcı olmaları için Allah’ın ve resulünün bizzat irşat ile görevlendirdiği yüce şahsiyetlerdir. İlim dikenli bir yoldur, akıl hemen yanlışa, benliğe düşebilir, bu yüzden rehbersiz olmaz. Eğer rehbersiz olsaydı sevgili peygamberimizin mürşidi olmazdı değil mi? Yunus Emre ne güzel söylemiş:

Gel şimdi  kardeşler gidelim bile,

Nice aşıkların bağrını dele,

Cebrail delildir, Ahmed’e bile,

Bir kâmil mürşide varmazsan olmaz!
 

Zeynep YILMAZ - 2 Ocak 2012 Pazartesi

Çevrimdışı guzellik

  • okur
  • *
  • İleti: 87
Ynt: Bir kâmil mürşide varmadan olmuyor!
« Yanıtla #1 : 24 Mart 2012, 20:21:17 »
cok harika bi yazi Allah razi olsun mucteba kardesim aradigim biseydi bu