Gönderen Konu: Devlet Dairesinde Neler Oluyor?  (Okunma sayısı 2723 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Devlet Dairesinde Neler Oluyor?
« : 12 Kasım 2015, 13:43:31 »

Devlet Dairesinde Neler Oluyor?


Son bir hafta içinde olanlar, daireye, yıllardır yaşanmayan bir hareketlilik getirdi. Önce dairenin en eskilerinden demirbaş Safiye Hanım öldü, ardından kurumumuzun hafızası Raif Bey emekliye ayrıldı. Bu iki olay dairede çalışan diğer memurları derinden sarstı. Herkes Safiye Hanım’ın yerinin bir şekilde doldurulabileceğini fakat Raif Bey gibisinin bir daha gelmeyeceğini düşünüyordu.

Rahmetli Safiye Hanım son yıllarını torunlarına hırka, atkı, eldiven örmekle geçiriyordu zaten. Raif Bey öyle mi? Son gününe kadar memuriyetinin ilk günü gibi bir heyecanla çalıştı. Hiçbir gün, hiçbir kimse onun ne geç geldiğini ne de gelmediğini gördü. İnsan hiç mi hasta olmaz? Nezle de mi? Grip bile. Ya da cenaze, doğum… bir işi çıkmaz. İki oğlu da hafta sonu doğdu. Annesi 29 Ekim’de babası 19 Mayıs’ta vefat etti. Son üç senedir kullanmadığı izinlerin toplamı ile bir yıla yakın bir süre erken emekli olabilmişti.

Dairenin en genç memuru Murat, Safiye Hanım için birkaç gün dışında pek üzülmedi. Sonrasında unuttu zaten. Ama Raif Bey’in beklenmeyen emekliliğine herkesten fazla üzüldü. Stajyer olarak geçirdiği ilk senesinden itibaren devlet denen mefhumu, devlet memuru tabirini, mefhumun içeriğini, hep ondan öğrenmişti. Murat’ı hayatı boyunca üç kişi etkilemişti. Raif Bey bu kişilerin sonuncusuydu. Nasıl üzülmezdi?

Bir psikolog Murat’ı ele alsa mutlaka şu sonuca varırdı: “Babasını daha doğmadan kaybettiği için hayat boyunca kendine hep bir baba figürü aramış ve bulmuş!” Çünkü şahsiyetini bir hamur gibi yoğuran, onda iz bırakan kişilerin hepsi kendinden büyüktü ve erkekti.

Bu kişilerden ilki, dedesi Cemil idi. Murat’ın Cemil Dede ile geçirdiği zamanlar çocukluk devresine rastlıyordu. Cemil Dede sayesinde hayatın her alanında kurallar olduğunu, insanların hayatını bu kurallar ile birlikte diğer insanların özgürlüklerine göre düzenlemesi gerektiğini, nasıl oturup nasıl kalkılacağını, büyüklere nasıl saygı göstereceğini, küçüklerini nasıl seveceğini öğrendi. Bir tarafı çok otoriter olan Cemil Dede’nin diğer tarafları da hakperest ve adil oluşuydu. Murat’ı ne zaman sanayideki dükkânına götürse yevmiyesini cebine koyar, çalışmaların sonunda mutlaka onu ödüllendirirdi. Murat şimdilerde dedesinin ocağında geçirdiği o günleri hasretle yâd ediyor ve ruhuna Fatihalar gönderiyordu.

Hiç unutmuyordu, çiçeği burnunda bir memur olarak bu daireye ilk geldiği gün, onu Raif Bey karşılamış ve daha koltuğa oturmadan bilmesi gerekenleri iki cümlede özetleyivermişti. Birincisi “Devletin işine akıl ermez.” İkincisi “Devletin işine karışılmaz.” Murat’ın kendi içinde üniversitedeyken filizlendirdiği, ataması yapılana kadar yeşertip büyüttüğü idealist tarafına da “Asıl idealist, kendi kendine görev devşiren değil, verilen görevi en iyi şekilde yapandır.” diye seslenerek ayaklarının yere basmasını sağlamıştı.

