Cemil MERİÇ'ten Seçmeler (Cemaleddin Afgani dosyası ) - IICemaleddin nazariyeci(1) olmaktan çok politikacı onun girift ve tezatlarla dolu kişiliğini Renan’a verdiği cevapta buluyoruz. Ne gariptir ki aşağı yukarı bir asır önce cereyan eden bu münakaşa (müsahabe(2) demek daha doğru olurdu) bize yanlış intikal etmiştir. Hiç kimse Cemaleddin’in yazısını okumak zahmetine katlanmamış, bütün yazarlar büyük bir cömertlikle Şeyhi İslâmiyet’in müdafii mertebesine yükseltmiştir. Bu vesika bizim için çok mühimdir. Çünkü hem Cemaleddin’in girift ve müttezat(3) kişiliğini ışığa kavuşturur, hem onu Namık Kemal’le mukayese etmek imkânını verir. Zira Renan’ın 1883’de irat(4) ettiği konferans, Efganlı’ya yârenleşmek fırsatı vermekle kalmaz, Namık Kemal’e de meşhur Müdafaaname’sini(5) ilham eder. Namık Kemal’in müdafaanamesi taarruz, Cemaleddin’in mektubu teslimiyet. Namık Kemal öfke ve küçümseyiş. Cemaleddin terbiye ve makyavelizm(6).
Namık Kemal önce Renan’ı tanıtmakla işe başlar: “Engizisyonun(7) kötülüklerini tenkit ede ede, her fenalığı dine bağlayan ve her dini aynı meziyette vehmeden bir münkir(
, üstelik ele aldığı konuyu da hiç bilmemektedir. Nasıl olur denecek, bir şark dilleri mütehassısı(9), bir Akademi(10) âzâsı İslâmiyeti nasıl olur da bilmez? Bilmez, Avrupa Şark’ı bilmez. Bu cehaletin sebebi şu: Avrupa’da İslâmiyet’le uğraşanlar ya Hıristiyandırlar ya değildirler. Hıristiyansalar fikr-i aslileri bu tetkikatın(11) selâmetle icrasına mânidir. Biz araştırmalarımızda bitaraf olabiliriz. Bizce Hıristiyanlık mensuh(12) bir dindir. Hâlbuki İslâmiyet Hıristiyanlara göre ilahî değildir.Onun için her kitapta yalan, yanlış ararlar. İnanmayanlar ise, bütün dinlere efkâr-ı beşerin(13) en ağır zincir-i esareti, terakkiyat-ı marifetin(14) en kuvvetli sekte-i hâili(15) nazarıyle(16) bakarlar. Dinin ilahî mahiyeti yoksa üzerinde neden durulsun? Renan’ın risalesini görmeden bu kadar az lakırdıya bu kadar çok hata sığabileceğini sanmazdım”.
Adıvar, “Namık Kemal’in müdafaası daha ziyade bir polemik şeklinde olup her satırında Renan’ın cehliyle(17) (?) istihza(18) doludur” buyuruyor.
Salip(19)’le Hilâl’in kavgası devam ediyor. Renan’ın müttefikleri içimizde yaşamaktadır. Namık Kemal’i hatırlayan yok. Kemal’in yazısında konuşan herhangi bir fert değil, tarihin kendisi, iftiraya uğrayan bir medeniyet.
Şimdi de Cemaleddin’e geçelim. 18 Mayıs 1883 tarihli, Le Journal des Debats’da(20) şunları okuyoruz: “Malum olduğu üzere, Şeyh ulema zümresindendir. Paris’e dilimizi öğrenmeye, Avrupa medeniyet ve ilimlerini tahsil etmeğe gelmiştir... Yine hatırlardadır ki, geçenlerde bir konferans vermiş büyük bir alâka toplayan bu konferans ilk defa olarak gazetemizde yayımlanmıştı. Şeyh Cemaleddin bize bu vesile ile Arapça bir mektup yollamış. Muharririmizin(21) konferansı hakkında düşündüklerini yazıyor. Şeyhin mektubunu mümkün olduğu kadar sadakatle tercüme ettirdik. Doğu’da düşünce ve medeniyetimizin nasıl anlaşıldığını göstermek için takdim ediyoruz.
Sonra Şeyhin mektubu:
“Efendim,
Değerli gazetenizin 29 Mart 1883 tarihli nüshasında M. Renan’ın bir nutku var. Şöhreti bütün Batı’yı tutan, Doğu’nun en ücra köşelerine kadar uzanan ünlü filozof, bu nutukta dikkate değer müşahedeler(22), yeni görüşler serdetmiş(23). Ne yazık ki, bendeniz, nutkun ancak az veya çok sadık bir tercümesini görebildim. Fransızcasını okuyabilseydim, o büyük filozofun fikirlerine daha iyi nüfuz ederdim. Renan’ın nutku, iki noktayı kucaklıyor.
1-İslâm Dini, mahiyeti icabı, ilmin gelişmesine manidir.
