Gönderen Konu: Çocuk aldırmak CİNAYETTİR !!  (Okunma sayısı 9255 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ıssızada

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 107
Çocuk aldırmak CİNAYETTİR !!
« : 15 Şubat 2012, 15:51:18 »

*COLLAGEN MADDESININ NE OLDUGUNU BILIYOMUSUNUZ !!!*

Kürtajın korkunç yüzü ve kozmetikle iğrenç ilişkisi (mutlaka okuyun mümkün olduğu kadar çok kişiyle paylaşın Allah rızası için)

Dr. Bernard N. Natonson kürtajın uygulanış safhalarını bir filme çektirip yorumladı: '' Kürtajın yapılma safhaları hassas aletler ve ultrasonla filme çekildi. Kürtajı yapan evli olmayan genç bir doktordu. İki ayrı kürtaj kliniğinde çalışıyordu ve 10.000 'e yakın kürtaj yapmıştı.Kendisinden filmin editörü olmasını istedik.kabul etti. Filmi seyretti, editör oldu ama odadan çıktıktan sonra bir daha kürtaj yapmadı . Kamerayla çekim yapacak kadın da özel olarak seçilmişti. Bu kadın kürtajı şiddetle savunan bir feministti. Ancak kendi eliyle görüntüldiği filmi seyrettikten sonra kürtajla ilgili konularda hiçbir tartışmaya katılmadı. filmde önce bebek ana rahminde rahatça hareket ederken görüntüleniyor.Kürtajı yapan kişi rahme müdahele ettiği zaman çocuk bir an dona kalıyor.Müdahelenin aksi istikametine, rahmin diğer tarafına doğru kaçmaya çalışıyor.Kalp atışları 140'tan 200'e çıkıyor.Kürtaj yapan kişi çocuğu ararken çocuğun dehşetle ağzını açtığını görüyorsunuz. Sonra kürtaj yapan el ona doğru uzanıyor, çocuğun ağzı öylesine açılıyor ki , çığlık atışını filmde görebiliyorsunuz. Kürtaj yapan kişi onu başından tutuyor ve başını vücudundan ayırıyor. 12 haftalık bebekten geriye birkaç doku artığı kalıyor.Bu değişiklik kürtaj çeşitlerinden sadece birisidir.Kürtaj yapanlar anestezi uzmanı arasında gizli bir dil vardır.Baş bir numara olmak üzere çocuğun vücudu numaralandırılıyor. Anestezi uzmanı kürtajı yapana soruyor:'1 numara çıktı mı?Bitirdik mi?' Kürtajı yapan ya da olmayı kabul eden insanlar acaba bir hayatı katlettiklerinin farkındalar mı?''
Kürtajı hikayesinin satırlarını bile okurken insan ürperdiği halde nasıl olur da hissettiği , yaşadığı bir şeyden dehşete kapılmıyor ve korkmuyor?Aslında iş bununla da kalmıyor, insanoğlu vahşetini bir kürtajdan arta kalan ceninlerin kullnaımıyla sergiliyor. Nitekim kozmetik firmalarının ürünlerine kürtajla alınmış bebeklerin ceninleri kullanılıyor. Başta Fransa'da kullanılmak üzere birçok 3. dünya üleksinden getirilen kürtajla alınmış bebeklerin kozmetik firmlarına satıldığı bildirliyor. bunun delili olarak da ABD ve Avrupa'da kamyonlar dolusu ceninin ele geçirilmesi gösteriliyor.
kozmetik sanayinin imparatoriçesi yahudi asıllı Helena Rubinstein'in ürünlerinin reklamlarında ''cildin gen ve yaşayan hücrelelerle'' güzelleştiği belirtliyor.Gel gör ki , bu ürünlerin yapımında kullanılan COLLOGEN adlı maddenin ceninden elde edildiği ya bilinmiyor ya da bilinmezlikten geliniyor ve zavallı güzellik düşkünü insanlarda ciltlerinin güzelliği için kullandıkları kozmetik ürünlerinin mayasında , katledilen bir hayatın var olduğunun farkında bile değiller. yoksa aksi olarak ''Vahşetle güzellik olmaz''düsturundan çok mu uzaklar?
Dünya bu vahşette yüzerken Türkiye geri kalır mı? Araştırmalar Türkiye'nin gizli cenin cenneti olduğunu ortaya koymuştur.Nitekim Türkiye'nin en büyük doğum hastanesi olan ismi bizde saklı kadın hastanesinde çalışan üst düzey bir yetkili kürtajla alınan ceninlerin kozmetik firmalarına satıldığını söylüyor. Adının açıklanmasınıistemeyen yetkili kozmetik firmalarının kürtaj yapılan bütün hastanlere eleman gönderdiğine dikkat çekerek bu elemanların ceninleri satın alma işlemini son derece gizli yürüttüklerini ve bu ticaretten hastanelrden hayli yüklü gelir de elde ettiğini kaydediyor.$IMDI GERISINI SIZ DÜ$ÜNÜN

'' Hudâ yardımcıdır ehl-i hüdaya ,

   Sizi ısmarladım hıfz-ı Hudâ'ya ''

Çevrimdışı ıssızada

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 107
Ynt: Çocuk aldırmak CİNAYETTİR !!
« Yanıtla #1 : 15 Şubat 2012, 15:58:01 »
 
Ekim: Bugün var edildim. Buradayım. Varım.
Müthiş bir duygu bu.
Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.
……
Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm.
Ama ne de olsa, ben benim. Varım ya!
Bu bana yetiyor.
Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama,
varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum.
Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.
19 Ekim: Biraz büyüdüm.
Kımıldamam mümkün değil.
Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum.
Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor.
Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum.
Annem beni çok sevecek. Annem için güzel bir sürpriz olacağım.
23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı.
Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum.
Bu “el”in dokunduğu yerler dudağım damağım oluyor.
Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde
tebessümler açacak, güleceğim.
Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek.
Herhalde önce “Anne!” diyeceğim.
Anne duyuyor musun beni?
Seninle konuşacağım. Sana güleceğim.
Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim.
Nasıl olur?
Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya.
Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun
yine ekmektir…
Öyle değil mi anneciğim? Ah bir konuşabilsem!
27 Ekim: Bugün pek mutluyum.
İçimde tatlı bir kıpırtı başladı.
Artık bir kalbim var.Kalbim atmaya başladı.
Hayatım boyunca böyle atıp duracak.
Sevgilerle dolduracağım kalbimi.Tıpkı anneminki gibi…
Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi
ne kadar sevinirdi! Duyuyor musun anne?
2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum.
Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı.
Hele bir büyüsün kollarım bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim.
Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz.
Belki birlikte okula gideriz.
12 Kasım: Ah evet. Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler.
Aman Allah’ım parmaklarım da çıkmaya başladı.
Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım,
kalem tutacağım.Belki de güzel bir şiir yazacağım.
Anneciğim, orada mısın?
Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum…
20 Kasım: Oh, nihayet..
Annem doktora gitti.Burada olduğumu öğrendi.. Yaşasın!
Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni.
Ultrason diyorlarmış.Resmimi bile çekti.
Sevinmiyor musun anneciğim?
Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım.
25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor.
Fakat henüz kız olduğumun farkında değiller.
Onlara sürpriz yapacağım..
10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı.
Artık iki güzel gözüm,bir küçük burnum,dudaklarım ve yanağım var.
Anneme benziyorum galiba.
13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum.
Etrafım çok karanlık ama olsun.Yine de mutluyum.
Yaşıyorum ve varım.
Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim,
renkleri ve çiçekleri tanıyacağım.
Rüyamda gördüm.Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış..
Onu çok merak ediyorum..
Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim.
Tanışacağız.. Mutlu olacağız. Gülüşeceğiz..
24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık.
Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum.
Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun?
Hatta sesini bile tanıyabiliyorum.
Sesin ne kadar tatlı.Hiç duymadığım bir şey bu.
Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım.
Kollarında uyuyacağım,yüzüne bakacağım,o tatlı sesini dinleyeceğim.
Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim?
Sen de beni özlüyorsundur mutlaka.
Beni koklayacaksın.. Çok seveceksin, değil mi?
28 Aralık: Anne burada bir şeyler oluyor.
Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle…
Sen acı çekiyor gibisin. Kalp seslerin değişti… Sustun.
Benimle niye konuşmuyorsun anne?
Anne. Anne. Anneciğim.
Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum.
Anne, yüzümü parçalıyorlar…
Anne bir şeyler yap. Anne.
Kolumu çekiyorlar anne.
Canım yanıyor anne… Anne.
Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne…
Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne.
Anne kalbimi parçalıyorlar.
Anneciğim. Anne. Anne. An.
Kürtajınız tamamlandı hanımefendi. Geçmiş olsun !..
'' Hudâ yardımcıdır ehl-i hüdaya ,

   Sizi ısmarladım hıfz-ı Hudâ'ya ''

mazhar

  • Ziyaretçi
Kürtaj
« Yanıtla #2 : 05 Haziran 2012, 08:25:42 »
Alıntı
Kürtaj
 

Kadın doğum hekimiyim. Kürtaj yapmanın doktor açısından dinimizdeki yeri nedir?

