Gönderen Konu: Deyimlerimiz ve Hikayeleri  (Okunma sayısı 74268 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Uludag

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 928
  • man daqqa, duqqa.
    • www
Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« : 20 Ocak 2008, 03:05:03 »

Foyası Meydana Çıktı Nerden Gelmiştir

Kuyumcular süs esyalalarinda kullandiklari elmaslarin, kiymetli taslarin arkasina foya denilen bir madde sürer, böylece ayna gibi isigi yansitarak daha cok parlamasini saglarmis.

Zamanla bu foya dökülür, tas da eski parlakligini yitirirmis. Buna foyasi cikti denilirmis. Bunun gibi, hilekar kisilerin yalanlari ortaya cikinca "foyasi cikti" degimi kullanilir olmus.
« Son Düzenleme: 10 Nisan 2008, 05:22:32 Gönderen: isra »
Ya rabbi, şu acizi ümmeti Muhammede hizmet etmeğe muktedir kıl.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #1 : 25 Ocak 2008, 17:15:41 »
buna asil boyasi meydana cikti desek daha yerinde olur herhalde
« Son Düzenleme: 10 Nisan 2008, 05:28:28 Gönderen: isra »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #2 : 07 Nisan 2008, 20:08:14 »
iSKeNDeR PaLa/iKi DiRHeM BiR ÇeKiRDeK 'den

İran şahlarından Numan Bin Münzir eğlenceyi seven,bu uğurda her türlü devlet imkanını seferber etmiş şuh yaradılışlı bir hükümdar imiş.İran halkı onun zamanında zevki sefa içinde yaşarmış ve münzir,halkını rahat içinde yaşatan bir hükümdar olarak tarihe geçmek için ne gerekiyorsa yapmaya azmetmiş.ve aklına bu icraatları anıtlaştıracak bir köşk yaptırmak gelmiş.ülkenin en büyük mimarı olan sinimmar ı huzuruna çağırmış.

-benim için öyle bir yerde öyle bir saray yap ki dünyadan kâm alma adına hiçbir eksik olmasın.sana iki yıl mühlet.

Sinimmar emir üzerine işe koyulmuş.ülkeyi bir baştan bir başa dolaşmış.küfe de Fırat kıyısında bir tepeyi beğenmiş.iki yılın hitamında saray tamamlanmış.şah sarayı gezerken hayretten hayrete düşüyormuş.Sinimmar saraya öyle bir ışık perspektifi vermiş ki şah için hazırlanan oda günün her saatinde ayrı renk de görünüyormuş.

Sinimmar ,Şahı herkezden gizli mahzene indirmiş.mahzende kendisine bir taşı işaret ederek;

-‘şahım bendenizden adınıza bir saray yapmamı istediniz.İşte bu Havernak sarayı dünya durdukça sizin adınızı yaşatacaktır.sarayın anahtarı şu gördüğünüz taştır.eğer bir gün saraydan bıkarsanız şu taşı çekip sarayı terk ediniz;saray bir saat sonra yok olacaktır.

Numan Bin Münzir ,Sinimmâr ı bin bir sözle övdükten sonra ertesi gün kuşluk çayını terasta birlikte içmek ve maddi iltifatlarını sunmak üzere Sinimmar ı davet edip odasına çekilmiş.Önceleri ona ne türlü hediyeler hazineler vereceğini düşünmüşse de zaman ilerledikçe şeytan içine vesvese vermiş.’ya başkası için sarayın eşini yapar yada taşın yerini başkasına söylerse’.

Ertesi gün sinimmar terasa gelmiş.şah onu Fırat ın manzarasını seyretmek için kokuluğun kenarına getirmiş ve sırtından iterek mükafatını vermiş!!!
Zavallı sinimmar uçuruma doğru süzülürken;

_’diğer taş şahım ,diğer taş!...

derler ki Sinimmarın anahtar taşının bir benzerini daha vardı.o taş her yıl çıkarılıp yerine konmaz ise saray çökmeye mahkumdu.
İşte bu olaydan sonra cezayı sinimmar dillere destan olmuş.bugün havernak sarayının yerinde yeller esiyor.münzirin adını ise hatırlayan yok.ama sinimmar adı dünya döndükçe yaşayacaktır.Çünkü o mükafat yerine cezaya çarptırılmanın Ceza-yı Sinimmar ın sembolü olmuştur.[/color]

ne dersiniz zamanımızdada var mı cezay-ı sinimmar uygulayanlar
« Son Düzenleme: 27 Şubat 2010, 14:22:14 Gönderen: Tuğra »
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #3 : 07 Nisan 2008, 20:44:09 »
SARI ÇİZMELİ MEHMET AĞA

sari çizmenin moda oldugu bir zamanda, izmir esrafindan birisi usagini çagirip tembih etmis:

