Gönderen Konu: Çocuklarımızı Koruma Vazifesi!  (Okunma sayısı 11029 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Koruma Vazifesi!
« : 23 Ekim 2008, 20:46:49 »

"Ey iman edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insanla taştır. (O ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır (me'murdur) ki onlar Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de me'mur edilirlerse yaparlar". (Sûre-i Tahrim, 6)


Kâinata ibret gözü ve hikmet gözlüğü ile baktığımız zaman canlı ve cansız varlıkların tamamında bir faaliyet ve hareket müşahede olunmaktadır. Zerreden küreye kadar bütün eşya, deveden pireye kadar her canlı, Hâlık-ı Kerimin kendisine yüklediği mükellefiyeti yapmak için hareket halinde bulunmaktadır.

Yaratılmışların şeref ve değerce en üstünü bulunan insanın da birçok vazifeleri bulunmaktadır. Cahil ve gafil olmayan, iman nuru ile münevver ve islâmi bilgilerle mücehhez her mü'min, bu mükellefiyetin içinde bulunmakta ve kendisine yüklenen vazifeleri ifaya çalışmaktadır. Nefsâni gailelerin tesiri altında kalmış ve ihmalkârlık sahasında atâlete dalmış kullarını uyaran Cenab-ı Hak meâlen şöyle buyurmaktadır: "İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanıyor?". (Sûre-i Kıyâme, 36)

Bu âyeti kerimedeki soru "istifhâm-i inkâri" olmaktadır. Bu zaviyeden mütalâa edecek olursak "İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını sanmasın" mealinde bir uyarı ve ilâhi tenbih nüktesi anlaşılmış olacaktır. Acıyanların en merhametlisi bulunan Cenab-ı Hak öyle bir ikazla uyarmakta ve dini vazifelerle mükellef olduğumuzu hatırlatmaktadır.

Akılların mürşidi ve dini hükümlerin mübelliği bulunan peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadîs-i nebevilerinde şöyle buyurmaktadır:

"İbni Ömer (r.anhümâ)dan rivayet olunmuştur. Ben, Resûlüllah  (s.a.v.)i şöyle söylerken işittim: "Hepiniz çoban (misali sorumluluk taşımakta)sınız ve hepiniz sürünüzden mes'ulsünüz. İmam çobandır ve sürüsünden sorumlu tutulmuştur. Bir erkek, ehli (beyti) içinde çoban (durumunda)dır, o da sürüsünden mes'uldür. Kadın, kocasının evi içinde çobandır ve o da sürüsünden mes'uldür. Hizmetçi, efendisinin malında çoban (gibi dikkatli çalışacaktır ve sürü (önünde bulunan hizmet)den sorumludur." (Hadisin râvisi bulunan Abdullah bin Ömer r.a) şöyle demiştir: (Resûl-i Ekrem'in devamla) şöyle dediğini zannediyorum: "Bir adam, babasının malında çoban(ı andırmakta)dır, o da (bu hizmetten) sorumludur. Binaenaleyh hepiniz çobandır ve sürüsünden mes'uldür". (Buhâri, C.1, s.215).

Kâinatın biricik efendisi ve doğru yolun önderi bulunan Resûl-i Ekrem (s.a.v.), evlâdımızı koruma hizmetine ışık tutan ve bizleri uyaran bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"Doğurulmuş (bulunan) her (çocuk, İslâm?) fıtrat üzerine doğurulur. Nihayet onun dili (meramını) açıklar (ve izah edecek duruma gelince) onun ebeveyni (Yahudî iseler) çocuğu yahudîleştirirler, (Hıristiyan iseler) onu nasrânileştirirler veya çocuğu mecusî yaparlar". (feyz'ul-Kadir,)

Erdem akıl sahiplerine Muhammedî pırıltılar neşreden bu hadîs-i şerifi akıl süzgecinden geçirerek bir tahlile tâbi tutacak olursak bazı hakikatler gün ışığına çıkmaktadır. O cihetleri siz cemaatımın bilgi hanesine nakşetmek istiyorum. Şöyle ki: Dünyaya gelen her çocuğun İslâmî bir fıtrat üzere doğduğu vicdanların mürebbisi ve akılların muallimi bulunan Resûl-i Ekrem tarafından açıklanmakta ve çocuğun meramını ifâde edebilecek yaşa ulaştığı zaman, müsbçt veya menfî, telkine müsait hâle geldiği haber verilmektedir.

"İslâmî fıtrat", tetkik ve izaha muhtaç bir tabir bulunmaktadır. Çekirdeği meydana getiren bir meyve ağacının kök, gövde, dal, budak ve meyve gibi bütün özellikleri o çekirdeğin içerisine Fâtır-ı Hakim olan Allah Teâlâ tarafından dürülüp yerleştirilmiştir. Bu çekirdek, toprağın derinliğine gömülecek, su ile nemalandırılacak, güneşten ısı ve ışık alacak olursa bünyesinde bil-kuvve mevcut olan istidat, bilfiil harekete geçer. Çekirdeği ihtiva eden kabuk çatlar, yerin derinliğine inen kökler aldığı nemayı filizlere sevkederek toprağın üzerinde yeşeren dallar, gövde ve budakları meydana getirerek çiçek açmaya başlar ve ağacın dalları meyve ile dolmuş ve donanmış olur.

İslâmi fıtrat da tıpkı bu çekirdek gibi bilkuvve bir istidattır. Bu kabiliyetin inkişâf edebilmesi, anne ve babanın eliyle o yavrunun İslâmî sahanın derinliklerine yerleştirilmesi, iman nuru ile aydınlatılması, Allah aşkıyle ısıtılması ve ibadetlerin feyziyle nemalandırılması icap etmektedir.
Bu şartların tahakkuk etmesiyle harekete geçen İslâmi fıtrat: dilde zikir, zihinde tefekkür, gözde ibret, bedende ibadet, ruhda asalet meydana getirir.
Şayet anne ve baba, çocuktaki İslâmi fıtratın gelişmesine hizmet edecek bu vasatı hazırlamıyacak olurlarsa çekirdeğin içindeki öz, hareketsiz kalır. Zamanın geçmesiyle çürüyen ve kurtlanan bu öz, kabiliyetini tamamen kaybetmiş olur. Çocuğun dili meramını izah edebilecek, isteklerini tavzif? edecek duruma gelince müslüman anne ve baba onun kalbine, zihnine ve ruhuna nakşetmek zorundadır.
Yahudî, Hıristiyan, Mecusî ve müşrik bulunan ebeveyn; çocuklarına yaptıkları menfî telkin ve tesir ile yavrularını yahudileştirmiş, hıristiyanlaştırmış, mecusileştirmiş ve Allah'a eş koşacak duruma getirmiş olurlar. Bu durum muvacehesinde müslüman anne ve baba, çocuklarını koruyup kollama vazifesini ihmal etmeden ve usanç duymadan yerine getirmek zorundadır.

Bu mantıkî silsile ile aklı zorlayan "çocuklarımızı nelerden koruyacağız?" sorusuna cevap vermeye çalışacağız. Yapacağımız açıklamalarda mevzuun ehemmiyet derecesine göre bir sıralandırma yapmak istiyoruz. Çocuklarımızı nelerden ve nasıl koruyacağız?

Mehmet Emre.

Devamı gelecek...

« Son Düzenleme: 23 Nisan 2009, 14:08:01 Gönderen: Mahi »

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı İnançsızlıktan Koruyacağız
« Yanıtla #1 : 23 Ekim 2008, 22:12:56 »
Ele alacağımız bu mevzuu ve diğer bahisleri âyeti kerime ve hadis-i şeriflerin ışığı altında ve geçmiş peygamberlerden misaller sunmak suretiyle açıklayacağız. Hz. Lokman, oğluna yaptığı hakimane nasihatlerinde rıza-i ilâhiye uygun düşen beyanlarda bulunmuş ve bu öğütleri Kur'an-ı Kerim'in âyetleriyle tescil ve tebcil edilmiş bulunmaktadır.Bu cümleden olmak üzere şöyle buyrulmaktadır:
Hani Lokman oğluna o ona öğüt verirken öyle demişti: Oğulcağızım Allah'a ortak koşma. Çünkü şirk elbette büyük bir zulumdur. (Süre-i Lokman,13)
Bu âyeti celilenin izahı saadedinde Celâleyn tefsiri, Hz. Lokman'ın oğlunun babasının yaptığı müşfik nasihat neticesinde küfründen dönüş yapıp iman ettiğini açıklamaktadır.
dünya ve âhirette hüsrana uğramanın sebebi bulunmaktadır. Bu hakikati bilen ve oğluna yaptığı nasihatle hak yola davette bulunan Nuh aleyhisselâm ile ilgili bir açıklamayı dile getirmek istiyoruz Hz Nuh, Cenab-ı Hakk'ın vahyi ve talimatı ile bir gemi yapmıştı. Bu işler tamam olunca efrâd-ı ailesine ve ümmetlerine hitaben şöyle demişti:
"(Nuh) dedi ki: "Binin içerisine. Onun akması da, durması da Allah'ın adıyladır. Seksiz, şüphesiz Rabbim çok yarlığlayıcıdır, çok esirgeyicidir. O(gemi) bunları dağlar gibi dalga(lar) içinden akıtıp götürüyordu. Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna bağırdı: "Oğulcağızım, (gel) bizim yanımıza sen de bin kâfirlerden olma." O, dedi ki: "Bir dağa sığınırım, o beni sudan korur": (Nuh da şöyle) dedi: "Bu gün Allah'ın emrinden, esirgeyen kendinden başka, hiç bir koruyucu yoktur". İkisinin arasına dalga girdi, o da boğulanlardan oldu". (Sûre-i Hûd, 41-43)

Hz. Nuh'un dört oğlundan biri bulunan ve imansız ananın tesiri altında kalarak kalbinde küfür gizleyen Ken'an tufan başlangıcında gemiye binmekten içtinap ediyordu. Kendisinden istenilen, ücret değil, "Lâilâhe illAllah Nuhun nebiyullah" demesi idi. Bunu söylemiyor, dağa tırmanarak ve kayalara sığınarak tufandan kurtulacağını iddia ediyordu. Müşfik babanın öğütlerine tıkanan kulakları ve bâtılı müdafaa eden ağzı gelen haşmetli bir dalganın sularıyle doldu ve boğuldu.

Bu dehşetli ve ibretli tablo karşısında ileriyi gören ve âhiret sorumluluğuna inanan insanlar için şu ilâhi ihtar, Kur'an-ı Kerim'in sadrından yükselen bu beyan bizlere şu hakikati hatırlatmaktadır: İMAN etmeyene kurtuluş yolu yoktur ve küfür hâli üzere bulunan çocuklarımızın âhiret hayatında kurtulması mümkün değildir.

Mehmet Emre...
« Son Düzenleme: 23 Ekim 2008, 22:17:26 Gönderen: Mahi »

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Dinsizlikten Koruyacağız
« Yanıtla #2 : 24 Ekim 2008, 22:09:15 »
Din, Allah Teâlâ'nın vaz ettiği ilâhi bir kanundur ki, insanları kendi irâdeleri ve istekleriyle neticesi hayrolan şeylere sevkeder. Bu tarife uygun yegâne din, İSLÂM'dır. Yüce ve yüceltici İslâm dîni, iman temeli üzerine kurulmuş vazifeler ile ahlâki faziletlerden teşekkül etmiş bulunmaktadır. Semere-i fuâdımız olan yavrularımızın dünyada salâhı ve âhirette kurtuluşu, İslâm'a teslim olmasına bağlıdır. Bu iddiamızı İbrahim aleyhisselâmın oğullarına nasihatini dile getiren âyeti kerimelerle perçinlemek istiyorum:

"Rabbi ona: "(Kendini hakka) teslim et" dediği zaman o, "Âlemlerin Rabbine teslim oldum" demişti. İbrahim, bunu (aynı şeyi) oğullarına da tavsiye etti. (Torunu) Ya'-kub da (öyle yaptı): "Ey oğullarımız, Allah sizin için (İslâm) dîni(ni) beğenip seçti. O halde siz de (başka değil) ancak müslümanlar olarak can verin (dedi)". (Sûre-i Bakara,   131-132)

Kur'an-ı Kerim'in açık ve seçik beyanlarına kulak tıkayan,ve gözlerini kapatan, dalâlette kalmış ve âhiret hayatında sorumlu kılacak büyük bir kabahat irtikap etmiş olur. Bu iddiamızın delili olan bir âyeti celile ile mevzuumuzu zenginleştirmek istiyorum:

"Kim islâmdan başka bir din ararsa ondan (bu din) asla kabul olunmaz ve o, âhiretde de en büyük zarara uğrayanlardandır" (Sûre-i Âl-i İmran, 85)

Allah Teâlâ'nın katında makbul olan ve bizleri Rabbimizin sevgisine mazhar kılacak bir âyeti celile ile mevzuumu engin ve rengin hâle getirmek istiyorum:
"Hak din, Allah indinde islâmdır (müslümanlıktır)" (Sûre-i Âl-i İmran, 19)

Mehmet Emre...

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Cehaletten Koruyacağız!
« Yanıtla #3 : 26 Ekim 2008, 00:27:03 »
Cehaletin en büyüğü ve en kötüsü, Kur'an-ı Kerim okumayı bilmemektir. Bu sahadaki bilgisizlik asla mazur görülemez. Allah Teâlâ'nın kitabı olan Kur'an-ı Kerimi okuyamamak ve anlayamadığı bir dille yazılmış bir mektuba bakarcasına kara bir cehalet içinde kalmak ve bu hal üzere yaşama zilletini sineye çekmek teessüf edilecek çok acı bir tablo olmaktadır. Akılların muallimi ve vicdanların mürebbisi Resûlüllah (s.a.v.) bu feci manzarayı bir hadîs-i şerifiyle şöyle tasvir etmektedir:
- "(Kalbinin) içinde Kur'ândan bir şey (âyet veya sûre) olmayan kimse harap olmuş ev gibidir" (Tuhfet'ül-ah-vezî c, 8, s. 231).

Cesedin hayatı, can ile; ruhun kemâli de Kur'ân iledir. Kur'âni-kerim; lafzı, mânası ve ahkâmı ile ruha yerleşince kişi Allah dostları katlarına girmeye namzed olur. Zira efendimizin dili ile "Kur'ân ehli, ehlullahtır" buyurulmuştur.

Bir kimsenin kalbi içinde, Kur'ân-i kerimin lafzı yer tutmaz; o şahsın hareketlerine iyi yönde bir tesir yapmazsa, onun vücudu harap olmuş ev gibidir. Viran olan hâne, baykuşların tüneği olur. Kur'ândan nasibini almayan insanların ruhu da nefis baykuşunun seslerine, İblis'in şeytani heveslerine ve gaflet örümceğinin ağlarına maruz kalır.

