Tamam o zaman.
Küçükken minik bir kedimiz vardı. Daha tam olgunlaşmamış meyve misali, hayatının baharında... Geçinip gidiyorduk. Ta ki bir gün ben mutfakta karanlık işler çevirene kadar...
Ne yaptığımı tam hatırlamıyorum ama sanırım mutfak taşının üzrerinde her zaman olduğu gibi yeni bir yaramazlığıma imza atmakla meşguldüm.
Tabii bizim pisi peşimi bırakmaz. Şuç ortağım... Hem alt tarafımda. Yapılan işten elde edilen kârdan payını beklemekte...
Derken o sırada nasıl oldu bilmiyorum, eskiden bizim oaralarda "Sini" dediğimiz geniş dairesel şeyler olurdu. Sofra onun üzerine kurulurdu. İşte o benim ufak bir dokunmam neticesinde, sanki suçumuzu ele vermek istercesine büyük bir gürültüyle yere indi.
Tabii bizim kediciğin tam altında olduğunu nerden bilebilirdim. Birden can havliyle kendimi mutfaktan dışarı attım. Ama bir gariplik vardı! Pisi nerelerdeydi?
Demek beni satmıştı. Halbuki ona da yaptığı işine mukabil peynir mükafatı vardı. Sağa baktım sola baktım kedicik yok!
Birden gözüm yerde yatan sininin üzerinde yoğunlaştı. Acaba sini neden tam olarak yere kavuşmamıştı da, yerle arasında biraz mesafe vardı. Sanki arasında birşeyler varmış gibi...
Yavaşça siniyi kaldırdım. Aman Allah'ım bizim pisi bu...
Hareketsiz...
Tabii yaklaşmakta olan ayak seslerinden ürktüğüm için olay mahallini terketmek en akıllıcaydı. Ve öyle yaptım!
Birazdan içerden sesler gelmeye başladı;
- Vah! Ölmüş...
- Vah vaah!
Demek suç ortağım minik kedim bizlere ömür olmuştu.
Ben daha ses çıkarmıyorum tabii. Komşu kızının bizim ailenin, kediciğimi bahçedeki ebedî istirahatgâhına defn işlemlerini, pencereden muzdarip gözlerle izlemekteyim. Tabii defn işlemlerinden sonra bizimkiler bu fâili meçhul cinayetin fâilini bulabilmek ve olayı aydınlatmak için geniş çapta bir araştırma yürüttüler.
Neticede yakayı ele verdik!
:cry: :cry: