Gönderen Konu: Böcekli Demokrasi | Millî Yazımız Osmanlıcadır  (Okunma sayısı 4140 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Böcekli Demokrasi | Millî Yazımız Osmanlıcadır
« : 10 Şubat 2013, 09:57:22 »

Böcekli Demokrasi

SULTAN Abdülhamid’in istihbaratı ve jurnalcileri mi daha sıkıydı yoksa bugünün istihbaratı mı? Hiç tereddüt etmeden bugünkü diyebiliriz. Sultan Abdülhamid zamanında bugünkü teknikler yoktu.
İslam dini ve evrensel ahlakı insanların özel hayatlarının, gizli günah ve ayıplarının araştırılmasını doğru bulmaz.
Özel hayatları, gizli günah ve ayıpları araştırmak ahlaksızlıktır.
Türkiye o hale gelmiş ki Başbakanın çalışma ofisine bile böcek konuyor…
Birkaç yıl önce ana muhalefet partisinin genel başkanının yatak odasına kamera kondu, filmi çekildi.
Türkiye’yi “böcekler” istila etmiştir.
Cihaz böcekler vardır… İnsan büyüklüğünde hamam böcekleri vardır…
Yurdun her yeri örümcek ağı gibi dijital kameralarla donatılmıştır. Sade görmekle kalmıyor, hafızasına kaydediyor.
Kaç sene oldu Sultanahmet’te bir lokantada bir savcı beyle tanıştım, ayaküstü biraz sohbet ettik, “devletin elli bin dinleme memuru varmış” dedi. Doğru mu, yalan mı nereden bileyim?
Bütün cep telefonları dinleniyor veya dinlenebiliyor.
Bütün bilgisayarlar… bütün sabit telefonlar…
Çocukluğumda, 1940’lı yıllarda Türkiye bit, pire, tahtakurusu, sivrisinek istilasına uğramıştı. Onların kökü kurutuldu veya çok azaltıldı ama bu sefer elektronik böceklerin ve insana benzer hamam böceklerinin istilasına maruz kaldık.
Telefonlar ne zaman dinlenir, elektronik postalar ne zaman kontrol edilebilir… Gerekiyorsa, lüzum ve zarureti varsa mahkeme kararıyla. İdarenin keyfi olarak bütün halkı dinlemesi kesinlikle doğru değildir, adaletsizdir.
Türkiye’de maalesef birkaç devlet vardır. En önde ortada görüneni bildiğimiz konvansiyonel devlettir. Onun yanında bir takım Derin Devletler bulunmaktadır. İnsanların özel hayatlarını, gizli günahlarını araştıranlar ahlaklı ve faziletli insanlar mıdır? Meşru istisnalar dışında bunları yapanlar ahlaksızdır, faziletsizdir, makyavelistdir.
Uyuşturucu kaçakçılığı yapanlar elbette hâkim kararıyla dinlenir.
Teröre karışanlar, kan dökenler elbette mahkeme kararıyla dinlenir.
Lakin Orwell’in kitabındaki gibi paranoyak metotlarla bütün halk dinlenemez.
Siyasi partilerin, baskı gruplarının birbirlerini dinletmeleri de suçtur, ayıptır, ahlaksızlıktır.
Men dakka dukka… Çalma kapıyı çalarlar kapını… Başkaların gizli ayıplarını ve günahlarını araştıranlar sonunda rezil ve rüsvay olurlar.
Herkesin günahı, ayıbı var da senin yok mu?
Onların kulaklarına erimiş kurşun aksın!..


* (İkinci yazı)
 
Millî Yazımız Osmanlıcadır

 
TARİH boyunca çeşitli coğrafyalarda Türk lisanı ondan fazla alfabe ile yazılmıştır. Türkler İslam ile şereflendikten sonra Kur’an yazısını kabul etmişler ve bu yazıyı bin yıldan fazla kullanmışlardır.
 
1928’de Latin yazısına geçilmesi ve bin yıllık yazının yasaklanması kültürümüzde, kimliğimizde ve toplumsal hafızamızda telafisi imkansız kopukluklara sebebiyet vermiştir.
Latin alfabesi lisanımıza uygun değildir.
Latin alfabesi millî alfabemiz değildir, adı üstünde Latindir.
İslam Kur’an yazısı ve alfabesi millî yazımızdır, çünkü bir yıldan fazla kullanılmış ve bizim olmuştur.
 
Bir millet, okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan kolay bir alfabe ile dejenere olur.
Japonların, Çinlilerin gücü, yazılarının çok zor olmasından ileri gelmektedir. Onların çocukları bu zor, çetrefil, karmaşık yazıyı öğrenmek için büyük bir gayret ve cehd sarf etmekte ve zekaları gelişerek bir tür kültür komandosu olarak yetişmektedir.
İngilizlerin gücü ve üstünlüğü, İngilizcenin yazılışı ile okunuşunu arasındaki büyük farkta ve zorluklardadır.
 
Latin yazısı artık bir realitedir. Bu realiteyi kabul etmemiz gerekir…
Lakin, Türkiye Müslümanları mutlaka ve mutlaka bin küsur yıllık İslam Kur’an yazısı ile Türkçe okuyabilmeli, yazabilmelidir.
Bugünkü kopukluk ile geleceğimiz karanlıktır.
Atalarının dedelerinin mezar taşlarındaki Türkçe ibareleri bile okuyamayan cahiller için istikbal yoktur.
 
Osmanlıca eğitim ve yayın yasağı âdil hukuka, temel insan haklarına, millî kültür ve menfaatlere aykırıdır.
Bu yasak kaldırılmalı ve isteyen vatandaşlar, hem Latince hem Osmanlıca eğitim yapacak İslam Mektepleri açabilmelidir.
Osmanlıca gazeteler, dergiler, kitaplar yayınlanabilmelidir.
Türkiye’de Çince, Japonca, Rumca, Ermenice, Rusça, İbranice ve diğer alfabelerle yayın yapmak serbest de niçin Osmanlıca yasaktır?
Böyle bir yasak millî kimlik ve kültürümüzün önünde büyük bir engeldir.
Bu yasak utanç vericidir.
Devlet okullara Osmanlıca dersleri koymalıdır.
Müslüman müteşebbisler hem Latince hem Osmanlıca eğitim verecek örnek bir İslam mektebi açmalıdır.
 
