Gönderen Konu: Aile Mahremiyetini Muhafaza  (Okunma sayısı 3326 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Aile Mahremiyetini Muhafaza
« : 14 Haziran 2012, 12:03:23 »

Nisâ sûresi 34. âyet-i kerimede buyrulduğu üzere "gaybı, yani gizli olanı korumak" da kadının kocasına karşı mühim olan vazifelerindendir.
Gaybı korumaya riâyet ise iki şekilde olabilir:
1- Nefsini zina tehlikelerinden koruyarak, bu hususta kocasını utandırmamasıdır.
2- Kocası olmadığı zaman, onun evini ve malını muhafaza edip, telef olmaktan korumaktır. (Tefsiri Kebîr, 10, 89)


Her müslümanın malı, canı ve namusu korunmaya lâyıktır. Evin hanımı bu hususta oldukça titiz davranıp, korumakla vazifeli olduğu şeylere riâyet etmelidir. Kocasının izin vermeyeceği insanları eve almamalıdır.
Sünen-i Ebî Dâvud'ta nakledildiğine göre, Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kişinin elde ettiği hazînenin en güzelini size haber vereyim mi? O, baktığın zaman seni mesrûr eden, emredince itaat eyleyen, sen olmadığın zaman malını ve namusunu koruyan sâliha bir kadındır." Bu hadis-i şerifin de işaret ettiği gibi, kocanın mal ve namusuna karşı saygılı davranmak ve muhafaza etmek, hem Allah'ın emrine itaat hem de dünya ve âhiret saadetine sahip olmak demektir. Bu vazifeyi tam olarak yerine getiren kadınlara ne mutlu!.

Ayrıca kadının, aileye mahsus veya kocasına ait bir sırrı, eş ve dostuna, hatta en yakın akrabasına dahi söylememesi gerekmektedir. Zira bir sırrın İfşası, bir yuvayı yıkabilir. Bu sebeple atalarımız: "Arif isen deme sırrını asla dostuna; Dostunun da dostu vardır, o da söyler dostuna..." sözleriyle ne büyük şeyler ifade etmişlerdir.




mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Aile Mahremiyetini Muhafaza
« Yanıtla #1 : 15 Haziran 2012, 01:56:18 »

“Ben Batılı bir âile hukuku profesörü olarak diyorum ki; Türk milletinin elinden âile nizâmını alınız, geriye hiçbir şey kalmaz.” (Prof. Gaston Jezz)

Acaba neden bir Batılı âile hukuku profesörü Osmanlı'nın sahip olduğu her şeyi âile nizâmına dayandırıyordu. Geliniz bu soruya, Osmanlı'nın son devresinde dünyaya gelen Münevver Ayaşlı'nın hâtıralarında cevap arayalım. O, Osmanlı âile nizâmını şöyle anlatıyor:
 
“Osmanlı âile hayatındaki güzellik, nezâhet, ve samimiyet zannetmiyorum ki başka bir yerde olsun. Osmanlı'daki İslâmî hayat, huzurlu bir hayatın zirve noktasıydı. Birbirine sevgi-saygı, bayramlarda-kandillerde küçüklerin büyükleri ziyareti, büyüklerin küçükleri okşamaları-iltifatları şiir gibi bir hayat yaşatıyordu insanlara. ‘Osmanlı hayatı neydi?’ diye sorarsanız; güzelliklerle dolu, edebiyatla bezenmiş bir şiirdi diyebilirim. Bu hayat ne Avrupa'da ne Amerika'da vardır. Hatta dindaşlarımız arasından böylesi güzellikleri yakalamış başka bir millete rastlamıyoruz.”

Evet, bir kere âilenin temel taşı olan kadının mevkii sağlamdı. Çünkü La Baronne Durand de Fontmange'nin dediği gibi, “Ülkenin asırlık âdet ve an‘âneleri ile dînî hükümleri her seviyedeki kadını koruduğu için Osmanlı'da ne iğfâl edilmiş kız, ne sokakta bulunmuş çocuk, ne düello, ne de intihar var”dı. Kadın, evlilikte hak ettiği itibarı bulurdu.
 
