Gönderen Konu: Bugüne Kadar GDO'da Ne Oldu?  (Okunma sayısı 2975 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Bugüne Kadar GDO'da Ne Oldu?
« : 13 Haziran 2013, 10:59:29 »

Bugüne Kadar GDO'da Ne Oldu?


Prof Dr. Fikrettin Şahin (Yeditepe Üniversitesi Genetik ve Biyomühendislik Bölümü) ile GDO Üzerine

Gen mühendisliğinde GDO’nun yeri neresidir?

İnsanlar GDO’nun ne olduğunu tam olarak bilmiyor. Esasen bu alanda çalışanların da kafası net değil. GDO, genetiği değiştirilmiş organizma demektir. Organizmanın genetiğini değiştirmenin yolundan bir tanesi, genlerinde mutasyon oluşturmaktır. Bir canlının genetiğinde mutasyon oluşturursanız, o mutasyona bağlı olarak canlının karakter özelliklerinde değişiklik olur. Bu değişiklik kendisinden sonraki kuşaklara aktarılabiliyorsa bu canlının, genetiği değiştirilmiş demektir. Mutasyona dayalı olan çalışmalar 1970′li yıllarda ya kimyasallarla ya da ışınlarla yapılıyordu. Bugün genetiği değiştirilmiş, farklı özellikler kazandırılmış ve insanların kullandığı birlerce ürün var. Bunların ekserisine ıslah edilmiş ürün adı verilir, GDO denilmez. Bu ıslah edilmiş ürünler iyi özelliklerinden dolayı tercih edilmiş, üretilmiş ve sektöre sunulmuştur.

GDO neye deniliyor?

Bugün GDO denilen canlılar, modern biyoteknoloji veya rekombinat ANA teknikleri kullanılarak, canlıların genlerinde yapılan kalıtsal değişiklik sonucu ortaya çıkan organizmalardır. Bunların bir kısmı trans genetik ürünlerdir. Trans genetik ürünler bir canlı türünden klonlanan bir veya birden fazla genlerin başka bir canlı türünden organizmaya aktarılmasıdır. Aktarılan genin özelliğine bağlı olarak canlı yeni karakter, yeni özellik kazanıyorsa bu geliştirilen genetiği değiştirilmiş canlı oluyor. Diğer kısım ise aktarılan gen, o canlının gen havuzunda bulunan fertten aktarılmışsa buna cins genetik deniliyor. Ama kendi gen havuzunda değil de başka türe ait canlının gen havuzundan alınıp başka türe aktarılıyorsa, buna da trans genetik deniliyor. Islah yöntemlerinde mutasyon değil de gen aktarmak istiyorsanız bireyler birbirleriyle çaprazlanır. Sonra bir bireyden alınan gen diğerine transfer edilir. Modern biyoteknolojide ise laboratuar koşullarında klonlanan genler hedef organizmaya aktarırsınız. Bu daha hızlı ve daha güvenilir bir aktarma yöntemidir.

Biyolojik çeşitliliğin bozulması hadisesi nasıl oluyor?

Genler, kendi türünün içerisinde hareket ederler; türler arası gen hareketi olmaz. Mesela bir insana bir bitkiden veya bakteriden gen transferi olmaz. Eğer böyle olacak olsaydı her tükettiğimiz bitkiden, o bitkinin üzerinde var olan mikroorganizmalardan, etinden, sütünden faydalandığımız havyarlardan gen almamız gerekirdi. Ama siz moleküler biyolojinin genetik yöntemlerini kullanarak gen transferi yaparsanız, türlerin doğal olarak korunan kendi gen havuzlarını bozmuş olursunuz. Bunun da doğadaki biyoçeşitliliğe zarar vereceği düşünülüyor. GDO üretiminin yan etkisi olarak birinci beklenen tehlike bu. Bu tehlike kısırlaştırma işlemi yapılırsa engellenebiliyor. Terminatör teknolojisi denilen bir şey var. Özellikle trans genetik bitkilerde polen kısırlaştırması yapılarak GDO bitkilerdeki transgenlerin tabiatta serbest dolaşımı ve biyoçeşitliliği tehdit etmesi engelleniyor.

Gen aktarımında etik problemler neler?

