Gönderen Konu: Çocuk Eğitiminde Yapılan Büyük Bir Yanlışlık  (Okunma sayısı 3406 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Çocuk Eğitiminde Yapılan Büyük Bir Yanlışlık
« : 03 Eylül 2013, 19:54:57 »

Çocuk eğitimi konusunda anne babalarımızdan gördüğümüz yanlış dayatmalara bir son vermeli değil miyiz?

Çılgın bir okul fetişizmi ve eğitim yarışı için hazırlanan çocuklarımız için gönüllü koçluk yapan anne babalardan olmaya ne zamana kadar devam edeceğiz?

Dinmeyen bir yarış olan eğitim sahasında gönüllü koçluk yapan anne babalar, kendilerini, bu yarışın artı ve eksilerini iyi değerlendirmeli, çocukları için ne yaptıklarını çok iyi şekilde gözden geçirmelidirler. Kendi anne babalarından gördükleri gibi, “biz okuyamadık bari çocuklarımız okusun da adam olsun” yanlış anlayışından kurtulmak zorundayız. 


Adam olmakla, diploma sahibi olmak eş değerde değildir. Bunu böyle değerlendirip, çocuklarımız için diploma sahibi olmayı olmazsa olmaz görmekten vazgeçmeliyiz.

Sadece akşam yemeklerinde bir araya gelen aile üyelerinin tek konuştuğu bu yarış ve nasıl kazanılacağı olmamalıdır. O canlı yemek sofrası böyle bir yarışla sonlandırılmamalı ve o renklilik böyle konuşmalarla soldurulmamalıdır.

Aslına bakılırsa biz anne babaların başarı anlayışında bir yanlışlık var. İlle de matematiği iyi olan çocuklara zeki gözüyle bakıyor ve kendi çocuğumuzu da bu değer üstünden ölçüme tabi tutuyoruz. Matematiği düşükse, kötü durumda, eğer iyiyse gelecekte iyi bir yerde olacak diye düşünüyoruz. 


Psikolojik terimle “IQ”nun yüksek olması her şey demek. O zaman hayatta başarılı olur sanıyor ve bunun ölçütü olarak da matematik dersini baz oluyoruz. Bu demek değil ki, her matematikte başarılı olan ya da her IQ’su yüksek olan, hayatta başarılı olacak. Öyle insanlar vardır ki çevremizde, matematikleri ve sayısal başarıları çok iyidir, ama sosyal başarıları hiç yoktur. 

Sizin çocuğunuzun da belki matematiği ya da IQ’su çok yüksek olmayabilir, ama insanlarla olan ilişkisi, duyarlılığı ve çevresi tarafında sevilen biri olması daha önemli değil midir?

Belli sembolleri ve değer yargılarını yanlış yöntemlerle kendimize ya da çocuklarımıza uygulamak istiyor, en kötüsü de bunları gözümüzde büyütüyoruz. İyi bir okul kazanmak, iyi bir işe sahip olmak, bazı anne babalar için çok önemli. İşte sözümüzde, böyle anne babalara… Hayat sadece bu okul sınavlarını kazanmaktan ibaret değil. Bunu çok iyi değerlendiremeyen anne babaların çocukları da, ne yazık tam bir yarış atı gibi soluk soluğa hayatı yaşamak zorunda kalmakta.

Malcolm Gladwell, tüm dünyada çok satan ve tartışılan kitaplara imza atan bir yazar olarak, son kitabı “Başarı Hikâyesi”nde de bu ününü koruyor gözükmekte. Çünkü bu konuya değinen yazar, en zeki ve sıra dışı insanların IQ seviyesi çok yüksek insanlar olduklarının düşünüldüğünü ve bunun yanlışlığını anlatıyor. 


Yazara göre en vahim durum ise, anne babaların çocuklarının IQ seviyelerini kafalarına taktıkları an başlıyor olması. Hatta bunun “Sosyal Darwinizm” olduğunu söyleyecek kadar, ürkütücü boyuta dikkat çekiyor.

Hayatta her şeyimiz olan çocuklarımızı yarış atı mesabesinde değerlendirip, “o okul senin, bu dershane benim, şu sınava girilmeli, bu deneme kaçırılmamalı” derken, çocuklarımıza yaptığımız bu yarışın gönüllü koçluğu sonunda başarısızlığı hiçbir zaman düşünmezken, başka başarıları da görmezden gelmekteyiz. 


Sadece sadece kazanmaya odaklanan insanlar olarak, kaybetmenin de bir başarı olabileceğini ve kazancımızı sınırladığımızı da göz ardı etmekteyiz. Çocuklarımız sadece ders çalışmak, yüksek not almak ve iyi bir üniversitede okumak üzere şartlanmamalı. Sınavı atı psikolojisinden çıkılıp, hayatın da bir sınav olduğu görülmeli ve çocuklara da öğretilmeli. Okul sınavlarını önemseyen bu gönüllü koçlar, hayat sınavı için acaba ne zaman bir şey yapmaları gerektiğini fark edecekler?

“Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş. Bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından birkaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş.

İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş. Bu hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.

Sonuç: ikinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş.

Birinci adam öfkelenmiş. “Bu nasıl olabilir? Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin, bu işin sırrı ne?

İkinci adam, yüzünde tebessümle cevap vermiş: “Ortada bir sır yok. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip, baltamı bileyliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir.”

Objektif bir bakışla çocuklarımızı değerlendirelim ve onları bir yönleriyle değil, her yönleriyle geliştirip yetiştirmeye çalışalım. Sadece çocuklarımızın okul derslerini ya da sadece matematik derslerini, sadece zihinsel zekâsını önemli sayıp, diğerlerini sıfırlamayalım. 


Yani IQ’suna önem verip EQ’ sunu görmezden gelmek, geliştirmemek doğru olmaz. Çocuğumuzun akıl zekâsı yanında duygu zekâsının da gelişmiş olması gerekir. Bunu da ancak Statükocu bir yaklaşımdan ziyade, objektif bir bakış açısıyla gerçekleştirebiliriz.

Şuan önemli olan çocuklarımız için dayatılan statiklikten, dinamikliğe geçmektir. Sınav yarışına hazırlamak için soyunduğumuz yarış koçluğunuz bırakıp, hayatı doğru okuyan anne babalar olabilirsek bunu daha kolay başarabiliriz.

“Büyük adam olmaya lüzum yok, sadece adam olalım yeter.” A. Capus

Çocuklarımızın ayaklarına batan dikenler, ya bizim ektiklerimizden ya da biçmediklerimizdendir unutmayalım. Hiçbir çocuğu da yarış atı ya da kurulmuş bir makine olarak görmeyelim. Hele de vidaları gevşemiş makineye ya da parçaları eskimiş makineye müdahale ettiğiniz gibi, çocuğunuzun tüm yanlış davranışlarını bir anda düzeltebileceğinizi düşünmeyin. 


Hiçbir insan, alışkanlıklarıyla dünyaya gelmez. Onlar daha sonra büyüklerden ve çevreden görülerek elde edilir. Belki biz de kendi anne babalarımızdan gördüklerimizi yapıyoruz, ama artık değişmenin ve alışkanlıklara doğru anlamlar yüklemenin zamanı geldi.