CEVAP
Bazı doktorlara göre kürtaj cinayettir. Kürtaj yapan idamla yargılanmalıdır. Ama dinimizde öyle değildir.

Doktorlar, dini bir kaygı duymadan rahatça dinden bahsedebiliyorlar. Biz de tıbbi kaygı duyarak tıptan bahsedelim. Kürtaj [curretage], kazımak demektir. Diş etlerindeki lezyonarı temizlemeye de kürtaj denir. Jinekolojide kürtaj, rahimdeki bir dokuyu kazıyarak almak demektir. Bu dokular gebelik ürünü veya tedavi maksatlı olabilir. Kanama bozukluklarında teşhis maksadı ile kısırlık araştırmaları için de kürtaj yapılabilir. Genel olarak, istenmeyen gebeliklerin sonlandırılması maksadı ile yapılır. Ama kürtaj, bir doğum kontrol metodu değildir

 

Kürtajın riskleri gebelik büyüdükçe artar. Özellikle büyük gebeliklerde kürtaj esnasında çok kanama olabilir. Kanama durdurulamaz ise tehlike arz edebilir. Onun için kürtaj ilk aylarda yapılmalıdır. Kürtajın yasal sınırı 10 hafta, yani 2.5 aydır. Bundan sonra kürtaj olmak illegaldir.O halde kürtaj için gecikmemeli, 2.5 ayı aşmamaya gayret etmelidir. Kürtaj imkanına ulaşmamış binlerce kadının gayri sıhhî metotlarla gebeliğini kendi kendine sonlandırmasında meydana gelen ağır hastalıkla hayatını kaybettiği acı bir gerçektir. O halde kürtaj meşru yollarla yapılmalıdır.

 

Yasaya göre 18 yaşından büyük ve evli olan kadınlar hem kendi hem de eşlerinin rızası ile kürtaj olabilir. Resmen evli görülmeyen kadınlarda eş rızası aranmaz. 18 yaşından küçükler ise ancak veli veya vasilerinin onayı ile kürtaj olabilirler.

 

Dinimizde ise, özürsüz çocuk aldırmak haramdır, yasaktır. Hele fakirlikten korkarak, rahmindeki çocuğu öldürmek, haksız yere cana kıymak, yani cinayet olduğu gibi, evlat hakkını da tanımamaktır, büyük günahtır. Ananın veya süt emen diğer çocuğun ölümüne sebep olan bir özür varsa, uzuvları teşekkül etmeden çocuk aldırmak caiz olur. Kütüb-i sittedeki, (İnsan, anne karnında nutfe olarak 40, kan pıhtısı olarak 40, et parçası olarak da 40 gün kalır. Bundan sonra ruh verilir) mealindeki hadis-i şerifini de esas alan âlimler, bir özürden dolayı, 1 aydan 4 aya kadar kürtaja izin vermişlerdir. (Redd-ül Muhtar)

 

Dinimizde fakirlikten dolayı iyi bakamamak, besleyememek korkusu, kürtaj için özür olmaz. Din bilgilerinin öğrenilmesinin yasaklanması sebebiyle o ülkelerde yaşayan Müslümanların çocuklarına din bilgisi öğretememek, İslam terbiyesi ile yetiştirememek korkusu kürtaj için özür olur.

 

Hanımım saf, çocuk da saf olur düşüncesiyle 5 aylık çocuğu aldırmak günah mı?

CEVAP

Beş aylık çocuk saf veya sakat olacağı sanılsa da aldırılmaz. Aldırılması haram olur. 4 aydan küçük olursa,  islam terbiyesi verememek niyetiyle çocuk aldırmak caizdir. 4 aydan sonra niyet ne olursa olsun aldırmak haramdır, büyük günahtır.



Ananın ölümüne sebepse, 5 aylık çocuğu kürtaj caiz mi?

CEVAP

Caiz olmaz. Annenin ölümü kesin değil ama, kesin olsa bile, ötekini öldürmek caiz olmaz. İkisi de canlıdır. Canlının biri diğerine tercih edilmez. Yani çocuğu kurtarmak için anne öldürülemez, anneyi kurtarmak için çocuk öldürülemez.



(Sağlık, estetik, ekonomik ve sosyolojik gibi bir sebeple dört ayı da geçse kürtaj caizdir) diyen oluyor. Caiz midir?

CEVAP
O sapığın saymadığı başka bir sebep kalmadı. Yani her sebeple çocuk aldırılır diyor. Halbuki uzuvları teşekkül ettikten sonra, yani dört ayı geçtikten sonra çocuk aldırmanın caiz olmadığı bütün fıkıh kitaplarında yazılıdır.



DÜŞÜK YAPMA
Kürtaj, ana rahmindeki "cenin"* in herhangi bir dış etkiyle düşmesi. Bu, kasıtlı olarak ilaç kullanma vb. ile olabileceği gibi, korku, yüksek bir yerden düşme, döğülme, hastalık... ile de olur.

Tıpta kullanılan "kürtaj" terimi ana rahminin içini kazıyarak oniki haftaya kadar olan gebeliklerin sona erdirilmesi anlamına gelmektedir.

Kürtaj, istenmeyen gebeliği sona erdirmek için kullanılan bir metoddur; İslâm dışı yaşama biçimini benimsemiş toplumların bir ürünüdür. Onlara göre kürtajın iki temel sebebi vardır:

1- Gayr-i meşrû gebelikler, 2- Çocuğun beslenmesi, eğitimi gibi ebeveyni sıkıntıya düşüreceği sanılan hususlar.

1- İslâm'ı yaşama biçimi olarak benimsemiş bir toplumda zina ve zinaya götüren bütün ilişkiler haramdır. Gençlerin zamanı gelince evlendirilmesi, onlara maddî imkân sağlanması toplumun görevi olduğu için, zina ve fuhuş olmaz. Gayrîmeşru ilişki sonucu meydana gelen gebelikte çocuğun organları teşekkül ettikten sonra aldırılması haram olur. Çünkü çocuk günahsızdır. İslâm'a göre bu durumda çocuk aldırmak çözüm değildir. Çözüm, zina edenlerin cezasını çekerek tövbe etmeleridir.

http://www.sadakat.net/fikih_ans/D/dusuk_yapma.htm



http://www.sadakat.net/merakedilenler/MerakEdilenKonular/19-Kurtaj.htm

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Kürtaj
« Yanıtla #3 : 05 Haziran 2012, 08:28:11 »
DOĞUM KONTROLÜ VE NÜFUS PLANLAMASI

Soru: "Diyanet İşleri Başkanlığı; doğum kontrolü yapmanın caiz olduğuna dair fetva vermektedir. Bazı gönüllü kuruluşlar; nüfus planlamasını 'ailelerin istedikleri zaman, istedikleri kadar çocuk yapmaları' şeklinde tarif etmektedirler. (...) Her ailenin; bakabileceği kadar çocuk yapması, akla ve mantığa da uygundur. Dinimizin hükümleri ile akıl arasında bir çelişki olamaz. (...) Bazı hocaefendiler; anne rahmine düşen çocuğun dört ay içerisinde aldırılabileceğini söylüyorlar. Bazıları ise; azl fiilinin dışında, hiçbir şekilde doğum kontrolü yapılamayacağını iddia ediyorlar. Her iddia sahibinin, kendine mahsus bir delili vardır. (...) Çalışmak mecburiyetinde olan bir karı-koca; aralarında istişare ederek, doğum kontrolü yapamazlar mı? Eğer yaparlarsa, günah işlemiş olurlar mı? Bütün tedbirlere rağmen kadın hamile kalırsa; kocasının rızasıyla ve dört ay çerisinde, bu cenini aldırabilir mi? Hanefi fukahasının, bu husustaki içtihadları nedir?"

