Gönderen Konu: Çocuk Aldırma  (Okunma sayısı 13349 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Çocuk Aldırma
« : 15 Mayıs 2010, 01:39:30 »

 (ÇOCUK ALDIRMA)
 
 DÎNÎ HÜKMÜ:

Konunun iyi anlaşılması için gerekli olan bu noktalara işaret ettikten sonra, fıkhî açıdan kürtaja baktığımızda önce şunu söylemeliyiz: Islâm fıtrat dinidir ve fıtrata yani doğru (tabiî) ve normal olana aykırı olan her şey Islâma da aykırıdır, yani mahzurludur: Mahzuru, aykırılık gücüne göre değişir. Az aykırı olan "mekruh", biraz daha çoğu "tahrimen mekruh", çok aykırı olan da "haram" olur.

Bu konuda fitrî olan, kadınla erkeğin bir araya gelmesi, cinsel birleşmeleri, sonuçta da çocuğun dünyaya gelmesidir. Ancâk her kuralın olduğu gibi, bunun da istisnaları olabilir. Yani Islâm fıkhının bu konudaki genel kaidesi: "Fıtrata ve tabiîliğe müdahale edilemeyeceği" esasıdır. Ancak genel bir kural, bütün fertlerine temsil edilemez ve şahıslara, özel durumlarına göre fetvâ verilir. Yani genel geçer kural ayrıdır, fetvâ ayrıdır.

Fetvâ kişiye, yere ve zamana göre değişir. Buna göre, Islâm fıkhında "çocuk aldırma" ya da "kürtaj" denen olaya fert düzeyinde bazı hallerde ve belli bir zamana kadar fetvâ verildiğini söyleyerek konuyu şöylece özetleyebiliriz: •

Konu hakında Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîsle açıklık (ibare) yoktur. Ancak bazı âyet-i kerime ve hadîs-i serîflerde işaretler bulâbiliriz. Meselâ: Hac 5 ile, Mü'minûn 12-15 âyetleri hemen hemen aynı noktaya işaret ederler. Biz önce Mü'minûn 12-15. âyetlerinin meâlini verelim, sonra bazı noktalara temas edelim: "Andolsun ki,biz insanı süzülmüş, özlü balçıktan yârattık.

Sonra onu "nutfe (menî, sprem) olarak muhkem bir karargâha (rahme) koyduk: Sonra nutfeyi (yapışkan) bir kan pıhtısı haline getirdik. Ardından kan pıhtısını bir çiğnem et yaptık, bu çiğnemi kemiklere çevirdik,kemiklere de et giydirdik. Sonra da onu başka bir varlık yaptık.

Şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir. Sonra siz bunun ardından elbette öleceksiniz."

Bunları açıklar mahiyetteki bir iki hadîs-i şerîfin meali de şöyledir: 1- "Sizden her biriniz kırk gün annesinin karnında tutulur. Sonra bir o kadar da orada yapışkan pıhtı olur. Sonra bir o kadar da orada bir çiğnem et halinde bulunur. Sonra da melek gönderilir ve ona ruh üfler" (Müslim, Kader 1) 2- "...nutfe (menî parçası, sperm)nin üzerinden kırkıki gece geçince Allah ona bir melek gönderir.

O da onu şekillendirir, kulağını, gözünü, cildini, etini ve kemiklerini yapar. Sonra da, ey Rabbim, erkek mi olacak dişi mi..." (Müslim, Kader 3) der. Birinci hadîs âyetlerin tam açıklaması gibidir. Buna, yani âyete ve hadise göre:

1- Döllenen menî rahimde kırk gün, irtibatsız olarak kalır.

2- Sonra bir pıhtı olarak rahimle irtibat kurar (alaka). Bu süre de kırk gün kadardır.

3- Sonra bu yapışkan pıhtı (alaka) bir et parçası halini alır, kemikleri belirir, et oluşur. Bu devre üçüncü kırk günün sonuna kadardır.

4- Sonra ilk üçünden farklı bir yaratık, ya da yaratış ortaya çıkar. Bu, cenîne ruhun üflendiği safhadır. (Taberî XVNI/9) Bir başka deyişle canlanmasıdır. Insan, ya ruhla cesedin bütünüdür ki; genel kabul gören görüş budur; ya da sadece ruhtur. (Râzî XXlll/85) Bundan; ceninin üçüncü devre sonundan yani 120 günden önce insan olmadığı anlaşılır. Insan oluş, bu noktadan itibaren başlar (Taberi XVN/11). Hem diğer bir yaratış, hem de, ruhun üflenmesi bunu gösterir.

5- Onbeşinci âyetin işaretiyle, ölüm ancak bu dönemden sonra olabilir. Bu da daha önceki üç dönemde (120 gün) ceninin ölüme elverişli, yani canlı olmadığını gösterir.

6- Devreler arasının "sümme" (sonra) kelimesi ile açılması; devrelerin birbirinden tam anlamıyla farklı olduklarını (Ebu'ssu'ûd VI/126), birbirinden diğerine geçişin bir dönüşüm (tahavvül) olduğunu gösterir. (Râzî XXNI/84) Bu da beşinci maddede anlatılan gerçege işâret eder.

Ruhun yüzyirmi günde üflendiği konusunda ittifak , bulunduğu,için ikinci hadîs; "ceninin kırk günde şekillenmesi değil, bunun melek tarafından yazılması" şeklinde anlaşılmıştır (Dâvûdoğlu X/626).

Işte bütün bunlardan, ötürü, Hz. Ali (r.a.), bu yedi devre geçip ruh üflenmedikçe cenine müdahalenin "ve'd" (çocuğu diri diri gömme, yani öldürme) olmayacağını söyler (Ibnü'I-Cevzi, Zâdü'I-Mesir V/462). Imâm Ebû Hânîfe de bunu delil tutarak; meselâ birisinin yumurta çalması ve yumurtadan onun yanında civciv çıkması halinde, başka başka varlıklar olduğu (halk-ı âher) için, civcivi değil yumurtayı tazmin eder, demiştir (ZaMahşerî NI/27-28 ).

Bütün bu temel gerçeklerden ötürü tüm Islâm fıkıhçıları, döllenmenin üzerinden yüzyirmi gün geçtikten sonra ve de zaruret yokken çocuk aldırmanın (kürtajın) haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Yüzyirmi günden, yani canlandıktan sonra çocuğunu aldıran ya da ilaçla, vurma ile vs. düşüren kadın hem bir cana kıyıp cânı olduğundan ötürü günahkârdır, öbür dünyada bunun cezasını çekecektir, hem de dünyada çocuğun Babasına, canlı düşüp sonra ölmüşse, bir tam diyet (kan bedeli), organları belirli olup ölü olarak düşmüşse, bir "gurra" ödemek zorundadır.

Birinci halde ayrıca bir de keffaret tutmalıdır. (Diyet; yüz deve, veya bin dinar altın, veya on ,ya da on iki bin dirhem gümüş, yani yaklaşık olarak şu anda (1989) elli milyon (50.000.000: ) TL. Gurra ise, duruma göre bir diyetin yirmide ya da onda biridir). Organların bir kısmının belirmiş olması durumu da aynıdır. Ancak yüzyirmi günden (dört aydan) önce çocuk aldırmanın, ya da ilâç vs. ile düşürmenin câiz olduğunu söyleyenler vardır ).