Bu hadîs-i şerifi teyid eden diğer bir hadîs-i nebevide şu açıklamayı görmekteyiz:
"Cünbüd b.Abdillah (r.a.) den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Biz, yetişkin güçlü delikanlılar olarak Re-sûlüllah ile beraberdik. Kur'ân (okumay)ı öğrenmezden önce imamı (n esaslarını) öğrendik. Daha sonra kur'an öğrendik de onun ile iman yönünden (bilgimizi) artırdık" (İbn-i Mâce, c.1, s 23)

İman, vücuda nisbetle kök; binaya kıyasla temel gibidir. Bu itibarla İslam'ın temeli bulunan iman mes'ele-lerini ve bunların şartlarını ilk defa öğrenmek daha sonra vazifeleri bilmek gerekir. Ashâb-ı Kiram Allah'ın Resûlü'nden böyle görmüş ve bizlere de bu şekilde intikaal etmiş bulunmaktadır.

Âlemlere ve âdemlere rahmet olarak gönderilen peygamerimiz (s.a.v.) bu hususta bizleri uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır:

"Çocuklarınızı üç haslet-peygamberlerinizin sevgisi, Onun ehli beytinin sevgisi ve kur'an okumak- ile edep-lendiriniz". (Feyz'ul-Kadir, C.1, s.225)

Evlâdımızın edepte kemâle ve yaşayışta hoş bir hâle ulaşabilmesi, yüce peygamberimizin (s.a.v.)in hayatını incelemek ile, islâmı îlâ ve insanları irşad için gece ve gündüz demeden ve yorgunluklarını hiçe saymasını dikkate almakla mümkün olabilir. Onu ve bu meziyyetlerle bezenmiş ehli beytini tanıyan, Kur'an-ı Kerimi okuyan, emir ve yasaklarına uyan kimseler islâmî edeplerin zirvesine yücelmiş olur.
Cehaletin diğer yönlerinden kurtulmak için bizleri uyaran Fahr-i kâinat (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır.
"Çocuğun babası üzerindeki haklarından bazısı (şunlardır): Ona yazmayı öğretmek, onun ismini güzelleştirmek ve bir de (ergenlik çağına) baliğ olduğu zaman evlendirmektir". (Feyz'ul Kadir, C.2, s.538)

Bu hadîs-i Muhammediyi teyid ve tafsil eder mâhiyetteki diğer bir hadîs-i nebevîde şöyle buyrulmaktadır:
"Oğullarınıza yüzücülüğü ve atıcılığı öğretiniz. Mü'-min ir kadının evi içinde ip eğirmesi ne hoş bir eğlencedir. Baban ve annen (aynı zamanda) seni çağırırlarsa annene icabet et". (Feyz'ul-Kadir, C.4, S.327)


Mehmet Emre.

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Bî-Namazlıktan Koruyacağız!
« Yanıtla #4 : 27 Ekim 2008, 19:16:53 »
Namaz, İslâmın erkânından ve kâmil manâda bjr müslüman ola bilmenin şartlarındandır. Namazı terk veya tehir için asla bir mazeret gösterilemez. Müslüman bir erkek, ölü ve deli olmadıkça beş vakit namazı kendi vakitleri içerisinde edâ etmek zorundadır. Müslüman kadınlar için üçüncü bir mazeret olarak her ayın muayyen günlerinde âdet (hayz) halleri vardır. Bu mevzu ile ilgili olarak Hz. Lokman'ın oğluna verdiği öğütü açıklayan bir âyeti Kur'aniyye ile siz cemaatimi bilgilendirmek istiyorum:
"Oğulcağızım, namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış. Sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isabet eden her şey'e katlan. Çünkü bunlar kati surette farzedilen işlerdendir". (Süre-i Lokman, 17)

Bu bahisle ilgili diğer bir âyeti kerimede şöyle buyrulmaktadır:
"Ehline (ve ümmetine) namazı emret. Kendin de ona sebat ile devam eyle". (Sûre-i Tâhâ, 132)

Fahr-i kâinat (s.a.v.) evlât sahibi ümmetlerini uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Bir çocuk, sağını solundan (ayırt etmeyi) bildiği zaman ona namaz kılmayı emrediniz". (Feyz'ul-Kadir, c.1, s.402)

Bu hadîs-i Muhammediyi tesbit ve tafsil eder mâhiyetteki diğer bir hadîs-i nebevide şöyle buyrulmaktadır:
"Çocuklarınız yedi yaşına bastığı zaman onları namazla emrediniz, on yaşına bastığı halde namaz üzerine (tembellik yaparsa) onları döğünüz ve yatakta on¬ların arasını ayarınız". (Ebu Davut, c.1, s.133)

Bu hadîs-i şerif üzerinde İslâmi tefekküre dayalı kısa bir açıklamada bulunmak istiyorum. Çocuğun ergenlik çağına basmasından önce, ya'ni yedi yaşına ulaştığında, namazla emrolun-masının hikmeti, ibadeti zamanında ifa etme disiplinine alışması ve eksikliklerinin aile büyüklerinin ikazı ile giderilmesi içindir. On yaşına girdiği zaman döğerek edeplendirilmesi, çaresizlik karşısında son çare olmaktadır. Zira üç senelik bir müddet içinde günde beş vakit namaz içn yapılacak beş uyarıya rağmen namaz ibadetini ifada tembellik göstermesi hâlinde onu korkutmak ve islâm'ı vazifeye yanaşdırmak için darp ile terbiye yoluna gidilir.

Şair'in şu beyti de bu ciheti teyid eder durumdadır:
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir,
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.

On yaşına gelen bir erkek çocuğun annesi, kızkardeşi ve kendisinin nikahlısı olmayan herhangi bir kadınla aynı yatak içinde ve aynı yorgan altında yatmasının caiz olmadığı "Fetâva-i Bezzâziye" adlı kitapta tasrih olunmuştur. Ahlâkın korunmasında ve fesadın önlenmesinde islâmın getirdiği prensip, ekseri ihtimali değil, en az ihtimali dikkate almaktır. Bu noktadan hareketle zararın önlenmesi için çocukların yataklarını ayırmak peygamber (s.a.v.)in uyarısı ile emredilmiş bulunmaktadır.

Namazın ehemmiyetini ve insanı manen arıtmadaki tesirini tesbit eden bir hadîs-i nebevi ile bu bahsi rengin ve zengin hâle getirmek istiyorum:
"Şayet birinin kapısı önünde bir nehir (akıyor) olsa, o kimse her gün beş defa onun içinde yıkansa, kirinden hiçbir şey kalır mı? Ne görüştesiniz?"
Ashap:
"Hayır, kirinden hiçbir şey kalmaz" dediler.
Resûl-i Ekrem:
"Beş vakit namazın benzeri bu (akar su)dur. Allah (c.c.) onlar (in nuru) ile hataları mahv (ü afv) eder" (Müslim c. 2, s. 132).

Beş vakit namaz, billurlaşmış nur nehridir. İçteki inanç, kalbi; kılınan namaz da kalıbı arıtır. Temizlenmiş hâle gelen bir mü'min, ibadetlerine devam etdikçe cismi pırlanta gibi olur ve aldığı nuru yansıtır. Ruhu ise ilâhi aşk buhurlarından yükselen râyiha-i tayyibe ile gaşyolur. Bu âli dereceye ulaşan bir mü'min en büyük hazzı namazda duyar. Namaz kılan kimsenin ayakları arzda; ruhundan yükselen nurun ucu da Arş'tadır. O, namazda mi'râcın esrarına ve huzuru ilâhide Cenâb-ı Hak ile konuşma ezvakına ulaşır.



Mehmet Emre.

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Nefsâni Arzulara Meyletmekten Koruyacağız!
« Yanıtla #5 : 31 Ekim 2008, 00:03:42 »
Nefsâni hevesler, şiddetli bir rüzgârı andırmaktadır. İman ve ibadet sevgisi tıpkı bir kandil gibi yanmakta ve korunmaya muhtaç bulunmaktadır. Gençlik günlerini yaşayan bir çocuk için nefsâni heveslere meyi, aklî melekelere tâbi olmaktan daha ağır basmaktadır. Bu tehlikeli sahada ve gençlik günlerinin devam ettiği zamanlarda onu korumak anne ve baba için bir vazife olmaktadır.
Ümmetlerini himaye etmekte ve âhiret sorumluluğundan korumakta büyük bir hassasiyet gösteren Resûl-i Ekrem (s.a.v.), delikanlılık çağında bulunan ümmetlerini uyaran bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"Allah (c.c.) nefsâni heveslerine meyli olmayan genci muhakkak beğenir". (Feyz'ul-Kadir, c.2. s.263)
"Sadaka (yemek), Muhammed hanedanına kesinlikle lâyık (ve  münasip) değildir. O, insanların kirleridir". (Feyz'ul-Kadir, C.2, s.362)

Fahr-i kâinat (s.a.v.)in sadakadan sakınmaktaki hassasiyetini dile getiren bir beyanını bilgi hanenize nakşetmek istiyorum: "Ben ehl-i beytimin bulunduğu yere varırım da yatağımın üzerine düşmüş bir hurma bulurum. Onu (yemek için alıp) kaldırırım, sonra sadaka olması ihtimalinden korkarak elimden onu bırakırım". (Müslim, c.3, s.117)

Efendimiz (s.a.v.)in aile fertlerinisadaka yemekten sakındırmakta gösterdiği titizliği nazarı dikkatinize arzetmek istiyorum. Beytülmâle fukaraya dağıtılmak üzere getirilen zekât hurmalarının yerleştirilmesine nezâret eden Resûlullah (s.a.v.)in yanında torunu Hz. Hasan da bulunuyordu. Çocuk yaşta bulunan Hasan (r.a.) o hurmalardan bir tanesini alıp ağzına götürmüştü. Bu hâli gören Allah resulü, torununu ikaz ederek şöyle buyurdu:
"Kaka, kaka! At onu bakayım. Sen bizim sadaka yemiyeceğimizi hâlâ bilmedin (ve öğrenmedin) mi?". (Müslim, c.3, s.117)

Sadaka yemeyen ve ehli beytini, çocuklarını ve torunlarını sadaka yemekten sakındıran bir peygamberin ümmeti olmamız itibariyle, haramdan sakınma hususunda ne derece dikkat göstermemiz gerektiğini siz cemaatimin iz'anına ve irfanına bırakıyorum.