Başlangıçta dört sayfalık da olsa Osmanlıca bir gazete çıkartılmalıdır.
Vaktiyle Orta Anadolu’da yaşayan Karaman Rumları, Türkçeyi Grek alfabesiyle yazıyorlardı ve bu yazıyla hayli Türkçe kitap yayınlamışlardır. (Grek yazısıyla Türkçeden, Latin yazılı Türkçeye Robert Anhegger tarafından çevrilen “Temaşa-i Dünya Seyr - Eyle Dünyayı” isimli kitabı yıllarca önce ne büyük zevkle okumuştum. İslam/Kur’an yazısıyla basılmış nice binlerce önemli, meraklı, değerli kitap var da kazazede yeni nesiller bunlara baktıkça Çince mi Maçince mi anlamıyor…)
Bir vatandaş Karamanlhıca yazıyı öğrense ve o alfabe ile basılmış Türkçe kitapları Latin harflerine çevirse iyi olmaz mı? İşte Osmanlıca öğrenmek de böyledir.
Atalarımızın kendi millî yazıları da olmuştur. Arzu edenler onları da öğrensinler ve onlarla da yayın yapılsın.
 
İslamî kesimde, Osmanlıca seferberliği başlatacak hamiyet sahipleri yok mudur?
(Not: Osmanlıca yazının Latin alfabesine üstünlüğü konusunda son yıllarda üç kitap yayınladım. Birincisi: Prof. Avram Galanti’nin “Arabî Harfleri Terakkimize Mâni Değildir”… İkincisi: Kazanlı Türkolog Âlimcan Şeref’in “Harflerimizin Müdafaası”… Üçüncüsü: Esmâî’nin (Yusuf Samih) Mısır’da basılmış “Yazımız” adlı kitabı… Üç kitap da hem Osmanlıca yazıyla, hem de Latin harfleriyle basılmıştır. Konuyla ilgilenenler Bedir Yayınevinden edinip tedkik edebilir.

Mehmet ŞEVKET EYGİ - 10 Şubat 2013 Pazar


mazhar

  • Ziyaretçi
Millî Yazımız Osmanlıcadır
« Yanıtla #1 : 10 Aralık 2014, 09:15:19 »
Dil Devrimi cinayeti ve Osmanlıca meselesi


Türkiye’de dil faslında dünyada başka bir ülkede görülmeyen, görülmesi de tahayyül edilemeyecek ürpertici bir cinayet işlendi.


Bu yazıda, bu cinayetin belgesini yayımlıyorum. Buyurunuz:


İŞTE CİNAYETİN BELGESİ!


“Harf Devrimi’nin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere, geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri, eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”


Bu sözler, Millî Şef İsmet İnönü’ye ait. Bu sözlerin yer aldığı yer ise, Sabahattin Selek tarafından 1968 yılında kayda alınan İnönü’nün Hatırat kitabı.


Sabahattin Selek, kayda alıp da yayımladığı bölümler de olduğunu söylüyor.


İnsan, merak etmeden edemiyor elbette ki: Acaba İnönü, daha neler neler söyledi de, sonunda söylediklerinin önemli bir kısmı “sansür yedi”!


Yayımlanan kısımlarında bile İnönü’nün söyledikleri yenilir yutulur cinsten şeyler değil: Devrimlerin gerçek hedefini, gizlenen gerçekleri çok güzel fâş etmeye yetecek “şeyler”!


OSMANLICA: DÜNYANIN EN ZENGİN DİLİ


Antalya’da yapılan Millî Eğitim Şûrası’nda önemli, tarihî kararlar alındı. Bu kararlardan biri, Osmanlıca Türkçesi’nin liselere ders olarak konulması meselesi.


Bazı çevreler, hemen “Ortaçağ karanlığı”na mı dönüyoruz diyerek, bayatlamış, bu tür zamanlarda bozuk plak gibi çaldıkları ilkel tepkilerini dile getirdiler.


Oysa Osmanlıca Türkçesi, dünyanın en zengin dilidir. Nicelik bakımından değil, nitelik bakımından.


Bu açıdan İngilizce’den kat be kat zengin bir dildir. İngilizcenin derinliğinden sözetmek elbette ki abesle iştigaldir.


Osmanlıca dünyanın bütün belli başlı düşünce dillerinin, sanat dillerinin, bilim dillerinin, kısacası medeniyet dillerinin hepsinden beslenmiş, Osmanlıcanın omurgasını, ruhunu oluşturan Kur’ân Arapçası’nın filtresinden geçirerek beslendiği bütün dilleri kendine maletmiş tek derinlikli dünya dilidir.


Osmanlı Türkçesi bir yandan Arapça’nın,         Farsça’nın, İbranîce’nin hatta Hint dili Sanskritçe’nin temel kilit kavramlarını, öte yandan da Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Balkan dilleri, Rusça başta olmak üzere Batı uygarlığının kurucu iki dili Grekçe’nin ve Latince’nin ana kavramlarını kendisine maletmesini bilen tek dünya dilidir.


Böylesine “çoğulcu”, derinlikli ve çaplı bir dünya dilinin Türkiye’de Dil Devrimi’yle yasaklanmış olması, oldukça mânidârdır.


OSMANLI TÜRKÇESİ YASAKLANMAMIŞ OLSAYDI...


Oysa Osmanlı Türkçesi, eğer yasaklanmamış olsaydı, Meşrûtiyet dönemlerinde gerçekleştirdiği atılımları sürdürecek, biz de Osmanlıca gibi köklü, asil ve çaplı bir medeniyet diline sahip olduğumuz için, fikir, sanat ve hayatta tahayyül bile edemeyeceğimiz ölçekte büyük hamlelere imza atabilecektik.


Artık olan oldu ya da Wittgenstein’ı izleyerek “yırtılan yırtıldı”, kaldığımız yerden dil yolculuğumuza bütün hızımızla devam edebiliriz.


Ebûbekir Râzî, “Dil, aklın ve kalbin aynasıdır.”


Tam bu noktada şu soruyu sormak isterim: Aynaya bak, ne görüyorsun?


Wittgenstein de, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır”, demişti.