Mine İzgi

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Çocuk Eğitiminde Yapılan Büyük Bir Yanlışlık
« Yanıtla #1 : 21 Ocak 2014, 22:08:35 »
Çocuklarımıza armağanımız
21 Ocak 2014 Salı 00:26
.
Allah bağışlarsa üç çocuğum, üç da torunum var…
Torunlarımdan Nilüfer çalışma çağında (25 yaş) ve çalışıyor, Yavuz Bahadır yetişme çağında (15 yaş) okuyor, Nazende ise henüz gelişme çağında (5 yaş) anaokulu öğrencisi…
Fırsat buldukça ilgilenmeye çalışırım. Bu beni dinlendirir.
Nazende, anaokuluna başladığı zaman iki yaşı yeni tamamlamıştı. Gitmek istemiyordu. Zorla gönderildi. Hâlâ da gidiyor.
Seneye de ilkokula başlayacak.
Birinci sınıf, beşinci sınıf, sekizinci sınıf derken, yirmi yıla yakın bir süre okuyacak. Arada sınavlar, kurslar, ek dersler derken, çocuk olmaya vakit bulamayacak.
Bu anlamda, Osmanlı şehzadelerine hep acımışımdır: Çocuk olmaya vakit bulamadıkları, muziplik-yaramazlık yapamadıkları, dolu dolu oynayamadıkları için…
Vaktinden önce büyümek zorunda olmak güçtür. Psikolojilerinin nasıl etkilendiğini bilmiyorum, ama toplumumuzun giderek asık suratlı hale gelişinde bunun rolü olduğunu düşünüyorum…
Yeni nesil dersten derse, okuldan okula koşturmaktan stres üstüne stres almaktan gülmeyi unutmuş!.. 
Mesela benim Yavuz Bahadır hem liseye gidiyor, hem dershaneye. Arada bir sürü sınava da giriyor. 
Hafta arası okul, hafta sonları dershane; bunlar da yetmiyor, bir sürü sınav… Ve bu, yıllardır böyle.
Çocuklarımız yıllardan beri “a” şıkkı ile “d” şıkkı arasında gelip gidiyor. İstikbalini ancak böyle kazanabilirmiş…
Çocuklarımıza yüklediğimiz sorumluluklara baktıkça, “onlara armağanımız bunlar mı olmalı?” diye düşünmekten kendimi alamadığımı itiraf edeyim…
Gelip gelmeyeceği belirsiz “istikbal” için, mevcut zamanımızı katlediyoruz.
Çocuklarımız, “başarılı insan” olmak için çabalamaktan, çocukluklarını yaşayamıyorlar: Çocukluklarını çalıyoruz! Henüz hayatı kavrayamadıkları bir çağda, hayatla korkunç bir yarışa sokuyoruz onları?
“Hayat bir kurtlar sofrası, kurtlar sofradan pay kapması için çocuğun son derece donanımlı olması şart; aksi halde yenilir, ezilir, silinir” diye düşünüp, çocuklarınızı “Başarıya mahküm” ediyoruz.
Gerçi, “başarıya mahküm” olmak, “idama mahküm” olmaktan iyi, ancak temelde her türlü “mahkümiyet” kötüdür!
Toplumun “biraz daha özgür” olabilmesi, çocuğun “biraz daha çocuk” olmasına bağlıdır.
Zaten çocuğun iyi yetişmesi ile çocuğa olabildiğince çok bilgi yüklemek arasında da bir bağlantı yoktur: Biz düpedüz “bilgi hamalı” üretiyoruz.
Çok şey bilen, ancak bildiklerini denetleyemeyen, denetleyemediği için de yerli yerinde kullanamayan, dillendiremeyen çocuklar “Büyük Türkiye” hayalimizi gerçekleştiremez.
Osmanlılar, çocuklarına önce “edepli” ve “erdemli” olmayı öğretirlerdi. Bu yüzden evlerinin en görünür yerlerine, “Edeb ya hu!” şeklinde herkesi edebe çağıran levhalar asarlardı.
Edeb ve fazilet, dürüst hayatın anahtarlarıdır. Hayat o sınırlar içinde yaşanırsa doğrudur. Osmanlıda öyle yaşanırdı: Öyle yaşandığı için de, sokakları gürültü götürmez, komşular bir birlerine haksızlık etmez, başkasını rahatsız edecek davranışlar sergilenmez, hile-hurda nedir bilinmezdi.
Hiç kimse salt bilgisiyle hayatı fethedemez! Bilginin yanına edep ve fazilet de koymak lâzım. Yanı sıra, çocuk, düzgün konuşmayı, doğru tartışmayı, dikkatli dinlemeyi, dürüst değerlendirmeyi, analiz etmeyi ve senteze ulaşmayı da öğrenmelidir.
Bilginin şöhrete ve servete kavuşmak için değil, “Adam gibi adam” olarak yaşamak için gerekli olduğunu hepimiz  bilmek zorundayız.
 
Yavuz Bahadıroğlu. Habervaktim.com