2- Arap kavmi tabiatı icabı, metafizik(24) ilimleri de felsefeyi de sevmez.
İyi ama acaba ilimlerin gelişmesini önleyen bu mâniler, dinin kendisinden mi geliyor, bu dini kabul eden kavimlerin hususiyetlerinden mi? Renan bu noktaları aydınlatmıyor. Ama teşhis yerindedir. Hastalığın sebeplerini tayin etmek güç. Hastalığa çare bulmak ise büsbütün zor. Başlangıçta hiçbir millet, sırf aklın rehberliğiyle yetinemez, korkuların pençesindedir. Hayrı şerden ayıramaz... Ne sebeplere yükselebilir, ne neticeleri fark edebilir. Tedirgin şuurunun dinlenebileceği bir vaha arar. O zaman “mürebbi”ler(25) çıkar ortaya. Bilirler ki, onu aklın emrettiği yola sürüklemek imkânsızdır. Hayalini okşar, ümitlerini kanatlandırır, önünde geniş ufuklar açarlar. İnsanoğlu, ilk devirlerde gözleri önünde cereyan eden(26) hadiselerin sebeplerini ve eşyanın esrarını bilmediğinden mürebbilerin emirlerine ve öğütlerine uymak zorundadır. Mürebbiler ona: itaat edeceksin diyorlardı, Mutlak Varlık öyle emrediyor. Şüphe yok ki bu beşeriyet(27) için boyundurukların en ağırı, en küçültücüsü idi. Fakat Müslüman, Hıristiyan, putperest bütün milletlerin barbarlıktan bu dinî terbiye sayesinde çıktıkları ve daha ileri bir medeniyete doğru yürüdükleri de inkâr edilemez”.
Şeyh efendi, dinlerin insanlık tarihinde büsbütün lüzumsuz birer müessese olmadıklarını beyan buyurduktan, İslâmiyet’le putperestliği aynı kefeye koyduktan sonra... İslâmiyet’i müdafaaya geçiyor.
“İslâmiyet terakkiye mâni imiş! İyi ama, bu konuda İslâmiyetin başka dinlerden ne gibi bir farkı vardır? Dinlerin hepsi de müsamahasız(28) değil mi?” Aferin İslâm mücahidine! Aşırı nezaketi bir Draper(29) mülhidi(30) kadar olsun tarafsızlık göstermesine mâni olan Şeyh efendi tâvizlerini her satırda biraz daha artırıyor: “Hıristiyan toplumları işaret ettiğim iptidai(31) merhaleden uzaklaşmışlardır artık. Hür ve serazad(32), terakki ve ilim yolunda dev adımlarıyla ilerlemektedirler. İslâm cemiyeti ise dinin vesayetinden(33) kurtulamamıştır”. Ama Efganlı Şeyh büsbütün meyus(34) da değildir. Öyle ya Hıristiyanlık İslâmiyet’ten asırlarca önce doğmuş: “Neden İslâm cemiyeti de günün birinde zincirlerini kırıp Hıristiyan cemiyetleri gibi terakki yolunda şahlanmasın? Hıristiyanlık da müsamahasızdı, sertti, ama yenilmez bir engel olamadı”. İslâmiyet’in böyle bir ümitten mahrum edilmesine gönlü razı olmuyor şeyhimizin. “Burada Mösyö Renan’ın huzurunda İslâm Dininin müdafaasını değil, yüz milyonlarca İslâm’ın müdafaasını yapıyorum. Bu ümit (Müslümanlık’tan kurtulma ümidi mi?) gerçekleşmezse barbarlık ve cehalet içinde mahvolurlar. Filhakika İslâm dini ilmi boğmaya ve terakkiyi durdurmaya gayret etmiştir. Ama Hıristiyanlık da aynı şeye teşebbüs etmedi mi? Katolik Kilisesi’nin(35) muhterem reisleri bildiğime göre bugün bile mücadeleden vazgeçmiş de değildirler... Biliyorum, müslümanların Avrupa’yla aynı medeniyet seviyesine yükselmeleri çok güçtür. Felsefî ve ilmî usullerle hakikate vüsul(36) onlara yasaktır. Gerçek bir mümin, konusu ilmî hakikat olan her çeşit araştırmalardan kaçınmalıdır. Oysa bazı Avrupalılara göre her hakikat ilme dayanmak zorundadır. Kölesi olduğu nassa, sabana bağlanan bir öküz misali bağlanan mümin ilanihaye(37) şeriat tefsircileri(38) tarafından çizilen yolda yürümeye mahkûmdur... Hakikatin zaten bütününe sahip, aramasına ne lüzum var? İmanını kaybederse daha mı bahtiyar olacak? Böyle olunca da ilmi küçümsemesi tabiî değil mi?”
Devam edecek ..
1- Nazariye: Kuram, teori.
2- Müsahabe: Konuşma, görüşme, söyleşi.
3- Müttezat: Tezatlı, zıt düşmüş. Zıt halli.
4- İrat: Söyleme.