CEVAP: Nüfus planlamasını ve doğum kontrolünü savunan gönüllü kuruluşların, ekonomik sebepleri (özellikle işsizlik, fakirlik, hayat pahalılığı, enflasyon vs.) ileri sürdükleri sabittir. Teorilerini savunurken; "ailelerin istedikleri zaman, istedikleri kadar çocuk yapmalarını" tavsiye etmeleri, bir demagojiden ibarettir. Çocuk özlemi ile kıvranan zengin aileler, niçin bu arzularına kavuşamıyorlar? Allahu Teala (cc)'nın ilmi, dilemesi ve yaratması söz konusu olmadan, kainatta hiçbir hadise meydana gelemez. Kadere ve kazaya iman eden her Müslümanın, bu propagandanın bâtıl olduğunu iyi bilmeleri gerekir. Doğum kontrolü; halen yaşayan insanların; dünyaya gelmesi muhtemel olan insanlara karşı başlattıkları, gizli bir mücadeleden ibarettir. Kürtaj ise tam bir cinayettir.

http://www.sadakat.net/fikih/027.htm
« Son Düzenleme: 05 Haziran 2012, 10:21:58 Gönderen: Tuğra »

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Kürtaj
« Yanıtla #4 : 05 Haziran 2012, 08:31:53 »
KÜRTAJ MESELESİ

Soru: "-Bazı televizyon kanallarında, nüfus planlaması ile ilgili programlar yapılmaktadır. Bu programlarda; evli olan insanlara, istedikleri zaman çocuk sahibi olabilecekleri telkin edilmektedir. (..) Evliliğimin ilk yılında hamile kaldım. Bunu kocamdan gizledim. İstediğim zaman çocuk sahibi olabileceğime inandığım için, düşük yaptım. Bu hadiseden sonra, vicdanen rahatsız oldum. Seneler sonra; ilk çocuğumuzu düşürdüğümü, eşime söyledim. (..) Bazı hocaefendiler; yüzyirmigünden önce ceninin canlı olmadığını söylediler. Bunu bir hadis-i şerif'le izah ettiler.(..) Bazıları da ceninin hakları olduğunu ve benim, kocama diyet vermemin gerekli olduğunu söylediler. Size yazmaya karar verdim. Ne yapmamı tavsiye edersiniz


http://www.sadakat.net/fikih/0111.htm


http://www.sadakat.net/aile/Aile/KK2.htm
« Son Düzenleme: 05 Haziran 2012, 10:23:51 Gönderen: Tuğra »

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Kürtaj
« Yanıtla #5 : 05 Haziran 2012, 08:44:35 »
bebek olmaması için korunmak caiz midir?özellikle kordon bağlatmak yöntemi doğru mudur?yardımcı olursanız sevinirim.teşekkürler.

Kadının veya erkeğin cinsî yapısını kökten değiştirmeye yönelik olmayan geçici tedbirlerin alınması caizdir. Bunu kürtaj olarak değil de, hamileliğe bir tedbir olarak görebiliriz.

Ancak bu işin, tıbbî/zaruri bir özürden kaynaklanmaması halinde, kadının galiz avretinin erkek veya kadın bir doktorun önünde açılması caiz değildir. Bu noktaya dikkat edilmesi gerekir. Zira spiralin takılmasında avretin görülmesi durumu, meselenin kendisinden daha ağır bir manevi risktir
http://sorular.mollacami.com/soru-ve-cevaplar-632.html

mazhar

  • Ziyaretçi
Kürtaj deyip geçmeyin
« Yanıtla #6 : 05 Haziran 2012, 08:50:27 »


Kürtaj deyip geçmeyin




Kürtaj ve sezaryenle ilgili tartışmalar devam ederken, feminist ve sol görüşlü kadın kuruluşların Başbakan Erdoğan'a tepkileri sürüyor.

 Bir avuçlar ama medyanın desteğiyle sesleri gür çıkabiliyor.
 
Onlar örneğin “protesto” adı altında gerçekleştirdikleri eylemlerde, sağa sola saldırarak polisi bir güzel tahrik edip, kendilerini gözaltına aldırmayı başarıyor!

 Ertesi gün medya da, “kürtaja kelepçe” manşetleriyle çıkıyor.
 
Hükümet'in en yakınındaki “diyalogcu” çevrelerden de destek görünce, haliyle iyice küstahlaşabiliyor; “Ben üremek istemiyorum”, “Sevgilimin bedeni, sana ne?”, “Vajina benim, kime ne?” gibi sloganlarla konuyu iyice iğrençleştirebiliyorlar.
 
Bu çevrelerden geçen biri, kürtaj çıkışını alay konusu ettiği Başbakan Erdoğan'ın “birileri tarafından ele geçirildiği”ni belirterek, “Önümüzdeki hafta ojeli tırnakla abdest ve oruçluyken plaj konusuna gireceğinden söz ediliyor” diyor.
 
Başbakan'a bir avuç ne idüğü belirsiz grubun argümanları ile muhalefet ediyor, milletin diliyle değil.

“Sayın Yazar”, kürtaj tartışmasıyla ilgili Başbakan'ı, Hükümet'i eleştirecekse, örneğin bir zina konusunu gündeme getirebilir.

“Kürtaja büyük ölçüde asıl sebep, zinadır. Önce zinanın yeniden suç sayılması tartışılmalıdır” diyebilir örneğin.

“Dini bütün bir aydın”a bu yakışır, kanımca.


Ama demiyor.
 
Başbakan'ın kürtajla ilgili sözlerini “bayağı” ve “gereksiz” görüp, alaya alıyor.

Oysa, Başbakan'ın kürtaj konusunda “derdinin ne olup ne olmadığını” en iyi bu insanların anlaması gerekmez mi?
 
Yasaklarla elbette arzu edilen sonuçlar elde edilemeyebilir.
 
Gönül ister ki, ne kürtaj olsun ne de yasak.

Ancak bu olmuyor ve “kürtaj” aile kurumunu temelden sarsan gayri meşru ilişkilere yönelime; evli çiftlerde sorumsuzluğa “teşvik edici” bir hal alıyorsa, sorumlu bir Başbakan “çare” arayışına girebiliyor.
 
Bunun (tıbben ve dinen) sakıncaları bulunduğunu, her şeyden önce bir cinayet olduğunu söyleyerek, insanları en azından durup bir düşünmeye yönlendiriyor.

Zoraki durumlar elbette olabilir…

Başbakan bu konuda, sorumluluğu altındaki halkı, bedeninin zarar görmesinden, günahtan, gayri meşru ilişki ve çocuktan korumaya çalışıyor.

Düşünün, kürtaj, her geçen gün azalışa geçmiş; dünyaya gelen gayri meşru çocuk sayısı düşmeye başlamış, fena mı?
 
Bu herkesin ortak arzusu değil mi yoksa?
 
Değerli Habervaktim okuyucuları;

Ülkemizde bu ortak arzuya ortak olmadıkları gibi toplumu aksi yöne çekmeye çalışanlar da yok değil.

Bir takım vakıf ve dernekler uzun yıllardır Türkiye'de “nüfus planlaması” adı altında evli çiftleri adeta yuvasızlaştırmaya; gençleri evlilik dışı ilişkilere, kürtaja yönlendiriyor.

Bu çalışmalarda aktif rol alan kuruluşlardan olan SEV, ÇEV, ÇYDD gibi vakıf ve derneklerin Ergenekon operasyonları ile perçinlenen “misyonerlik faaliyetleri”, tezgahı, ortaya koyuyor.

Sağlık ve Eğitim Vakfı'nın Başkanı olan Yaşar Yaşer, uzun yıllardır Türkiye'de “Türkiye Aile Sağlığı ve Genel Koordinatörü” sıfatıyla “doğum karşıtı” faaliyetlerde bulunuyor, kürtajı ve sezaryeni savunuyordu.

Yaşer'in, Hıristiyanlığın bir kolu olan Protestanlığın Türkiye'de yayılması için faaliyet gösteren Dünya Kiliseler Birliği'nin Türkiye Temsilcisi olduğu belirtiliyor. Bu iddia bizzat MİT Raporu'nda geçiyor.

Eşi Gülseven Yaşer de daha düne kadar Başkanlığı'nı yaptığı Çağdaş Eğitim Vakfı eliyle, “çağdaş bir yaşam idame ettirme” adı altında feminizm propagandası yaparak, Türk aile yapısını kökten sarsacak bir kadın ve aile model ortaya koyuyordu. (Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin kurucu başkanı Türkan Saylan'ın hayatı boyunca ÇEV ile birlikte hayata geçirdiği projeler de malum.)

2009'da Ergenekon soruşturması, 2001 tarihli MİT raporunda “Protestan Misyonerliği yaptıkları” iddia edilen ÇYDD ve ÇEV'e kadar uzandı. ÇYDD Başkanı Türkan Saylan gözaltına alındıktan kısa bir süre sonra hayata gözlerini yumarken, ilerleyen haftalarda ÇEV Başkanı Gülseren Yaşer hakkında da mahkemece yakalama kararı çıkarıldı.

Ancak Gülseven Yaşer, iddianame hazırlık aşamasında iken “tedavi için gittiği” ABD'den halen dönmüş değil ve bugün firari durumda. Yaşer son bir yıl da kırmızı bültenle aranıyor ancak aylardır yakalanabilmiş değil.

Amerika'da “birileri”nin koruması altında.

