Gönderen Konu: Cemil MERİÇ'ten Seçmeler (Cemaleddin Afgani dosyası ) - I  (Okunma sayısı 9357 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Onunla ilk defa Sultan Aziz(2) devrinde karşılaşıyoruz. Meclis-i Kebir-i Maarif(3) ve Encümen-i Dâniş(4) âzasıdır. Yazık ki, Şeyhin İstanbul’da boy gösterişi irfan tarihimiz için pek de hayırlı olmaz. Darülfünun(5) onun bir konuşması yüzünden kapatılır(1871).(6)

Uzun zaman gözden ve gönülden nihan(7) olan üstadı, yıllar sonra bir peri-i ilham(8) sahnede olarak görüyoruz.

“Türk şairi Mehmed Emin Bey’e(9) Türkçülüğü aşılayan, kendisinin söylediğine göre Efganlı Şeyh Cemaleddin’dir. Bu büyük İslâm inkılâpçısı Türkiye’de Mehmed Emin Bey’i bularak, ona halk dilinde, halk vezninde, millet sevgisiyle dolu şiirler yazmasını tavsiye etmiştir” (Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları(10)).

 Edebiyatımızın o büyük “İslâm inkilapçısına” yegâne borcu Türk Sazı(11) şairi de değildir. Filhakika bir yandan Jön Türklerde(12) “Türkçülük şuurunu uyandırırken” (Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasî Fikirleri(13)) bir yandan da... Fakat Efganlı bir şeyhin, bir ümmetçinin türkçülük şuuruyla ne gibi bir münasebeti olabilir? diyeceksiniz. Acele etmeyelim. Belki de Efganî şâirane bir mahlasdır, Figanî gibi. Nitekim Ahmet Agayef’ten(14) üstadın Efganlılıkla bir ilgisi olamadığını öğreniyoruz. “Şeyh hazretleri aslen Türktü, Âzerî Türküdür” (Türk Yurdu mecmuası, cilt I).

Evet; bir yandan da Mehmed Âkif’i irşad(15) etmektedir hazret. “Âkif’in siluetini(16) çizebilmek için Efganlı Cemaleddin ile Mısırlı Abduh’un(17) portrelerini bir an bile gözden ayıramayız. Sırat-ı Müstakim(18), mücahid-i İslâm Şeyh Cemaleddin ile... şâkirdi ve muhibb-i sâdıkı(19) Mısır müftüsünün izinden ayrılmamıştır... Âkif’in Efganlı hakkında hükmü şudur: şarkın yetiştirdiği fıtratların en yükseklerinden biri” (Cerrahoğlu(20), Mehmed Âkif).

Yalnız Âkif’i mi? İslâm’da teceddüt yaratmak isteyen bütün bir nesil onun şakirdi. Daha sonra İsmet Paşa’nın(21) başvekilliğini yapacak olan tanınmış din bilgini Şemseddin Günaltay’a(22) göre “Şeyh, Peygamber kadar Şâyân-ı hürmet(23), ona itiraz edenler Ebu Cehil kadar lânete müstehaktır. Çünkü Şeyh, Peygamberin zamanındaki İslâmlığı yeniden diriltmeğe kalkışmıştır” (İslâm Mecmuası).

Bu muteber(24) şehadetlerden(25) anlaşılan şu: Cemaleddin Efendi Efganî değil, Türkî’dir. Sayısız tilmizi(26) vardır. Milliyetçidir, ümmetçidir, ıslahatçıdır. Hem mücahittir(27), hem müçtehit(28).

Üzülerek belirtelim ki, elimizdeki diğer kaynaklar, bu iddialara gölge düşürecek mahiyettedir. Kimine göre Şeyh İranlı bir şiîdir (B. Lewis(29), The Middle East and the West)(30), Kimine göre Hazret-i Ali ahfadından.(31) (Şeyh Abduh). Onun Hintli olduğunu söyleyenler de var (The Musulman mecmuası, 1936 hususi sayısı ile 5 Şubat 1937 tarihli nüsha).

Türk, İranlı, Efganlı, Hintli... Homeros’un(32) vatanı olmakla övünen yedi şehir, Cemaleddin’i paylaşamayan dört ülke. Biri eski, biri yeni bir efsane.


Şöhreti dünyayı tutan bu masal kahramanının insanlığa mirası: Minnacık bir Efgan tarihi ile küçücük bir Reddiye (Red ale’l-dehriyyin)(33). Reddiye, birçoklarının ismine bakarak vehmettikleri gibi, maddeciliği cerh(34) için yazılmış teolojik(35) bir eser değil, siyasî bir hicivdir.

(Devam Edecek)





1- Umrandan Uygarlığa. s.66-77. İletişim yayınları. İstanbul 1998.

2- Sultan Abdülaziz: (8 Şubat 1830 –  4 Haziran 1876). 32. Osmanlı padişahıdır. II. Mahmut ve Pertevniyâl Sultan'ın oğludur. Sultan Abdülaziz 1861 yılında, 31 yaşında iken tahta geçmiştir. Sultan Abdülaziz Han “Erkan-ı Erbaa” diye adlandırılan Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa, Mütercim Mehmet Rüştü Paşa ve Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi’nin ve yandaşlarının tertiplediği bir isyan ile 30 Mayıs 1876’da tahttan indirilmiş ve 4 gün sonra da katledilmiştir.