Bazıları ise sadece kırk güne kadar câiz olduğunu söylemişlerdir. (Hindiyye V/356; Bezzâziyye VI/370 (Hindiyye kenarında)) Bazıları da döllenme olduktan sonra, bir özür olmaksızın bunun hiç câiz olmayacağın söylemişlerdir. Hiç câiz olamayacağını söyleyenler hacda ihramlı bir hacı adayının, bir kuş yumurtasını kırmasının av yasağına tecavüz sayıldığını ve bundan ötürü ceza vermesi gerektiğini delil gösterirler (Bk. Kâdihan NI/410 (Hindiyye kenarında)

Ancak; yumurta ceninin birinci değil, ikinci kırk gününe benzer. Yumurtanın birinci kırk güne tekabûl eden devresi, kuşun karnında olduğu dönemidir, diyerek bunu itiraz edebilir. O takdirde böyle diyenlere göre de kırk güne kadar düşürme ya da aldırma câiz olmalıdır.). Yani yumurtayı kırma, cana tecavüz sayılmış ve (ihramlıya mahsus olmak üzere) cezayı gerektirmiştir. Öyleyse yumurta durumundaki cenine (embriyona) müdahale de câiz olmamalıdır, derler.

Bütün bunlardan (Hanefi mezhebi için) şöyle bir sonuç çıkarabiliriz: Meni, ana rahmine yerleştikten sonra, ona müdahale fıtrata uygun düşmediği için hoş değildir, anormaldir. Bu anormallik (mekruhluk da diyebiliriz) kırk güne kadar az, kırk günden yüzyirmi güne kadar biraz daha fazladır, ama haram değildir.
 
(Birinciye tenzihen, ikinciye tahrimen mekruh da diyebiliriz) Ama yüzyirmi günden sonra, özürsüz olarak yapılan müdahale kesinlikle haramdır ve bir cana kıyma demektir. Bu konuda kırk güne, bazılarına göre de yüzyirmi güne kadar işin hafif tutulması, hattâ bazı fıkıhçılarca mutlak câizdir, denmesi sanki zayıf iradeli ve dünya zevkine ve rahatına düşkün insanlar için verilmiş bir ruhsattır. Yoksa onlar da bunun evlâ olduğunu söylemiyorlar.

Ancak işin bir diğer önemli yönü daha vardır: Kırk, ya da yüzyirmi güne kadar kürtajın dinen mahzurlu olmadığını söyleyenlerin görüşü kabul edilse dahî, mazeret olmadan bir kadının avretini başka erkeklere hattâ kadınlara göstermesinin haram olduğu naslarla sabit bir gerçektir; dolayısıyla bu konudâ ittifak vardır.

Yani, şu anda hamile kalmış ve çocuk istemeyen kadının önüne iki yol çıkar : a-Ya bir doktorun, ebenin vs. tıbbî müdahelesini istemek (kürtaj), b- Ya da çeşitli ilkel metodlar yahut ilaç yardımıyla bunu kendisinin veya kocanın yapması... Birinci yola girmesi halinde avretini, zaruret olmaksızın (zaruret yani bir özür var ise mesele yok).

açmakla bir haram işleyecektir ki, bu yine ittifakla câiz değildir. Ikinci yola girmekle, tıbbın tesbitlerine göre çok büyük bir ihtimalle sağlığını tehlikeye atacak ve bundan, öncelikle anne zarar görecektir.

Başarılamaması halinde de sakat ve yetenekleri körelmis çocukların doğmasına sebep olacak; böylece hem ömür boyu vicdân azabı çekilecek; hem de aile ve toplum olarak maddi, manevi zararlar görülecektir. Adil tıbbi İslamın hakem kabul ettiğini ve onun mahzurlu dediğine mahzurlu dediği düşünürsek, bu uygulamanın da en azından mekruh olduğu anlaşılır.

Dolayısıyla tabiî sonuç olarak yine, mazeret olmadan cenini aldırmanın ya da düşürmenin en azından mekruh olduğunu söyleyenlerin görüşüne gelmiş oluyoruz. Öyleyse bu mazeretler nelerdir? Yani hangi sebeplerle; hamile kalan bir kadın, bir kadın doktora, hamileliğinden itibaren kırk, ya da işi en geniş tutanlarca yüzyirmi gün içerisinde kürtaj yaptırabilir? Hanefiler, bu özürlerin şunlar olduğunu söyler:

1- Emzirmekte olduğu çocuğun sütüne zarar vermesi ve babanın bir süt anne bulacak güçte de olmaması (Kâdihan NI/428).

2- Ortamın bozuk olup, Islâmî terbiyenin mümkün olmaması (Hindiyye Cevâhiru'I-ahlatî adlı kitaba atfen şu hükmü verir: "Saç, tırnak ve benzeri organları belirdikten sonra çocuk düşürmek için ilâç kullanmak câiz değildir. Organları belli değilse câizdir. Ama zamanımızda her halûkârda câizdir ve fetvâ da buna göredir. Devamla "organların belli olması ise ancak yüzyirmi günden sonra olur" denir ki, bundan ruhun üflenmesi kastedilmiş olmalıdır. Yoksa, organların bu dönemden önce de belirecegi müşahede ile sabittir (bk. Fethu'I-Kadîr N/495'den Mevsû'atü'I-fıkhu'I-Islâmi NI/159).).

3- Kadın hastâ olup, âdil tıp tarafından hamileliği sebebiyle hastalığının artacağını, ya da olmayan bir hastalık ortaya çıkacağının söylenmesi.

Görüldüğü gibi fakirlik ve rızık meselesi bu konuda doğrudan bir sebep olarak kabul edilmemiştir. Çünkü, bu Allah'ın (c.c.) her canlının rızkını vereceği, yani O'nun "Rezzâk" olduğu inancına zıttır. Ancak fakirliğin sebep olacağı ahlakî bozuklukları da sebep görenler vardır.

Diğer Mezheplerde Durum:

En ihtiyatli, ya da doğruya en yakın görüşü, -eğer. telfik anlamı içermiyorsa- bazan, diğer mezheplerin görüşlerini öğrenmekle daha rahat anlayabiliriz. Onun için:

Mâlikîlerde, döllenme olduktan sonra, kırk günden önce de olsa cenini aldırma ya da düşürme câiz değildir. (Şerhu'd-Dırdîr alâ-metni Halîl (Dusûki hâsiyesi ile birlikte), Mısır 1345; N/266)

Şâfiîler ve özellikle Gazalî de aynı görüştedir. Ancak mahzur ilk kırk gün içinde az, ikinci de daha fazla üçüncü, de harama yakın; daha sonra ise ittifakla haramdır . (Gazalî, ihyâ N/53)

Hanbelîlerde, sadece ilk kırk günde helâl bir yöntemle nutfeyi düşürmek câizdir (er-Ravdu'I-murbi' N/316. el-Matba'atû's-selefiyye 1380: 6.8.). Ancak mutemed görüşe göre, bu konuda bu mezhebin görüşü de Hanefiler gibidir; döllenmeden itibaren 120 gün içinde, yani ruh üflenmeden önce cenini düşürmek câizdir. Ondan sonra kesinlikle haramdır (el-Merdâvî, el-insaf I/386; ibn Kudâme, el-Mugnî VN/816; el-Zuhaylî, el-Fıkhu'I-islâmî NI/232 vd.).