Eğer transgenetik üretim yapabiliyorsanız, gen aktaracağınız canlı türlerinde sınırınız yoktur. Bitkiden insana da gen aktarılabilir veya bunun tersi de olabilir. Bunun da etik problemleri var. Yediğiniz bir bitki düşünün ki, içerisinde yılandan gen alınmış ve aktarılmış. Yılan birçok insan
için soğuk bir hayvan. Dolayısıyla bu kabul edilir bir durum değil. Bu manada birçok insan için böyle bir şey kabul edilemez. Buna mani olmak için biyogüvenlik kanunlar bu teknoloji kriter ve ilkelerini belirler, risklerini değerlendirir. Muhtemel riskler için önlem alır ve denetler.

GDO’nun insan sağlığına zararı var mı?

Aktarılan genin hastalıklı, toksik özelliği veya alerjik özelliği olabilir. Bu durumda GDO yiyen canlılara zarar verebilir. Günümüzde çok tartışılan konu. Yeni bir şey üretildiğinde önce toksik testleri, alerji testleri yapılıyor ondan sonra markette satışa sunuluyor. Aksi takdirde bu ürünün piyasaya sürülmesine müsaade edilmiyor.

GDO’lu ürünlerde ilaç kalıntısı problemi nedir?

GDO’lu ürünlerde herbisitlere karşı dayanıklı bitki üretiliyor. Bu şunu gerektiriyor, siz herbisti kullanmayı zorunlu hale dönüştürüyorsunuz. Yabancı otlar herbisitlere karşı hassas oluyor. Aktardığınız gen sebebiyle kültür bitkileri dayanıklı oluyor. Kültür bitkilerine herbisti yabancı otu kontrol etmek için atıyorsunuz, doğal olarak bu yabancı ot ilacını teşvik edici bir şey oluyor. Bu da GDO’nun asıl amacı olan tarımda kullanılan sentetik veya kimyasal girdileri azaltma mantığına ters düşüyor

İnsanlara GDO teknolojisi yeterince anlatılıyor mu?

GDO ile ilgili konular gündeme geldiği zaman, konuşanların önemli bir kısmı bilim insanları değil. Açıklama yapanların pek çoğu gazeteciler, siyasetçiler, gen biliminden hiç ilgisi olmayan doktorlar ve akademisyenler oluyor. Haberciler reyting kaygılarını iyice alevlendirmek için de isminin önündü akademik unvanı olan; ama ne GDO ile ne genetik mühendisliği ile ne de moleküler biyolojiyle alakası olmayan, bu konuda her hangi bir çalışması olmamış, teknolojiyle uzaktan yakından bilmeyen insanları kullanıyorlar. Sağlık sektöründeki insanların bitkilerde gen aktarımıyla, aktarılan genlerin niteliğiyle, onların biyolojik etkileriyle ilgili herhangi bir bilgileri yoktur. Ama çıkarlar ekranda ahkâm keserler. Bu ahkâmlar toplumda yerini buluyor. Bu konulara karşı toplumda hassasiyet, algıda seçicilik oluşuyor.

Gerçekten GDO zararsız mıdır?

Her teknoloji geliştirildiği zaman, doğru kullanılmadığı takdirde zararları vardır. GDO da zarardan muafiyeti olan bir teknoloji değildir. Doğru kullanılmazsa tabiki zararları olacaktır. Ama şu da bilinmelidir ki geliştirilen teknolojiler içerisinde insana ve çevreye en az zararı olabilecek teknolojidir. Çünkü gıda teknolojisinde her ne geliştirirseniz adı gıdadır. Bir ürünü gen teknolojisini kullanarak geliştirdiğinizde sektöre sunmadan önce, onun ilaç gibi testleri yapılır. Sektöre sürdükten sonra risk değerlendirmesi yapılır, eğer yan etkisi çıkmışsa o ürün devreden hemen kaldırılır. Bu kadar güvenlikli olarak üretim teknolojisi olan, üretildikten sonra tüketim aşamasına kadar izlenen dünyada ilaçtan başka bir şey yok. Bu sebeple ben GDO teknolojisinin önemli ve gerekli olduğunu, aynı zamanda risklerinin de olabileceğini düşünüyorum. Ayrıca ilaç sektörünün en önemli ürünleri de GDO ‘dur. Mesela insülin bir GDO’dur. insanlar insülinin kendilerine enjekte ederken soruyorlar mı bu GDO’dur kullanmayalım zararını görürüz diye. Yarın da binlerce alanda, özellikle gıda sektöründe GDO vazgeçilmez olacak.

Biyogüvenlik kanunu ile Türkiye’deki son durum nedir?

GDO’nun araştırması serbest; ama üretimi yasak. Üretimi yasaklanmış bir teknolojinin araştırması netice vermez. Lakin bunun farkında değiliz. Üretim yapamayacağım bir ürünü ne diye geliştireyim, onun araştırmasını niye yapayım? Dünyadaki ülkeler hem araştırmasını hem üretimini yapıyor ve pazarlıyor. Biz şu anda Türkiye olarak bu geliştirilmiş ürünlere ihtiyaç varsa biyogüvenlik kanunu kapsamında komisyonlar topluyoruz. Ben de bu komisyonlarda görev yapıyorum, ihtiyaç olduğu alanlarda müsaade edip kullandırıyoruz. Dünya geliştirmiş, siz tüketiyorsunuz ama araştırmasını kendiniz yapıp risklerini telafi ederek üretimini yapmıyorsunuz. Burada bir tezat var.

ABD ve AB’nin GDO’da farklı düşünmelerinin sebebi nedir?

Dünyada GDO teknolojisinden Amerika Avrupa’nın çok ilerisinde. Amerika GDO’lu ürünleri markete / piyasaya sunduğunda, Avrupa’nın rekabet etme gücü yoktu. ilk zamanlarda yan etkilerini bilmediklerini bahane ederek, engellemek istediler. Çünkü AB, Amerika’nın üretmiş olduğu ürünün pazarı olmak istemiyordu. Kendi ürünlerini geliştirmek için bu alandaki çalışmalara mali destek verdiler. ihtiyaç olduğuna karar verdikleri alanlarda GDO’lu ürünlere müsaade etmeye başladılar. AB bu teknolojide çok güçlü olduğu zaman, zararlarından değil, faydalarından bahsedecektir.

GDO’nun geleceğini nasıl görüyorsunuz?

ilaç sektörü tamamen GDO’yla elde edilecek ürünlerden oluşacak. Modern tıbbın ilaçla çözemediği alanlarda hastalıkların tedavi protokollerinde gen tedavi teknolojisi kullanılacak. Aynı zamanda bu hücrelerden doku ve organ üretimine gidilmesi, gelecekte çok önemli bir sektör olacak. Sağlık sektörünün tamamen bu alana kayacağını düşünüyorum. Gıda sektöründe de fonksiyonel ürünlerin geliştirilmesi GDO ile mümkün olacak. Diğer taraftan yakıt teknolojisinde de bitkilerden çeşitli yakıtlar geliştireceğini düşünüyorum. Materyal üretiminde de GDO teknolojisinin çok yaygın kullanılabilir. Ayrıca savunma sanayisinin de vazgeçilmezi olduğunu düşünüyorum. Kimyasal, biyolojik veya radyoaktiflere karşı koruyucu özelliği olan tekstillerin geliştirilmesi bu teknolojiyle mümkün olacak gibi gözüküyor.

Son olarak GDO’da durulacak yer sizce neresi olmalı?

Ben bu alanın geleceğini parlak görüyorum. Türkiye’nin de bu alanda yetişmiş elemanı var, girişimcisi de var; ama özellikle tarımda, hayvan ve bitki ürünlerinde GDO teknolojisi ile üretilmesi ve geliştirilmesi biyogüvenlik kanunuyla yasaklanmasından dolayı önü kapatılmış durumda. Bu kanun bizi gelecekte yabancı ellere mahkûm edecek gibi duruyor. Bunun yeniden ele alınması ve üzerinde değişikliklerin yapılması gerekiyor. Aksi takdirde Türkiye’de birçok bilim alanında olduğu gibi biyoteknolojik ürünlerin geliştirilmesi ve araştırma yarışında da rekabet dışında kalacak.

Ayrıca şöyle ilginç bir durum var, biyogüvenlik komisyonu toplantılarında yabancı bir ülke ürününü Türkiye’ye sokmak için müracaat etmiyor, Türk firmaları şu alanda bu ürüne ihtiyaç var deyip pazarlamak için müracaat ediyor. Bu konuda şöyle konuşuluyor olabilir: “Şu anda kendi ihtiyaç duyduğumuz veya gelecekte ihtiyaç duyabileceğimiz GDO ürünlerini geliştirmiş değiliz. GDO üretimine müsaade edilecek olursa yabancı firmalar ile rekabet etmek mümkün olmayacaktır.” Kaliteden ve teknolojiden dolayı bugün başka ülkelerle rekabet edemiyorsak, yarın işimiz daha zor olacaktır.



Ömer Demir | 06 Haziran 2013 | İnsan ve Hayat Dergisi