- bak a efendi! aydin'dan mehmed aga isminde birisi gelecek. harman zamaninda sari çizme almasi için 14 akçe vermistim. borcunun vadesi geldi, bugün defterden borcunu sildim. simdi faytona bin, dogru istasyona! uzun boylu, orta yasli, efe biyikli biridir, hemen tanirsin.

usak istasyona varmis. tren bosalmaya baslamis. bir müddet tarife uygun adam aramissa da nafile. bari çizmesinden taniyayim diye bu sefer ayaklari tarassuta baslamis. ne var ki sari çizmelerden giyen giyene. nihayet çaresizlik içinde en benzettigi kisiye seslenmis:

- mehmed aga! bizim bey seni konakta bekliyor.

tesadüf bu ya, sari çizmeli adamin adi mehmed olup aydin'da kendisini aga diye çagirirlarmis. beraberce konaga varmislar. bey bakmis ki gelen sari çizmeli ile onun borçlusu mehmed aga arasinda bir benzerlik yok. elindeki defterin alacak hanesine bir yandan mehmed aga'nin adini yeniden yazarken diger yandan usagi paylamaya baslamis. nihayet usak,

- bey, demis, burasi koca bir sehir, sari çizmeli de çoktu; mehmed aga da. seninkini yaz deftere bir daha!

bu hikaye halk arasinda yayildiktan sonra, kim oldugu, ne oldugu belli olmayan birisinden bahsedilirken "sari çizmeli mehmed aga" deyimi kullanilmaya baslamis. baris çelebi'nin sarkisi dinlendikçe de asla unutulmayacaktir.


« Son Düzenleme: 10 Nisan 2008, 05:26:29 Gönderen: isra »
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #4 : 08 Nisan 2008, 15:22:08 »
EŞEK SUDAN GELİNCEYE KADAR DÖVMEK

( Adamakallı dövmek anlamında kullanılan deyim )

Balkan harbi sıraların da cephedeki bir askeri birlikte su ihtiyacını her bölüğün saka neferleri temin ederdi.

O zamanlar, mekkare katırlarından başka adına karanfil kolu debilen, merkepli nakliye kolları da vardı. her bölüğede bir merkep tahsis edilmiş. Saka neferleri bu eşeklere yükledikleri fıçılarla, ordugaha yarım saat uzaklıktaki bir pınardan su taşırlarmış.

 Bölüklerden birisinin saka neferi çok saf ve tembel imiş. Bir gün pınar başında yatmış, uyumuş. Eşekde çimenler üzerinde otlarken uzaklara gitmiş.

Uyandığı zaman akşam olmak üzere imiş. Merkebi aramış, bulamamış. Koşarak bölüğe gelmiş.

Susuzluktan kıvranan bölüğün çavuş ve onbaşıları sakayı yakaladıkları gibi, bölük kumandanı alaylı yüzbaşının karşısına çıkarmışlar.

Çok sert ve aksi bir adam olan yüzbaşı saka neferini sorguya çekmiş. Neticede uyuduğunu ve eşeğini kaçırdığını öğrenince, hemen etrafa atlılar çıkarıp eşeği aratmaya göndermiş. Sakyı da çadırın direğine bağlayıp başalmış dayak atmaya. Can acısı ile avaz avaz bağıran saka:

 -Aman yüzbaşım, ölüyorum, bir daha uyumayacağım. Artık dövme! diye yalvardıkça, yüzbaşı:

 -Acele etme, daha eşek bulunamadı. Eşek sudan gelinceye kadar dayak yiyeceksin ki bir daha eşeğine sahip olup, muharebe yerinde, vazife başında uyumayacaksın....demiş

 :) :)
« Son Düzenleme: 27 Şubat 2010, 14:25:51 Gönderen: Tuğra »
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Deyimlerimiz ve hikayeleri
« Yanıtla #5 : 08 Nisan 2008, 17:00:48 »

Havanda su dövmek deyiminin hikayesi

Zaman, yeni hatıralar ekleyerek ömür sayfalarımıza, akıp gider. Yeşeren ağaçlardan, göveren meyvelerden, güzel günlerden geçer. Ve bir daha da geri gelmez!

Eskiden ömrü, en kıymetli hazine bilirmiş büyüklerimiz. Ömür sermayesini boşa harcamamaya gayret ederlermiş. İşte o büyüklerin yaşadığı eski zamanlarda, bir padişah varmış. Vaktini faydalı işler yaparak geçirmeyi kendine düstur edinmiş. Devlet işlerinden kalan zamanında ağaç diker, kimsesiz çocuklara masal okur, yoksul evlere aş dağıtır, daha da vakti kalırsa, ülkedeki bilginlerin buluşlarını incelermiş...