« Son Düzenleme: 15 Mayıs 2010, 09:31:34 Gönderen: Tuğra »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı mazlum

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 861
  • Allah'a giden tüm yollar.Kalp lerden gecer.
Ynt: Çocuk Aldırma
« Yanıtla #1 : 26 Eylül 2010, 06:01:47 »
Emegine saglik mubarek , negüzel izah ve aciklama yapmisin .
Allah Razi ve menmun olsun vesselam .
Bir harf yeter inan, varsa o evde bir insan.

Dost Ararsan Kendine Bak
Dostun Ağlasını Bulursun
Düşman Ararsan Yine Kendine Bak
Düşmanında Ağlasını Bulursun .
vesselam .

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Çocuk Aldırma
« Yanıtla #2 : 09 Mayıs 2012, 12:46:51 »
“Bir de fakirlik korkusuyla evlatlarınızı öldürmeyin. Onlara da rızkı biz veririz, size de. Muhakkak ki onları öldürmek büyük bir cinayettir.” (İsra Sûresi, âyet 31)

Özürsüz Çocuk Düşürmek Caiz mi?>>>>

mazhar

  • Ziyaretçi
İslâm Hukukunda Gebeliğin Kasıtlı Sonlandırılması
« Yanıtla #3 : 19 Şubat 2013, 22:17:09 »
İslâm Hukukunda Gebeliğin Kasıtlı Sonlandırılması 
 

Gebeliğin  kasıtlı sonlandırılması, çok eski dönemlerden itibaren sık sık karşılaşılan, dinî, hukukî ve ahlakî yönü üzerinde önemle durulan ve tartışılan sosyal bir olgudur. Kürtaj (çocuk aldırma) ile kasıtlı çocuk düşürme şeklinde iki durumla meydana gelmektedir. Konuyla ilgili açık bir nassın bulunmaması nedeniyle İslâm hukukçuları bu konuda, sperm ve yumurtanın hangi aşamadan itibaren cenin sayılacağı ve dinen-hukuken koruma altına alınacağı hakkında ceninin bulunduğu safhaya göre farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu araştırmada, bu görüşlerin değerlendirmesi yapılarak isabetli bir sonuca varılmaya çalışılmıştır..

İslâm Hukukunda Gebeliğin Kasıtlı Sonlandırılması

Hilal DUMAN*
DİYANET/ İlmi Dergi
Yıl: 2005 Cilt: 41
Sayı: 4  Sh: 50-62

HİKMETİ ve gayesi bakımından, insanoğlunun yaratılışı diğer canlılardan farklılık arz etmektedir. İnsanın akılları hayrete düşüren yaratılış mucizesi, annelerin bedenlerinde gerçekleşmektedir. Bebekler gibi anneler de canlı birer mucizedir. Bebek ve anne arasındaki ilişki her an Allah’ın sonsuz ilmini, hikmetini, kudretini ve rahmetini hatırlatmaktadır.
Kadın ve erkek, çocuk sevgisini de içine alan bir vasıfla yaratılmışlardır. Onlara, çocuk doğurma, büyütme, yetiştirme, ona sevgi ve şefkat gösterme, onunla ciddi olarak ilgilenme gibi duygular verilmiştir. Yaratılıştan sahip olunan bu duygular olmasaydı herhalde anneler çocuk yetiştirmenin gerektirdiği sabır ve tahammülü gösteremez, kendi beden ve ruh ihtiyaçlarından fedakârlık ederek onların sıkıntılarını çekemez, ihtiyaçlarını karşılayamaz, terbiyeleri ile meşgul olamazlardı.

Kadının annelik kimliği, İslâm toplumunda onun saygınlığını artıran bir durum olmuştur. Çocuğu yetiştirme, büyütme, eğitme gibi konularda, annenin yerini hiç kimse alamadığından ve kimse onun kadar ve o derece nefsinden feragat edemediğinden, bu vasfı dolayısıyla, Rasullullah (s.a.v)’in iltifatına mazhar olmuş ve cennet o annelerin ayakları altına serilmiştir.(1) İşte İslâmiyet, kadının başına annelik tacını giydirerek ona, bu vasfıyla eşref-i mahlûkat olma imkanı vermiş, onu cennetle müjdelemiştir.

Bu vasıf insana çok güzel ve özel duygular tattırmasına rağmen beraberinde çok ağır sorumlulukları da getirmektedir. Bu sorumluluk, sevgi, şefkat, hoşgörü, fedekârlık, sabır, yol gösterme, destek olma vb. bütün meziyetlerin kazanılmış olmasını ve birlikte kullanılmasını gerektiren bir sorumluluktur. Bütün bunlara rağmen, hemen hemen her insan çocuk sahibi olmak istemektedir. Çünkü her insanda, bu dünyada kendi ismini ve neslini sürdürecek, sevgi ve neşe kaynağı olan hayırlı ve iyi çocuklara sahip olma arzusu, fıtrî olarak vardır. Hayırlı ve iyi çocuklara sahip olmak, inanan insan nazarında dünya hayatı için bir mutluluk kaynağı olduğu gibi, ahiret hayatı için de sevap vesilesidir.

Bir hadislerinde Hz. Peygamber (s.a.v.), kişinin ölümünden sonra da amel defterine sevap yazılmasına devam edilmesini sağlayan üç şeyden birinin; “kendisine dua eden hayırlı bir evlat”(2) olduğunu bildirmektedir. Bu yüzden Kur’ân’ın pek çok ayetinde Peygamberlerin Allah’tan hayırlı çocuklar ve temiz nesiller diledikleri belirtilmektedir.(3)

A. Gebeliğin Sonlandırılmasının (Kürtajın ve Düşüğün) Tanımı
Gebeliği sonlandırma, çocuğu aldırma (kürtaj) veya düşük şeklinde olmaktadır. Bu iki kavram zaman zaman karıştırılmakta ve birbirinin yerine kullanılmaktadır.
“Kürtaj”, Fransızca bir kelime (curetage) olup vücutta boşluklar içinde bulunan yabancı cisimleri, hasta ve zararlı sayılan dokuları kazıyarak alma, kazıma ve döl yatağının içinin kazıyıp dölütü (cenini) alma işi anlamına gelmektedir.(4) “Düşük”, kelimesi de kürtaj anlamında kullanılmaktadır. Ancak bu kelimeler tıbbî açıdan farklı anlamları ifade etmektedir.
Tıp literatüründe “düşük” için “abartus” kelimesi kullanılmaktadır. Abartus (düşük), 1977 yılında Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) gebelik ürününün (embriyo veya fetus) ağırlığı ve gebelik sürecini kriter alarak “20 gebelik haftasından önce, 500 gr.dan az ağırlıktaki embriyo veya fetus ve eklerinin tamamının veya bir kısmının uterus kaviyesî dışına atılması” şeklinde tanımı yapılmıştır. Abartuslar (düşükler) oluş şekillerine göre iki gruba ayrılmıştır.(5) :

1. Spontan Abartuslar: Hiçbir zorlama veya girişim (cerrahi veya medikal) olmaksızın istenen bir gebeliğin düşükle sonlanmasıdır.
2. Proveke, İnducedAbortuslar: Bu olgu da kendi içerisinde ikiye ayrılır.
a. Terapötik Abartuslar: Bir gebelik olgusu annenin veya bebeğin sağlığını tehdit ederek veya her ikisine de kötü etkiler yaparak seyir gösteriyor ise bu tür olguların 20. gebelik haftasından önce zorunlu bir şekilde sonlandırılmasıdır.
b. Krıminal, Elektif Abartuslar: Ortada anne veya fetus açısından hiçbir tıbbî sorun yok iken, sadece istenmeyen bir gebelik olgusunun 20. haftadan önce sonlandırılmasıdır.