Usta’dan esinle bendeniz de, şunu söylüyorum:


Diliniz ne kadarsa, dünyanız da o kadardır! Diliniz darsa, dünyanız da dardır!


DİL GİDİNCE, DİN DE GİTTİ, HAYAT ÇÖLLEŞTİ...


Türkiye’nin asıl sorunu, dil’dir: Medeniyet dili: Müslüman zihninin, idrakinin ve  tefekkür biçiminin yitirilmesi.


Unutmayalım: Düşünemeyen, düşer; düş göremez.


Dil Devrimi, vahyin ışığında yoğrulan dil’imizi sekülerleştirdi; İslâmî muhtevasını bitirdi. Din de, İslâmî ruhunu yitirdi.


Dil, gidince; din de gitti; hayat çölleşti.


Unutmayalım: “Dillerini” yitiren toplumlar,  “Yer”lerini;  Yer’lerini yitiren toplumlarsa,  Yön’lerini de yitiririrler ve insanlığa bir şey veremezler.


OSMANLICA, SEÇMELİ DEĞİL, ZORUNLU OLMALI


Osmanlıca seçmeli değil zorunlu ders olmalı. Yoksa hiç bir işe yaramaz,  geri teper, onca emek boşa gider! Kimse de bir daha böyle bir şeye cesaret edemez!


Böylesine zengin bir medeniyet dilinin, orta ve uzun vadede, önümüze açacağı ufukları ne kadar görebiliyoruz, bilmiyorum doğrusu.


Ama yazıyı iki aforizmayla bitirmek istiyorum:


Bir toplumu yok etmek mi istiyorsunuz?


Dilini, kültürünü yokedin!


Genç kuşaklarını aşağılık kompleksine sürükleyin, özgüvenlerini yok edin!


Bu ülke, hiç kimseden çekmedi “yerli sömürgeciler”den çektiği kadar!


Dilini, kültürünü sömürgeci Batılılar bile yok edemezdi bu kadar!


Yusuf Kaplan Habervaktim.com


*****************************
OSMANLICA ALFABE Mİ, DİL Mİ?
Aslında ikisi de değil. “Osmanlı dönemi türkçesi” diyebileceğimiz zengin bir dil var. Osmanlı türkçesi Arap harfleriyle yazıldı, tabiî türkçe sesleri ifade edecek bazı ilave işaretlerle. Bugün Osmanlıca denilince, bir zamanlar “eski yazı” dediğimiz elifba anlaşılıyor. Bunun öğretimi bir zamanlar tamamen yasaktı, sonra üniversitenin türkoloji ve tarih gibi bölümlerinde mümkün hale geldi. Orta öğretimde tedrisi ise, tabular arasında kalmaya devam ediyor. Bunu son Milli Eğitim Şûrası’nda alınan karara rağmen söylüyoruz. Çünkü akabinde Bakan Bey, seçmeli ders olabileceğini, yani Osmanlıcanın öğretimi konusunda bir şeyin değişmeyeceğini açıkladı.
OSMANLICA BİLMEK KÖTÜ MÜ?
Bilmenin kötüsü olur mu! Sen bilmekten imtina etsen bile elin oğlu öğreniyor, geliyor ve senin arşivlerinde kalabalığı onlar teşkil ediyor. Bu ülkede bütün vatandaşların hiç olmazsa elifi görünce mertek sanmaması lâzım. Çünkü bin yıl bu alfabe ile yazdık, kütüphaneler dolusu eserler, arşivler dolusu malzeme ortaya koyduk. Sonra birden “sen bize lâzım değilsin” dedik. Bin yıllık kültürü bir anda müze malzemesine dönüştürdük.
BU MİLLETİN HAFIZASINI SİLİP SIFIRDAN BAŞLAMAKTIR!
Buna “doğru” diyenlerin akıl ve mantık yoksunu olduğunu söylemek zorundayım. Bakın 20. Yüzyılda hiçbir köklü millet alfabesini değiştirmedi. Örnek varsa gösterin.
Neden 20. Yüzyılda Türklerin alfabesi değiştirildi? Sovyet yönetimi altındakilerin önce Latin, sonra Kiril alfabelerine geçirilmesinin makul bir izahı olabilir. Sistem onları Türkiye’den ve İslâm kültür havzasından koparmak istedi.
YA TÜRKİYE?
“Efendim, eski yazı ile okuma yazma öğrenmek çok zordu, Latin harfleri ile kolayca okur yazar olunur...” Bu iddianın ciddiyeti Latin harflerine geçtikten sonra sınandı. Bizzat M. Kemal Paşa, 1928’de en çok birkaç yıl içinde bütün milletin yeni harfleri öğreneceğini iddia etmiştir. Peki onun vefat ettiği yıl, 1938’de Türkiye’de okur yazarlık oranı neydi? Yüzde yirmiye yakın! Türkiye okur yazarlık oranının ancak son yıllarda yüzde 95’in üzerine çıkardı!
Okur yazarlığın alfabeye bağlanması çok akıl kârı değil. Meşhur İsmail Gaspıralı, 19. yüzyılın sonunda Arap harfleriyle bir buçuk ayda okur yazarlık öğrenmenin mümkün olduğunu gösterdi. Şimdi çocuklarımız ilkokulda kaç ayda okumaya yazmaya başlıyorlar?
Türkiye’nin harf inkılabı ve diğer inkılapları gelecekte şöyle değerlendirilebilir: Büyük güçler daha önce karşı tarafta oynayan Türkiye’yi kendi taraflarında oynayacak her şeyle donattılar ve piyon olarak sahaya sürdüler!
Türkiye harf ve dil devrimi ile müthiş bir kültür buhranına mahkûm edildi. Bu buhranı halen atlatabilmiş değiliz.
Osmanlıca mevzuunun gündemde olduğu günlerde Meclis’te bir konferans düzenlenmiş. Tuğrul İnançer Bey Mevlana’yı, düşüncesini anlatmış. Bu arada, harf inkılâbı ile ilgili bazı şeyler söylemiş.
İnkılab, kalbolma, dönüşme demek. Kaf harfi ile, yani kalın “k” ile yazılır. Eğer bunu şimdilerde olduğu gibi “inkilab” olarak seslendirirseniz, o zaman “kef”le yazmış olursunuz, o da “kelbleşme” (köpekleşme) olur. Galiba konuşmacı buna dikkat çekmiş. Bu farkı tebarüz ettirmenin bir linç kampanyasına dönüşeceğini nereden bilebilirdi ki?
Latin asıllı alfabede bir tek “k” var ve okurken “ke” olarak seslendirilir. Ne bilsin Cumhuriyet nesli “k”ların farkını?
Farkı fark etmek için Osmanlıca zamanı!