Halkını da, güzel davranışlarda bulunmaya ve çalışmaya teşvik edermiş.

Yavaş yavaş halk da padişahın rengine bürünmüş. Boş durmaktansa, hepsi bir meşgale bulup uğraşmaya başlamışlar. Kimi, kimsesiz çocukların bakımını üstlenmiş, kimi yaşlıların. Kimi ağaçtan kayıklar, kalemler, iskemleler yontmuş, çiçek ekmiş, tel tel danteller örmüş, tahtadan güzel oyuncaklar yapmış, nakış işlemiş, kilim dokumuş… Kimi ise, güzel binalar yapmış. Birbirinden güzel camiler, medreseler, hanlar, hamamlar yükselmiş ülkenin dört bir yanında.

Bununla kalmayıp, yağmur yağdığında çamurlanan yollara güzel taşlar döşemişler. Mavisi, pembesi, yeşili yan yana uzanıp gitmiş yol boyunca. Yol kenarlarında sıralanan ağaçlara, fenerler asmışlar. Geceleri diledikleri gibi yolculuk yapabilmişler böylece.

Halk öyle çalışkan öyle çalışkan olmuş ki, boş oturan kimse kalmamış. Dört başı mamur bir ülke olup çıkmış padişahın ülkesi.

Fakat, fani dünya seni de yer beni de. Her şey böyle güllük gülistanlık gitmemiş. Sağdan soldan kötü niyetli adamlar gelmiş ülkeye. Çok geçmeden de etraflarında kötü niyetlerinin izleri görülmeye başlanmış. Kiminin bahçesini talan etmişler, kiminin evini taşlamışlar, kırıp dökmüşler. Kısa zamanda da bir araya toplanıp birbirlerinin yandaşı olmuşlar. Elebaşları ise, içlerinde en belalı olanıymış. İnsan bu, bazen eğilir, bazen bükülür. Halden hale girer. Zamanla ülke içinden de bu topluluğa yandaş olanlar çıkmış.

Halkın bir kısmı, bu eşkıya taifesinden uzak durmuş. Bir kısmı da, iyilikle iyiliğe davet edelim diyerek onlarla komşuluk etmişler. Ne var ki, çoğu zarar görmüş. Kalan az bir kısmı da, çareyi kötülerden uzaklaşmakta bulmuş.

Sonunda padişah işe el koymuş. Eşkıya taifesini huzurunda toplayıp hesap sormak murat etmiş. Böylece padişahın askerleriyle, eşkıya taifesi arasında bir kovalamacadır başlamış. Ülkesini köşe bucak tanıyan padişah, asileri yakalatıp huzuruna getirtmiş. Elebaşlarını ayırıp kalanlarına kilim dokuma, çömlek yapma, dantel örme, kitap yazma, ekip biçme cezaları vermiş.

Haydut taifesi bu cezaları duyunca çok şaşırmış. Çaresiz, işe koyulup çalışmaya başlamışlar.

Elebaşlarına ise, ne ceza vereceğini günlerce düşünmüş padişah. Öyle bir ceza olmalıymış ki bu, ibreti âlem olsun. Sonunda bir karara varmış. Vezirlerine emir vererek ülkedeki en büyük havanı bulup getirmelerini istemiş. Fakat getirilen havanların hiçbiri padişahın istediği büyüklükte değilmiş. O zaman, padişah istediği havanı yapmaları için marangozlara emir vermiş. Marangozlar, mümkün olan en kısa zaman içinde padişahın istediği havanı yapıp getirmişler. Havanı görenler parmak ısırmışlar. Padişah havanı, şehrin en büyük meydanına yerleştirmiş. İçini su ile doldurtmuş. Dev havan kolunu da asinin eline vermiş.

- Başla bakalım dövmeye, diye emir buyurmuş.

Asi başlamış dövmeye. Ta gün batıncaya kadar! Halk, sabah işine gücüne başlarken, asi de sabah erkenden havanda su dövmeye başlıyormuş. Aslında kellesinin gitmesini beklerken, kendisine verilen bu cezaya hiç akıl sır erdiremiyormuş. Aradan bir ay geçtikten sonra padişah asinin yanına uğramış.

- Ne yapmaktasın bre gafil? diye sormuş.

- Havanda su dövmekteyim, padişahım diye cevaplamış asi.

Padişah başka soru sormadan gitmiş. Aradan üç ay geçmiş, padişah hâlâ havanda su dövmekte olan asinin yanına tekrar gelmiş.

- Ne yapmaktasın bre gafil, diye sormuş.

- Havanda su dövmekteyim padişahım, diye cevaplamış adam.

