Gönderen Konu: Bir Semti Ve Bir Kelimeyi Anlamak “Vefa”  (Okunma sayısı 3210 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Bir Semti Ve Bir Kelimeyi Anlamak “Vefa”
« : 06 Ocak 2013, 13:17:34 »


Osmanlının son dönem münevverlerinden Ahmet Cevdet Paşa “vefa” hakkında böyle söylüyor: “Zamane insanları “vefa” sözünü yazmayı becerseler bile; ne manaya geldiğini bilmezler. Onun için, böyle insanlara kimse güvenmesin!”

Vefa kelime olarak sözünde durma, dostlukta sevgide devamlılık, bağlılık, sadakat demektir. “Vefa”, vefakâr olmak, bi-vefa kelimeleri hem bir semt, hem de sözünde durma manasında, tevriyeli olarak kullanılmıştır. Semt olan Vefa, fetihten sonra kültür ve hayat tarzı bakımından Osmanlı mahalleri içinde, ulemanın, bürokratların, dervişlerin yaşadığı yer olarak bilinir
Semt sakinleri vefa kelimesinin manasına da vakıftırlar.

Bir zamanlar Vefa sanki Osmanlı toplumu içerisinde isim hakkını yerine getirircesine cami, medrese, dergâh, çeşme, sıbyan mektebi, türbe, mezarlık gibi mimari yapıların bulunduğu, her sokağında ve günün her saatinde İslam’ın kalp atışlarının hissedildiği bir mekân olmuştur. Ülke daha sonra, Ahmet Cevdet Paşa’nın dediği, sözü vefalı özü vefasızlarla dolarken Vefa’ya neler olmuştur? Yanı başında, Unkapanı’nda camiler, mimar mı yoksa kasap mı olduğu meçhul Henry Prost eliyle bir bir düşerken o ne yapmıştır? Bütün vefalılığı ile gerçekleri insanlara anlatmış mıdır, yoksa o da vefasızlık buhranlarına düşenlerden mi olmuştur?

İlk defa vefalılığını Şeyh Vefa Hazretlerinden aldı

İstanbul deyince akla ilk gelen Suriçi diye tabir edilen, eski İstanbul’dur. Bu eski İstanbul’da Süleymaniye ve Fatih gibi iki büyük ilim tepesinin arasında kalan bir semttir Vefa. Coğrafi konum itibariyle Süleymaniye Külliyesi’nden Zeyrek’e bakan yamaçlar üzerinde kuruludur. Bozdoğan kemerinden başlayıp oradan, cami katliamlarına dur diyen Süleymaniye Camii’ne doğru uzanan, doğuda Kirazlı Mescit Sokağı, güneyde Küçük Pazar Caddesi ile batıda Unkapanı’nından Aksaray’a çizilebilir, Vefa’nın sınırı.

Vefa, sadece semt değildir. Molla Gürani, Molla Hüsrev, Şeyh Vefa Cami, Recai Mehmed Efendi Sıbyan Mektebi, Vefa Bozacısı, Atıf Efendi Kütüphanesi, Ekmekçizade Ahmet Paşa Medresesi, hamam, çeşme ve sebilleriyle bir kültür emanetidir. Vefasızlığın zirveye çıktığı dönemlerde bile yetiştirdiği âlim zat ve manevi mihmandarlar ile nice insanlara vefayı aşılayan bir mihenk taşıdır. Çünkü Vefa, vefalılığını Şeyh Vefa Hazretlerinden almaktadır.

Semt olarak Vefa ve Şeyh Vefa Hazretleri

İstanbul’da sokak ve mekan isimleri bölgeden bölgeye farklı referanslara göre belirlenmiş ve zaman içerisinde değiştirilmiştir. Örneğin Beyoğlu bu değişiklikten fazlasıyla nasibini alırken, Vefa nispeten bu değişiklilerden uzak kalabilmiştir. Ancak birçok İstanbul semtinde olduğu gibi Vefa’da eski sosyal hayatın mekânı yerler ortadan kaldırılmış. Bundan en fazla
da sivil mimari arkasından da sebil ve çeşmeler nasibini almıştır.

Osmanlı toplumu Vefa semtini şeyhi ve uleması ile yad ederken günümüzde semt, bozacısı ve Vefa Lisesi ile hafızalarda yer ediyor. Aslında tarih bize söylüyor ki, Osmanlı mimari ve sosyal hayatın en zinde olduğu bu semt sadece bunlardan ibaret değil. Vefanın tarihî hafızasını, kısacası “Vefayı Vefa” yapanları bilmek icap ediyor.

Âlim ve mutasavvıf bir zat olan Şeyh Vefa Konya doğumludur. Önceleri Karamanoğulları’nın medreselerinde hizmet ettikten sonra, önce Edirne’ye oradan da Fatih Sultan Mehmed Han’ın davetiyle İstanbul’a gelmiştir. İstanbul’da ilk dönemlerin en mühim âlimlerinden olmuş ve sadrazam Sinan Paşa ve Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi gibi, meşhur devlet adamların yetişmesine vesile olmuştur.