3- Meclis-i Kebir-i Maarif: Osmanlı devletinde Sait Paşa’nın sadrazamlığı sırasında,1885 yılında, eğitim alanında en yüksek karar organı niteliğinde oluşturulan makam.

4- Encümen-i Dâniş: On dokuzuncu asrın ortalarında resmen kurulmuş olan ilk Türk Akademisi. 21 Temmuz 1846’da toplanan Meclis-i Maârif-i Umûmiye’de alınan karar üzerine Ahmed Cevdet Paşa öncülüğünde kurulan Encümen-i Dâniş’in hangi târihte ve neden lağvedildiği hakkında kesin bir mâlûmat yoktur. Bu ilk Türk Akademisi 12 yıl kadar hizmet vermiştir.

5- Darülfünun: Türkiye’de 1933 yılına kadar Üniversitelere verilen isim.

6- Bu konuşma Darü'l Fünun'un açılış konuşmasıdır. Konuşmanın mevzuu hakkında çeşitli rivayetler vardır: Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı İslam Ansiklopedisi'ne gore: “San’atın faidelerine dair olan bu konferansta Cemaleddin Afganî peygamberliği de içtimai sanat ve meslekler meyanında zikretmişti", Kenan Akyüz: “peygamberleri birer cemiyet ıslahatçısı olarak göstermesi üzerine, “peygamberliği inkâr ettiği” isnadına uğramış diyor.

7- Nihan: Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan, sır.

8- Peri-i ilham: İlham perisi.

9- Mehmet Emin Yurdakul: (1869-1944) Milli Edebiyat döneminin öncü şairlerinden biri. Türk Sazı, Ey Türk Uyan, Cenge Giderken, Tan Sesleri aklımıza gelen ilk eserleri. Hafızamızda yer eden şiir Anodolu’dan Bir Ses. Hayretimizi celp eden konu şu: Bütün kabiliyetsizliğine rağmen biz hala neden Mehmet Emin Yurdakul’a şair diyoruz? Bazılarımız  “Anadolu’dan Bir Ses”i okurken neden camide kaba softa yobazın cezbeden uzak “Allah” diye bağırması gibi bir heyecan duyuyor? Anadolu’dan Bir Ses güzel bir şiir mi? Hatta şiir mi?  Mehmet Kaplan tercümanımız oluyor: “ Bazı sanat eserleri, bizzat, kendi içlerinde derin bir mana taşıdıkları ve ahenkli bir yapıya sahip oldukları için güzeldirler. Onları, vücuda geldikleri zaman ve mekânın dışına çıkarsanız da halis altın gibi değerlerinden bir şey kaybetmezler. Bazı sanat eserleri ise, değer ve mânâları çevrelerine, içinde doğduğu veya göründükleri zaman ve mekâna borçludurlar. Başka bir çerçeve içinde sönük kalırlar.  Anadolu’dan bir ses şiiri bu sonuncu gruba girer. Bugün iyi niyetle de olsa, ona estetik bakımından güzel bir şiir denilemez.” En meşhur şiirlerinden “Bırak Beni Haykırayım”a  bakalım. Şu mısralarda ses unsuru ne kadar zayıf, kelimelerin uyandırdığı tedailerin birbiriyle müsbet anlamda münasebeti neredeyse yok. Okuyalım:

“Ben en hakir bir insanı kardeş duyan bir rûhum;

Bende esir yaratmayan bir Tanrı’ya îman var;

Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar;”

10- Türkçülüğün Esasları: Ziya Gökalp (1876-1924)’ın 1923 yılında yazdığı eserinin adı.

11- Türk Sazı: Mehmet Emin Yurdakul (1869-1944)’un 1914 yılında yazdığı şiir kitabı.

12- Jön Türkler: Yeni Osmanlılar adıyla da bilinen bu grup 1865’te İstanbul’da gizli bir dernek olarak kuruldu. Sadrazam Ali Paşa’nın tepkisi karşısında derneğin ileri gelenlerinden Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine dernek faaliyetlerine Paris’te devam etti. Jön Türkler 1871’den sonra hükümetle anlaşarak genel aftan yararlandılar ve yurda döndüler. Bu hareket, Tanzimat ve sonrasında yapılan yenilikleri yeterli bulmayarak, Osmanlı Devleti’nin art arda yaşadığı siyasi ve ekonomik krizlerden kurtulabilmesi için bir anayasa hazırlayarak meşrutiyetin ilan edilmesini, ülkede serbest seçimlerin yapılıp Mebuslar Meclisinin oluşturulmasını, Mebuslar Meclisinde müslüman olmayanların da temsil edilmesini, devlet işlerinin bu Meclis tarafından denetlenmesini istiyordu.

13- Jön Türklerin Siyasî Fikirleri: Şerif Mardin’in 1964 yılında yayınladığı eserinin adı.

14- Ahmet Agayef: Ahmet Ağaoğlu(1868-1939). Türk siyaset adamı ve gazetecisi. Karabağlı bir âileye mensup. 1909 yılında Türkiye’ye göçüp Tercüman-ı Hakikat Gazetesi’ne başyazar olan Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp, Mehmet Emin Yurdakul ve Yusuf Akçura ile birlikte hareket ederek Türkçülük cereyenına katıldı Türk Yurdu dergisini kurdu.

15- İrşad: Doğru yolu göstermek, uyarmak.

16- Silüet: Bir şeyin yalnız kenar çizgileriyle tek renk olarak beliren görüntüsü, gölge, Ne olduğu anlaşılamayan karaltı, gölge.