D.Mehmet Doğan Haber vaktim.com
*******************************************
Mecburî Osmanlıca Dersleri Şarttır Zarurîdir



1. MİLLÎ eğitim=Maarif Şûrasının, liselerde Osmanlıcanın mecburî ders olarak okutulması kararını sevinçle karşıladım.


2. Osmanlıcanın Arap yazısı olduğu için bize yabancı olduğu, Latin yazısının Türk yazısı olduğu iddiaları temelsizdir, gülünçtür.


3. Bugünkü yazı millî Türk yazısı değildir, adı üstünde Latin yazısıdır. Medeniyetimize, kültürümüze, yapımıza, dilimize tamamen yabancı bir yazıdır.


4. Tarih boyunca çeşitli millî Türk yazıları olmuştur.


5. İslam-Kur’an yazısı bin yıldan fazla kullanıldığı, ona emek verildiği, benimsendiği için bizim olmuş, millîleşmiştir.


6. Terazinin bir kefesine onların Arap, bizim İslam-Kur’an yazısı dediğimiz alfabeyi, öbür kefesine Latin yazısının koyarsak, bizim millî ve islamî yazımız; hem sanat ve estetik, hem devamlılık, hem Türkçenin çeşitli ağızlarını koruma ve yaşatma, hem de öğrenenlerin, okuyup yazanların beyinlerini geliştirmek açısından ağır basar.


7. Bin yıldan fazla kullanılmış millî yazımız devamlılığı, Latin yazısı ârıza ve kopukluğu temsil etmektedir.


8. Yakın tarihimizde yapılmış alfabe devrimi ve devlet terörü ile lisanı zorla arılaştırma hareketi millî eğitimimizi, kültürümüzü çökertmiş, bizi geri bırakmıştır.


9. Ülkemizde maalesef vahim ve dehşetli bir dil-kırım ve kültür kırım yapılmıştır.


10. Alfabe ve dil devrimleri insan haklarına aykırıdır.


11. Böyle çok önemli konuların, referandum yapılarak halk ve aydınlara sorulması gerekmez miydi?


12. Zengin, edebî, yazılı lisanımızdaki Arapça ve Farsça kökenleri atmak son derece zararlı ve yıkıcı olmuştur. Fransızcadan Latin kökenli kelimeler atılırsa geriye ne kalır?


13. Bugünkü Almancada en azından 30 bin yabancı kelime bulunmaktadır.


14. Japonyanın millî yazısı son derece zor bir yazıdır ama onlar bu zor yazıyla ilimde, irfanda, eğitimde, üniversitelerde, edebiyatta, teknikte harikalar meydana getirmiştir.


15. Çinin yazısı kadar zor bir yazı var mı? Onlar da harika bir gelişme içindedir.


16. Kolay bir yazı kullanan toplumların zekaları tembelleşir ve körleşir, zor alfabeler ile okuyup yazanların zekaları gelişir, kıvraklaşır.


17. Bir lisanın okunduğu gibi yazılması ve yazıldığı gibi okunması bir kolaylık ve ilerleme değil, tam aksine, gerileme, zihin durgunluğu sebebidir.


18. Türkiyenin, Ortadoğunun Japonyası olamamasının sebeplerinden biri de, faşist rejim terörüyle lisan ve yazıda yapılan kopukluklar, ideolojik manipülasyonlar ve zorlamalardır.


19. İki türlü dil, iki Türkçe vardır: Birincisi, üç beş yüz kelimelik şifahî (sözlü) günlük konuşma ve iletişim dili. Bir de yazılı, zengin, derin, edebî Türkçe vardır. İşte asıl Türkçe budur. Türkiye ancak bu zengin Türkçe ile maarifte (millî eğitimde), ilimlerde, sanatlarda, fenlerde ilerleyebilir, güçlenebilir, Japonya Çin ve Almanya ile yarışabilir.


20. Alfabe değişikliğinin, dilin arılaştırılmasının asıl sebebi; Türkiyede İslamı yıkmak, halkı dezislamize etmek, bu büsbütün yapılamazsa kültürü, eğitimi dejenere etmektir.


21. On üç dil bilen Yahudi profesör Avram (Abraham) Galanti bile, “Arabî Harfleri Terakkimize Mâni Değildir” (Bedir Yayınevi) başlıklı bir kitap yazarak alfabe ve dil devrimine karşı çıkmıştır.


22. İslam-Kur’an yazısının Türkçeye uymadığı iddiası ilmî bir iddia olmayıp ideolojik bir safsata ve demagojidir. Kazanlı Türkiyat âlimi Âlimcan Şerif beyin 1926’ta Baku Türkiyat Kongresinde okuduğu “Harflerimizin Müdafaası” adlı bilimsel kitap (Bedir Yayınevi), Arap Alfabesinin Türkçeye daha uygun olduğunu ilmen isbat etmektedir. Bu yüzden Stalin onu on sene zindanda yaşatmıştır.


23. Bizdeki arı duru Türkçe devrimi hakkında mutlaka okunması gereken kitaplardan biri Geoffrey Lewis’in “Turkish Language Reform/A catastrophic Success” adlı kitabıdır. Türkçeye çevrilmiştir. (Trajik Başarı/Türk Dil Reformu)


24. Latin harfleri ve dil devrimi millî eğitimimizi, kültürümüzü, sanatımızı, beynimizin yarı küresinden birini çok geriletmiş, iflas noktasına getirmiştir.


25. İngiliz aydınları Shakespeare’i, Alman aydınları Goethe ve Schiller’i, Fransız aydınları Moliere ve Cor neille’i, İspanyol aydınları Cervantes’i, İran aydınları Hâfız’ı okuyabiliyor da Türkiye aydınları niçin en büyük klasik şâir ve edibimiz olan Fuzulîyi okuyamıyorlar, anlayamıyorlar? Bu cahillik ilerlemek midir, muasır medeniyet seviyesine fırlamak mıdır, yoksa gerilemek midir?