Araştırmanın konusunu bu son tür olgular yani “kürtaj (çocuk aldırma)” ve “kasıtlı çocuk düşürme” oluşturmaktadır. Birinci şekilde, hiçbir zorlama veya girişim (cerrahi veya medikal) olmaksızın istenen bir gebeliğin düşükle sonlanması, tamamen kendiliğinden olduğundan kimse bundan sorumlu değildir.
İkinci şekildeki düşüğün birinci kısmı, anne veya bebeğin sağlığı için tehdit oluşturduğunda 20. gebelik haftasından önce zorunlu bir şekilde sonlandırılması halinde, bazı fakihler ihtilaf etmişse de genel olarak bu durumda müdahaleye cevaz verilmiştir.

Çeşitli toplumlarda, çok eski dönemlerden itibaren sık sık karşılaşılan, dinî, hukukî, ve ahlakî yönü üzerinde önemle durulan bu sosyal olgu, klasik fıkıh kitaplarında “iskat-ı cenin”(6), modern Arapça’da “içhad”(7) tabirleriyle karşılanmaktadır. İslâm hukukçularının çoğu “içhad” anlamında “ilga, tarh, ve imlas” kelimelerini de kullanmaktadır.(8) Klasik Fıkıh kitaplarında “iskat-ı cenin” başlığı, “cinayetler” bölümü altında yer almaktadır ve bu başlık altında daha çok ceninin düşürülmesinin cezası üzerinde durulmaktadır.

Konunun açığa kavuşmasında, anahtar kelimelerden biri olduğunu düşündüğümüz “cenin” kelimesinin de tam olarak neyi ifade ettiğinin belirlenmesi gerekmektedir. “Cenin” kelimesi sözlükte “ana rahminde doğma zamanını tamamlayamamış veya vaktinden önce düşmüş çocuk” şeklinde tanımı yapılmıştır.(9)

İslâm hukuku literatüründe cenin, “henüz annesinin rahminde bulunan çocuk” demektir. Cenin kelimesinin çoğulu “ecinne”dir. Ceninler, annelerinin rahminde canlı olup olmamaları itibariyle ”zi hayat cenin”, “gayrı zi hayat cenin” şeklinde ikiye ayrılır. Başı, tırnakları, tüyleri belli olan bir cenin, “tammü’l-hilka (organları tamamiyle teşekkül etmiş olan)” cenin hükmündedir.(10) İslâm hukukunda insanın yaratılış aşamalarına farklı isimler verilmemiş, insanın döllenmeden doğuma kadar olan dönemdeki yani insanın anne karnındaki haline “cenin” denmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’de çocuğun doğmamış, anne karnındaki hali için “cenin, ecinne”(11) kelimesi; doğmuş hali için çocuk (veled, evlad),(12) oğul (ibn, zeker) ve kız (bint, ünsa)(13) kelimeleri kullanılmıştır. Cenin, kız veya erkek çocuğun anne karnındaki ismidir. Çocuk ondan ayrı ve farklı değil onun gelişmesi ve olgunlaşması neticesinde kız veya erkek çocuk haline gelir.
İslâm hukukuna göre cenin doğuncaya kadar bazı bakımlardan anneye bağlı ise de cenin olarak teşekkülü anından itibaren ayrı bir varlık olarak kabul edildiğinden kendisine eksik bir kişilik ve eksik bir vücûb ehliyeti tanınmış, doğum zamanına kadar zayi olması muhtemel birtakım hakların onun için saklı tutulması kabul edilmiştir. Ceninin düşürülmesi ve aldırılması fiillerinin sonuçlarıyla ilgili olarak bu fiillerin cezası, ceninin yıkanması, namazı, kefenlenmesi ve defnedilmesi, nesebi, annesinin iddeti, talakı, lohusalığı, guslü, cenin için olan miras, vakıf, vasiyet, gibi bazı dinî ve hukukî hükümler söz konusudur.(14) Ancak araştırmanın kapsamına girmediğinden bu konulardan bahsedilmeyecektir. Döllenme öncesi aşamaya Kur’ân-ı Kerim’in bir çok ayetinde değinilmiş ve bu ayetlerde “meni”(15), “main dafık (fışkıran su)”(16) ve “main mehin (değersiz, dayanıksız ve hakir bir su)”(17) ifadeleri kullanılmıştır.

Kur’ân-ı Kerim’de insanın anne rahminde geçirdiği safhalar da şu şekilde geçmektedir: “Andolsun biz insanı, çamurdan (süzülüp çıkarılmış) bir özden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargahta nutfe haline getirdik. Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden alakayı, bir parçacık et (mudga) haline soktuk; bu bir parçacık eti, kemikleri (iskeleti) etle (lahm) kapladık. Sonra onu başka bir yaratılışla insan haline getirdik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir.”(18)

Ayette cenin dönemi, “nutfe, alaka, mudga” sırasına göre zikredilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan bu yaratılış safhaları, modern ilimlerin verileriyle de örtüşmektedir. Şöyle ki;
Birinci aşama; spermin yumurtanın (ovum) fallop tüplerinde (rahim ile ovaryum arasındaki kanalda) içine girerek döllenmenin (fertilizasyon) meydana gelmesidir. Bu döllenmiş yumurtaya “zigot” denmektedir. İkinci aşama; Zigotun önce rahme tutunması, sonra da altıncı günden itibaren rahmin içine gömüldüğü (implantasyon) dönemdir. Bu dönemden itibaren ‘”embriyo” terimi kullanılır. Büyümenin fertilizasyon sonrası 3-8. haftalarını içine alan bu dönemde bazı özel doku ve organlar gelişir. Üçüncü aşama; “fetus” adını aldığı, 3. ayın başından doğuma kadar olan, bedenin hızlı büyüdüğü, doku ve organların olgunlaştığı dönemdir.(19)

Görüldüğü üzere iki canlı varlık olan sperm ile yumurtanın döllenmesiyle yeni ve farklı bir canlı varlık olan zigot meydana gelmektedir. Bu döllenmiş hücrenin kromozomlarındaki genlerde doğacak bebeğin özellikleri mevcuttur. Daha sonra bu döllenmiş yumurta (zigot), her gün mesafe katederek geçirdiği aşamalara göre; embriyo, fetus, bebek, çocuk, genç, yetişkin ve yaşlı haline gelir.

Bütün bu dönemler birbirinden ayrı ve bağımsız düşünülemez. Hepsi insan olan varlığın kapsamındadır. Ne Kur’ân-ı Kerim ne de tıbbî bilgiler arasında insanın herhangi bir yaratılış aşamasında cansız olduğu bir dönemden bahsedilmiştir.

B. Gebeliğin Kasıtlı Sonlandırılmasının (Kürtajın ve Kasıtlı Düşüğün) Hükmü
Fakihler, sperm ve yumurtanın hangi safhadan itibaren cenin sayılacağı ve dinen-hukuken koruma altına alınacağı, ceninin bulunduğu safhaya göre çocuk düşürmenin hükmünde farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunun nedeni, doğrudan konuyla ilgili açık bir nassın bulunmaması ve bu konuyla ilgili olduğu düşünülen hadislerde geçen “ruhun üflenmesi” ve ceninin teşekkül zamanını farklı yorumlamalarıdır.

