Gönderen Konu: Düşünmeyi Öğrenmek Ne Kadar Zor Olabilir ki?  (Okunma sayısı 3668 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Düşünmeyi Öğrenmek Ne Kadar Zor Olabilir ki?
« : 31 Mart 2015, 14:30:42 »

Düşünmeyi Öğrenmek Ne Kadar Zor Olabilir ki?



İlk adım ham bilginin işlenip insanın zihninde kullanım alanına uygun olarak yeniden yapılandırılmasıdır. Bu ise insanın düşünmesi, yani tefekkür etmesi ile mümkündür. Onun için düşünmek hayatımızın her alanında oldukça önem arz etmektedir.

Düşünmeyi güncel bir misalle açıklamak istiyorum. Güneşten dünyamıza ulaşan yüksek enerjili ışınlara karşı korunmasız kaldığımız durumlarda, bu UV-A, B ve C ışınlar cilt kanserine yol açabilirler. İnsan için zararlı güneş ışınları ile ilgili öğrendiğimiz genel bilgilerden biridir bu. Herkes bu “ham bilgiye” ilmine, tecrübesine, çevresine ve kültürüne göre anlam yükler. Asıl mühim olan ise bu ham bilginin işlenip doğru anlam kazandırılarak hayatımızda kullanılmasıdır.

Şimdi sizleri düşünce dünyamızda biraz farklı bir seyahate çıkarmak istiyorum. Radyo ve TV dinlediğinizi, cep telefonu kullandığınızı, mikrodalga fırında yemek ısıttığınızı, güneşlendiğinizi ya da bir hastanede X-ray çektirdiğinizi düşünün. Bunların hepsinin ayrı güçte ışın yaydığını biliyoruz.

Radyo dinlerken bir şey hissetmeyebilirsiniz ancak uzun süreli cep telefonu kullanan kişilerin beyinleri ısınacaktır. Cep telefonlarını uzun süre üzerlerinde taşıyan bazıları da kalın bağırsaklarında problemler yaşamıştır. Bazılarımız ise benzin istasyonlarında cep telefonlarının kapalı tutulmamasının patlamalara sebep olduğunu biliyoruzdur. Buradan radyo dalgalarının bizleri etkileyecek yeterli enerjiye sahip olmadığı halde bizi etkileyecek enerjinin cep telefonlarında olduğunu anlarız.

Eğer yeryüzüne ulaşan güneş ışınlarının enerjisini cep telefonu ile karşılaştırırsak, güneş ışınlarının enerjisi sizce ne kadardır? Çok fazladır değil mi? Evet, Güneş ışınlarının enerjisi cep telefonunun yaydığı enerjiden neredeyse “bir milyon” kat daha fazladır.

Sizce “bir milyon” kat daha fazla enerjiye sahip olan güneş ışınları, korunmasız şekilde gözünüze, cildinize veya vücudunuzun herhangi bir yerine doğrudan gelse hangi hasarlara yol açardı? Bu sorunun cevabını doğru vermek için bazı teknik detaylar üzerinde biraz duralım.
Yerküredeki atmosfer yüksek enerjili güneş ışınlarını süzecek ozon tabakası ile kaplıdır. Uzayda ise böyle bir tabaka mevcut değildir. insan vücudunda bulunan yağ, protein, şeker gibi moleküllerin hiç biri, bu kadar güçlü bir enerjiye dayanamaz. Bundan dolayı astronotlar uzayda her zaman “koruyucu elbise” giymek zorundadırlar. Dünya’da ise eğer bizler kendimizi yeterince korumazsak bu ışınlar cildimizde kırışıklıklara, erken yaşlanmaya, yanıklara ve hatta cilt kanserlerine sebebiyet verebilir. Bunun için ozon tabakasını geçerek bize ulaşan yüksek enerjili ışınlardan kendimizi, ailemizi ve çevremizi korumak gerektiğini anlayabiliriz.

Her nasıl ki yüksek enerji akımının hayati tehlikelerine karşı kendimiz ve ailemizi koruyorsak ham bilginin akışına karşı da korumak zorundayız. Bu da tabi ki düşünmeyle; yani zihinlerde ön hazırlık isteyen, birbirleri ile bağlantılı, bir ana merkezle irtibatlı, uzun ve teferruatlı bir seyir içinde mümkündür.

Bu şekilde zihnimizde yapılandırılan bilgiler hayatımızın doğru şekillenmesinde fayda sağlar.

Umarız yukarıdaki misallerle anlatmaya çalıştığımız düşünme tarzını hayatımızın her sahasında tatbik etme fırsatı buluruz.


Haber Merkezi | 31 Aralık 2014 | http://insanvehayat.com/dusunmeyi-ogrenmek-ne-kadar-zor-olabilir-ki/


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Dikkat! Gizli Yönlendirme Çıkabilir
« Yanıtla #1 : 31 Mart 2015, 14:36:08 »
Dikkat! Gizli Yönlendirme Çıkabilir



Fatih Sultan Mehmet Han devrinin devlet adamlarından Kemal Paşa’nın torunu, bir askerdir. Bu genç asker bir gün bütün paşaların bir adama büyük hürmet gösterdiklerine şahit olur. Bu derin hürmet ve yüksek itibar gence çok tesir eder. Bu muhterem zatın kim olduğunu merak eder. Onun âlim bir zât olduğunu öğrenince geleceğiyle alakalı bir karar verir. Askeri alanda ulaşacağı en yüksek rütbe bellidir ve o rütbedeki insan bile bu âlime saygı gösterdiğine göre en iyisi ilmiye sınıfında yer almaktır. Bu genç Ibni Kemal (Kemal Paşazade Ahmed Şemseddin Efendi) daha sonra Kanuni Süleyman devrinin “Müfti’s-sakaleyn” lakaplı meşhur şeyhülislamı olacaktır.