26. Halk Türkçesini savunma perdesi altında zengin edebî Osmanlıyı kötülemek pek bayağı bir popülizmdir.


27. Zengin Türkçede beş yüz binin üzerinde kelime ve tâbir bulunmaktadır. İdeolojik vesayet eğitimiyle bunları dışlamak zihin körelmesine sebep olur. İngilizcedeki idiomlar ve yabancı kökenli kelimeler atılsa, İngilizce arı duru, sade hale getirilse iyi mi olur, kötü mü? Dünyada bir değil, birçok Türkçe vardır ve bunlar için en uygun müşterek alfabe İslam Kur’an alfabesidir. Türk dünyasının birleşmesi ve İslam alemine entegre edilmesi ancak bu yazıyla sağlanır.


28. Bundan yüz yıl önce Bahçesarayda, Kazan’da, Orenburgta yayınlanan Türkçe kitaplar, gazeteler, dergiler İstanbulda; İstanbulda yayınlananlar oralarda okunup anlaşılabiliyordu ama bugün okunup anlaşılamıyor. Çünkü Stalinist ve Kemalist rejimler yazı ve lisan üzerinde büyük zorlamalar yapmıştır.
29. Liselerde mecburî Osmanlıca dersleri okutulmasının hiçbir zararı (Evet tekrar ediyorum hiçbir zararı) yoktur, aksine çok faydası vardır.


30. Bu konudaki itirazlar, yaygaralar, muhalefet; ilme, irfana dayanmamaktadır, ideolojiktir, egemen azınlıkların sesidir, islamofobidir.


31. Yazı ve lisan konusundaki tahribat giderilebilir mi? Bu konuda bir şey söylemeyeceğim ama en azından Osmanlıca öğretilmelidir diyeceğim.


32. Zengin lisansız büyük ve güçlü devlet olmaz.


33. Zengin lisansız güçlü ve sağlıklı toplum olmaz.


34. Lisan ve yazımızdaki kopukluk kültümüzün, millî eğitimimizin belini kırmıştır.


35. Tarihî, kültürel, sosyal ârızaların tâmir edilerek; yazı, lisan ve kültür devamlılığına dönülmesi şarttır, zarurettir.


36. Bin yıllık yazımızı, dilimizi öğrenmekte hiçbir sakınca ve zarar yoktur.


37. Bazı azınlıkların, Kriptoların, vesayetçilerin bu konuda daha anlayışlı olmalarını bekliyoruz. Bu anlayış ve toleransı gösterebilecekler mi?


38. Yahudiler kendileri için İbranî yazısını doğru buluyorlar da biz Müslümanlar için İslam ve Kur’an yazısına niçin karşı çıkıyorlar?


39. Ermeniler kendi lisanlarını Ermeni yazısıyla yazıyorlar da, bazıları biz Müslümanlara buna benzer bir hakkı niçin çok görüyorlar?


40. Kütüphanemde, 1953’te Baku’da basılmış iki kitap var. Biri, Fuzulînin Leyla ve Mecnun’u, diğeri Sabir’in Hophopname’si… İkisi de İslam-Kur’an yazısıyla… Demek ki, Sovyetler Birliği ve Stalin rejimi bile, İslam-Kur’an yazısı konusunda bizdeki yobaz ve zalim vesayet rejimi kadar insafsız olmamış, bazı edebî Türkçe metinlerin bu yazıyla yayınlanmasına izin vermiş.


41. Günümüzde Türk dünyasında en fazla Kiril ve Latin yazısı kullanılıyor. Doğu Türkistan’da ve İran Azerbaycan’ında ise Kur’an yazısı geçerlidir. Türkçe konuşan kavim ve toplumların, yazı konusunda birleşebilmeleri için İslam-Kur’an alfabesine dönmeleri şarttır.
Mehmet şevket Eygi Haber vaktim.com


« Son Düzenleme: 25 Aralık 2014, 09:00:26 Gönderen: mazhar »

mazhar

  • Ziyaretçi

BÜTÜN Müslüman kavimler lisanlarını Kur’an-İslam yazısıyla okuyup yazmalıdır.
Bu yazı Arap yazısı olmaktan önce, İslam yazısıdır.
Kalbinde iman olup da bu yazıyı sevmeyen, benimsemeyen, savunmayan bir Müslüman düşünemiyorum.
Allah gani gani rahmet eylesin, dostlarımdan Alman mühtedisi merhum Ahmed Schmiede beyi, bir gün Arap yazısıyla bir kâğıda bir şeyler karalarken görmüş, bir göz atmış, fakat okuyamamıştım. Hangi lisanla yazdığını sorduğumda “Almanca yazıyorum…” demişti.
İslam-Kur’an yazısı bütün lisanlara uyar. Onunla mükemmel Türkçe de yazılır, Çince de, İngilizce de…
Latin yazısı, bizim dinimize, medeniyetimize kültürümüze, tarihî devamlılığımıza yabancı bir yazıdır.
Latin yazısına Türk yazısı diyenler, İslam-Kur’an yazısı Arap yazısı diyor, bu ne yaman çelişkidir.
Ana dili Türkçe olan okumuş bir kimse, inancı olmasa bile Osmanlıcayı öğrenmelidir. Bilgi bilgidir.
Osmanlıca bilmeyen, Osmanlıca öğrenmek istemeyen Türkiyeli bir Müslüman nasıl bir Müslümandır?
Şirin Türkçemiz tarih boyunca 10’dan fazla alfabe ile yazılıp okunmuştur.
Türklerin kendilerine mahsus millî alfabeleri de olmuştur.
Gayr-i Müslimlerin, egemen azınlıkların, vesayetçilerin, faşistlerin; Müslüman çoğunluğun alfabesine, lisanına karışmamaları, hele bu konuda baskı ve terör yapmamaları gerekir.
Şu hezeyana bakınız: Arap harfleri zormuş, ilerlememize engel olmuş… Evet hezeyandır bu iddia.
Bir kere, zor bir alfabe geriletmez, aksine ilerletir.
Çinliler, Japonlar o kargacık burgacık binlerce şekilli yazılarıyla geri mi kaldılar?
Latin/Frenk alfabesi ilerletiyor, kalkındırıyorsa bizim Türkiye’miz niçin bir Japonya, bir Çin, bir Güney Kore olamadı?
Yakın tarihimizdeki en büyük zorlamalardan ve hatâlardan biri, belki de birincisi alfabe devrimi olmuştur.
Kemalistler, ateistler, İslam düşmanları, ne halleri varsa görsünler… Lakin Müslümanlar, hiç vakit kaybetmeden, başta MEB’in açtıkları olmak üzere hemen Osmanlıca kurslarına yazılsınlar ve bin yıllık yazımızı, edebiyatımızı, kültürümüzü öğrensinler.
İslam-Kur’an yazısı, Osmanlıca konusunda tebrik ve teşekküre şayan hizmetler veren Yazıcı Nur Cemaatine çok hayır dualar ediyorum. Allah kendilerinden razı olsun.
İhmal etmeyin… Cahillik karanlıklarında kalmayın… Kur’an ve İslam yazısı nurdur,  berekettir, feyizdir…
Yazımızı sevelim… Yazımızı savunalım… Yazımızı öğrenelim… Öğretelim…
Evimizi sanat ve estetik değeri olan İslam-Kur’an yazılarıyla süsleyelim.
Çocuklarımıza bu mübarek yazıyı öğretelim, öğrettirelim.
Bu yazı gelecekte, Avrupa’nın Müslümanlaşan kavimlerinin de yazısı olacaktır. Evet iddia ediyorum: İngilizce, Fransızca, Almanca ve diğer Avrupa lisanları İslam ve Kur’an yazısıyla yazılacaktır.
Bu yazıyı sevmek ve benimsemek inşAllah sebeb-i necatımız olur.
 
