Krala derler ki: “Suyundan her içenin delireceği yağmurlar yağacak!” O da büyük küplere su biriktirir ve onlardan içer sadece. Fakat gün gelir, o yağmurun suyundan içmemiş kimse kalmaz. İnsanlar bakarlar ki kralları kendilerinden farklı davranıyor: “Kral delirdi” demeye başlarlar! Adam bakar, tahtı elden gidecek; temiz sularla dolu bütün küplerini kırar ve delirten yağmurun karıştığı sulardan kendisi de içmeye başlar...
İşte bu hikâyede büyük yalan var:
O alçak adam eğer gerçekten “kral” olsaydı, üç günlük taht sevdasına hiç temiz suları döker, küpleri kırar mıydı?
*
Tam da böyle günleri yaşıyoruz: Suyundan içenin delirdiği yağmurlar sağanak halinde yağıyor. Üstelik “içmem” diyene “delisin” diyorlar!
Karar vermenin tam zamanıdır: Dönek ve şerefsiz bir kral mı olacaksın delilerin başına; yoksa kendini yapayalnız hissetmek pahasına hakka sahip mi çıkacaksın?
“Keramet, istikamettir!..”
*
Ateşle kardan daha zıt, karanlıkla aydınlıktan daha aykırı, doğuyla batıdan daha uzak değil mi biri birine; çalgı ile ibadet?
“Nefsi tahrik etmeyen müzik” de elbette caiz değildir, ibadâtta kullanılamaz! Nağme için yazılmış nâme; hadıma ayrı, hâdıma ayrı yorumlanır mı? Yani müziğin hükmü; hizmet ehline ayrı, iğdiş edilene ayrı olabilir mi?..
*
Dinî esaslar zamanla değişmez ve değişen şey zaten din olmaz! Dinin Sahibi’nden bugüne kadar, mermer sütunlar gibi değişmeden gelen kaideler; şimdi birkaç “plastik tüccarı”nın keyfine göre mi şekillenecek! Günah karanlık, ibadet aydınlıksa; bulunabilir mi hiç ikisi bir arada?
Doksanlı yıllarda “çalgı” ile “ilahi” kelimesini birbirine yasladılar; kor ve kar gibi... Mutlak olan şu ki; biri kaldı ise diğeri gitti!
İlâhi; ilâhî olanı övmektir, ibadettir. Peki, Allahü tealayı ve O’nun sevip beğendiklerini; O’nun beğenmeyip “günah” dediği çalgılarla nasıl övebileceksin?
*
İlâhi; ilâhî olanı övmektir. Bu ise ibadettir. İbadet ise; söyleneni ve söylendiği gibi yapmaktır...
Şimdi, pavyonlardan emanet alınan kimi çalgı ve çalgıcılar; şu mübarek ramazan-ı şerif günlerinde, sabahlara kadar çalıyor, çalışıyor. Hem de daha düne kadar kendilerini horlayan dindarlarımızın alkışları altında! Hatta bazıları bu işten sevap bile bekliyor!
Daha kötüsü ne olabilir? Şu: Bunları görerek büyüyen çocuklar, çalgıyı dinden sanıyor!
*
Mesleğe başladığımızda bir dünya starı vardı. Basının peşinde koştuğu ve ismini hatırladığım 3-5 şarkıcıdan biri... Bir gün dediler ki “Cat Stevans Müslüman olmuş ve müziği bırakmış!” Ama bu laf öyle inanılacak bir şey değil; dünyanın zirvesindesin ve sahneye çıksan üzerine altın döküyorlar, genç kızlar senin için baygınlık geçiriyorlar... Bütün bunları; şöhreti, parayı, kadınları, iktidarı ve itibarı elinin tersiyle iteceksin. Pes yani, yaptı da adam: Dinini değiştirdi, ismini değiştirdi, kıyafetini değiştirdi, yaşayışını değiştirdi. Ve “günah” deyip gitarını bıraktı elinden, bir daha tek nota basmadı...
Belki yirmi sene uğraştılar adamla. Sanıyorum en sonunda; “günahı sevabı bunca Müslümandan daha iyi bilecek değilim ya” dedi, aldı eline çalgısını. Ve birileri onun yaptığı eserlere “ibadet” dedi!
Sahnede, müzik eşliğinde bulunmak müthiş bir duygudur, doyumsuz bir hazdır, iyi biliyorum. Fakat buna ilâhî bir pâye vermek, “ibadet” demek küfrdür!
“En büyük keramet, istikamettir” sözü, önemli işaret!
*
O hikâye sık sık gelir aklıma: “Bir kişiye bile olsa, bir doğru olsun öğretirim” demesi gereken kral, temiz suları döküp delilerin safına geçti: “Tahtım elden gideceğine delilerin kralı olurum” dedi!
Ey kral; küplerini kırman şerefsizlikti! Ve “herkes içiyor” diye o suyu içmektense, susuzluktan ölmen evlâydı!..
Muammer Erkul