Gönderen Konu: Cesaretin varsa yaşamaya..  (Okunma sayısı 2942 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı belya

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 110
  • Net'i Süzüyorum..
Cesaretin varsa yaşamaya..
« : 26 Mart 2008, 09:41:14 »

Didik didik edilmiş bir hayatın ortasında. Tutunacak bir dal arayıp da. Dalın, sarmaşığın, sıcak bir elin ortalıklarda olmadığı o ışıksız gecelerde. Lâmbadaki son titrek ışığın da sönüp, karanlıklara komşu kalındığında. Umudun tükenip, pamuk ipliği ile tutunulduğunda yaşamın kıyısına. Ha koptu, ha kopacak derken pamuk ipliği.

Alplerin gölgesindeki bir köyde yaşayan kadının altüst olan hayatı. Tam herşey yolunda derken. Yeni bir yaşam kurulup. Hayatın kendi rengindeki çizgileri birer birer değiştirilip karşısına çıkan gençlik aşkı için din bile değiştirip. Fransız anne babanın onca itirazına karşın. Her ebeveyn ziyaretinde başörtüsü çekilip, “çıkar şunu, bizim eve böyle girme” bağırışlarına direnip de. Artık haç çıkarmayan bu günahkâr (!) evlâda sayıp dökmeleri, duymayıp. Yeni bir hayhatın renkleri ile hep gurur duyup. Biraz da kendi elleri ile mutluluğun saçlarını tarayıp, başını okşayıp, “Torunlarımızı bize göstermiyorsun” diyen ebveyne götürdüğünde evlâtlarını. Kasten, yasaklı hayvanın etini yedirdiklerini öğrendiğinde. “Bir daha asla, size gelmek yok” deyip, yönünü iyice Anadolu’ya çeviren bir kadının öyküsü idi bugün kalemime dolanan. Janette, adını bile unutmuştu. Selma’yı tanıdığımda, onu Karadenizli sanmıştım. Türkçesi, İstanbul şivesinden uzak, Trabzondu; dobra dobra. Kendisi de gülerek tasdik etmişti; “he, ben lâz gibi konuşurum.”

Laz gibi konuşup, lâz gibi yaşamıştı kendi deyimiyle, uzun yıllar. Her köye gidişinde; peştemalini kuşanıp çay toplamıştı. Sabahları kahvaltıya kuymak hazırlayıp, mısır unundan ekmek yetiştirmişti öğlene. Lahana çorbasını da, hamsi buğlamasını da iyi bilirdi. Köy ziyaretleri, yaşamının sevimli anıları arasında çok canlı idi. Ama o uğursuz gece, tutuştukları kavgada eşi kurşunlanarak öldürüldüğünde; Janette, Selma’lığı bırakır sanmışlardı. İki çocuk, yalnızlık, birbaşınalık, ağır ve hüzünlü günler O’nu alır maziye götürür demişler. Yanılmışlar. Ne başını açmış Selma. Ne namazını bırakmış. Ramazan’da komşuları O’nu sahura çağırmış. İftara davet etmiş. Yaz tatillerinde, çocuklarını aldığı gibi kocasının mezarının da olduğu köye gitmiş hep. Kayınvalidesi ve kayınpederinin çok sevdikleri gelinleri yine bir gün mısır tarlasında çalışırken. Kocasının akrabasından bir genç, terbiyeli ve ağırbaşlı yanına gelip: İsterse hayatının yükünü paylaşabileceğini, iki küçük yavruya kol kanat gereceğini, aktarmış. Dalgın yüzüne bakıp, “Olurmu acep” demiş Selma. Fransa’ya dönerken, kullandığı arabanın arka koltuğunda oturan genci, “acaba götürebilir miyim, bir denerim” diye düşünmüş. Allah-ü Teâlâ bütün hudut kapılarında polislerin gözlerini bağlamış. Görmemişler garip genci. Alplerin gölgesindeki köylerine geldiklerinde Selma, yeni yaşam arkadaşını imamın evine götürmüş. Komşu kadınlar kıyılan nikah sonrası, yemekler yapıp ikram etmişler davetlilere. Cami cemaati yeni kurulan yuvanın selâmeti için dualar etmişler. Selma’nın dostları, garip gence iş araştırmış. Hz.Musa’nın en çaresizkaldığı anda, Allah’ın ona bir eş ve iş verip yuvasını kurdurması gibi salih genç de; kendisi için inşaatta bulunan kaçak işlere dört elle sarılmış.

Selma’ya soruyorum; hangi eşinden memnunsun diye. İkincisinden, diyor. İlkini sevmiştim, öldürüldüğünde dünya başıma yıkıldı ama, içki vardı; kahve, kumar, kadın, dayak vardı. Ancak ikinci eşimde huzur buldum. Abdestli, namazlı, dindar. Bana el kaldırmıyor, beni çalıştırmıyor, sen çocuklara bak diyor, işi çok ağır; taş taşıyor ama şikâyet etmiyor. Selma gidince komşu kadınlar onun sabrını anlatıyor. Mont Blance dağlarının güzel manzaraları arasında, yoksul bir hayat yaşadığını, kaç senedir, ayağında aynı, eski, rengi solmuş basma etekle dolaştığını. Geçen gün evde bir şey kalmadığında, son iki patatesi çocuklarına haşlayıp yedirdiğini. Ara sıra, komşuları pişirdiklerinden götürdüğünde; Selma’nın nasıl sevindiğini. Kocasının polisten gizli saklı, kaçak olarak inşaatlarda çalışıp, kazandığını Selma’ya getirdiğinde, O’nun evin eksiklerini gördüğünü. Arada, bu göçmen kuşu Fransız polisi farkeder sınır dışı ederse diyorlar. Fakat cesareti dağ gibi Selma’nın. Korkmuyor. Yoksulluğu için şikayet etmiyor. Yaşamaya cüretkâr. “Rızkı veren Allah’tır” demekte. “Sınır dışı edilirse, bizde köyümüze döneriz. Toprağımızı ekip biçeriz. Geçinir gideriz.”

Milli Gazete
Mine Alpay Gün

Bilgi paylaşıldıkça güzeldir.