(İkinci Yazı)
Gemiye Koşun Gemiye!
İSLAM’IN, Kur’anın, Sünnetin, Şeriatın emirlerini yerine getirmeyen, yasaklarından kaçınmayan; âsi, fâsık, fâcir bir toplumun maddeten zenginleşmesi, lüks, konfor ve israf içinde yaşaması, azması kudurması onun için bir keramet değil, ancak bir istidractır.
Birtakım gafiller sakın yedi yıldızlı lüks ve ihtişamlı oteller, lüks meskenler, lüks yazlıklar, lüks dabbeler (binitler), lüks giysiler, lüks yemekler, lüks rezidanslar, lüks gökdelenler ile  övünüp fahr etmesinler. Bunlar onların sebeb-i necatı ve felahı değildir. Aksine felaketlerinin, başlarına inecek azabların, yiyecekleri tokat ve sillelerin habercisidir.
Rahman’ın emirlerini yerine getirmeyen ve yasaklarını işlemekten çekinmeyen; aksine Tağutun peşine düşüp isyan eden bir toplum, tevbe edip doğru yola dönmezse başına gelecek bela ve musibetlere hazır olsun.
Kimse ben bilmiyordum demesin. İslam önümüzde, Kur’an önümüzde, Peygamber (Salat ve selam olsun ona) Sünneti önümüzde, Şeriat önümüzdedir. Emirler yasaklar, farzlar haramlar, öğütler uyarmalar, sınırlar besbellidir.
Allah, Müslümanların birbirleriyle riba muamelesi yapmasını kesin olarak yasak kılmıştır.
Allah zinayı haram kılmış, yasaklamıştır.
Allah hırsızlığı yasak kılmış, yapanların ellerinin kesilmesini emir buyurmuştur.
Şeriata ve İslam ahlakına göre haram olan kazançlar bellidir.
İsraf Kur’an ve Sünnetle haramdır.
Bütün azgınlıklar yasaklanmıştır.
Mevla’ya itaat ve ibadet eden, onun emirlerini yerine getiren, yasaklarından uzak duran kullar ebedî saadete kavuşur.
Rahman’ı dinlemeyip de Tağuta itaat edenler belalarını bulur.
Mevlasını arayan Mevlasını, belasını arayan belasını bulur.
Beş vakit namazı dosdoğru eda eden aziz olur, namazı yitiren veya hafife alan zelil olur.
Mütecahir fasıklar sille yer, tokat yer.
Allah bir kısım zalimleri, başka zalimlerle te’dib ve tecziye eder.
Hazret-i Nuh aleyhisselamın âsi çocuğu, Tufandan kurtulmak için gemiye binmemiş, biz dağların tepelerine çıkar kurtuluruz demişti. Zamane âsileri, gafilleri ve azgınları,  gökdelenlerin tepelerine çıkarak mı âhir zaman Tufanlarından kurtulacaklarını sanıyorlar.
Zehi gaflet, zehi vehm, zehi dalalet!..
Bugünün Keşti-i Nuh’u Kur’an’dır, Sünnettir, Şeriattır, İslam ahlakıdır, sahih itikattır, dosdoğru eda edilen namazdır, öteki salih amellerdir, ahlakî faziletlerdir. Başka kurtuluş gemisi yoktur.
Nemrudî lüks otomobiller Cehenneme doğru hızla yol alıyor.
Haram servetler… Gurur kibir… Lüks israf ihtişam… Gaflet dalalet… Fuhuş zina ve azgınlığın her türlüsü…  Zulüm zulüm zulüm…  Devletin malı deniz, yemeyen domuz diyenler...
Deccalîler… Tağutîler… Ehl-i nifak ve şikak…  Süfyanîler Kahtanîler… Şeytanın boynuzu Necd’den doğar… Yedi mideyle yiyen sahte Müslümanlar… Firavunlar Hamanlar…
Herkes Nuh aleyhisselamın gemisine binsin.
İman gemisine… Namaz gemisine… Şeriat gemisine… Ahlak ve fazilet gemisine… Tevazu ve kanaat gemisine… Doğruluk ve dürüstlük gemisine…
Bu gemide yedi yıldızlı süitler yoktur… A nâbekâr, o yıldızlar şeytanın allayıp pulladığı tuzaklardır!..
İman edenler sabır ve salatla yardım istesinler.
Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselamın gemisinde lüks yok ama necat, felah, izzet ve saadet-i hakikiye vardır.
Ey erbab-ı zina, ey erbab-ı riba, ey erbab-ı lüks ve israf, ey sarhoşân, ey gafilân, ey câhilân,  ey mürteşiler ve râşiler, ey fâsıkan, ey fâciran, ey ussat beni duyuyor musunuz? Cılız sesimle sizi uyarmaya çalıyorum.
Uyanın, siz kerametler içinde yüzmüyor, istidrac dalgaları içinde içinde boğuluyorsunuz.
Gemiye binin, gemiye binin, gemiye gemiye…
İman, salat, salah, ahlak-ı hamide,  hikmet-i islamiye,  Şeriat, Sünnet, tevazu, kanaat, uhuvvet-i islamiye, ittihad, vifak, tesanüd, Ümmet ve İmamet gemisine.
Tufan yaklaşıyor… Kasırganın dehşetli çığlık ve ıslıklarını duymuyor musunuz?
Henüz ayağınız yere basıyorken acele edin girin gemiye.
Gemi bazı malları kabul etmez. Fısk fücur israf fuhuş zina rüşvet azgınlık gurur kibir tafra mü’minlere düşmanlık mallarınızı terk edin.
Çok geç kalmayın…
Büyük tufanda, dehşetli zelzelede nemrudî gökdelenin tepesinde selamette olacağınızı sanıyorsanız siz gerçekten beyinsizsiniz.
Zehi gaflet, zehi gaflet…
13.12.2014
Mehmet Şevket Eygi Haber vaktim.com