İslâm hukukçuları gerek annenin gerekse başka birisinin, hamile bir kadının karnındaki çocuğu düşürme, aldırma gibi yollarla anneliğe engel olmanın, hükmü konusunda iki ana gruba ayrılmışlardır:

Çoğunluğun yer aldığı birinci gruba göre; hamileliğin hiçbir döneminde meşru sebep olmaksızın çocuk düşürmek caiz değildir. Allah’ın yarattığı ceninin hayatına insan tarafından son verilmesi meşru olamaz. Bu fakihler, “ruhun üflenmesi” ile ilgili rivayetleri hiç dikkate almamışlardır.

Ruhun üflenmesiyle gebeliğin sonlandırılması arasında bir ilgi kurmamışlar ve bu rivayetlerin ceninini canlı olmadığına ve öldürülmesine işaret etmediğini; sadece insanın yaratılma aşamaları ve kaderi hakkında bilgi verdiğini söylemişlerdir.

İkinci grupta yer alan hukukçulara göre ise; hamileliğin ilk dönemlerinde çocuğun düşürülmesi haram değildir. Bunlardan bazılarına göre böyle bir fiil mekruh, bazılarına göre mubahtır.
Fakat bu fakihler, hangi süre içerisinde çocuğun düşürülebileceği hususunda çok farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu sürenin tespiti konusunda, “ruhun üflenmesi” ile ilgili hadisleri baz almışlardır. Ruhun üflenmesinden önce, ceninin cansız, kan, et olduğu, insan olmadığı gibi görüşler öne sürmüşlerdir. Ancak ruh üflendikten sonra ceninin, vücut yapısını tamamlayarak insan olma vasfını bu safhadan sonra kazanacağı varsayımından hareket ederek bu durumda hamileliğe son vermenin çocuk öldürme anlamına geldiği kanaatine varmışlardır.

Mezheplerin konu hakkındaki görüşleri şu şekildedir:
1. Hanefi Mezhebi
Hanefi hukukçuları, kürtaj konusunda dört ana görüşe sahiptirler.
a. Sperm, yumurtayla birleştikten sonra her türlü müdahaleyi haram kabul eden görüş: Bu görüşe göre döllenme olduktan sonra, buna müdahale edilmesine cevaz verilemez. Özürsüz olarak bunu yaptıran kadın da Allah’ın yanında mesuldür.(21)
b. Döllenmeyle beraber ilk kırk gün içinde kürtajı caiz görenler.(22) Bu görüşte olan fakihler ruhun, gebeliğin 40’ıncı gününde üflendiği ile ilgili rivayetleri esas alarak bu kanaate varmışlardır.
c. Hamileliğin başından itibaren 120 güne kadar çocuğun uzuvları oluşmadığından ve ruh da üflenmediği için ceninin düşürülebileceği kanaatini taşımaktadırlar.
Hilkatin belli olması ancak 120 gün sonra gerçekleşmektedir. Bundan önceki cenin ise henüz bir insan değildir.(23)
d. Hanefilerde bir görüşe göre de, bunun özürsüz olarak yapılması mekruhtur. Eğer, annenin sağlığı, süt emen başka bir çocuğun korunması gibi nedenler bulunursa, henüz uzuvları teşekkül etmeyen ceninin düşürülmesi caizdir.(24)
2. Mâlikî Mezhebi
Kırk günden sonra çocuk düşürmek haramdır. Bu süreden önce düşürülmesinin mubah veya mekruh olduğunu söyleyenler varsa da çoğunluk bu durumda da haramdır demiştir.(25)
3. Şafiî Mezhebi
Bu mezhepte, çocuk düşürmenin, ruh üflenmeden önce bunun caiz olup olmadığı konusunda iki farklı görüş mevcuttur. İmam Gazali, ne zaman olursa olsun çocuk düşürmenin cinayet olduğunu söylerken, bazı Şafiî alimler bunun haram değil mekruh olduğu, ancak ilk günlerden ruh üfleme vaktine doğru gidildikçe tenzihen mekruhtan harama doğru bir hüküm farklılığı göstereceği, çocuğun yüz yirmi güne yaklaştığı sırada düşürülmesinin ise haram hükmü içinde değerlendirilmesinin kuvvet kazanacağı tarzında bir izah getirmişlerdir.(26) Şafiî mezhebi hukukçularından Remlî (1004/1596)’nin görüşü de Hanefîlerin görüşü gibi; ruhun üflenmesinden önce düşürmenin caiz olduğu ve ruhun üflenmesinden sonra da mutlak olarak haram olması görüşünü tercih etmiştir.(27)
4. Hanbelî Mezhebi
Bazı alimler, ruh üflenmesinden önce yani ilk dört aylık dönem içerisinde çocuk düşürmenin mubah olduğuna dair görüş belirtmekle birlikte, mezhepte hâkim olan görüş, çocuk düşürmenin bu dönemde de haram olduğu şeklindedir.(28)

Görüldüğü gibi, ruh üflendikten sonra çocuk düşürmenin veya aldırmanın haram olduğunda ve bu davranışın cinayet telâkki edileceği konusunda, İslâm hukukçuları görüş birliği içindedir. Ancak klasik fıkıh kaynaklarında, bu konudaki ifadelerin mutlak olarak zikredildiği dikkate alınınca, bu hükmün anne sağlığı için tehlike söz konusu olduğu durumlarda da geçerliliğini koruduğu düşünülebilir.(29) Nitekim, bazı kaynaklarda bu husus açıkça belirtilmiştir.(30) İbn Âbidîn’e göre, cenin canlı ise annenin hayatından endişe duyulacak olsa bile alınması caiz değildir. Çünkü annenin bu sebeple ölmesi bir ihtimaldir. İhtimalden hareketle herhangi bir insanın öldürülmesi ise caiz olmaz.(31) Ancak Kuveyt’te yayınlanmakta olan fıkıh ansiklopedisinin ilim heyeti, ceninin alınmaması halinde annenin hayatının kesin olarak tehlikeye girmesi tıbben söz konusu ise, çocuğun varlığının temelde annenin varlığına dayanması ve sağ olarak doğmasının kesin olmamasına karşılık, annenin hayatta oluşunun kesin olması sebebiyle, anne hayatının dikkate alınmasının daha doğru olacağı görüşüne varmıştır.(32)

İbn Âbidîn’in söylediği gibi bir ihtimalden hareketle herhangi bir insanın öldürülmesi uygun olmaz. Ancak bu konuda, İbn Âbidîn’in bu hükme, döneminin tıbbî bilgileri ışığında vardığı ve fakihlerin ceninin düşürülmesi konusundaki görüşleri göz önünde bulundurularak ikinci görüşün daha isabetli olduğu söylenebilir. Çünkü, çocuğun alınmaması sebebiyle annenin ölmesi halinde, çocuğun yaşayacağı da kesin değildir.