İşte bir başka Batılı Avrupalı Mareşal Noltke Sur Lorient'nın söyledikleri:

“İtiraf etmeliyiz ki; bizde bir genç kız, nişanlılıktan evliliğe geçmekle bir derece daha itibardan düşer. Çünkü, zenneperest erkeklerin âşıkane iltifatları, pek tabiî ki bütün ömür boyu sürmez. Şarkta ise evlilik, kadını yüceltir; zira, erkeğe tâbi olmakla beraber ev içindeki hizmetçilerin, uşakların, kız ve erkek çocukların tek hâkimi odur.”

Osmanlı'da cemiyeti ayakta tutan ictimaî müesseseler; mahalle cemiyetleri, âile düzeni ve lonca teşkilatlarıdır. Osmanlı sistemini güçlü kılan bir diğer faktör de, mahalle nizâmı idi. Mahalle, âile için bir kalkan vazifesi görüyordu. Bir mahalleden ötekine taşınabilmenin şartları vardı. Her şeyden evvel iyi bir insan olduğunu, umumî hayata zarar verecek bir huyu ve alışkanlıklarının bulunmadığını, bir iş veya sanat sahibi olduğunu isbatlaması gerekiyordu.

Kısacası mahalle, bugünkü sosyal güvenlik sisteminin fonksiyonunu yerine getiriyordu. Mahalleli arasındaki yardımlaşma, bugün gıpta edilecek seviyede idi. Evlilik çağına gelmiş fakir bir kızın çeyizini, sermayesi olmayan genç bir sanatkârın âlet ve edevâtını veya yoksul olduğu için tahsiline devam edemeyecek olan bir talebenin ihtiyacı olan parayı hemen bulur verirlerdi.

Osmanlı âile nizâmı içinde baba da hürmet ve itaatı temsil ederdi. Babanın âile içindeki bu saygıya lâyık yerini, Türk insanına pek sıcak bakmayan, hep Türkler'in aleyhinde olan İngiliz sefîri Sir Jamer Porter şöyle anlatır:

“Türklerde baba sevgisi çok kuvvetlidir. Onun için çocuklarda babaya karşı sonsuz bir hürmet ve itaatla beraber, evlat vazifesiyle alâkalı olabilecek her şeye karşı da sarsılmaz bir bağlılık görülür. Bu terbiye tarzının neticesi olarak Türkler'de, büyüklerine karşı son derece saygı ve yaşları ilerledikçe ihtiyarlara karşı büyük bir hürmet hâsıl olmaktadır.”
 
İşte, Osmanlı'nın âile nizâmı buydu. Ya bugün?!
 
Bugünkü düzensizliği sosyolog Prof. Dr. Ümit Meriç hanımefendi şöyle hulâsa ediyor:
 
“Baba ocağından kovuldu insanlar... Ya sokağa döküldüler, ya gecekondulara sığınmak zorunda kaldılar. Âile topluluğu çöktü, ev diye bir şey kalmadı... Kadınlar pazarda iş aramaya başladılar... Feminizm, eskiden hayatını evinde kazanan kadının, pazarda iş bulma dâvâsıdır...”
***
 
TEFEKKÜR VE TEDBİR
 FİKRİN MAYASI HAMURUNDAN ÖNEMLİDİR
 
Ziyâd rahımehullâh şöyle diyor:
 
“Bir sıkıntıya düştükten sonra tedbir alan, akıllı değildir. Akıllı kişi, hâdiseleri/gelişmeleri önceden kestirip ona göre tedbir alandır. Çünkü fikrin mayası, hamurundan daha önemlimdir.” (İmâm Şa‘rânî, Tenbîhü'l-Muğterrîn)

Halis Ece