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Böcekli Demokrasi | Millî Yazımız Osmanlıcadır
« Yanıtla #3 : 25 Aralık 2014, 09:02:35 »

Latin harflerine “Türk harfleri” demek, bin yıldır Kur’an harfleri sâyesinde millet olan Türklere hakaretin en ağırıdır. 1 Kasım 1928’de cebren kabul ettirilen zorba kanunla Latin harfleri “Türk harfleri”  ismiyle ilân edilmiş ve Kur’an-ı Kerim dahil Arap harfleri ile basılmış bütün kitaplar yasaklanmıştı. O gün Türk milleti zillet altındaydı, başı aşağı düşmüş, izzet ve haysiyetine tasallut edilmişti.


 


Bu “kara günde”, Türklerin İslâm medeniyet dairesinden çıkarılma projesinden biri olan harf inkılâbıyla Elifba yasaklanıyor, Müslüman olmakla aynı mânaya gelen Türklerin bin yıllık İslâmlaşmış hafızasına, medeniyetine ve millet hüviyetine hakaretin en ağırı olan Latin alfabesine “yeni Türk harfleri” deniliyor.


Kur’an-ı Kerim harfleriyle İslâmlaşan Türkçe’ye zulmün en şedidi olan ve Moğol imparatoru Hülagu’nun kütüphâne katliamlarından daha beter yok edici tesire sahip harf devrimiyle bir gün önce âlim olanlar ertesi gün câhil oluyor ve bin yıllık hafıza siliniyor.


KUR’AN HARFLERİNİ “GERİLİĞİ TEMSİL EDEN DEVEYE, LATİN HARFLERİNİ HIZLA TERAKKİ EDEN OTOMOBİLE” BENZETEN CUMHURİYET


Sözde “Türklük duygusunu yaratmak” için “eskiyi, hurafeleri, geriliği temsil eden Osmanlı-İslâm mâziden kopmalı” diyerek harf inkılâbını tepeden inme, cebren yapan Kemalist Cumhuriyetin gazetesi Cumhuriyet, 1928’de attığı başlıkla Kur’an harflerini “deveye”, yâni yavaşlığa ve geriliğe; “Türk harfleri” saydıkları Latin harflerini otomobile, yâni hızlı terakki eden Batı medeniyetine benzetiyordu:


“Bugün gömdüğümüz Arap harfleri ile yarın kullanacağımız Türk harfleri arasındaki fark, deve ile otomobil arasındaki fark kadar büyüktür. Arabistan’ın çöllerinden gelen deve, iptidailiğin, geriliğini betaetin(ağırlık, yavaşlık) remzi, Batı’dan aldığımız otomobil ise, terakkinin, medeniyetin, süratin timsalidir. Deve ağır, battal ve mütevekkil yürüyüşü ile bizleri senelerce çöllerde dolaştırdı, bir türlü medeniyet vahasına ulaştıramadı.


Şimdi çöllerden yıldırım sürati ile geçen, her maniyi kolayca aşan o medeniyet vasıtası bizi çabucak istediğimiz yere eriştirecektir. Deveyi çoktan bırakıp otomobile atlayarak bizi geride bırakmış olan milletlere süratle yetişeceğiz. Deve fariza-i haccı ifa edenleri Kâbe’ye götürdü. Otomobilde terakki ve taliye teşne olan milletimiz medeniyet kâbesine götürecektir.” (Ellinci Yılında Türk Harf Devrimi / Prof. Afet İnan)




Stalin ve Mao’nun kanlı devrimleri bile böyle bir kültür katliamına teşebbüs etmemiş, bu şekilde bir inkâra sürüklenmemiştir. Zavallı Cumhuriyet aydının mantalitesi doksan yıldır böyle işliyor.


İslâmlaşınca millet olan Türklere Oryantalistler gibi bakan Türkçüler harf inkılâbıyla Türk’ün terakki edeceğine hâlâ inanıyorlar. Âmâ üstad Cemil Meriç’in kelimeleriyle ifade edelim ki “Murdar bir hal’den muhteşem bir mâziye kanatlanmak” istiyorsak, “Türk harfleri” diye dayatılan Latin harflerinden kurtulup Kur’ân harflerinin dâvasını kucaklamak gerek.