Konuyla ilgili olan ve üzerinde yorumlar yapılan hadisler, başta Buhârî olmak üzere, bir çok hadis kaynağında sahih olarak rivayet edilmiştir. Bir hadise göre; ana rahmindeki cenine üçüncü kırk gün bitiminde ruh üflenir ve eceliyle kaderi belirlenir.(33) Ruhun üflenmesinden söz etmemekle birlikte insanın eceliyle kaderinin belirlenmesinden bahseden başka hadislerde kırk veya bunun küsurları gibi daha az sayıda günlerin verildiği de görülmektedir.(34) Ancak çok sayıda fıkıh eserinde, muhtemel ikinci grup hadislerde ruhun üflenmesinden açıkça bahsedilmemesi sebebiyle, çocuk düşürmeyle ilgili görüşlerin ilk hadise dayandırıldığı ve bundan hareketle cenine ruhun, ilk yüz yirmi günden sonra üflendiği hususunda genel bir kanaate varılmıştır. Bu anlayışta, ceninin anne karnındaki yaratılışı safihasından bahseden ayetin(35) dolaylı ifadesinin de önemli bir payı vardır, ikinci grup hadislerde de ruhun üflenmesinin kastedildiği ve bunun ilk kırk günden sonra vuku bulduğu tarzında farklı bir yorum vardır. (36) Araştırma için önemli olan noktalardan birisi de ‘Ruh ve ruhun üflenmesinden” ne kastedildiğidir. İnsan ruhunun mahiyeti konusunda, din alimleri, filozoflar ve tıp uzmanları binlerce yıldır çalışmalar yapmışlardır. Bunlardan kimisi ruha hayat, kimisi nefis demiştir. Oysa söz konusu edilen ayet ve hadislerden ruhun hayat anlamına gelmediği açıkça anlaşılabilir. İnsanın anne karnındaki (ayet ve hadislerde geçen) ruhun üflenmesinden önceki halinin ve ruhun üflendiğinden hiç bahsedilmeyen bitki ve hayvanların canlılığı konusunda, bugünkü modern ilimlerin araştırmaları neticesinde herhangi bir şüphe kalmamıştır. Nefsin de hayattan farklı olduğunu şu ayetten çıkarabiliriz: “Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını (enfüs) alır da ölümüne hükmettiği canı tutar(alır) ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır.”(37) Bu ayette “enfüs (nefsin çoğulu)” hayat, canlılık anlamında kullanılamaz. Çünkü uyuyan birisinin hayatta olduğu ve canlılığı kesindir. Dolayısıyla “ruh”, “hayat(canlılık)” ve “nefis” birbirinden farklı ve birbirine karıştırılmaması gereken kavramlardır. Ruh üflemenin mana ve mahiyeti tıpkı ruhun kendisi gibi bilinmediğinden; cenin ruh üflenmeden önceki ile sonraki hali ve ruhun üflenmesinin ona canlılık dışında ne kattığı bilinmemektedir.

Allah Teâlâ, “Sana ruhu sorarlar. De ki: Rabbimin emrindedir. Size az bir ilimden başkası verilmemiştir”(38) ayetiyle ruhun mahiyetinin insanlar için meçhul olduğunu ve ancak kendisinin açıkladığı kadar bilinebileceğini ifade etmiştir. Ruh kelimesi Kur’ân-ı Kerim’in pek çok ayetinde çeşitli anlamlarda geçmektedir. Kur’ân-ı Kerim,(39) Cebrail,(40) vahiy,(41) İsa,(42) kuvvet(43) ve anne karnındaki insana üflenen ruh anlamlarında kullanılmıştır.
Cenine ruhun üflenmesi ayetlerde bulunmakla beraber, bunun zamanı ile ilgili bir açıklama yer almamaktadır. Hz. Peygamberin ruhun üflenmesi hakkındaki açıklamalarına(45) dikkat edilecek olursa; birinci rivayette, önce insanın anne karnında 120 gün içerisindeki yaratılışından, sonra da ruhun üflendiğinden bahsedilmiştir; ikinci rivayetlerde, ruhun üflenmesi ile ilgili bir ifadenin açıkça yer almadığı görülür. Burada sadece ceninin yaratılma safhalarından ve kader ile ilgili hususlar zikredilmektedir. Her iki rivayette de ilgili açıklamalar, daha çok insanın yaratılış aşamaları ile kaderinin, ecelinin ve rızkının belirlendiğine dikkat çekme amacına yöneliktir.

Kur’ân-ı Kerim ve hadisler, çocuğun anne karnında geçen hayatını insanların anlayabileceği şekilde açıklamıştır. İnsanların diğer açıklamalarda olduğu gibi bunlardan da ibret almaları ve Allah’ın varlığını, birliğini, irade ve kudretini görmeleri, ayrıca insanların konuyla alakalı araştırmalar yapmaları istenmiş olabilir.

Ruhun üflenmesinden önce (gebeliğin 40. veya 120. gününden önce), çocuk düşürmeyi mubah kabul edenler görüşlerini bu rivayetlere dayandırmaktadırlar. Söz konusu hukukçuların, böyle farklı düşünmeleri, ceninin anne karnında geçirdiği safhaları, döllenme ve çocuğun oluşumu konusunda, dönemlerinin tabiî icabı olarak yeterli tıbbî ve teknik bilgiden yoksun olmalarından kaynaklanmaktadır. Halbuki günümüzde ulaşılan tıbbî bilgiler, yumurta ve spermin döllenmesiyle ayrı bir canlı varlık oluştuğunu ortaya koymaktadır. Bugün, embriyonik döneme (ceninin anne karnındaki ilk sekiz haftalık döneme) bakıldığında ilk günden itibaren devam eden bir gelişmenin olduğu ve henüz on iki haftalıkken kalbinin atmaya başladığı ve yedinci haftadan itibaren de tamamen bir insan şeklini aldığı görülmektedir. Böyle olunca da meşru bir sebep olmaksızın gebeliğin ilk 40. veya 120. gününden önce gebeliğini sonlandırılması, cinayet ve günah olan çocuk düşürme fiillerinin kapsamı dışında tutmak mümkün görünmemektedir.

Ayet ve hadislerde yer alan genel prensipler ve insanın döllenmeden itibaren canlı olduğundan ve aşama aşama gelişerek doğmasından bahseden ayetlerden ve insanın öldürülmesinin yasaklandığını ve büyük günah sayıldığını ifade eden ayetlerden,(47) Hz. Peygamber’in kasden çocuk düşürmeyi cinayet olarak adlandırıp bunu işleyen veya sebep olanın maddi tazminat ödemesine hükmetmesinden,(48) nzık, kader ve tevekkülle ilgili dinî telkin ve emirlerden hareketle ceninin hiçbir aşamada dinen meşru sayılan haklı bir gerekçe olmadan düşürülmesine ve alınmasına, aldırılmasına müsaade edilmemesi, cevaz verilmemesi sonucuna varılabilir. Ayet ve hadisler kürtaja cevaz verilmesine kaynak teşkil etmesinin aksine anne karnındaki çocuğun hayat hakkını güvence altına almaktadır.

Bu itibarla İslâm hukukunda, tıbbî ve dinî bir zaruret bulunmadıkça anne karnındaki çocuğun düşürülmesi ve aldırılması —anne ve baba tarafından yapılmış veya yaptırılmış olsa bile- cinayet (suç) olarak adlandırılıp haram sayılmıştır. Ayrıca hayat ve ölümü yaratan Allah’tır. Anne ve baba insan hayatı ve neslin devamı için sadece bir vasıtadır. Çünkü cenin, yaşama hakkını anne-babasından değil, doğrudan Yaratan’dan alır. Anne babaların başlangıçta çocuk sahibi olup olmamakta iradeleri ve seçme hakları bulunsa da, gebeliği önleyici tedbir ve yöntemleri kullanmalarına dinen izin verilmişse de, artık gebelik teşekkül ettikten sonra doğacak çocuğun hayatına son verme hakları yoktur.(49) Ayrıca düşük veya kürtaj, sadece bebeğe zarar vermez, aynı zamanda anneye de pek çok zarar verir.

Şöyle ki; fazla kan kaybı sonucu şok, böbrek fonksiyon bozuklukları, karaciğer yetmezliği, damar içi hastalıkları olabilir. Enfeksiyon eklenirse karın zarı iltihaplanması, enfeksiyona bağlı şok, tedavi amacıyla kürtaj işlemleri rahim ve komşu organ delinmelerine (idrar kesesi, kalın bağırsak, ince bağırsak) sebep olabilir. Kanama ve kansızlık, damar iltihabı, damar tıkanıklığı olabilir. Hafif enfeksiyonlar, yumurtalık iltihabı, rahim içinde yapışıklıklar ve buna bağlı kısırlık olabilir. Bir başka komplikasyonu koriskar sinoma denilen kanser gelişmesidir. En ağır komlikasyon ise anne ölümüdür.(50) Dolayısıyla bu açıdan da düşük ve kürtaj İslâmın temel ilkelerine aykırıdır. Nitekim Allah Teâlâ: “...kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın...”(51) ve “...kendinizi öldürmeyin...”(52) şeklindeki ayetleriyle insanları uyarmıştır.

Bütün bunlara rağmen birtakım meşru nedenlerden dolayı cenin aldırılabilir.(53) Ancak bu nedenler, konunun uzmanı tarafından belirlenmelidir.

Uzmanlar tedavi amaçlı düşüğün (terapötikabortis), tıbbî açıdan şu nedenle yapılabileceğini söylemektedir: Bir gebelik olgusu annenin veya ceninin sağlığını tehdit ederek veya her ikisine de kötü etki yaparak seyir gösteriyorsa, bu tür olgular yirminci gebelik haftasından önce zorunlu bir şekilde sonlandırılmalıdır.(54)

SONUÇ
İslâm dinine göre insan, yaratılanların en şereflisi, en mükerremi ve en güzelidir. Allah’ın lütfuyla, mükemmel olarak dünyaya gelen, yaratılanlar içinde iradesi eline verilen, akılla donanan en şerefli varlık insandır. Âlem insanlık için yaratılmış, her şey onun hizmetine sunulmuştur. İnsan kâinatın özüdür, göz bebeğidir. Bütün düzenlemeler onun hayatını ve hakkını korumaya yöneliktir. Bütün bunlar, beraberinde insana bazı yükümlülükler de getirmiştir. İslâm hukukunda insana ait bu hak ve yükümlülükler, öncelikle onun insan olmasına, sonra kadın ve erkek olarak cinsiyetine, daha sonra da yaşamı boyunca üstlendiği rollere göre titiz bir şekilde düzenlenmiştir.

İslâm dinine göre hayat hakkı herkes için müsavidir ve her can muhteremdir. İnsan hayatının dokunulmazlığı, korunması, saygınlığı İslâm dininin beş temel ilke ve amacından birisidir. İnsanın yaşama hakkı, sperm ile yumurtanın birleşip döllenmesinden itibaren Allah tarafından verilmiş temel bir haktır. Artık bu aşamadan sonra onun dünyaya gelmesine vesile olan anne ve babası dahil hiç kimse bu hakkı ondan alamaz.