Mehmet Emre..

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Kötü Arkadaş Edinmekten Koruyacağız!
« Yanıtla #6 : 03 Kasım 2008, 23:47:44 »
Çocuklarımızın soyu ne kadar asil ve tahsili ne kadar yüksek olursa olsun, iyi kimselerle arkadaş olması temin edilmezse, kötü muhitler ve fena arkadaşlar evlâdımızı bir müddet sonra bozabilir. Bu ihtimale karşı bizleri uyaran Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şu ikazı yapmış bulunmaktadır:
"Kişi, dostunun dîni (anlayışı) üzerindedir. Biriniz kimi arkadaş edineceğine (çok iyi) baksın". (Ebu Dâvud, c.4, s.259)

Bu hususta gösterilecek ihmalkârlık, çocuğun karakterinde çözülme ve ahlâkında bozulma yapar. Bu iddiamızı tecrübeye dayalı bir misalle perçinlemek istiyorum. Bir küfe elmanın orta kısmına bir tane çürük elma konulacak olursa, üzerinden geçen bir haftalık bir zamandan sonra bakıldığında o çürük elmanın bakterileri etrafındaki sağlam elmaları çürütmeye başlayacaktır. Çünkü alt ve üst kısımlarda ve etrafta bulunan diğer meyveleri de çürüterek istifâde edilemez hâle getirecektir. Bir tek çürük elmanın tesiri bu kadar büyük olursa çürük elma küfesinden farkı bulunmayan topluluklar ve arkadaşlar arasında bulunan çocuklarımız, ne kadar dayanabilir? Anne ve baba olarak evlâdımızı seviyesiz ve ahlâkı bozuk arkadaşlardan uzak tutmayacak olursak, her türlü fazileti imha etmeye çalışan kimseler bizim çocuklarımızı da bozabilir. Bu üzücü netice yavrularımızın âhiret hayatında hüsranına ve nedametine sebep olacaktır. Bu iddialarımızın belgesini teşkil eden bir âyeti celile ile bilginizi tazelemek isterim:
"O gün (her) zâlim (nedametle) iki elini ısırıp: "Ne olurdu, ben o peygamberin maiyyetinde (Allah'a) bir yol erimeydim" diyecektir. Ne yazık bana! Keski fülânı dost tutmayaydım".(Sûre-i Furkan, 27-28)

Gözümüzün nuru ve kalbimizin meyvesi bulunan çocuklarımızın böyle bir pişmanlıkla perişan olmasını istemiyorsak, onları İyi kimselerle arkadaşlık yapmaktan korumak zorundayız.
Şair güzel bir ikaz nüktesi sunmaktadır:
Mîzana vur konuştuğun ihvanı ibtida,
Rehber zannettiğin rehzen olmasın.

Rabbimizin biz kullarına olan bir uyarısı ile bahsimizi zenginleştirmek istiyorum:
"Dostlar o gün birbirine düşmandır. Takva sahipleri müstesna". (Sûre-i Zuhruf, 67)

Dünya hayatında iken günaha dayalı işlerde dostluk kuranlar, âhiret hayatında birbirine düşman olacaklardır. Allah rızası için dost olanlar ve günahtan sakınanlar böylesine bir adavetten uzak kalacaklardır.

Mehmet Emre..

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Adaletsizlikten ve Utanmazlıktan Koruyacağız!
« Yanıtla #7 : 29 Aralık 2008, 16:29:20 »
Adaletin olmadığı yerde dalâlet hüküm sürer. Sapkınlığın yerleştiği kafalarda kabahate, sefalete, kavga ve gürültüye zemin hazırlanmış olur.
Çocuklarımızın arasında sevgide, yergide, vergide eşit davranmamız onların adalet benimsemesine âmil olur. Bu sebeple bizleri uyaran

Fahr-i kâinat (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Allah (a karşı sorumlu olmak)dan sakının ve çocuklarınız (arasın) da adalet gösteriniz' (Müslim c.5, s.66).

İman, saatin zembereği gibi, muharrik bir kuvvettir. Her türlü ulvi duygu, iman nurunun semeresi olarak kalpte ve ruhta filizlenmeye başlar. Bu cümleden olarak imanlı bir genç utangaç ve edepli olur. Bu ciheti tesbit eden bir hadîs-i şerifle mevzuumuzu denklendirmek istiyorum:
"Haya imandandır" (Müslim c. 1, s.46)

Menşei imân olan utanma hissi, azaldığı zaman imanın zayıfladığına; artdığı zaman nurunun kuvvetlendiğine delâlet eder. Lambanın deposunda gaz azaldığı zaman, ışığın zayıflaması; çoğaldığı vakit, ziyasının artması gibi...