17- Muhammed Abduh: (1849-1905). Ehli Sünnet akidesine zıt görüşleriyle İslâm dünyasını ve birçok Türk aydınını tesiri altında bırakan Mısırlı yazar.


18- Sırat-ı Müstakîm: Ağustos 1908’de İstanbul’da yayımlanmaya başlayan ve Mart 1912’de adı Sebilü’r- Reşad'a  çevrilen fikir ve siyaset dergisi.

19- Muhibb-i sâdıkı: Sadık dostu.

20- Cerrahoğlu: Ahmet Nevzat Cerrahoğlu. Bkz. Kerim Sadi.

21- İsmet İnönü: (1884-1973) Osmanlı’da Albay. Türkiye Cumhuriyetinde Orgeneral. Türkiye Cumhuriyeti ilk başbakanı ve ikinci cumhurbaşkanı.  

22- Şemseddin Günaltay: (1883–1961). Tarihçi ve siyaset adamı. İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemde kurulan 18. Cumhuriyet Hükümeti’nin başbakanı.

23- Şâyân-ı hürmet: Hürmete layık.

24- Muteber: İtibar edilen.

25- Şehadet: Şahitlik

26- Tilmiz: Talebe, öğrenci, çırak, küçük talebe.

27- Mücahit: Din uğruna savaşan, uğraşan, savaşçı

28- Müctehit: Ayet ve hadislere dayanarak yargıya varabilen, fetva ve karar verebilen, mevhibe-i ilahiye mazhar din büyüğü.

29- Bernard Lewis: (1916-...). Modern Türkiye’nin Doğuşu isimli eseriyle tanınan Yahudi kökenli Amerikalı tarihçi ve şarkiyatçı.

30- The Middle East and the West: Ortadoğu ve Batı Bernard Lewis’in 1964 yılında yayımladığı eseri.

31- Ahfat: Erkek torunlar.

32- Homeros: İlyalı ve Odysseia destanlarını yazdığı sanılan Yunan’lı şair.MÖ IX. Asırda yaşadığı sanılmaktadır.

33- Red ale’l-dehriyyin: Tabiatçiliğı Red anlamına gelen Cemâlettin Afganî’nin eserinin adı. Eseri Aziz Akpınar Arapçadan tercüme ederek 1956 yılında Diyanet Yayınları tarafından yayınlanmıştır.

34- Cerh: Yaralama. Hukuki terim olarak bir düşünce, inanç veya iddiayı çürütme.

35- Teoloji: İlahiyat, tanrı bilimi.


Derleyen: Harun ŞAHİN - 31 Ekim 2011 Pazartesi

Çevrimdışı Nur_Yolu

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 15
    • "AgaH"HaRBiTüRK FoRuM
Ynt: Cemil MERİÇ'ten Seçmeler (Cemaleddin Afgani dosyası ) - 1
« Yanıtla #1 : 09 Kasım 2011, 14:26:59 »
Allah Razı Olsun

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Cemil MERİÇ'ten Seçmeler (Cemaleddin Afgani dosyası ) - II
« Yanıtla #3 : 15 Kasım 2011, 01:13:47 »
Cemil MERİÇ'ten Seçmeler (Cemaleddin Afgani dosyası ) - II

Cemaleddin nazariyeci(1) olmaktan çok politikacı onun girift ve tezatlarla dolu kişiliğini Renan’a verdiği cevapta buluyoruz. Ne gariptir ki aşağı yukarı bir asır önce cereyan eden bu münakaşa (müsahabe(2) demek daha doğru olurdu) bize yanlış intikal etmiştir. Hiç kimse Cemaleddin’in yazısını okumak zahmetine katlanmamış, bütün yazarlar büyük bir cömertlikle Şeyhi İslâmiyet’in müdafii mertebesine yükseltmiştir. Bu vesika bizim için çok mühimdir. Çünkü hem Cemaleddin’in girift ve müttezat(3) kişiliğini ışığa kavuşturur, hem onu Namık Kemal’le mukayese etmek imkânını verir. Zira Renan’ın 1883’de irat(4) ettiği konferans, Efganlı’ya yârenleşmek fırsatı vermekle kalmaz, Namık Kemal’e de meşhur Müdafaaname’sini(5) ilham eder. Namık Kemal’in müdafaanamesi taarruz, Cemaleddin’in mektubu teslimiyet. Namık Kemal öfke ve küçümseyiş. Cemaleddin terbiye ve makyavelizm(6).

Namık Kemal önce Renan’ı tanıtmakla işe başlar: “Engizisyonun(7) kötülüklerini tenkit ede ede, her fenalığı dine bağlayan ve her dini aynı meziyette vehmeden bir münkir(8), üstelik ele aldığı konuyu da hiç bilmemektedir. Nasıl olur denecek, bir şark dilleri mütehassısı(9), bir Akademi(10) âzâsı İslâmiyeti nasıl olur da bilmez? Bilmez, Avrupa Şark’ı bilmez. Bu cehaletin sebebi şu: Avrupa’da İslâmiyet’le uğraşanlar ya Hıristiyandırlar ya değildirler. Hıristiyansalar fikr-i aslileri bu tetkikatın(11) selâmetle icrasına mânidir. Biz araştırmalarımızda bitaraf olabiliriz. Bizce Hıristiyanlık mensuh(12) bir dindir. Hâlbuki İslâmiyet Hıristiyanlara göre ilahî değildir.Onun için her kitapta yalan, yanlış ararlar. İnanmayanlar ise, bütün dinlere efkâr-ı beşerin(13) en ağır zincir-i esareti, terakkiyat-ı marifetin(14) en kuvvetli sekte-i hâili(15) nazarıyle(16) bakarlar. Dinin ilahî mahiyeti yoksa üzerinde neden durulsun? Renan’ın risalesini görmeden bu kadar az lakırdıya bu kadar çok hata sığabileceğini sanmazdım”.