Fakihler, gebeliğin 120. gününden sonra annenin hayatını kurtarmak için yapılan dışında kürtajın yasaklığı konusunda ittifak etmişlerdir. Konunun tartışma merkezini, söz konusu edilen sürelerden önce ceninin canlı ve insan kabul edilip edilmemesi hakkındaki görüşler oluşturmaktadır. Ceninin canlı ve insan olduğu sabit olduğu taktirde hiçbir fıkıhçının, meşru bir sebep olmaksızın onun alınmasına veya düşürülmesine cevaz verebileceği düşünülemez. Çünkü İslâm dini insan hayatına çok önem verir, bir insanın hayatına yapılan cinayeti en büyük günah kabul eder ve ağır bir cezayı gerekli kılar.
_________________
*  Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doktora Öğrencisi
 (1) İbn Hanbel, el-Müsned, V, 198; Suyûtî, el-Câmiu’l-Ehâdis, I, 150; Deylemî, el Firdevs bi Me’sur el-Hitâb: el Firdevsü’l-Ahbâr, II,
(2) Müslim, el-Cûmiu’s-Salûh, Vasiyet, 3.
(3) Örnek olarak bkz: Bakara, 2/ 128; Al-imrân, 3/ 36; İbrahim, 14/ 35; Furkan, 25/ 74.
(4) Komisyon, Meydan Larousse Büyük Lügat ve Ansiklopedi, XII, 7285; Eren, Hasan ve Diğerleri, TDK Türkçe Sözlük, II, 950; Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, 255.
(5) Bozkaya, Hasan, “Abortuslar”, Temel Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi, 575
(6) İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtûrale’d-Dûrri’l-Muhtâr, III, 176; Bilmen, Istılahat-ı Fıkhıyye, III, 147
(7) Harman, Ömer Faruk, “Çocuk Düşürme” maddesi, DİA, VIII, 363
(8) Mevsuatii’l-Fıkhıyye, “içhad” maddesi, II, 56
(9) Eren, Hasan ve Diğerleri, Türkçe Sözlük, I, 252
(10) İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “cenirT’md., XIII, 93; Yazır, Elmalılı Hamdı, Alfabetik İslâm Hukuku ve Fıkıh Istılahları Kamusu, (Haz: Sıtkı Gülle), I, 230; Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-u İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, III, 145; Erdoğan, Fıkıh Terimleri Sözlüğü, 53
(11) Necm, 53/32
(12) İsrâ, 17/31; En’am, 6/151
(13) Al-i İmrân, 3/36;Necm, 53/21; Leyi, 92/3; Tahrim, 66/12; Hûd, 11/42.
(14) Ayrıntılı bilgi için bkz: Şafiî, el-Ürmn, IX, 264; Sehnûn. el-Müdevvenetü’l-Kübnı, IV, 630; Şîrâzi, el- Mühezzeb fi Fıkhi’l-tmaın eş-Şafü, III, 213; İbn Rûşd, Bidâyetü’l-Müçtehid ve Nihâyetül-Muktesid, II, 347; Kâsâni, Bedâiu’s-Sanâi fi Tertibi’ş-Şerâi, X, 455; Merğinânî, el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l- Mübtedî, II, 474; İbn Kudâme, el-Mıığnî ve’ş-Şerhu’l-Kebîr ala Metni’l-Muknî, IX, 551, VIII, 204, VII, 198, IX, 543, 558; Mevsılî, el-İhtiyâr li ta’lîli’l- Muhtar, II, 504; Şirbinî, Muğnî’l-Muhtâc, V, 368-374; Behûtî, Keşşâfu’l-Kınâ’ an,Memi’l-/knâ, VI, 23; Derdîr, eş-Şerhu’s-Sağir ala Akrabi’l-Mesöük, IV, 716, 581, 407, 377, 574, 542, 533: el-Fetevâ’1-Hindiyye, VI, 385; İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, VI, 587-592; Cezîrî, el-Fıkh ale’l-Mezâhibi’l Erbaa, V, 372-377; Bilmen, Istılâhât-ı Fıkluyye Kamusu, ili, 150-156; Zuhaylî, Vehbe, el-Fıkhu’l-/slûmî ve Edilktııhu, Dımaşk, 1996, 111, 667, IV, II, 362; Mevsuatu’l-Fıkluyye, “cenin” md., XVI, 117; Uzunpostaicı, Mustafa, “Cenin” md. DİA İslâm Ansiklopedisi, VII, 369
(15) Kıyame, 75/36; Vakıa, 56/58
(16) Târık, 86/6
(17) Secde, 32/8; Mürselât, 77/20
(18) Mü’minûn, 23/12, 13, 14; İnsanın yaratılışı ile ilgili diğer ayetler: Hacc, 22/5; Âl-i tmrân, 3/6; Nisa, 4/1; A’râf, 7/11, 189; Hicr, 15/26, 28, 29; ; Fâtır, 35/11; Sâd, 38/71-74; Mu’min, 40/67; Rahman, 55/15; Meâric, 70/39; Fussilet, 41/47; Mürselât, 77/21; Kıyamet, 75/37-39; Zümer, 39/6; İnşân, 76/1; Alak 96/2
(19) Örs, Rahmi ve Dilmen, Uğur, “Fetal Fiyoloji”, Temel Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi, 205, 206
(20) Çeker, Orhan, “Çocuk Düşürme” md., DİA, VIII, 364
(21) İbn Âbidîn, Reddü’l-Mıthtâr, III, 176; Udeh, Abdulkadir, et-Teşrîu’l-Cinâiyyi’l-lslâmî, II, 295; Bilmen, Istıluhat-ı Fıkhıyye, III, 149, 150; Döndüren, Hamdi, “Cenin” md., Şamil İslâm Ansiklopedisi, I, 34; Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, I, 379; Çeker, Orhan, İslâm Hukukunda Çocuk, 149-150
(22) İbn Âbidîn, ReddiVl-Muhtâr, III, 176
(23) İbn Âbidîn, Reddü’l-Mulıtâr, III, 176; Udeh, et-Teşrîul-Cinâi, II, 295; Zuhaylî, el-Fıklm’l-İslûmî, III, 557; Mevsûa, “içhad” md., II, 57; Çeker, “Çocuk Düşürme” md., DİA, VIII, 364; Saraç, Hüseyin, Ekonomik ve Sosyal Boyutuyla tslâmda Nüfus Politikası, 160-161; Omran. Adel Rahim, İslâm Kültüründe Aile Planlaması, (Trc: Komisyon), 215
(24) Hindiyye, XII, 126; İbn Âbidîn, Reddü’l-Mulıtâr, III, 176; Mevsûa, “içhad” md., II, 58; Zuhaylî, el-Fıkhu’l- Islâmî, III, 557; Döndüren, İlmihal, I, 379; Omran, Aile Planlaması, 215
(25) Udeh, et-Teşriu’l-Cinâi, II, 295; Zuhaylî, el-Fıklıu’l-hlâmî, III, 557; Mevsûa, “içhad” nıd., II, 57; Çeker, “Çocuk Düşürme” rad., DİA, VIII, 364
(26) Remlî, NilıâyetU’l-Muhtâc ilâ Şerlü’l-Minlıâc, VI, 205; Zuhaylî, d-Fıkhu’l-lslâmî, III, 558
(27) Mevsûa, “içhad” md, II, 57, 58; Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, III, 558; Oınran, Aile Planlaması, 216
(28) İbn Kudâme, Muğnî, VIİ, 816; Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, 1(1, 558; Mevsûa, “içhad” md., II, 57; Çeker, “ÇocukDüşürme” md., DİA, VIII, 364
(29) Çeker, “Çocuk Düşürme” md., DİA, VIII, 364
(30) Turî, Tekmiletü’l-Bahri’r-Râik, VIII, 233; îbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, 1, 602
(31) İbn Âbidîn, Reddü ‘l-Muhtâr, 1, 602
(32) Mevsûa, “içhad” md., II, 57
(33) Buhârî, el-Cânüu’s-Sahîh, Bed’ü’l-Halk, 6; Müslîm, Kader, 1; Ebû Dâvûd, Sünenü EbîDâvûd, Sünnet, 16
(34) Ahmed b. Hanbel, IV, 7; Müsiîm, Kader, 2, 4.
(35) Mü’minûn, 23/ 12-14. (Ayette zikredilen süreçte “ay” ifadesi geçmemektedir. Sadece süreç ifade edilmektedir. Dört safhayı 40’ar günlük dilimler olarak kabul etmek ve ayeti, hadise delil olarak zikretmek yanlıştır. Böyle bir yorum yani ayeti bu hadise göre yorumlamak, ayeti müsbet ilimlere zıtmiş gibi gösterir. Bu son derece sakıncalıdır. Bkz: Yıldırım, Enbiya, Geleneksel Hadis Yorumculuğu, 53)
(36) Çeker, “Çocuk Düşürme” md. DİA, 1993, VIII, 364
(37) Zümer, 39/42
(38) lsrâ, 17/85
(39) Şura. 42/52
(40) Şuarâ, 26/193-195; Meâric, 70/4; Nebe’, 78/38
(41) Mü’min, 40/15
(42) Nisa, 4/171
(43) Mücâdele, 58/22
(44) Secde, 32/9, (“Sonra onu düzeltti ve ona kendi ruhundan üfledi...”); Hicr, 15/29; Sâd, 38/72, (“Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın”)
(45) “Şüphesiz, her birinizin yaratılışı ana rahminde 40 gün toplanır. Sonra o maddeler (nutfe) o kadar zamanda (40 günde) alaka olur. Daha sonra yine o kadar bir zamanda (40 günde) mudga haline döner. Bundan sonra Allah, Bir melek gönderir. Ona dört şeyi; o kimsenin rızkını, ecelini, amelini, şakimi said mi olacağını (yazması) emreder. Sonra ona ruh üflenir. “(Buhârî, Bed’ü’1-Halk, 6; Ebû Dâvûd, Sünenü Ebî Dâvûd, Sünnet, 16; Müslim, Kader, 1.), “Nııtfe rahme yerleştikten 40 yahut 45 gece sonra nutfe üzerine melek gelir ve der ki Ey Rabbim! (Bu ) şaki mi Said mi Daha sonra yazılır. Yine melek der, Ey Rabbim! Erkek mi kız mı? Bunun üzerine yazılır. Ameli, eseri, eceli ve rızkı da yazdır. Sonra sayfalar durulur. Bundan sonra ne artış ne de azalış olur.” (Ahmed b. Hanbel, IV, 7; Müslîm, Kader, 2,4.)
(46) Mü’minûn, 23/ 12-14; Hac, 22/5.
(47) En’âm 6/ 151 (...fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin...); tsrâ 17/ 31 (Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın muhterem kıldığı cana kıymayın...); diğerleri için bkz: Nisa, 4/92, 93; Mâide, 5/32; Mümtenine, 60/12
(48) Müslîm, Kasâme, 34; Ebû Dâvûd, Diyât, 31; Tirmizî, Sünenü’t-Tirmizî, Diyât, 15
(49) Kılıçer, Esat, “Çocuk Düşürme” rad., İslâm’da İnanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, 1, 378; Komisyon, İlmihal II İslam ve Toplum, 137
(50) Bozkaya, a.g.b., Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi, 581,582, 590.
(51) Bakara, 2/195
(52) Nisa, 4/29
(53) “Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî, III, 557
(54) Bozkaya, a.g.b., Kadın Hastalıkları ve Doğum Bilgisi, 575

 
Misak.Sayı226.Ocak.2013