Rasulu Ekrem (s.a.v.) bu hususta biz ümmetlerini uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır:
"Ancak mü'mini arkadaş edin, yemeğini de ancak müttekî kimse yesin".(Et-Tâc, c.5, s.74)


Mehmet Emre..

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Sorumsuzluktan Koruyacağız!
« Yanıtla #8 : 01 Ocak 2009, 00:29:49 »
Âhiret hayatının tarlası durumunda olan dünyada yapacağımız iyiliklerin mükâfatını âhirette göreceğiz. İşleyeceğimiz fena işlerin ve günahların sorumluluğu olduğunu hatırdan çıkarmayacağız. Bir kimse bu idrâk ve inançtan uzak kalacak olursa kendisini sorumluluktan âzâde zanneder ve yuvarlak bir cisim gibi, iyi ve kötü ayırt etmeksizin, her işe meyleder. Hz.Lokman'ın bu hususla ilgili olarak oğluna yaptığı nasihati, uyanmaya vesile olur düşüncesiyle bilgi hanenize nakşetmek istiyorum:
"Oğulcağızım, hakikat (yaptığın iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi kadar olsa da bir kaya içinde, ya göklerde, yahud yerin dibinde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu hadîs-i muhammediyi bilgi hanenize nakletmek istiyorum:

"Her din için (üstün tutulan) bir huy vardır. İslâmın huyu da utanma hissidir" (İbni Mâce c. 2 s. 1399).

Semavî dinlerin hepsinde haya emredilmiş bulunmaktadır. Fakat, dinler güzel huylar arasından bazısına diğerlerinden daha büyük bir kıymet ve ehemmiyet vermiştir. İslâm dini de güzel huylar arasından "Haya" ya daha büyük bir kıymet vermiş ve onu iman'dan saymıştır.
Haya, geçmiş ümmetlere gönderilen peygamberler tarafından ehemmiyetle tavsiye edilmiş bir haslet olmaktadır. Utanmazlık, kötülüklerin işlenmesine zemin hazırlar ve hayasızlığı ele almış kimseye cür'et verir. İnanç duygusundan kaynaklanan haya cevherini ahlâksızlık çöplüğüne atmayan kimse edepli davranışların takipçisi ve tatbikçisi olur. Bu iddiamızın belgesini teşkil edecek bir hadîs-i şerif ile mevzuumuzu zenginleştirmek istiyorum:
"Halkın ilk peygamberlik (devrelerin)den ulaştığı kelâm, utanmazsan dilediğini yap "sözüdür"(İbni Mâce c. 2, s. 1400).

Mehmet Emre..

Çevrimdışı ay-yüzlüm

  • yazar
  • ****
  • İleti: 641
Ynt: Çocuklarımızı Koruma Vazifesi!
« Yanıtla #9 : 01 Ocak 2009, 00:50:12 »
RAHMAN razı olsun cümleyle beraber bzilerde RABBİM hayırlı evlatlar versin..
Yürü dünya yürü bu yol dergaha gider.
Bu yol gama,kedere,acıya,aha gider.
Çıkablirsen eyer bu yokuşu zirveye,
Hüzünlenme o zaman sonu felaha gider.

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Geceleyin Sokağa Çıkmaktan Koruyacağız!
« Yanıtla #10 : 03 Ocak 2009, 01:17:30 »
"Câbir bin Abdillâh (r.anhümâ)dan Resûlûllah (s.a.v.)in şöyle buyurduğu rivayet olunmaktadır: "Gece karanlığı olduğu zaman veya geceye dahil olduğunuz vakit, çocuklarınızı (sokağa çıkmaktan) menediniz. Çünkü şeytanlar o sırada (yeryüzüne) dağılırlar (ve faaliyetebaşlarlar). Geceden bir saat ilerlediği zaman onları (sokaktaki) çocuklarınızı (evlerinize) koyunuz ve Allah'ın ismini anarak (besmele çekerek) kapıları kapatınız. Çünkü şeytan kilitlenmiş bir kapıyı açamaz". (Buharı, C.4, S.98)

Mehmet Emre...

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Savurganlıktan Koruyacağız!
« Yanıtla #11 : 03 Ocak 2009, 20:26:00 »
Tutumlu olmak, rahat bir hayat sürmenin ve nâmerde muhtaç olmamanın önde gelen şartlarındandır. İktisat ilminde ilerlemiş kimselerin benimsediği bir prensip vardır: "Masraf, irada göre değil, ihtiyaca göredir". Bu noktadan hareket eden ve geleceğini düşünen fertler ve milletler, yapacağı günlük, aylık ve yıllık harcamaları ihtiyaçla doğru orantılı yaparak kendilerini tutumlu bir hayata alıştırmış olurlar.