TÜRKÇÜ MEHMET EMİN YURDAKUL’UN KUR’ÂN HARFLERİNE İHANETİ


Türklük fikirleri ârızalı olan Türkçülerin sözde büyük şairi Mehmet Emin Yurdakul’un hezeyanlarını, Türklüğünü islâm’la mezcedenler iyi okuyup aldatılmaktan korunmalıdır:


“Musa eski İbranî harfleriyle tunç levhalar üzerine nasıl bir kavmin mukadderatını yazmışsa bu harflerle de yeni yazılacak olan kitaplara Türk milleti yeni bir mukadderat yazacak, (götenberg) oyduğu harflerle nasıl yeni dünya hars ve medeniyetini hazırlamışsa bu yeni harflerle de Türk'ün yeni hars ve medeniyetini vücuda getirecek, Allah arzı, semayı, insanları ve bütün mahlukatı nasıl birkaç unsurdan yaratmış ise Türk milleti de bu yeni harflerle yeni ilmini sanatını, yeni terakkisini ve yeni kâinatını yaratacak.”


Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyen böylesine alçakça ve yok edici bir inkılâbın yandaşlarının şu ifadelerini ilk mektepten üniversite talebesine kadar Müslüman Türk’üm diyen herkes birkaç kez okuyup, Cumhuriyet Türklüğünün ârızalı bir Türklük olduğunu idrak etmelidir.


KEMALİST-TÜRKÇÜLER: “ARAP ALFABESİ TÜRKLERİ ASİMİLE ETMİŞTİR…”


“Arap harflerinin Türkler tarafından kullanılması, İslâmiyet'in kabulünden sonra başlamış ancak bu harfler, Türk diline hiç bir zaman uyamamıştır. Türkçe, Arap harfleri ile kolay yazılıp okunamıyordu. Harf inkîlabının hedefi modern öğretim ve eğitimin gerçekleşmesini sağlamaktı. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulunduran, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindeyiz. Türk harfleri bizi muasır medeniyet âleminin yanında olduğumuzu gösterecektir. Türkler, İslâmiyetten önce kendi ulusal alfabeleri olan Göktürk ve Uygur alfabelerini kullanmışlardı. Bu alfabelerle önemli eserler bırakmışlardır. İslâmiyet’i kabul ettikten sonra yaklaşık bin yıl gibi bir süre Arap harfleriyle okuyup yazmışlar. Bu yüzden de Arap kültürü, Türklerin hayatının her alanında asimilasyon yapmıştır.”


“OSMANLI TÜRKÇESİ VE KUR’AN HARFLERİ TÜRKLÜĞE YABANCILAŞMADIR” DİYEN TÜRKÇÜ-KEMALİSTLER


Yukarıdaki satırlar harf inkılâbıyla Müslüman Türklüğün asıl hüviyetini bozmanın küçük bir cüzüdür. Osmanlı Türkçe’sini ve Kur’an harflerini “Türklüğe yabancılaşma” olarak gören ve “Keşke Göktürk veya Uygur alfabesinde kalsaydık…” diyen seküler Türkçülerin hedefiydi Latin alfabesiyle Batı medeniyetine dahil olmak…


M. KEMAL’DEN “YENİ TÜRK HARFLERİ MARŞI” HEDİYESİ(!)


Kemalizm’in “önderi”, harflerin “Latin” değil, “Türk” harfleri olduğunu defalarca söylüyor ve âcilen “Yeni Türk Harfleri Marşı” nın yazılması için tâlimat veriyor. Marşın sözleri sözde “yeni Türk alfabesi” harflerinin sıralanmasından meydana geliyor. M. Kemal’in yandaşı ve hususi bestecisi Osman Zeki Üngör tarafından bestelenen marşı sinirlerinize hâkim olarak okumayı bir deneyin bakalım: “a,o,u,ö,e,ö,ü,i (ö iki kere) / b,c,ç,d,f / g,f,j,k,l / m,n,p,r,s / ş,t,v,y,z / a,o,u,ö,e,ö,ü,i (ö bir kez daha iki kere) / b,c,ç,d,f / g,h,j,k,l / m,n,p,r,s / ş,t,v,y,z”


Dünya ülkelerinin hiç birinde görülmeyen, komikliğin, saçmalığın yanında Türkiye Türkleri nezdinde yüz kızartıcı bir özelliğe sahip “Türk harfleri marşı” nın zorba devlet eliyle yürürlüğe sokuluşunu cürmün sahiplerinden dinleyelim:   


Osman Zeki Üngör, “Düşündüm: A.B.C... diye tutturup, nasıl marş yapayım? (…) Paşam, dedim, sizde iştirak ederseniz yaparım... Herhalde, maksadımı anladı. ‘Peki!..’ dedi. Derhal piyanonun başına oturdum. A.B.U.İ... diye bir hava tutturduk, gitti. Marş da bitti. Tekrar çaldım. Beğendi ve Falih Rıfkı’ya: ‘Yarınki gazeteye bu marşı koyun!’ emrini verdi. O akşam, tuttu, aşçı, soför, seyis, kapıcı, odacı... Köşkte kim varsa hepsini ve sofra arkadaşlarını topladı, hep birlikte bu yeni marşı meşk ettik. Görülecek manzara idi bu... Herkese güzelce belletip öğreninceye kadar tekrar ettik, durduk.” (Harf İnkılabı ve Millet Mektepleri / Yrd. Doç. Dr. Mehmet Serhat Yılmaz)   
 
LAİK “TÜRK HARFLERİ MARŞI” OKULLARDA MEŞK EDİLİYOR


Gerisini anlatmaya değmez. Marş notalara çekilir ve bando ile söylenmeye başlar. Böylece Atatürkçü Cumhuriyet, Osmanlı-İslâm değerlerinden birinden daha kopmanın sevinciyle (!) marşın mekteplerde meşk edilmesi ve kutlamalar yapılması tâlimatları verir vesselâm. (Başöğretmen Atatürk 1919-1928, Ahmet Bekir Palazoğlu, Ankara 1991) 


Hâsılı, Batılılaşmanın en vurucu inkılâplarından biri olan Harf İnkılabı, milletin İslâm mâzi ve irfanıyla irtibatını kesmeye gaye edinmişti. Kemalist Cumhuriyet oligarşisinin yandaş tarihçileri tarafından “kozmopolit”, “Şarklı”, “geri” olarak vasıflandırdıkları Osmanlı-İslâm kimliğinin temsilcisi Türklüğün yerine, dünya görüşü açısından laik, Batılı, modern bir Türk kimliğinin üzerinde yükselecek Türk-ulus devletinin ideolojisi ve târihi yeniden yazıldı.


Ali İbey.Habervaktim.com