5- Renan Müdafanamesi: Ernest Renan’ın İslamiyet ve Maarif hakkındaki “L’İslâmisme et Science” adlı konferansında İslâmiyet’in çeşitli konularda tenkit edilmesine karşın İslâmı müdafaa olarak Namık Kemâl’in yazdığı eserin adı. Eser, 1908 yılında İstanbul’da neşredilmiştir.
6- Makyavelizm: Makyavelcilik, İtalyan devlet adamı ve düşünürü Makyavel(1469-1527)‘in siyaset ve devlet anlayışının adı. Özetle: Yönetmek için her yolun geçerli olduğu düşüncesine dayanan ve hiçbir ahlâkî ve manevî değeri dikkate almayan Machiavelli’nin siyasal sistemi.
7- Engizisyon: Katolik Kilisesine bağlı bir mahkeme sistemi. Gerek kararları, gerek siyasi ve dini erki sebebiyle üç büyük engizisyon adından çok söz ettirdi: a)Orta Çağ Engizisyonu, b)İspanyol Engizisyonu, c)Roma Engizisyonu.
8- Münkir: İnkar eden, kabul etmeyen.
9- Mütehasıs: Uzman, ihtisası olan.
10- Akademi: Faransız Akademisi. 1634 yılında üç beş aydın, haftada bir iki gün, kralımn sekreteri Conrard’ın evinde toplanıyorlardı. Edebiyattan, Politikadan söz ediyorlar içerinden biri herhangi bir eser kalebe almışsa birlikte okunuyor herkes fikrini söylüyordu. Başvekil bu toplantıları haber aldı ve üyelere toplantılarını devletin himayesi altında yapmalarını teklif etti. Richelieu, sayılarını coğaltmalarını ve kurulacak cemiyet için bir nizamneme hazırlamalarını istedi. Cemiyete bir ad bulmayada çalıştılar bu arada “Edebiyatçılar Akademisi”, “Belagat Akademisi” gibi isimler tartışıldı sonra Fransız Akademisi ismine karar verildi. İlk toplantı 1634’te yapıldı. Kırk Üyeden oluşuyordu. 1672’de 14. Louis Akademinin hamisi oldu ve Akademi’yi resmi bir kurum haline getirdi. O zamana kadar toplantıların belli bir yeri yoktu bir evden ötekine dolaşıyorlardı 14. Louis Louvre’da bir dâire ayırdı Akademiye ve 40 koltuk yolladı. Akademinin itibari gün geçtikçe arttı. 1793’te kapatılan akademi 1816’dea tekrar kuruldu.
11- Tetkikat: Araştırmalar, incelemeler
12- Mensuh: Nesholunmuş, hükümsüz kılınmış, hükmü kaldırılmış.
13- Efkâr-ı beşer: İnsanlığın fikirleri
14- Terakkiyat-ı marifet: marifetin yükselmesi artması.
15- Sekte-i hâil: Engel, mâni.
16- Nazar: Bakma, bakış
17- Cehl: Cehalet
18- Istihza: Alay. Gizli veya ince alay
19- Sahip: Haç, hristiyanların dini sembolü.
20- Le Journal des Debats: Faransa’da1789 yılında kurulan gazete.
21- Muharrir: Yazar.
22- Müşahede: Gözlem, görme.
23- Serdetmek: İleri sürmek
24- Metafizik: Felsefenin öze, mahiyetlere ve sebeplere ait olan kısmını ihtiva eden felsefe r dalıdır.İncelemeleri varlık, varoluş, evrensel, özellik, ilişki, sebep, uzay, zaman, tanrı, olay gibi kavramlar üzerinedir.
25- Mürebbiye: Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımı verilmiş olan kadın.
26- Cereyan etmek: Geçmek, olmak, yapılmak
27- Beşeriyet: İnsanlık
28- Müsamahasız: Tavizi olmayan, kesin kurallara bağlı.
29- John William Draper: (1881-1882) Amerikalı bilim adamı, filozof, hekim.
30- Mülhit: Dinsiz, imansız, doğru yoldan çıkmış.
31- İbtidai: İlkel, başlangıç.
32- Serazat: Hür, serbest.
33- Vesayet: Vasilik, Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta birinin malını yöneten kimse:
34- Meyus: Üzgün, Karamsar
35- Katolik Kilisesi: Katolik Kilisesi veya Roma Katolik Kilisesi, ruhani başkanı Roma Baş Piskoposu yani Papa olan, en fazla cemaate sahip Hristiyan mezhebi. Dünyada yaklaşık 1.2 milyar mensubu vardır. Katolikler yoğun olarak Güney Amerika’da ve Avrupa’nın güneyinde bulunurlar.
36- Vusul: Ulaşma, varma.
37- İlanihaye: Ebedi, sonsuza kadar
38- Tefsirci: Kur’an’ın surelerini açıklayarak görüşler ileri süren ve bunları yazan, yorumlayan. açıklayıcı, yorumlayıcı.
Derleyen: Harun ŞAHİN - 12 Kasım 2011 Cumartesi