Akılların muallimi ve islâmi hükümlerin mübelliği bulunan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bir hadîs-i Muhammedilerinde biz ümmetlerini uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır:
"İktisat eden fakir düşmez".(feyz'ul-Kadir,C5, s.454)     

İleriyi gören ve istikbâlini düşünen kimseler zaruri harcamalarında, yapacakları ikram ve verecekleri sadakalarda bile savurganlıktan ve düşüncesizce harcamalardan sakınmalıdırlar. Dünya hayatının düzü olduğu gibi zorlu yokuşları ve zorunlu inişleri de mevcuttur. Nâ müsaid hayat şartları karşısında çaresiz kalmak istemeyen kimseler, israftan ve savurganlıktan son derece sakınmalıdırlar.

Biz kullarını savurganlıktan uzaklaştırmak isteyen yüce Rabbimiz bir âyeti kerimede şöyle buyurmaktadır:
"Hısıma, yoksula, yolda kalmışa hak(lar)ını ver. (Malını) israf ile saçıp savurma. Çünkü saçıp savuranlar şeytanların biraderleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine (karşı) çok nankördür". (Sûre-i İsrâ, 26-27)

Bu istikâmette biz ümmetlerini uyaran kâinatın biricik efendisi, ins-ü cin peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
"Canının istediği her şeyi yemen, israftan ve savurganlıktandır". (Feyz'ul-Kadir, c.2, s.526)

Mehmet Emre...
« Son Düzenleme: 03 Ocak 2009, 20:28:36 Gönderen: Mahi »

Mahi

  • Ziyaretçi
Çocuklarımızı Edebe Aykırı Hareket Etmekten Koruyacağız!
« Yanıtla #12 : 07 Ocak 2009, 17:38:52 »
Edep, müslümanın yüz akı ve inanmış insanın başının tacıdır.Bu hikmete işâret eden bir şairimiz ne güzel ifâde etmiştir:
Edep bir tac imiş nûr-i hûdâdan, Giy ol tacı emin ol her belâdan.

Edep ufkunun en yüce siması bulunan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) çocuklarımızın her hususta edepli yetiştirilmesini tavsiye etmekte ve şöyle buyurmaktadır:
"Evlâdınıza ikram ediniz, onların edeplerini güzelleştiriniz" (İbni Mâce c.2, s.1211).

Bu hadîs-i nebeviyi teyid eder mâhiyetteki diğer bir hadîs-i sentlerinde evlat sahibi bulunan ümmetlerini uyaran Fahr-i kâinat s.a.v.), şöyle buyurmaktadır:
"Bir adamın çocuğunu terbiye etmesi, sa' (dolusu yiyecek) tasadduk etmesinden hayırlıdır"(Tuhfet'ül-ayezîc.6, s.83).

«İstikbâlimiz bulunan, millet ve memleketimizi kalkındırmaya namzet olan çocuklarımız, edepli olduğu ve islâmî âdâba saygısını koruduğu müddetçe vatanımıza ve vatandaşlarımıza faydalı hizmetler görebilir. Bu hassas ve nazik noktaya dikkatlerimizi çeken Resûl-i âlişân efendimiz şöyle buurmaktadır:
Manâsı:
"Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunamaz". (Tuhfet'ül-ayezî c. 6, s.84).

Güzel terbiye edilmiş evlâd, kendini, şerefini ve malını zarardan korur. Böyle bir terbiye almamış çocuk, malı israf ve şerefini ayaklar altına almakdan çekinmez. Bu itibarla, güzel terbiye her türlü maddi değerin üstünde bir kıymeti haizdir.
İslâmî edepleri çocuklarımıza öğretmede önce kendinin Allah Resulünün âdabına uygun hareket etmesini temin edeceğiz. Sonra içtimaî hayatta terbiyeli hareket etmesini tavsiye edeceğiz. Bu cümleden olmak üzere onları şahsını beğenip böbürlenmekten koruyacağız. Bu hususla ilgili bir âyeti kerimede Hz. Lokman'ın oğluna yaptığı nasihatle ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır:
Manâsı:
"İnsanlardan (kibirlenip) yüzünü çevirme. Yer yüzünde şımarık yürüme. Zira Allah her kibir taslayanı, kendini beğenip öğüneni sevmez". (Sûre-i Lokman, 18)

Bu âyeti celileyi teyid eder mâhiyetteki diğer âyeti kerimelerde şu uyarı yapılmaktadır.
"Yer (yüzün)de kibr-ü azametle yürüme. Çünkü (ne kadar bassan) arzı cidden yaramazsın. Boyca da asla dağlara eremezsin! Kötü olan bütün bunlar Rabbinin indinde sevilmeyen (şeyler)dir". (Sûre-i İsrâ, 37-38)

İstediğini istediğine veren ve istediği zaman almak kudretinin sahibi bulunan Cenab-ı Hak, çocuklarımızı islâmi edeplerle teçhiz eylesin ve semere-i fuâdımız olan evlâdımızı iki cihanda yüz akı olacak şekilde yetiştirmekte bizlere inayet eylesin.

Burada bulunan tüm yazılar Mehmet Emre Sohbet ve Nasihatler'den iktibastır...