Haklarında hazırlanan iddianamede yer alan bilgi ve belgelerden, bu vakıfların bir taraftan terör örgütü mensubu öğrencilere burs verdikleri; ulaştıkları öğrencilerin kız-erkek birlikte kalmalarını sağlamaya, dini yaşamdan uzaklaştırmaya çalıştıkları; TSK içindeki genç subayları bu öğrencilerle fuhuş yapmaya çekmeye gayret ettikleri görülüyor…

ÇEV ve ÇYDD'den çıkan dokümanlarda aynen şunlar deniliyor:

“Kız ve erkek öğrencilerin birlikte kalacakları konutlar sağlanmasına özen gösterilecek. Faaliyetlerimizi engelleyebilecek dinsel-şoven-kültürel dogmaların giderilmesine yönelik olarak eğitimlerde doğal cinsellik ön plana çıkarılacak. Askerî okullara yakın çevrede oluşturulan kız evlerine en uygun kızlar aktarılacak. Kızlara her türlü fedakarlık yapmaları için yönlendirmede bulunulacak…”
 
Habervaktim.com olarak, tüm bunların, “masum bir çağdaş yaşam çabası”, olarak değerlendirilmesinin saflık olacağını düşünüyor, Sayın Başbakan'ın “kürtaj görüşünü” destekliyoruz.
 Fatih Akkaya Haber vaktim.com



mazhar

  • Ziyaretçi
Anne rahmindeki bir ceninin günlüğü
« Yanıtla #7 : 05 Haziran 2012, 08:53:22 »

Anne rahmindeki bir ceninin günlüğü





Kürtaj tartışmaları devam ediyor... Ve maalesef birileri; bu meseleyi "ideolojik zemin"e çekmek istiyor ve bir anlamda "kaleyi kaybetmemek" için canhıraş bir gayret sarfediyor.
 
Olayı, "alt tarafı bir cenin" deyip hafife almak isteyenler olduğu gibi, "bilmem nereme dokundurtmam" deyip, edepsizliği ele alanlar ve iyice çirkefleşenler de var...
 
Derken;

Günlerdir "niye konuşmuyor?" denilen Diyanet de konuştu ve tartışmalara, "kapsamlı bir açıklama" ile katıldı.
 
CENİNİN HAYAT HAKKI
 
Malûm, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez; Sapanca Güral Otel'de düzenlenen İl Müftüleri Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, birkaç gündür yüzlerce vatandaşın, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın kürtaj konusunda neden bir açıklama yapmadığı ve Din İşleri Yüksek Kurulu'nun kararlarını neden toplumla paylaşmadığı şeklinde serzenişlerde bulunduğunu ifade ederek, özetle dedi ki;
 
 "Anne karnındaki ceninin de kendisine ait hayat hakkı vardır. Ne annesinin ne de babasının, onun üzerinde mülkiyet hakkı olmadığı gibi, onun hayatı üzerinde vazgeçme, sonlandırma yetkisi de yoktur."
 
"Sadece Diyanet değil, sadece Müslüman din bilginleri değil, bütün ilahi dinler, bütün ahlaki sistemler kürtajın, bir insan yaşamına son vermek olduğunu, anne rahminde varlığını tamamlamış insanoğlunun yaşam hakkının da dokunulmaz olduğunu haykırmaya devam edecektir."
 
 "Kürtaj meselesinin, sadece bir kadın meselesi olarak ele alınması büyük bir haksızlık olur. Zira tarih boyunca bu meselenin en büyük sorumlusu, en büyük müsebbibi erkekler olmuştur. Bunun en büyük ıstırabını çekenler, mazlum ve mağdur olanlar da hep kadınlar olmuştur."
 
CENİN DE BİR İNSAN!
 
Prof. Mehmet Görmez;

"Kürtajda gün sınırlaması mı olacak, yoksa tamamen mi yasaklanacak?" benzeri sorulara da ilginç bir cevap verdi...
 
Hani; "Cenin 10 haftalıkken mi, 14 haftalıkken mi alınacak?"

Kısacası, "cenin"in, ne zaman "insan" sayılması gerektiği tartışmaları vardı ya, Sayın Görmez, dün dedi ki;
 
"Bilim adamları, biyologlar, embriyologlar, jinekologlar, genetik uzmanları, bize anne rahminde döllenme ile birlikte biyolojik bir bireyin, bir insanın oluştuğunu kesin, bilimsel verilere dayanarak söyledikleri müddetçe sadece Diyanet değil, sadece Müslüman ilim adamları değil, bütün ilahi dinler, bütün ahlaki sistemler ve bütün tabii hukuk sistemleri, bu biyolojik varlığın bir insan olduğunu ve meşru bir mazeret olmadıkça, bu masum, günahsız, savunmasız varlığın tıpkı doğmuş, dünyaya gelmiş, yetişmiş bir insan gibi yaşama hakkına sahip olduğunu, bu varlığın da yaşama hakkının dokunulmaz olduğunu söylemeye devam edeceklerdir
 
Aynı şekilde bilim adamları, biyologlar, embriyologlar, jinekologlar, genetik uzmanları bize kesin, bilimsel verilere dayanarak döllenmiş yumurta hücresinin anneden bağımsız bir insan olduğunu, her ikisinin de iki ayrı genetik sisteme sahip olduğunu, her ikisinin de iki ayrı kalbi, iki ayrı kan dolaşımı sistemi olduğunu, anneye bağlılığın sadece beslenme, oksijen ve vücut gücüyle olduğunu söyledikleri müddetçe sadece Diyanet ve Müslüman din bilginleri değil, bütün ilahi dinler, bütün ahlaki sistemler, kürtajın bir insan yaşamına son vermek olduğunu, anne rahminde varlığını tamamlamış insanoğlunun yaşam hakkının da dokunulmaz olduğunu haykırmaya devam edecektir."
 
Sayın Görmez, özetle diyor ki;
 
Erkekten çıkan "sperm" ile annenin "yumurta"sı döllendiği, yani ana rahmine düştüğü anda, artık "insan" oluşmaya başlamıştır!.. Onu "kürtaj"la, veya herhangi bir yöntemle öldürmek, "cinayet"tir, hem de, "taammüden cinayet"tir!..
 
Onun, evet "alt tarafı bir cenin"dir ama üst tarafı "insan"dır!..
 
Ha anne kucağındaki bebeği öldürmüşsün, ha anne karnındaki bebeği!..

Hiç farketmez!..
 
Cinayet her yerde "cinayet"tir!..
 
Katil, her yerde "katil"dir!..
 
CENİNİN GÜNLÜĞÜ
 
Bunu, böylece ifade ettikten sonra, şimdi size, "bir ceninin günlüğü"nü aktarmak istiyorum.
 
Hemen belirteyim;
 
Yazının bundan sonrası bana ait değil... Arkadaşlarım, "İnternette bir yazı dolaşıyor" dediler ve aşağıdaki yazıyı getirdiler.
 
Ben, hiçbir şey söylemiyorum...
 
Sizleri, "bir ceninin günlüğü" ile baş başa bırakıyorum... Buyrun, okuyun;
 
 5 Ekim: Bugün var edildim.

Buradayım.

Varım.

Müthiş bir duygu bu. Var olduğumu henüz annem ve babam bilmiyor.
 
Bir elma çekirdeğinden bile küçüğüm.

Ama ne de olsa, ben benim.
 
Varım ya!

Bu bana yetiyor.

Henüz bedenim belli belirsiz, yüzüm yok ama, varlığımı ve benliğimi hissedebiliyorum... Bir kız olacağım ve baharda çiçekleri seveceğim.
 
 19 Ekim: Biraz büyüdüm.

Kımıldamam mümkün değil. Annem henüz farkında değil ama onun kanıyla besleniyorum. Kalbini dolaşıp gelen sımsıcak kan bana geliyor. Beni sevecek bir kalbin kıpırtılarını şimdiden hissediyorum.

Annem beni çok sevecek.

Annem için güzel bir sürpriz olacağım.
 
23 Ekim: Hiç göremediğim bir el ağzımı biçimlendirmeye başladı. Dudaklarımda onun dokunuşunu hissediyorum.

Bu "el"in dokunduğu yerler dudağım-damağım oluyor. Düşünün bir yıl sonra bu elin dokunduğu yerde tebessümler açacak, güleceğim. Dudağımdan ve dilimden sözler dökülecek.

Herhalde önce "Anne!" diyeceğim.

Anne duyuyor musun beni?
 
Seninle konuşacağım.

Sana güleceğim.

Kimilerine göre hâlâ daha var değilmişim...

Nasıl olur?

Varım ve gülücükler sunacak dudaklarım da olmak üzere ya... Hem sonra bir ekmek kırıntısı ne kadar küçük olursa olsun yine ekmektir. Öyle değil mi anneciğim?

Ah bir konuşabilsem!
 
 27 Ekim: Bugün pek mutluyum.

İçimde tatlı bir kıpırtı başladı.
 
Artık bir kalbim var. Kalbim atmaya başladı. Hayatım boyunca böyle atıp duracak. Sevgilerle dolduracağım kalbimi. Tıpkı anneminki gibi... Annem bedeninde iki kalbin birden atmaya başladığını bilseydi ne kadar sevinirdi!