O günden sonra “Evrak nedir, nasıl hazırlanır, gelen giden evrak nereye kaydedilir?” gibi temel bilgileri madde madde öğrendi Raif Bey’den. Yalnızca bunları değil, “Devletin dili yazışmadır, yazılı olarak kayda geçmeyen herhangi birşey devlet nezdinde yok hükmündedir, üstüne vazife olmayan şeyleri yapmaya kalkarsan nasıl altında kalırsın, ben bilmem falanca kişiye sor her sorunu halleder, halletmese de sana zaman kazandıran bir cümledir, filanca kişinin imzası eksik, bilmem kimin paraflaması gerekiyor.” gibi tüyoları da öğrendi. Raif Bey bütün bunları öyle kolay ve uygulamaya yönelik anlatıyordu ki Murat, elinde devlet memurunun el kitabı adlı varmış da oradan okuyormuş zannediyordu.

Raif Efendi’nin masasını, halefi olarak Murat’a verdiler. Böylelikle kurum hafızası payesi de Murat’a geçti. Bu hadise Murat için bir çeşit terfi sayılırdı. Bu odaya geldiğinde hayattan bihaber olduğunu düşündü. Raif Efendi’nin elinde sadece devlet memurluğunun değil hayatın da stajını yapmıştı. Artık hayatından çıkan son baba figürü ona an be an hayatı öğretmişti. İnsanların türlü yüzlerini, üç kâğıtçıların aslında üç kağıtçılığa en çok kızan ve söylenen insanlar arasından çıktığını, halk arasında konuşulduğunun aksine hayatın değil insanoğlunun acımasız olduğunu hep ondan öğrenmişti. Hayat stajının yanı sıra Murat’a o yaşından sonra kitap okumayı sevdiren de Raif Efendi’diydi. Sürekli okur, arada notlar da alırdı zaten. Hatta zaman zaman dairedeki fısıltı gazetesinde Raif Efendi’nin gizli bir şekilde roman yazmakta olduğu bile söylenmişti.
Murat, yeni masasına geçer geçmez ilk iş olarak çekmeceleri kontrol etti. Ne iş yapsa Raif Efendi’yi hatırlıyordu. Devlet dairelerinde her masanın önüne yapıştırılan o “Bu masada gizli evrak bulunmadığını taahhüt ederim.” cümlesinin yazılı olduğu kâğıdı imzalarken yine onu hatırladı. Raif Efendi’nin dediği gibi çekmecelerden başka masanın her yanını da gözden geçirdi. Bilgisayar kasasının arkasına yapıştırılmış bir kâğıt buldu. Kâğıt birçok sefer katlanmış ve öyle yapıştırılmıştı. Etrafını kolaçan etti, kâğıdı sökmeyi öğle arasına bıraktı.

Bir devlet dairesi rutini olarak herkes beş dakika kala işi bırakıp yemeğe giderken Murat işlerin yoğunluğundan dem vuruyordu. Kimsenin kalmadığına emin olunca katlı kağıdı söküp aldı. İçindeki ses haklı çıktı. Notu Raif Efendi bırakmıştı.

“Murat, öncelikle senden özür dilerim. Habersizce çekip gittiğim için. Emekli olunca bir çiftlik kurmak, memurluğa ilk başladığım günden beri hayalimdi. Kendi ellerimle yetiştireceğim domatesin, biberin, marulun hayaliyle yaşadım yıllarca. Köye dönecek, birkaç küçük baş ile sevimli bir çiftlik kuracak ve cami cemaatine dâhil olacaktım. Şimdi bu hayalimi gerçekleştirmeye gidiyorum. Ekmeğini yediğim devlete kıymet-nâ-şinaslık yapmış olmayayım ama çok sıkılmıştım memuriyetten. Artık asude zamanların tadını çıkaracağım. Sen bu notu okuduğunda ben çoktan işleri yoluna koymuş olurum herhalde. Sana bu notu değil de kendimin kaleme aldığı bir defter dolusu roman bırakmak isterdim ama beni bilirsin, okunacak o kadar çok şey varken yazmaya ne hacet diye düşünenlerdenim. Sadece arkadaki dolapta bulunan kitaplarımı bırakabiliyorum maalesef. Aşağıda açık adresim ve yeni aldığım telefon hattım var. Bunları kimseye söyleme. Bir gün yolun düşerse çayımı içmeye beklerim.”

Öğle arası bitmiş, beş dakika da geçmişti. Memurlar birer ikişer yerlerini alıyorlardı. Murat masasının arkasındaki dolabı açtı. Dolap serapa kitap doluydu. İçinden kocaman bir teşekkür etti.


YAZAR: ERHAN GENC | TARİH: EYLÜL 2015 | HİKAYE | http://insanvehayat.com/devlet-dairesinde-neler-oluyor/