Adıvar, “Namık Kemal’in müdafaası daha ziyade bir polemik şeklinde olup her satırında Renan’ın cehliyle(17) (?) istihza(18) doludur” buyuruyor.

Salip(19)’le Hilâl’in kavgası devam ediyor. Renan’ın müttefikleri içimizde yaşamaktadır. Namık Kemal’i hatırlayan yok. Kemal’in yazısında konuşan herhangi bir fert değil, tarihin kendisi, iftiraya uğrayan bir medeniyet.

Şimdi de Cemaleddin’e geçelim. 18 Mayıs 1883 tarihli, Le Journal des Debats’da(20) şunları okuyoruz: “Malum olduğu üzere, Şeyh ulema zümresindendir. Paris’e dilimizi öğrenmeye, Avrupa medeniyet ve ilimlerini tahsil etmeğe gelmiştir... Yine hatırlardadır ki, geçenlerde bir konferans vermiş büyük bir alâka toplayan bu konferans ilk defa olarak gazetemizde yayımlanmıştı. Şeyh Cemaleddin bize bu vesile ile Arapça bir mektup yollamış. Muharririmizin(21) konferansı hakkında düşündüklerini yazıyor. Şeyhin mektubunu mümkün olduğu kadar sadakatle tercüme ettirdik. Doğu’da düşünce ve medeniyetimizin nasıl anlaşıldığını göstermek için takdim ediyoruz.

Sonra Şeyhin mektubu:

“Efendim,

Değerli gazetenizin 29 Mart 1883 tarihli nüshasında M. Renan’ın bir nutku var. Şöhreti bütün Batı’yı tutan, Doğu’nun en ücra köşelerine kadar uzanan ünlü filozof, bu nutukta dikkate değer müşahedeler(22), yeni görüşler serdetmiş(23). Ne yazık ki, bendeniz, nutkun ancak az veya çok sadık bir tercümesini görebildim. Fransızcasını okuyabilseydim, o büyük filozofun fikirlerine daha iyi nüfuz ederdim. Renan’ın nutku, iki noktayı kucaklıyor.

1-İslâm Dini, mahiyeti icabı, ilmin gelişmesine manidir.

2- Arap kavmi tabiatı icabı, metafizik(24) ilimleri de felsefeyi de sevmez.

İyi ama acaba ilimlerin gelişmesini önleyen bu mâniler, dinin kendisinden mi geliyor, bu dini kabul eden kavimlerin hususiyetlerinden mi? Renan bu noktaları aydınlatmıyor. Ama teşhis yerindedir. Hastalığın sebeplerini tayin etmek güç. Hastalığa çare bulmak ise büsbütün zor. Başlangıçta hiçbir millet, sırf aklın rehberliğiyle yetinemez, korkuların pençesindedir. Hayrı şerden ayıramaz... Ne sebeplere yükselebilir, ne neticeleri fark edebilir. Tedirgin şuurunun dinlenebileceği bir vaha arar. O zaman “mürebbi”ler(25) çıkar ortaya. Bilirler ki, onu aklın emrettiği yola sürüklemek imkânsızdır. Hayalini okşar, ümitlerini kanatlandırır, önünde geniş ufuklar açarlar. İnsanoğlu, ilk devirlerde gözleri önünde cereyan eden(26) hadiselerin sebeplerini ve eşyanın esrarını bilmediğinden mürebbilerin emirlerine ve öğütlerine uymak zorundadır. Mürebbiler ona: itaat edeceksin diyorlardı, Mutlak Varlık öyle emrediyor. Şüphe yok ki bu beşeriyet(27) için boyundurukların en ağırı, en küçültücüsü idi. Fakat Müslüman, Hıristiyan, putperest bütün milletlerin barbarlıktan bu dinî terbiye sayesinde çıktıkları ve daha ileri bir medeniyete doğru yürüdükleri de inkâr edilemez”.

Şeyh efendi, dinlerin insanlık tarihinde büsbütün lüzumsuz birer müessese olmadıklarını beyan buyurduktan, İslâmiyet’le putperestliği aynı kefeye koyduktan sonra... İslâmiyet’i müdafaaya geçiyor.