Duyuyor musun anne?
 
 2 Kasım: Her gün biraz daha büyüyorum. Kollarım ve bacaklarım da biçimlenmeye başladı. Hele bir büyüsün kollarım, bak nasıl kucaklayacağım seni anneciğim.

Şu ayaklarım da tamamlansın da, beraber çiçekli bahçemizde yürürüz.

Belki birlikte okula gideriz.
 
 12 Kasım: Ah evet...

Bunlar, bunlar ne kadar sevimli ve küçük şeyler. Aman Allah'ım parmaklarım da çıkmaya başladı. Bunlarla çiçek toplayacağım, annemin elini tutacağım, kalem tutacağım. Belki de güzel bir şiir yazacağım.

Anneciğim, orada mısın?

Ellerimi ellerinin arasına koymak için sabırsızlanıyorum.
 
20 Kasım: Oh, nihayet..

Annem doktora gitti. Burada olduğumu öğrendi..

Yaşasın!

Doktor teyze özel bir cihazla gördü beni. Ultrason diyorlarmış. Resmimi bile çekti.

Sevinmiyor musun anneciğim?

Seneye kalmaz kollarının arasında olacağım...
 
ONLARA SÜRPRİZ YAPACAĞIM
 
¥ 25 Kasım: Artık babam da burada olduğumu biliyor. Fakat henüz kız
 
olduğumun farkında değiller. Onlara sürpriz yapacağım..
 
¥ 10 Aralık: Bugün yüzüm tamamlandı. Artık iki güzel gözüm, bir küçük burnum, dudaklarım ve yanağım var...

Anneme benziyorum galiba...
 
¥ 13 Aralık: Artık çevreme bakabiliyorum. Etrafım çok karanlık ama olsun. Yine de mutluyum.

Yaşıyorum ve varım.

Kısa bir süre sonra gün ışığını görebileceğim, renkleri ve çiçekleri tanıyacağım. Rüyamda gördüm. Dünyada gökkuşağı diye bir şey varmış.. Onu çok merak
 
ediyorum.. Anneciğim, babacığım sizin yüzünüzü de göreceğim.
 
Tanışacağız....

Mutlu olacağız.

Gülüşeceğiz..
 
¥ 24 Aralık: Kulaklarım daha iyi duyuyor artık. Anneciğim, senin kalbinin seslerini duyuyorum. Benim kalbimin atışlarını da sen duyabiliyor musun? Hatta sesini bile tanıyabiliyorum.
 
Sesin ne kadar tatlı...

Hiç duymadığım bir şey bu...

Güzel ve sağlıklı bir kız olacağım.
 
Kollarında uyuyacağım, yüzüne bakacağım, o tatlı sesini dinleyeceğim.
 
Benim için ninni de söyleyecek misin anneciğim?

Sen de beni özlüyorsundur mutlaka...

Beni koklayacaksın..

Çok seveceksin, değil mi?
 
ANNE, YÜZÜMÜ PARÇALIYORLAR!
 
¥ 28 Aralık:

Anne burada bir şeyler oluyor.

Doktor abla neden mutsuz bakıyor böyle...
 
Sen acı çekiyor gibisin.

Kalp seslerin değişti...
 
Sustun.

Benimle niye konuşmuyorsun anne?

Anne...

Anne...

Anneciğim...
 
Yüzümde soğuk bir şey hissediyorum. Anne, yüzümü parçalıyorlar...
 
Anne bir şeyler yap...

Anne... Kolumu çekiyorlar anne...

Canım yanıyor anne...
 
Anne...

Ayaklarımı parçalıyor bu şey anne...

Beni sana bağlayan damarı kopardılar anne...

Anne kalbimi parçalıyorlar...
 
Anneciğim...

Anne...

Anne...
 
An...
 
..................
 
Ah!

Kürtajınız tamamlandı hanımefendi.

Geçmiş olsun!..
 


Laiklik ve din!
 
Malûm, bir kural vardır... "Gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikler" isen, "gömleğin yakaları"ndan biri "kalk gidelim" der, öteki; "Halt etme, otur oturduğun yerde" der!.. Sadece "yaka"lar değil elbet, diğer düğmeler de "Hanya"ya veya "Konya"ya bakarlar!..
 
Demek ki; "ilk düğme"yi doğru ilikleyeceksin!.. Ve tabii, doğru sonuca varmak istiyorsan da, "tesbit"i doğru yapacaksın!..
 
Mesela, CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi, Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr.Mehmet Görmez'in kürtajla ilgili açıklamaları üzerine demiş ki;
 
"Türkiye laik bir ülkedir. Laik bir ülkede hukukun kaynağı; insanların, toplumun ihtiyaçlarıdır. Hukuku dini kurallara göre düzenlemeye kalkarsanız, insanlığın varmış olduğu bu aşamayı inkar etmiş olursunuz."
 
Bunu söyleyen adama sorarlar: "Diyanet'i kuran CHP'dir... O zaman Türkiye laik bir ülke değil miydi?"
 
Bay Hamzaçebi, bu soruya cevap veremez... Çünkü, "ilk düğme"yi yanlış iliklemiştir...
 
Bir yanlışlık daha: "Laik bir ülkede dinin kuralları sökmez" ise, birileri de ortaya çıkar ve der ki; "Müslüman bir toplumda laikliğin kuralları sökmez!"
 [/color] O zaman, buyrun ayıklayın pirincin taşını!..
 
Hasan Karakaya Haber vaktim.com
« Son Düzenleme: 05 Haziran 2012, 08:57:08 Gönderen: mazhar »

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Çocuk aldırmak CİNAYETTİR !!
« Yanıtla #8 : 06 Haziran 2012, 07:36:05 »


Kürtajı Diyanet konuşmayacak da, kasaplar mı konuşacak?




Bazı "kıt beyinli"lerin düşünemediği veya düşünüp de dile getirmek istemediği gerçek şudur: "İlk insan Hz. Adem"den bu yana, insanoğlunun bütün hayatına yön veren, "sağlık"tan "sosyal" hayata, "ikili ilişki"lerden "yeme-içme"ye ve hatta "uyuma"ya kadar, 24 saatini düzenleyen, hayatın bütün evreleri hakkında "kural" koyan, "hüküm" veren "din"dir!..
 
Son din "İslâm"da da böyledir, "Hıristiyanlık" ve "Musevilik"te de böyledir.
 
Daha açık ifadesiyle;
 
"İnsanlığın doğuşu"ndan bu yana gelmiş-geçmiş "bütün dinler" insan hayatını kuşatmış ve onun "doğumdan-ölüme" kadar geçer süreçteki "attığı her adım"ı tanzim etmiştir.
 
Uzun lâfın kısası;
 
İnsanoğlunun; gerek "yazılı" olarak, gerek "sözlü" olarak koyduğu kuralların tamamı "din kaynaklı"dır, "din refenaslı"dır...

 
"Anayasa" ve "yasa"larda "suç" olarak tanımlanan "eylem ve söylem"lerin büyük çoğunluğu aynı zamanda "günah"tır!..
 
İnsanoğlu, hangi eyleme "suç" demişse, o aynı zamanda "günah"tır!..
 
KURALI, YARATAN KOYAR!
 
Şimdi, ortada böyle bir gerçek varken, hiçbir şahıs, ortaya çıkıp da; "Bu işe din niye karışıyor?.. Din işleri ayrı, dünya işleri ayrı" diyemez!..
 
Diyen de, "embesil"dir!..
 
Zira, "insanı yaratan" Cenab-ı Allah, onun için neyin iyi, neyin kötü olacağını da en iyi bilendir... Kuralı da, "Yaratan" koyar!..
 
Nasıl ki;
 
Bir "otomobil" veya "eşya" alırken yanında "kullanma kılavuzu" veriyorlar ve bizler "kılavuzda yazılanlara" riayet ediyoruz, "insan"ın kılavuzu da "dini kitaplar"dır!..
 
Müslümanın Kur'an,
 
Hıristiyanın İncil,

Musevinin Tevrat...
 
"Din"lerin ortak noktası, insanları; "doğruluğa, güzelliğe ve iyiliğe davet" etmesi, "kötülük ve ahlâksızlıklardan men etmesi"dir!..
 
Hâl böyle iken;
 
Kalkıp da; "Bu işe din ne karışır?" demek, tek kelimeyle "angut"luktur.
 
Sen, eğer "insan" isen,
 
Din, elbette karışacak!..
 
Sana "doğru"yu gösterecek ki, başka insanlara zarar vermeyesin!
 
DİYANET'İ KİM KURDU?
 
Hele hele;
 
CHP'li Akif Hamzaçebi ve adını yeni duyduğum CHP Genel Başkan Yardımcısı Perihan Sarı gibi; "Türkiye laik bir ülkedir... Laik bir ülkede hukuku dinî kurallara göre düzenleyemezsiniz!.. Diyanet İşleri Başkanı kürtaj konusunda niye konuşuyor?.. Diyanet; anayasa ve yasalarla belirlenmiş olan yetkisi dışına çıkamaz!" diyenler var ki, sormak lâzım kendilerine;
 
"Anayasa ve yasa dediğiniz ne ki?.. Onların kaynağı da dini kurallar değil mi?"
 
"Dini bir mevzu"nun konuşulduğu bir yerde de, elbette "Diyanet" girecektir devreye!..
 
Ne yani;
 
"Kürtaj" gibi "dini bir mevzu"da Diyanet İşleri Başkanı konuşmayacak da, "Mal Müdürü" mü konuşacak?..
 
Neymiş;
 
"Diyanet İşleri Başkanı, bu konuda açıklama yapmaya yetkili değil"miş!..
 
Peki, kim yetkilidir?..
 
CHP'li Akif Hamzaçebi ve Perihan Sarı'nın konuşmasında "adres" yok, ama "kürtaj" meselesi, "anne rahmindeki bebeği kesme, biçme, doğrama ve koparma" meselesi olduğuna göre; bu işin uzmanları, herhalde "kasap"lar olmalıdır!..
 
Evet, evet;
 
"Kürtaj" konusunda konuşması gereken tek meslek erbabı, "kasap"lardır!..
 
Dedik ya; "kesme, biçme, doğrama" işlerinin erbabı "kasap"lardır!..
 
Bu işten "Diyanet İşleri Başkanı" ne anlar?!?.. Hayatında, eline "bıçak" alıp da, et mi doğramış?..
Ya da, eline "kürtaj aleti"ni alıp da, anne rahminden bebek mi kazımış?!?..
 
O halde, niye konuşuyor ki?..
 
Tamam; Akif Hamzaçebi ve Perihan Sarı, farzedelim ki, doğru söylüyorlar...

Yani Diyanet "açıklama" yapmasın, "fetva" da vermesin!..
 
İyi ama, sorarlar adama;
 
Diyanet, 3 Mart 1924 tarihinde kurulmadı mı?
 
Kurduran da; CHP'yi de kuran Mustafa Kemal Atatürk değil mi?..
 
Peki, siz nasıl CHP'lisiniz ki; hem "Atatürk'ün kurduğu parti" olmakla övünürsünüz, hem de "Atatürk'ün icraatı"na karşı çıkarsınız?..
 
Ne yani;
 
Milli Mücadele yıllarında "fetva"lar yayınlamak "Diyanet'in görevi"dir de, "kürtaj" konusunda görüş açıklamak "görev dışı" bir iş midir?..
 
Ohh ne alâ memleket!..
 
Atatürk döneminde "baştacı" olan Diyanet, şimdi "tu kaka" ilân edildi, iyi mi?..
 
Benim kafam karıştı...

Ya bunların "Atatürkçülük"leri çakma ya da Atatürk "CHP'li" değildi!..

 
ATATÜRK BİLMİYOR MUYDU?

 
Ben, şunu da düşünüyorum:
 
Diyanet İşleri Başkanlığı, hem de Atatürk'ün talimatı ile 3 Mart 1924'te kuruldu... Artık, "elden-ayaktan düşmüş" ve "ağır hasta" olsa da; aynı Atatürk, 5 Şubat 1937'de de, laikliği ilân etmiş ve kabul ettirmiştir!..
 
Peki, "laik" bir ülkede "Diyanet İşleri Başkanlığı" gibi bir kuruluşun "olmaması" gerektiğini Atatürk bilmiyor muydu?..
 
Hem laik bir ülke!..
 
Hem de Diyanet!..
 
İkisi bir arada olmaz!..
 
Bunu, elbette Atatürk de biliyordu ama Diyanet'in bulunması işine geliyordu ve bu yüzden 1937'de laikliği ilân etti ama Diyanet'i kaldırmadı!..
 
Demek oluyor ki; "Diyanet'in varlığı laikliğe aykırı değil!"
 
Aksini iddia eden varsa, buyursun Atatürk'e dil uzatsın!..

Sonra da, görsün anasının hörekesini!..
 
Diyanet'in varlığı "laikliğe aykırı görülmediğine" göre, bu da demektir ki, Diyanet İşleri Başkanı'nın konuşmaları da laikliği ilgilendirmez!..
 
Öyle ya;
 
"Halkı Müslüman bir ülke"de, insanlar "dini kurallara" göre hareket ederken, "sonradan çıkma" laikliğe uymak zorunda değil ki?..
 
Hem sonra;
 
"Laiklik, din işleriyle dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır... Din işlerine devlet karışmayacak, devlet işlerine de din karışmayacak... İşte laiklik budur!" diyen sizler değil misiniz?..
 
"Kürtaj" meselesi, elbette "dini bir konu"dur... Dolayısıyla, Diyanet İşleri Başkanı'nın, bu konuda konuşması gayet normaldir!.. Peki, "dini" bir mevzuda, "laikçiler" niye konuşuyor?..

Hani; "din işleri ile dünya işleri ayrı"ydı, hani "herkes kendi işine bakacak"tı?..
 
Bu konuda, asıl "susması" gerekenler "Diyanet"çiler değil, "laikçi"lerdir!..
 
Ne yani; bir bebeği dünyaya getirmek nasıl ki sizin elinizde değildir, onu öldürmeye de hak ve yetkiniz yoktur!..
 

BEDEN SENİNSE!
 
Haa; "Beden, benim bedenim!.. İster doğururum, ister aldırırım... Bu işe devlet ne karışır?" diyen hanımlara da bir çift sözümüz var;
 
Beden senin bedenin ise; kocandan "dayak" yediğinde niye "polis"i arayıp da "İmdaaat" diyerek "yardım" istiyorsun?..
 
Öyle diyorsun ya;
 
"Arkadaşımın bedeni,
 
Arkadaşımın kararı,
 
Sana ne?"
 
Tamam da, sorarlar adama;
 
"Kürtaj" olmak istediğinde "Devlet karışmasın" diyen o arkadaşın, "dayak" yediğinde niye "devlet"e sığınıyor?..
 
Bırakalım, kendi halletsin!..
 
Bunu nasıl demiyorsak, "kürtaj" konusunda da, bir devlet kuruluşu olan Diyanet'in "açıklama" yapmasına hiçbir şey diyemeyiz..
 
Haa, şunu da söyleyelim:
 
Diyelim ki; herhangi bir konuda karar vereceğiz... İyi de "neye göre" ve "kime göre" karar vereceğiz?..
 
"Dinin emirleri"ne göre mi,
 
"Pozitif-Laik hukuk"a göre mi?..
 
Yani, öyle ya da böyle; birinden birini "referans" alacağız!..
 
İyi de;
 
"Asıl"lar dururken "fotokopi"lerle, "orijinal" dururken, "çakma"larla niye meşgul oluyoruz ki?..
 
"Bütün referanslar"ın dayandığı tek kaynak, elbette "din"lerdir!.. "Dinin koyduğu kurallar" dışında, insanoğlunun her kuralı "yapma"dır, "sahte"dir, "fotokopi"dir, "çakma"dır, "tel maşa"dır!..
 
"Deist"ler, "agnostik"ler, "ateist"ler, "Marksist"ler, "Leninist"ler, "Maoist"ler veya "laikist"ler, "insanın yaratılmış olduğu gerçeği"ni istedikleri kadar inkâr etsinler, Hz. Adem (as)'den bu yana insanoğluna yön veren tek amil, "din"lerdir!..
 
"Din"in hüküm sürdüğü bir toplumda da, "Diyanet" ve benzeri bir kurum elbette olacaktır!..
 
Herkes haddini bilsin!..
 
Şirretliğin de bir sınırı var!..
 



Seçilmiş Başkan, atanmış Başbakan!
 
Gazetelere ve televizyonlara bakarsanız; AK Parti Grup Başkanvekili Nurettin Canikli'nin 'sistemin normalleşmesi' için önerdiği atanmış başbakan tartışması sürüyor...

Önerisi için Fransa modelini örnek gösteren Canikli, "Artık cumhurbaşkanı halkın oylarıyla seçilecek. Yapılması gereken, başbakanlık sisteminin buna uygun hale getirilmesi. Başbakanı halk seçmemeli, atanmalı" demişti..
 
Aslında; Canikli'nin bu önerisi, hiç de "yeni bir şey" değil...

Türkiye'de uygulanan sistem, "Parlamenter Sistem"in de ötesinde "Yarı Başkanlık Sistemi"dir!..
 