Vefa’nın Muhipleri ve Emir Buhari
Fatih Sultan Mehmed Han’ın fetihten sonra gerçekleştirdiği en önemli işlerden birisi, İstanbul’u bir ilim ve irfan merkezi haline getirmesidir. Kendisi de bir âlim, arif ve şair olan Sultan, devrinin mümtaz zatlarını İstanbul’a getirebilmek için kendine has usuller kullanmıştır.

İstanbul’un fethiyle buraya ulaşan Nakşibendîlik, Beyazıt zamanında hem müesseseleşmiş, hem de tekâmülünü devam ettirmiştir.

Emir Buhari, Molla İlahi’den sonra Nakşibendî müritlerinin Anadolu’daki ikinci büyük piri olarak kabul edilmektedir. Bilindiğinin aksine Nakşibendiyye, Muhammed Bahaeddin-i Buhari tarafından tesis edilmemiştir. Nakşibendiyye, bir silsilenin devamıdır. Bu silsilenin başı Peygamber Efendimize dayanmaktadır.
Muhammed Bahaeddin-i Buhari Hazretleri de bu silsilenin beş önemli kutbundan biridir. Bu silsile her dönemde farklı isimler almıştır. Hazreti Ebu Bekir döneminde Sıddıkıyye olarak anılırken, Muhammed Bahaeddin-i Buhari döneminde ise Nakşibendîyye olarak adlandırılmıştır. Nakşibendiyye bu silsilenin en meşhur ismidir. Ancak şunu söyleyebiliriz Nakşıbendiyye daha çok Orta Asya’da şümül bulmuşken, Fatih’in âlimlere olan sevgi ve muhabbeti ile İstanbul Nakşıbendiyye ile tanışacaktır.

Fatih Sultan Mehmed Han’ın döneminde yaşayan Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin şöhreti İstanbul’a kadar ulaşmıştır. Sultan Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerini ve Molla Cami’yi İstanbul’a davet etmiş ve bununla birlikte Nakşibendî erkânına ilgi duymalarına sebep olmuştur. Gerek Molla Cami gerek Ubeydullah-ı Ahrar bu davete icabet edemese de, kendi yetiştirdiği Molla İlahi ve torunu Emir Buhariyi İstanbul’a göndermiştir. Nakşibendîlik Anadolu’ya bu zatlar vasıtasıyla girmiştir. İkinci Beyazıt’ın Abdullah İlahi’yi Anadolu’ya davet etmesi ve onun da, halifesi Emir Buhari’yi İstanbul’a göndermesi neticesinde, Nakşibendîlik İstanbul’da yavaş yavaş yayılmıştır.
Bilindiğinin aksine Nakşibendiyye, Muhammed Bahaeddin-i Buhari tarafından tesis edilmemiştir. Nakşibendiyye, bir silsilenin devamıdır. Bu silsilenin başı Peygamber Efendimize dayanmaktadır.

Semt olarak Vefa tarihinde birçok kez madden zaman zaman da manen yangınlara maruz kalmıştır. Birbirine bitişik ahşap binalar, yangınlarda kül olmuş ve tarihi doku çoğu zaman yeniden inşa edilmek zorunda kalmıştır. Ancak her yangın geriye getirilemeyecek birçok eseri yok etmiştir.
Orta Asya’dan Abdullah İlahi ile birlikte Buhara’dan Anadolu’ya gelen Emir Buhari de İstanbul’a ilk geldiği zaman Vefa Tekkesi’nde kalmıştır. Şeyh Vefa’nın tekkesi, devrin âlim, arif ve şairlerinin uğradığı bir mekân haline gelmiş, adeta münevverlerin toplandığı bir ocak olmuştur. Emir Buhari, Kütahya Simavlı Abdullah İlahi’den sonra Nakşibendiyye tarikatının Anadolu’daki ikinci ismidir. İstanbul Fatih’te ilk Nakşibendî dergâhını getiren odur.

Şeyh Vefa’nın irtihali ile birlikte Vefa Tekkesi yavaş yavaş önemini kaybetmiş bununla birlikte, Emir Buhari ile gelen Nakşibendîlik İstanbul üzerinden dünyaya İslamiyet’in nurunu ve feyzini yaymaya devam etmiştir.

“Vefa” yanıyor yok mu söndüren?

Semt olarak Vefa tarihinde birçok defa madden zaman zaman da manen yangınlara maruz kalmıştır. Birbirine bitişik ahşap binalar, yangınlarda kül olmuş ve tarihi doku çoğu zaman yeniden inşa edilmek zorunda kalmıştır. Ancak her yangın geriye getirilemeyecek
birçok eseri yok etmiştir. Aynı şekilde bir dönem manen de yangınlara maruz kalan Vefa bölgesi, âlimlerinin medreselerde ders okutması yasaklanmış ve bu yetişmiş insanlar müderrislik yerine çeşitli vazifelerde görevlendirilmiştir. Ancak Mevla’nın lütfü ve bereketiyle yanan bir ormanda tabiat nasıl yeşillenirse, insanların kalplerinde İslam da öyle yeşillenmiştir. Vefa semti, Fetih’ten sonra İslamiyet’in İstanbul‘dan dünyaya adalet, iyilik ve hizmet götürdüğü gibi bu maksadını tarih boyunca muhafaza etmiştir.

Abdullah Aksan-İnsan ve Hayat Dergisi-Ocak 2013