 “İslâmiyet terakkiye mâni imiş! İyi ama, bu konuda İslâmiyetin başka dinlerden ne gibi bir farkı vardır? Dinlerin hepsi de müsamahasız(28) değil mi?” Aferin İslâm mücahidine! Aşırı nezaketi bir Draper(29) mülhidi(30) kadar olsun tarafsızlık göstermesine mâni olan Şeyh efendi tâvizlerini her satırda biraz daha artırıyor: “Hıristiyan toplumları işaret ettiğim iptidai(31) merhaleden uzaklaşmışlardır artık. Hür ve serazad(32), terakki ve ilim yolunda dev adımlarıyla ilerlemektedirler. İslâm cemiyeti ise dinin vesayetinden(33) kurtulamamıştır”. Ama Efganlı Şeyh büsbütün meyus(34) da değildir. Öyle ya Hıristiyanlık İslâmiyet’ten asırlarca önce doğmuş: “Neden İslâm cemiyeti de günün birinde zincirlerini kırıp Hıristiyan cemiyetleri gibi terakki yolunda şahlanmasın? Hıristiyanlık da müsamahasızdı, sertti, ama yenilmez bir engel olamadı”. İslâmiyet’in böyle bir ümitten mahrum edilmesine gönlü razı olmuyor şeyhimizin. “Burada Mösyö Renan’ın huzurunda İslâm Dininin müdafaasını değil, yüz milyonlarca İslâm’ın müdafaasını yapıyorum. Bu ümit (Müslümanlık’tan kurtulma ümidi mi?) gerçekleşmezse barbarlık ve cehalet içinde mahvolurlar. Filhakika İslâm dini ilmi boğmaya ve terakkiyi durdurmaya gayret etmiştir. Ama Hıristiyanlık da aynı şeye teşebbüs etmedi mi? Katolik Kilisesi’nin(35) muhterem reisleri bildiğime göre bugün bile mücadeleden vazgeçmiş de değildirler... Biliyorum, müslümanların Avrupa’yla aynı medeniyet seviyesine yükselmeleri çok güçtür. Felsefî ve ilmî usullerle hakikate vüsul(36) onlara yasaktır. Gerçek bir mümin, konusu ilmî hakikat olan her çeşit araştırmalardan kaçınmalıdır. Oysa bazı Avrupalılara göre her hakikat ilme dayanmak zorundadır. Kölesi olduğu nassa, sabana bağlanan bir öküz misali bağlanan mümin ilanihaye(37) şeriat tefsircileri(38) tarafından çizilen yolda yürümeye mahkûmdur... Hakikatin zaten bütününe sahip, aramasına ne lüzum var? İmanını kaybederse daha mı bahtiyar olacak? Böyle olunca da ilmi küçümsemesi tabiî değil mi?”

Devam edecek ..



1- Nazariye: Kuram, teori.

2- Müsahabe: Konuşma, görüşme, söyleşi.

3- Müttezat: Tezatlı, zıt düşmüş. Zıt halli.

4- İrat: Söyleme.

5- Renan Müdafanamesi: Ernest Renan’ın İslamiyet ve Maarif hakkındaki “L’İslâmisme et Science” adlı konferansında İslâmiyet’in çeşitli konularda tenkit edilmesine karşın İslâmı müdafaa olarak Namık Kemâl’in yazdığı eserin adı. Eser, 1908 yılında İstanbul’da neşredilmiştir.

6- Makyavelizm: Makyavelcilik, İtalyan devlet adamı ve düşünürü Makyavel(1469-1527)‘in siyaset ve devlet anlayışının adı. Özetle: Yönetmek için her yolun geçerli olduğu düşüncesine dayanan ve hiçbir ahlâkî ve manevî değeri dikkate almayan Machiavelli’nin siyasal sistemi.

7- Engizisyon: Katolik Kilisesine bağlı bir mahkeme sistemi. Gerek kararları, gerek siyasi ve dini erki sebebiyle üç büyük engizisyon adından çok söz ettirdi: a)Orta Çağ Engizisyonu, b)İspanyol Engizisyonu, c)Roma Engizisyonu.

8- Münkir: İnkar eden, kabul etmeyen.

9- Mütehasıs: Uzman, ihtisası olan.

10- Akademi: Faransız Akademisi. 1634 yılında üç beş aydın, haftada bir iki gün, kralımn sekreteri Conrard’ın evinde toplanıyorlardı.  Edebiyattan, Politikadan söz ediyorlar içerinden biri herhangi bir eser kalebe almışsa birlikte okunuyor herkes fikrini söylüyordu. Başvekil bu toplantıları haber aldı ve üyelere toplantılarını devletin himayesi altında yapmalarını teklif etti. Richelieu, sayılarını coğaltmalarını ve kurulacak cemiyet için bir nizamneme hazırlamalarını istedi. Cemiyete bir ad bulmayada çalıştılar bu arada “Edebiyatçılar Akademisi”, “Belagat Akademisi” gibi isimler tartışıldı sonra Fransız Akademisi ismine karar verildi. İlk toplantı 1634’te yapıldı. Kırk Üyeden oluşuyordu. 1672’de 14. Louis Akademinin hamisi oldu ve Akademi’yi resmi bir kurum haline getirdi. O zamana kadar toplantıların belli bir yeri yoktu bir evden ötekine dolaşıyorlardı 14. Louis Louvre’da bir dâire ayırdı Akademiye ve 40 koltuk yolladı. Akademinin itibari gün geçtikçe arttı. 1793’te kapatılan akademi 1816’dea tekrar kuruldu.

11- Tetkikat: Araştırmalar, incelemeler

12- Mensuh: Nesholunmuş, hükümsüz kılınmış, hükmü kaldırılmış.

13- Efkâr-ı beşer: İnsanlığın fikirleri

14- Terakkiyat-ı marifet: marifetin yükselmesi artması.

15- Sekte-i hâil: Engel, mâni.

16- Nazar: Bakma, bakış

17- Cehl: Cehalet

18- Istihza: Alay. Gizli veya ince alay

19- Sahip: Haç, hristiyanların dini sembolü.

20- Le Journal des Debats: Faransa’da1789 yılında kurulan gazete.

21- Muharrir: Yazar.

22- Müşahede: Gözlem, görme.

