"Ey iman edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insanla taştır. (O ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır (me'murdur) ki onlar Allah'ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de me'mur edilirlerse yaparlar". (Sûre-i Tahrim, 6)
Kâinata ibret gözü ve hikmet gözlüğü ile baktığımız zaman canlı ve cansız varlıkların tamamında bir faaliyet ve hareket müşahede olunmaktadır. Zerreden küreye kadar bütün eşya, deveden pireye kadar her canlı, Hâlık-ı Kerimin kendisine yüklediği mükellefiyeti yapmak için hareket halinde bulunmaktadır.
Yaratılmışların şeref ve değerce en üstünü bulunan insanın da birçok vazifeleri bulunmaktadır. Cahil ve gafil olmayan, iman nuru ile münevver ve islâmi bilgilerle mücehhez her mü'min, bu mükellefiyetin içinde bulunmakta ve kendisine yüklenen vazifeleri ifaya çalışmaktadır. Nefsâni gailelerin tesiri altında kalmış ve ihmalkârlık sahasında atâlete dalmış kullarını uyaran Cenab-ı Hak meâlen şöyle buyurmaktadır: "İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanıyor?". (Sûre-i Kıyâme, 36)
Bu âyeti kerimedeki soru "istifhâm-i inkâri" olmaktadır. Bu zaviyeden mütalâa edecek olursak "İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını sanmasın" mealinde bir uyarı ve ilâhi tenbih nüktesi anlaşılmış olacaktır. Acıyanların en merhametlisi bulunan Cenab-ı Hak öyle bir ikazla uyarmakta ve dini vazifelerle mükellef olduğumuzu hatırlatmaktadır.
Akılların mürşidi ve dini hükümlerin mübelliği bulunan peygamberimiz (s.a.v.) de bir hadîs-i nebevilerinde şöyle buyurmaktadır:
"İbni Ömer (r.anhümâ)dan rivayet olunmuştur. Ben, Resûlüllah (s.a.v.)i şöyle söylerken işittim: "Hepiniz çoban (misali sorumluluk taşımakta)sınız ve hepiniz sürünüzden mes'ulsünüz. İmam çobandır ve sürüsünden sorumlu tutulmuştur. Bir erkek, ehli (beyti) içinde çoban (durumunda)dır, o da sürüsünden mes'uldür. Kadın, kocasının evi içinde çobandır ve o da sürüsünden mes'uldür. Hizmetçi, efendisinin malında çoban (gibi dikkatli çalışacaktır ve sürü (önünde bulunan hizmet)den sorumludur." (Hadisin râvisi bulunan Abdullah bin Ömer r.a) şöyle demiştir: (Resûl-i Ekrem'in devamla) şöyle dediğini zannediyorum: "Bir adam, babasının malında çoban(ı andırmakta)dır, o da (bu hizmetten) sorumludur. Binaenaleyh hepiniz çobandır ve sürüsünden mes'uldür". (Buhâri, C.1, s.215).
Kâinatın biricik efendisi ve doğru yolun önderi bulunan Resûl-i Ekrem (s.a.v.), evlâdımızı koruma hizmetine ışık tutan ve bizleri uyaran bir hadîs-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"Doğurulmuş (bulunan) her (çocuk, İslâm?) fıtrat üzerine doğurulur. Nihayet onun dili (meramını) açıklar (ve izah edecek duruma gelince) onun ebeveyni (Yahudî iseler) çocuğu yahudîleştirirler, (Hıristiyan iseler) onu nasrânileştirirler veya çocuğu mecusî yaparlar". (feyz'ul-Kadir,)
Erdem akıl sahiplerine Muhammedî pırıltılar neşreden bu hadîs-i şerifi akıl süzgecinden geçirerek bir tahlile tâbi tutacak olursak bazı hakikatler gün ışığına çıkmaktadır. O cihetleri siz cemaatımın bilgi hanesine nakşetmek istiyorum. Şöyle ki: Dünyaya gelen her çocuğun İslâmî bir fıtrat üzere doğduğu vicdanların mürebbisi ve akılların muallimi bulunan Resûl-i Ekrem tarafından açıklanmakta ve çocuğun meramını ifâde edebilecek yaşa ulaştığı zaman, müsbçt veya menfî, telkine müsait hâle geldiği haber verilmektedir.
"İslâmî fıtrat", tetkik ve izaha muhtaç bir tabir bulunmaktadır. Çekirdeği meydana getiren bir meyve ağacının kök, gövde, dal, budak ve meyve gibi bütün özellikleri o çekirdeğin içerisine Fâtır-ı Hakim olan Allah Teâlâ tarafından dürülüp yerleştirilmiştir. Bu çekirdek, toprağın derinliğine gömülecek, su ile nemalandırılacak, güneşten ısı ve ışık alacak olursa bünyesinde bil-kuvve mevcut olan istidat, bilfiil harekete geçer. Çekirdeği ihtiva eden kabuk çatlar, yerin derinliğine inen kökler aldığı nemayı filizlere sevkederek toprağın üzerinde yeşeren dallar, gövde ve budakları meydana getirerek çiçek açmaya başlar ve ağacın dalları meyve ile dolmuş ve donanmış olur.
İslâmi fıtrat da tıpkı bu çekirdek gibi bilkuvve bir istidattır. Bu kabiliyetin inkişâf edebilmesi, anne ve babanın eliyle o yavrunun İslâmî sahanın derinliklerine yerleştirilmesi, iman nuru ile aydınlatılması, Allah aşkıyle ısıtılması ve ibadetlerin feyziyle nemalandırılması icap etmektedir.
Bu şartların tahakkuk etmesiyle harekete geçen İslâmi fıtrat: dilde zikir, zihinde tefekkür, gözde ibret, bedende ibadet, ruhda asalet meydana getirir.
Şayet anne ve baba, çocuktaki İslâmi fıtratın gelişmesine hizmet edecek bu vasatı hazırlamıyacak olurlarsa çekirdeğin içindeki öz, hareketsiz kalır. Zamanın geçmesiyle çürüyen ve kurtlanan bu öz, kabiliyetini tamamen kaybetmiş olur. Çocuğun dili meramını izah edebilecek, isteklerini tavzif? edecek duruma gelince müslüman anne ve baba onun kalbine, zihnine ve ruhuna nakşetmek zorundadır.
Yahudî, Hıristiyan, Mecusî ve müşrik bulunan ebeveyn; çocuklarına yaptıkları menfî telkin ve tesir ile yavrularını yahudileştirmiş, hıristiyanlaştırmış, mecusileştirmiş ve Allah'a eş koşacak duruma getirmiş olurlar. Bu durum muvacehesinde müslüman anne ve baba, çocuklarını koruyup kollama vazifesini ihmal etmeden ve usanç duymadan yerine getirmek zorundadır.
Bu mantıkî silsile ile aklı zorlayan "çocuklarımızı nelerden koruyacağız?" sorusuna cevap vermeye çalışacağız. Yapacağımız açıklamalarda mevzuun ehemmiyet derecesine göre bir sıralandırma yapmak istiyoruz. Çocuklarımızı nelerden ve nasıl koruyacağız?
Mehmet Emre.
Devamı gelecek...