Zaten Anayasa Hukuku Profesörü Ergun Özbudun da aynısını söylemektedir: "Türkiye'de yarı başkanlık ile parlamenter sistem arasında melez bir yapı var. Cumhurbaşkanı'nın yetkileri geniş. Başbakan'ı atama ve Bakanlar Kurulu'na başkanlık etme gibi yetkileri zaten var. Tek sıkıntı güvenoyunda olur. Atadığı kişi güvenoyu alamazsa geniş yetkili Başkan prestij kaybına uğrar."
 
Dolayısıyla, "Seçilmiş Başkan, Atanmış Başbakan" formülü, hiç de yadırganmaz... Çünkü, "fiili uygulama" zaten böyle!..
 
Bence, "Seçilmiş Başkan, Atanmış Başbakan" formülünün yanına, "Genel Başkan" formülü de eklenmelidir... Evet, "Başkan Erdoğan"; aynı zamanda hem "Başbakan"ı atamalı, hem de "Genel Başkan"lığı sürdürmelidir.. İşte yenilik budur!..
 




Haber Vaktim.com.Hasan Karakaya

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Çocuk aldırmak CİNAYETTİR !!
« Yanıtla #9 : 08 Haziran 2012, 07:51:34 »





Bismillahirrahmanirrahim

 


Doğum bereket, kürtaj felakettir...




Yaratıcımız, yaşatıcımız ve yöneticimiz Allah (cc), "Kim bir nefsi öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur" (Maide Suresi: 32) buyurarak ana karnında hayatını sürdüren yavruyu kürtaj yoluyla öldürmenin büyük bir suç ve cinayet olduğunu tüm insanlığa duyurmaktadır.
 
Başta İsrail olmak üzere Avrupa'nın tüm devletlerinde doğum kontrolü ve kürtaj bu sebeple yasaktır ve büyük bir suçtur. Doğum teşvik edilir. Doğum yapan anneye bir yıl iş izni verilir. Çalışmayan ev hanımları her doğurduğu çocuk için 3 yıl sigortalı sayılır. Çocuk parası çocuk arttıkça, artarak verilir. Bizde ise çocuk sayısı arttıkça vergiler artar..! Müslüman ülkelerde ise doğum kontrolü ve ana karnında çocuğu öldürme yöntemi olan kürtajı teşvik ederler. Başta Almanya merkezli Adanuer Vakfı olmak üzere yurt dışı kaynaklı kurumlar, kürtaj yoluyla yavrularımızı öldürmeyi teşvik ettiler. Ülkemizde ve diğer halkı Müslüman ülkelerde doğum kontrolü ve kürtaj için karşılıksız maddi destekler gönderdiler. Müslüman Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Abaza ve Arap ayırmadan yavrularımızı ana karnında öldürmenin savaşını verdiler ve vermeye de devam ediyorlar. İçimizdeki rotary ve lions kulüplerinde Masonik çağdaş yaşam örgütlerine bağlı çoğu Mason doktorlar yoluyla kent kent, köy köy gezerek kadınlarımızı doğum kontrolüne ve kürtaja teşvik ettiler. Nezle, grip olmuş hastayı parasız tedavi etmeyen bu doktorlar, çocuğunu aldırmak isteyen cahil kadınların köylere kadar ayaklarına gittiler. Nesillerimizi kürtaj yoluyla yoketmenin veya doğum kontrolü adı altında nesillerimizi kısırlaştırmanın mücadelesini verdiler. Bu çalışmalarında tek kuruş masraf almadılar. Cahil kadınlarımız da "ne merhametli doktor (!!!) doğum kontrol haplarını bedava veriyor. Kürtajı bedava yapıyor" dediler. Halbuki "Müslümanı ana karnında öldürün, paranızı bizden alın" diyen masonik teşkilatların bu katil doktorların masraflarını ödediklerini bilmeyecek kadar aldatılmış bir toplum haline getirildik.

"Masrafların artacağı, yoksulluğa düşeceğiniz endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizin de, onların da rızkını, ekmeğini, aşını biz veriyoruz. (Enam Suresi, 151)" ilahi mesajına rağmen ana karnında çocuk katliamına cahilce uydular.
 
Firavun, devrinde gördüğü rüya üzerine sadece İsrailoğullarının o sene doğan erkek çocuklarını öldürtüyordu. "Onlardan birine kız müjdelendiği zaman, yüzü kapkara kesilir. İçi öfkeyle dolar, müjdelendiği bu kötü haberin etkisiyle utanıp eşinden dostundan saklanmaya çalışır. Şimdi ne yapsın: Hor, hakir, itilip kakılan bir bela olarak o kızı hayatta mı bıraksın, yoksa toprağa mı gömsün, ne yapsın? diye kara kara düşünür! Ve kıyı bucak insanlardan kaçar. Dikkat ediniz, ne fena hükümlerdi verdikleri bu hükümler! (Nahl s.58-59)" "Ruhlar bedenlerle birleştirildiğinde, insanlar amellerine göre bir araya getirildiklerinde, hakettiklerine kavuştuklarında,.. Diri diri toprağa gömülen kıza, hangi günah sebebiyle öldürüldüğü sorulduğunda... İşte o zaman her insan (büyük duruşma ve buluşma gününe)ne hazırladığını, ortaya ne koyduğunu anlayacaktır. (Tekvir S.7-8-9) ayeti kerimelerinde haber verilen Ebu Cehiller de uğursuz sandıkları kız çocuklarını koruyamama endişesiyle diri diri gömüyorlardı. Bu devrin cahilleri, çağdışı yobazları, elit takımı hem erkek hem kız çocuklarımızı kürtaj yoluyla acımadan katletmeye insan hakkı diyorlar.

Eşsiz önderimiz, baş öğretmenimiz ve izinden gitmekle şeref duyduğumuz Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) Efendimizin "Evleniniz, çoğalınız zira kıyamet günü çokluğunuzla diğer toplumlara karşı iftihar edeceğim" tavsiyesini şiar edinmiş iktidarımız durmamalı, hayırlı nesiller için teşvik ve desteğe devam etmelidir. Gençlerimizi dini ilkeler çerçevesinde evliliğe ve ilimle donanmış imanlı, namazlı, haya ve edepli dindar nesli yetiştirmeye teşvik etmelidir.
 
İktidarımızın başlattığı mutlu aile ve en az üç çocuk kampanyası yeterli değildir. Ülkemizin ihtiyacı olan nüfusumuzun çoğaltılması için manevi ve maddi tedbirleri daha da arttırmalıdır. Çocuk sayısı arttıkça vergiler düşürülmeli. Annelere doğum ikramiyesi verilmeli. Çalışan kadınlara çocuğun süt emme süresi olan iki yıl doğum izni getirilmelidir. Ev hanımları da her çocuk için en az üç yıl sigortalı sayılmalıdır.
 
Henüz çocuk mutluluğu tadamayan eşler ve evlatlarımız için ise; "Ey Rabbim, bana senin katından pâk ve mübarek bir çocuk ihsan et; muhakkak ki sen duâyı hakkıyla kabul edicisin.(Ali İmran S.38)" "Bize göz nuru olacak eşler ve çocuklar bahşet; bizi Sana karşı sorumluluk bilinci taşıyan kimseler için örnek ve öncü yap! (Furkan S.74)" ayetleriyle devamlı dua etmelerini tavsiye ediyoruz.
 


Haber Vaktim.com.Şevki Yılmaz.

mazhar

  • Ziyaretçi
Kürtajın cezası
« Yanıtla #10 : 11 Aralık 2012, 23:37:16 »


    S.a. hocam; geçmiş yıllarda bir 5 haftalık bir de 8 haftalık hamilelik durumumda kürtaj yaptırdım, çok pişmanım, gurre diye bir duydum, bu ne demek, suçumun cezası neyse ödemek ve bu sıkıntıdan kurtulmak istiyorum. cevabınızı bekliyorum. Allah razi olsun – Reyhan Çakırgil / Avusturya


Ve aleyküm selam…

Sorunuza, “gurre” kelimesinin açıklamasıyla başlayalım. Kelime olarak gurre; aklık, parlaklık, atın alnındaki beyazlık, kamerî ayların ilk gecesi ve günü manalarına gelir. Cem’îsi/çoğulu gurer'dir. İslâm fıkhında bir tabir olarak, ana karnındaki cenînin suç işleme yoluyla düşmesine sebep olan kimsenin ödeyeceği tazminat demektir.

İslâm'da insanın can, ırz, mal dokunulmazlığı gibi temel hakları vardır. Yaşama hakkı en başta gelir. Bu yüzden çocuk ana karnına düştüğü andan itibaren koruma altına alınmış, ona zarar verene bazı dünyevî veya uhrevî cezalar konulmuştur. Bir kimse ana-baba veya bunlardan başkası olsun hâmile bir kadının karnına veya sırtına yahut yanlarına ya da başına veyahut uzuvlarından herhangi bir uzvuna vurduğu yahut da onu dövmek, öldürmek, azarlamakla korkuttuğu zaman, kadın çocuğunu düşürürse iki durum akla gelir:

- Çocuk ya ölü,

- Ya da diri olarak düşmüştür.