23- Serdetmek: İleri sürmek

24- Metafizik: Felsefenin öze, mahiyetlere ve sebeplere ait olan kısmını ihtiva eden felsefe r dalıdır.İncelemeleri varlık, varoluş, evrensel, özellik, ilişki, sebep, uzay, zaman, tanrı, olay gibi kavramlar üzerinedir.

25- Mürebbiye: Kendisine bir çocuğun eğitim ve bakımı verilmiş olan kadın.

26- Cereyan etmek: Geçmek, olmak, yapılmak

27- Beşeriyet: İnsanlık

28- Müsamahasız: Tavizi olmayan, kesin kurallara bağlı.

29- John William Draper: (1881-1882) Amerikalı bilim adamı, filozof, hekim.

30- Mülhit: Dinsiz, imansız, doğru yoldan çıkmış.

31- İbtidai: İlkel, başlangıç.

32- Serazat: Hür, serbest.

33- Vesayet: Vasilik, Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta birinin malını yöneten kimse:

34- Meyus: Üzgün, Karamsar

35- Katolik Kilisesi: Katolik Kilisesi veya Roma Katolik Kilisesi, ruhani başkanı Roma Baş Piskoposu yani Papa olan, en fazla cemaate sahip Hristiyan mezhebi. Dünyada yaklaşık 1.2 milyar mensubu vardır. Katolikler yoğun olarak Güney Amerika’da ve Avrupa’nın güneyinde bulunurlar.

36- Vusul: Ulaşma, varma.

37- İlanihaye: Ebedi, sonsuza kadar

38- Tefsirci: Kur’an’ın surelerini açıklayarak görüşler ileri süren ve bunları yazan, yorumlayan. açıklayıcı, yorumlayıcı.


Derleyen: Harun ŞAHİN - 12 Kasım 2011 Cumartesi

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Ynt: Cemil MERİÇ'ten Seçmeler (Cemaleddin Afgani dosyası ) - I
« Yanıtla #4 : 29 Kasım 2011, 18:44:36 »
Cemil MERİÇ'ten Seçmeler (Cemaleddin Afgani dosyası ) - III

Şeyh efendi İslamiyet’in terakkiye mâni olduğunu Renan’dan daha büyük bir imanla belirttikten sonra, Arap kavmini müdafaaya geçiyor: “Ancak fetihlerindeki hızla mukayese edilebilecek fikrî bir yükseliş. Bir asırda bütün bir Yunan ve Acem(1) ilminin elde edilişi, hazmedilişi... Araplar başlangıçta ne kadar cahil ve barbar olurlarsa olsunlar medenî milletlerin yüzüstü bıraktıklarına dört elle sarıldılar. Sönen ilimleri canlandırdılar, geliştirdiler ve o zamana kadar ulaşamadıkları bir ihtişama kavuşturdular. Bu da ilme karşı besledikleri sevginin işareti ve ispatı değil midir?”
 
Renan, Arap dünyasında Acem âlimlerinin (yani Arap olmayanların) büyük bir rol oynadığı fikrinde. Şeyh efendi de bunu kabul etmektedir. Yalnız “Harranlılar Araptılar ve İspanya’yı istila edenler araplıklarını kaybetmemişlerdi. İbn Bacce(2), İbn Tufeyl(3), İbn Rüşd(4)de El Kindî(5) gibi Araptılar. Irkları ayıran dildir. İslâmiyet’in inkişafiyle(6) Araplar yeni bir hamle kazandı ve İranlı âlimler Müslüman olunca Kur’an diliyle yazmayı şeref telakki(7) ettiler”.

Ne gariptir ki, Ağaoğlu’nun halis muhlis Türk olduğunu iddia ettiği Efganlı Şeyh İslâm medeniyetinde Türklerin rolünden bir kerecik bile söz etmiyor. Evet, İslâm medeniyeti bir bütündür. Bu büyük terkibi yalnız Arab’ın eseri imiş gibi göstermek ya Arap’a dalkavukluk, ya misli görülmemiş bir gaflettir. Farabi(8) İslâm’dır, İbn Sina(9) İslâm’dır, Arap değil. O ummana karışan en büyük ırmak: Türk.
 
Fakat Şeyh yatırım yapmaktadır:
“Pekiyi denecek, Arap medeniyeti bu kadar şaşaadar olduktan sonra, nasıl birden sönüverdi? Meşale o zamandan beri neden tutuşmadı tekrar? Arap dünyası uzun zamandan beri niçin karanlıklarda bocalıyor?” (Namık Kemal buna sebep olarak Haçlı ordularıyla Tatar müşriklerini gösteriyor). Şeyhin cevabını okuyalım:
 
“Burada İslâm Dininin bütün sorumluluğu ortaya çıkıyor. Şurası âşikâr: bu din nerde yerleşmişse ilmi boğmuştur. Bu uğurda istibdatla(10) elele vermekte tereddüt etmemiştir. Es-Süyuti(11), halife El-Hadi’nin(12) Müslüman ülkelerde ilmin kökünü kurutmak için beşbin âlimi Bağdat’ta katlettiğini söyler. Belki Süyuti kurbanlarının sayısında mübalağa etmiş ama yapılan zulüm bir vakıa. Bir dinin ve bir kavmin tarihinde kanlı bir leke bu. Hıristiyan dininin mazisinde de buna benzer vakalar bulabilirim. Dinler, isimleri ne olursa olsun, birbirlerine benzerler. Dinlerin felsefe ile uyuşmalarına, anlaşmalarına imkân yoktur. Din insana iman ve itikadı zorla kabul ettirir, felsefe onu itikatlardan kısmen veya tamamen kurtarır. Nasıl anlaşabilirler?..  Din galip gelince felsefeyi yok edecektir. Felsefe hükümran olunca din ortadan kalkacak. İnsanlık yaşadıkça nas ile serbest tenkit, din ile felsefe arasındaki kavga sona ermeyecektir. Kıyasıya bir savaş bu. Ve korkarım ki bu savaşta zafer hür düşünceye nasip olmayacaktır”.
 
Şeyhimiz şikâyetçi: “Aklın dersleri üç beş büyük zekâya hitap eder yalnız. İlim ne kadar güzel olursa olsun ideale susuz olan insanlığı doyurmaz. İnsanlık, filozofların ve âlimlerin göremedikleri ve giremedikleri karanlık ve uzak bölgelerde kanat açmaktan hoşlanır”.
 
Efgani’nin sözü burada bitiyor. Şimdi de Renan’ın bu mektuba verdiği cevabı gözden geçirelim: “Sorbonne’daki(13) son konferansımın Şeyh Cemaleddin’e telkin ettiği son derece dikkate değer düşünceleri dünkü gazetenizde alâkayla okudum. Münevver Asyalının(14) şuurunu böylece orijinal ve samimi tecellilerinde takip etmek çok öğretici. Ufkun dört bir yanından rasyonalizmi öven sesler geliyor. İnsan bu sesleri dinledikçe daha iyi anlıyor ki din ayırır, akıl birleştirir. Ve iman ediyor ki akıl tektir. İnsan zekâsının birliği, düşüncelerin tesanüdünden(15) doğan büyük ve ümit verici bir netice. Ama bunun için tabiatüstü denen vahiyleri bir yana itmek lâzım. Dünyadaki iyi niyet sahibi insanların yobazlığa ve hurafelere karşı kurdukları birlik görünüşte çok küçük. Ama hakikatte tek uzun ömürlü birlik bu. Çünkü hakikate dayanıyor ve er geç muzaffer olacaktır. Masallar masalları takip edecektir”...
 
“İki ay kadar önce sevgili meslektaşım Ganem vasıtasıyla Şeyhi tanımıştım. Üzerimde pek az kimse bu kadar derin tesir yapmıştır. Sorbonne’daki konferansımın konusunu (İlmî zihniyet ile İslâmiyet’in münasebetleri) bana o ilham etti. Şeyh Cemaleddin İslâm’ın peşin hükümlerinden sıyrılmış bir Efganlı’dır”.
 
Anlaşılıyor değil mi? Bizim “Büyük İslâm Birliği”nin kurucusu olarak selâmladığımız Şeyh efendinin Fransa’daki dostu Hıristiyan Halil Ganem’dir.(16) Sultan Abdülhamid Han’ın hasm-ı biamânı(17) Ganem. Renan Efganlı’yı bir masal kahramanı olarak değil, gerçek kişiliği ile yani bir dinsiz, bir “libre penseur(18)” olarak tanımaktadır. Renan’a devam edelim: “Cemaleddin zinde bir kavmin çocuğudur. Efganistan’da Arya ruhu resmî İslâmiyet’in sığ tabakası altında bütün zindeliği ile yaşamaktadır. (Görülüyor ki Renan, Ağaoğlu ile aynı fikirde değildir. Şeyh’in Efganlı olduğunu biliyor; Efganlı, hattâ Şiî olduğunu. Acaba Ağaoğlu bilmiyor mu idi?) Dinlerin değerini tayin eden, onlara inanan kavimlerdir. Efganlı, bu mütearifenin(19) en güzel delili. Düşünceleri öylesine bağımsız, seciyesi o kadar asil ve dürüst idi ki onunla konuşurken İbn Sina, İbn Rüşd gibi eski âşinalardan birinin -başka bir tabirle- beş asır boyunca insan zekâsını temsil eden o büyük dinsizlerden birinin dirildiğini sanıyordum. Karşımdaki insanla, İran’ın dışında kalan (Renan bilhassa Türkiye demek istiyor) Müslüman ülkelerin arz ettiği manzarayı karşılaştırınca aradaki tezat bana büsbütün açık göründü. Bu ülkelerde ilmî ve felsefî tecessüs yok gibidir. Şeyh Cemaleddin dinî istilaya karşı ırkî direnişin en güzel örneğidir”.
 
Renan, Şeyh’in takdirkârı, Şeyh Renan’a hayran. Anlaşmamalarına imkân var mı? Teferruata ait ihtilaflar bir sohbet vesilesi. Mesela Renan’a göre, “Roma İmparatorluğu 16. asra kadar Latince’yi bütün Batı’da insan zekâsının ifade vasıtası yapmıştı. Büyük Albert(20), Roger Bacon(21), Spinoza(22) Latince yazdılar. Ama bunlar bizim için Latin değildirler. Arap diliyle yazan bütün İsâmları da Arap saymak doğru değildir. Semavî dinlerin hepsi müspet ilme düşmandır. Şeyh bu hakikati kâfi derecede belirtmediğimi ileri sürüyor. Bu konudaki fikirlerim herkesçe malum olduğundan üzerinde durmadım. İnsan zihni tabiatüstü unsurlardan tecrit edilmelidir. Bunun için zora lüzum yok. Hıristiyan ve İslâm aydınları din bahsinde anlayışlı bir kayıtsızlık göstersinler, yani din zararsız hale gelsin, yeter. Bu, Hıristiyan ülkelerde gerçekleşti. Müslüman ülkelerde de gerçekleşirse, Şeyh de, ben de memnun oluruz. Ben bütün Müslümanlar cahildirler, cahil kalacaklardır demedim. İslâmiyet’in ilme büyük engeller çıkardığını söyledim. İslamiyet’in idaresi altında bulunan ülkelerde beş-altı asırdan beri ilmi yok ettiğini söyledim… Müslümanlar Müslümanlığa dayanarak kalkınamazlar, Müslümanlığın zayıflaması sayesinde kalkınabilirler. İslâmiyet’in ilk kurbanı Müslümanlar’dır. Müslüman’ı dininden kurtarmak ona yapılabilecek en büyük iyiliktir. Akıl için yol birdir. Hür düşünceli insanlar elbette ki, birleşeceklerdir. Kurtuluş Müslümanların yeni baştan terbiye edilmesindedir. Ama bu terbiyenin ciddi olması, yani akla dayanması lâzım. İslâm’ın dinî şefleri bu gayeye hizmet ederlerse kendilerine minnettar olurum. İslâm ülkelerindeki rönesans İslâmiyet’ten kurtularak gerçekleştirilecektir, Hıristiyan ülkelerde olduğu gibi. Şeyh Cemaleddin benim belli başlı tezlerime deliller getirmiştir”.
 
Zavallı Türk intelijansiyası! Kimlerin peşinden gitmemiş. Düşmanları dost, dostları düşman tanımış. Peygamber’in adını anmağa cesaret edemeyen bir Efganlı’yı Peygamber kadar saygıya lâyık görmüş.




1- Acem: İranlı,
 
2- İbn Bacce: (? —1138) 12. yy. da Endülüs’te yetişen Aristotelesçiliği ve Yeni Platonculuğu Endülüs'e taşıyan filozof. Rasyonalist ve İmam-ı Gazali mühalifi
 
3- İbn Tufeyl: (1106–1186). Dünyada felsefi romanın ilk örneği olan Hay bin Yakzan isimli eseriyle meşhur 12. Asır Gırnatalı  astronomi, felsefe ve tıp alîmi.
 
4- İbn Rüşd: (1120-1198). 12. asırda Endülüs’te yetişen mehşur Aristocu filozof, doctor, astronomi bilgini ve matematikçi.
 
5- El Kindî: Yakup bin İshak El Kindî (800–873). Kûfe’de doğan, Ortaçağ Avrupasında "Alkindus" adıyla tanınan, ilk islam filozofü olarak Kabul edilen, matematikçi, fizikçi, astronom, hekim ve coğrafyacı.
 
6- İnkişaf: Gelişme, gelişim.
 
7- Telakki etmek: Kabul etme, sayma.
 
8- Farabi: Ebu Nasr Muhammet (870-950) Rey ve Bağdat’ta eğitim aldıktan sonra Harran’da çalışmalarını sürdüren Türk bilgini.
 
9- İbn Sina: (980-1037). Felsefe, matematik, astronomi, fizik, kimya, tıp ve müzik gibi bilgi ve becerinin muhtelif alanlarında çalışan olan Özbek-Türk bilim adamı.
 
10- İsdibdat: Uyruklarına hiçbir hak ve özgürlük tanımayan sınırsız monarşi, despotluk.
 
11- Es-Süyûtî: Celaladdin Ebu’l Fazl Abdurrahman Bin Kemalettin Es-Süyuti (1445-1505)  Kahireli Arap din âlimi. Dilci ve tarihçi.
 
12- El-Hadi: 785–786 yılları arası halifelik yapan 4. Abbasi Halifesi.
 
13- Sorbanne Üniversitesi: 1257 yılında, Paris Üniversitesi'nin teoloji koleji olarak Robert de Sorbon tarafından kurulan  Fransız  Üniversitesi.  
 
14- Münevver Asyalı: Asyalı Aydın. Cemaleddin Efganî kastediliyor.
 
15- Tesanüd: Dayanışma.
 
16- Halil Ganem: Osmanlı 1. Mebuslar Meclisi’nde Suriye mebusu olarak görev yapan, meclis kapatılınca Fransa’ya kaçan aşırı  Abdülhamit Han düşmanı Lübnan asıllı Hıristiyan gazeteci.
 
17- Hasm-ı bîamân: Amansız düşman
 
18- Libre Pansaur: Özgür düşünceli, aydın anlamına gelen Fransızça söz grubu.
 
19- Mütearife: Gerçekliği apaçık, ortada olduğu için ispatı icap etmeyen durum.
 
20- Büyük Albert: Albertus Magnus(1193-1280). Derin ve çok geniş kapsamlı bilgisiyle, ortaçağda kendisine doktor üniversalis unvanı verilmiş olan 13. yüzyıl Alman düşünürü.
 
21- Roger Bacon: (1220 - 1292) İngiliz bilim adamı ve filozof."Deneysel bilim" yolunda çaba harcamış olan Bacon, çağdaş bilimin deneysel yaklaşımının tarihsel bakımdan erken olgunlaşmış bir temsilcisi olarak kabul edilir.
 
22- Baruch Spinoza:  (1632- 1677) 17. yüzyıl felsefesinin en önde gelen rasyonalist Hollandalı düşünürü.



Derleyen: Harun ŞAHİN - 28 Kasım 2011 Pazartesi