Tarihi misalde, ilim adamına muhabbet ve hürmet gösterenler, küçük bir gencin zihnine gelecekte Ibn-i Kemal, “Müfti’s-sakaleyn” olduracak fotoğrafı nakşettiklerinin farkında değillerdir. Propaganda üzerine çalışan uzmanların “Propagandanın cephanesi söz ve kelimelerdir.” sözünü bu tarihi hadise üzerinden tahlil edersek, doğrunun, güzelin, ilmin ve irfanın sadece söz ve kelimelerle değil hal/davranışla da reklamının ve yönlendirmenin yapılabileceğini görürüz.

Farklı kanallardan, değişik ifadelerle ve defalarca işitilen sözleri tahkike ihtiyaç duymayız. “Mehteran gibi iki ileri bir geri” derler meselâ. Mehter takımının yürürken geri adım attığı nerde görülmüş? Ama hep öyle söylenir. Genci tesir altında bırakan da işte, bu tarz tekrarlardır. Farklı kişilerden, farklı zamanlarda işitilen ve farklı kelimelerle de olsa aynı şeyi anlatan sözler:

Gizli yönlendirme cümleleri

Komşu teyzenin, torununa “Benim oğlum büyüyünce doktor olacak, ninesine bakacak!” dediğini işiten “Benim ailem de benim için önemli, ben de onlara bakmalıyım.” diye düşünür.

Sonra, “Ben doktor Taner!” diyerek kendini takdim eden birine rastlar. Bir de avukattan duymuştur benzerini. “Demek ki” der “her unvan, ismin önüne yakıştırılmıyor!”

Derken bir annenin konuşmasına şahit olur. “Ne doktorlar, ne mühendisler istedi de vermedik kızımızı!” diyen kadından da gereken ders alınmıştır: En gözde meslekler sayısal alandaki mesleklerdir.

Bu arada rol-model olarak takdim edilenler hep rakamlarla meşgul olanlardır. Zekâ seviyesi de sayıyla ifade edildiğine göre, en önemli ders de matematik olsa gerektir. Bunca bilinçli ya da bilinçsiz, planlı ya da gönüllü propagandadan sonra gençlere sorun bakalım, doktor olmak için ne gerekirmiş? Başlarlar sayısal dersleri sıralamaya: Fizik, kimya, biyoloji, matematik, geometri, analitik geometri…

Nerde kaldı insan sevgisi, şefkat, hastalarla ilgilenmeyi sevmek, yardımseverlik, kan görmeye dayanmak, sabırlı olmak, çilekeş yüzlere bakmaya tahammül etmek, acil durumlarda soğukkanlılığı korumak?

Tıp fakültelerine girmeden bu hususiyetlerin ölçülmesi ne güzel olurdu…

Sahi en çok kulak verdiğimiz doktorlar kimler? Ağzı laf yapanlar değil mi? Bir de kalemi güçlü olanları takip ediyoruz. Sayılarla ilgilenen az sayıdaki insan! Söze hâkim olanlar! Aynı özellikleri, yani kendini fasih ve beliğ şekilde ifade etme kabiliyetini mimarda, mühendiste aramıyor muyuz?

Okuduğumuz, dinlediğimiz ve fikrine itibar ettiğimiz bu isimler sayıyla ilgilense de sözü kuvvetli insanlardır hep. Bir de severek ve heyecanla işlerini yaptıkları için herkesi etkiliyorlar. Onlar aynı zamanda meslek tercihini puan sırasına göre değil, gönül sırasına göre yaptıkları için işle değil, hobileriyle meşgul olma rahatlığını yaşıyorlar.

Yönlendirmelerde niye her yol paraya çıkarılır ki!

Yalnızca para kazanıp çok zengin olmak için, itibar kazanıp hürmet göreyim diye, makam hırsıyla, bir teşebbüh/özenti uğruna yahut birinin inadına çeşitli mesleklere yönelenler vardır.

Maddi kazancı öncelikli hedefi olarak görenlerin
de bunu saygı görmek için isteyebileceği ihtimalini dikkate alırsak, meslek tercihinde asıl tesirli olanın duygular olduğunu söyleyebiliriz.

Günümüzde beynin manyetik tarama tekniklerinin ilerlemesi gösteriyor ki kişiler karar verirken mantıktan çok hissiyat/duygusal ve sosyal muhtevalı tercihlerde bulunuyor, kendilerini mutlu edecek davranışlara yöneliyorlar.

Gözde mevkiler insanların hayrına işlerin yapıldığı yerler olursa gençler mutluluğa sağlıklı yoldan ulaşır. Cemiyetin durumu, kendini oluşturan fertleri etkiler. Gençler de içinde yaşadıkları topluluğun yücelttiği değerlere meyleder.

Tercih hakkının başkasına değil kendine ait olduğunun bilinmesini isteyen genç, bu hakkını kullanırken başkalarının itibar edeceği mevkileri hedefleyebilir. Hedef varsın itibar kazanmak olsun. Bu hedef diğer insanlara hizmet etmeyi ihtiva ediyorsa gerçek manevi tatmine vesile olacaktır. Hizmet anlayışının hâkim olduğu bir toplulukta güç de, servet de itibar da insanların hizmetine dönecektir.

Kaynakça:
– Tarhan, Nevzat, Psikolojik Savaş Gri Propaganda, Timaş Yayınları, İstanbul.
– Clark, Toby, Sanat ve Propaganda, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.



İdris EREN | 31 Aralık 2014 | http://insanvehayat.com/dikkat-gizli-yonlendirme-cikabilir/