Cenîn, annesinden ölü olarak ayrıldığı zaman düşmesine sebep olanın cezası cenînin diyetidir. Cenînin diyeti ise erkek olsun dişi olsun, suç kasden veya hata yolu ile işlenmiş bulunsun; gurre’dir. Gurrenin miktarı beş deve, yani diyetin yirmide biri veya buna denk olan nakit paradır. Bu da Hanefîlere göre 50 dinar (200 gr. altın para) veya 500 dirhem (1.400 gr.) gümüştür. Diğer çoğunluk fakihlere/hukukçulara göre ise, 600 dirhem (1.680 gr.) gümüştür [el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', V, 325; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 799; İbn Rüşd Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihayetü’l-Muktesıd, II, 407]

Ebû Hüreyre'den (r.a.), şöyle dediği nakledilmiştir: "Hüzeyl kabîlesinden iki kadın kavga ettiler. Bunlardan birisi diğerine bir taş attı, karnındaki cenîni öldürdü. Rasûlullah’ın (s.a.v.) önünde mahkemeleştiler. Nebî (s.a.v.) kadının âkılesinin (diyet ödemeyi yüklenen kimse veya kimselerin) cenînin diyeti olan gurreyi ödemesine hükmetti." [Müslim, Sahih, Kasâme, 36; Buhârî, Sahih, Tıb, 468, Ebû Dâvûd, Sünen, Diyât, 19; Nesâî, Sünen, Kasâme, 39; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II-274, 535; ed-Dârimî, Sünen, Diyât, 21]

Cenînin düşmesine “kasden” sebep olan suçlunun gurre’yi kendi malından ödemesi gerekir. Cinsi altın veya gümüşten olur. “Kasd”ı yalnız Mâlikiler mümkün görür. Hata yoluyla öldürmede, suçlunun diyetinin üçte bir ve daha fazla olması hâlinde ise gurre âkıleye aittir.  İslâm âlimlerinin/fakihlerinin çoğunluğuna göre bu mevzudaki suç, hata veya "şibh amd (kaste benzer)” yoluyla işlenebilir ve diyeti âkile yüklenir. Burada cumhûra/çoğunluğa göre suçlu âkileden biridir. Hanefîlere göre anne, cenîni ilaçla veya bazı fiillerle kocasının izni olmaksızın düşürdüğü zaman gurre’yi âkilenin tazmin etmesi gerekir. Eğer koca, cenîni düşürmek için izin vermiş olur veya kadının kasdı bulunmazsa, haddi tecavüz olmadığı için gurre gerekmez. [İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 716; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî, VI, 364] Gurre cezası bir yılda, diyet üç yılda; zimmînin diyeti gibi, Müslümanın diyetinin üçte bir miktarındaki diyet ise bir yılda ödenir.

Dört mezheb imamı da gurre’nin asabe ve ashab-ı ferâiz kabîlinden cenînin hısımlarına miras hisselerine göre paylaştırılacağı hususunda görüş birliği etmişlerdir. Ancak suçlu baba olursa gurre’den bir pay alamaz. Çünkü haksız olarak öldüren durumundadır. Kâtil ise öldürdüğü kimseden miras alamaz. [Ebû Dâvûd, Sünen, Diyât, 18; Tirmizî, Sünen, Ferâiz, 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 49]

Hanefîlere göre burada yaratılışı tamamlanmış cenîn ölü olarak düştüğü zaman suçluya keffâret gerekmez; ancak, kendi isteği ile Allah'a tekarrub (yaklaşmak) için gücünün yettiği ölçüde hayır yapıp Allah'a istiğfâr etmesi uygun görülmüştür. [el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, VII, 326, İbn Âbidîn, Reddû'l-Muhtâr, V. 418]

Cenîn ana karnından diri olarak ayrıldıktan sonra, suç sayılan fiil sebebiyle ölse, Hanefilere göre bu fiil kasten yapılmış kabul edilmez; "Şibh-i amd" (kasta benzer) veya hata yoluyla işlenmiş sayılır. Çünkü kasta kadar, cenînin meydana gelmesi ve yaşaması gerçekleşmez. Bu yüzden tam diyet cezası gerekir ve suçlu, diyetten bir paya vâris olamaz. Hanefiler bu durumda ayrıca keffâret cezasını gerekli görürler. Cenîn ikiz, üçüz olursa diyet de buna göre katlanır. Anne, vurmadan dolayı cenînin ölümünden sonra ölse yahut cenîn, annenin ölümünden sonra diri olarak çıkıp sonra ölse, suçluya iki diyet gerekir. Birisi anne, diğeri cenîn için. Cenîn annenin ölümünden sonra ölü olarak çıkarsa suçluya yalnız annenin diyeti gerekir; Cenîn için birşey gerekmez, sadece ta'zir cezası uygulanır. Çünkü suçun, cenînin ölümü veya düşmesine yol açtığını gösteren kesin bir delil yoktur. Üstelik cenînin, annenin ölümü sebebiyle ölmesi muhtemeldir. Bu takdirde cenîn, annenin bir uzvu mesâbesinde sayılır. [el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyî, VII, 326, VIII, 326; İbn Abi, dîn, Reddü'l-Muhtâr, V, 417; İbn Kudâme, el-Muğnî, VIII, 811 İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 408]

Hanefilere göre, gayrimüslim kadının çocuğu için de gurre cezası uygulanır. Çünkü kâfirin diyeti Müslümanın diyeti gibidir.

***

Kürtaj ve çocuk düşürme meselesi…

Çocuk aldırmak veya düşürmek dinen kabul edilebilecek bir zarurete dayanmadıkça cinayet sayılmaktadır. Ama annenin hayatını tehlikeye düşürücü bir vaziyette kürtaj, mesleğinde mahir/uzman bir doktorun kararıyla olursa caizdir.

Hanefi mezhebine göre doğuma mâni olmayı mubah kılan mazeretler şunlardır:

1. Hamileliğin, emzirmekte olduğu çocuğun sütüne zarar vermesi ve babanın sütanne tutacak güçte olmaması…

2. Ortamın bozuk olup İslamî terbiyenin mümkün olmaması…

3. Kadın hasta olup, alanında uzman ve Müslüman doktor tarafından hamileliği sebebiyle hastalığının artacağı veya bir hastalığın ortaya çıkacağının söylenmesi. [İbn Âbidîn, Reddü'l Muhtar, 2, 380]

Görüldüğü üzere fakirlik ve rızık meselesi bu mevzuda doğrudan bir sebep olarak kabul edilmemiştir. Dinî/meşru hiçbir zaruret olmadan yapılan kürtajın cinayet olduğu zikredilmiştir. Şimdi de bu cinayetin kısaca derecelerini görelim:

a) İlk kademesi: Bu dönem, meninin ana rahminde kadının menisiyle birleşip hayatı kabul edecek bir vaziyete gelmesidir. Bu vaziyetteyken yuvayı bozmak mekruhtur. Bu devre ilk 40 gündür ve nutfe devresidir. Donmuş kan ve et parçasına intikal ettikten sonra onu düşürmek veya aldırmak kerahet-i tahrimiye ile mekruhtur. Bu devre 40 ile 80 gün arasıdır ve alaka devresidir.

Demek oluyor ki sizin ilk kürtajınızın hükmü tenzihî mekruh, ikincisinin ise tahrîmî mekruhtur. Tevbe ve istiğfar ediniz. İmkânınız nisbetinde sadaka veriniz. Hatta mümkünse keffaret orucu tutunuz, tutamıyorsanız oruç keffareti (60 fakire birer fidye) veriniz.

b) Yaratılış tamamlandıktan sonra yani 4 aydan sonra düşürmek veya kürtaj yaptırmak bi’l-ittifak haramdır. [el-Gazâlî, İhyû Ulumiddîn (Terc.) 2, 133] Çünkü 120 günden sonra cenine ruh üflenir. O bakımdan, bu zaman zarfında yani ilk 120 gün (4 ay) içinde meşru bir zaruretten dolayı aldırmak caizdir. [İbn Âbidîn, Terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1983, VI, 32 vd.]

Çocuk canlandıktan (4 aydan) sonra ise asla caiz değildir; yapılırsa cinayettir, katildir. [Bilmen, Ö.N., Hukuk-ı İslamiye Kamusu, 3, 149] Bunu yapanların, -yukarıda genişçe açıklandığı üzere- şayet çocuk canlı doğar sonra ölürse, katil diyeti vermeleri ve katil keffareti yapmaları gerekir. Anne karnında ölürse ‘gurre’ lazım gelir. Gurrenin miktarı da beş deve, yani diyetin yirmide biri veya buna denk olan nakit paradır. Bu da Hanefîlere göre 50 dinar (200 gr. altın para) veya 500 dirhem (1.400 gr.) gümüştür.
halisece.com