Padişah başka soru sormadan gitmiş. Bu kez aradan altı ay geçmiş. Padişah hala havanda su dövmekte olan asinin yanına bir kez daha uğramış. Bu arada halk da asiye verilen cezanın hikmetini merak ediyormuş.

Günler geçtikçe asinin de havanda su dövmekten kollarında derman kalmamış. Ceza tam bir yıla tamamlandığında, padişah asinin yanına bir kez daha gelmiş ve sormuş:

- Ne yapmaktasın bre gafil?

- Havanda su dövmekteyim padişahım, demiş adam.

- Peki, bunca zaman havanda su dövdün de ne geçti eline, diye sormuş padişah.

- Hiçbir şey padişahım. Üstelik kollarımda derman kalmadı ve hiçbir kazancım da olmadı, demiş.

Padişah bu kez asinin eski yandaşlarını çağırmış ve bir yıl boyunca yapıp ettikleriyle gelmelerini emretmiş. Yandaşları bir yıl boyunca dokudukları kilimler, yaptıkları porselenler, ekip biçerek elde ettikleri buğdaylar, darılar, yazdıkları kitaplar, ördükleri dantellerle meydana gelmişler. Çok da mutlu görünüyorlarmış. O zaman padişah, asiye dönüp kısa bir konuşma yapmış.

- Bu ülkeye geldiğin zaman, bir ağaç dikseydin, şimdi belki de meyve verecekti. Bir tarla ekseydin, ürünün olacaktı. Bir halı dokusaydın, bitirmiş olacaktın. Faydalı bir iş yapsaydın, güzel sonuçlarıyla karşılaşacaktın. Yazık sana! Bunca zaman, yararsız işlerle uğraştın. Sonucunda havanda su dövmekten başka bir karşılık bulamadın, demiş.

O zaman orada toplanan halk da, asi de anlamış verilen cezanın hikmetini. Asi pişman olmuş, af dilemiş. Padişah da kerem etmiş bağışlamış onu.

O günden sonra asi, güzel havanlar yapmakla meşgul olmuş. Birbirinden güzel, süslü, nakışlı, gümüş, bakır, bronz, ağaç havanlar yapmış. Bir daha da boş ve yararsız işlerle uğraşmamış. İşte, ta o zamanlardan ‘havanda su dövmek’ sözü bize hatıra kalmış.

« Son Düzenleme: 10 Nisan 2008, 04:33:01 Gönderen: isra »
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #6 : 10 Nisan 2008, 19:35:14 »
HALEP ORADAYSA ARŞIN BURADA

Vaktiyle görgüsüzün biri kısa bir müddet Halep’te kalmış. Yurduna dönünce de yerli yersiz konuşmaya, “Ben Halep’te şöyle yaptım, böyle yaptım” gibi atıp tutmaya başlamış. Öyle ki övünmelerinden halka gına gelmiş.
Günlerden birinde köy odasında oturulurken söz cirit oyunundan, uzun atlamadan açılmış. Bizim övünme meraklısı dayanamayıp söze girmiş:
- Ben Halep’te iken on beş arşın atladım.
Sabrı tükenenlerden biri itiraz etmiş:
- Yapma be iki gözüm, on beş arşın atlamak kim; sen kim?
- Canım ne var on beş arşında, atladım işte!
O sırada aralarında bulunan marangoz, malzemeleri arasındaki arşını çıkarıp ortaya koymuş:
- Halep oradaysa arşın burada! Haydi atla da görelim.
-?!..
O günden sonra palavracı her nerede bir kurusıkı atsa, halk kendisine “Arşın burda!” demeye başlamış ve bu söz bir deyim olarak yaygınlaşmış. Bugün dahi, geçmişte yaptığı bir şey ile övünen, yahut yapmadığını yapmış gibi söyleyen insanlara, halihazır şartlar altında da aynı başarıyı göstermesi arzusunu izhar için söylenir.
Bugün arşın yerine metrik ölçü kullanıyoruz. 68 cm. uzunluğunda bir ölçü birimi olan arşın (arşun), yakın zamanlara kadar Anadolu’da hala kullanılmakta idi. Hatta Malatya ve havalisindeki illerimizde “Halep oradaysa arşın burada” deyiminden dolayı arşın yerine Halep kelimesini bir ölçü birimi gibi telaffuz ettikleri olmuştur: Beş Halep kadife, sekiz Halep urgan.. gibi.
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #7 : 10 Nisan 2008, 19:39:30 »
ATEŞ PAHASI

Vaktiyle Osmanlı hükümdarlarından biri maiyetiyle avlanmaya çıkmış. Bir ceylanın peşinden koşarken vakit bir hayli ilerlemiş ve gün batmaya yüz tutmuş. Bu sırada gök kararmış, ortalığı şiddetli bir rüzgar ve ardından da savruntulu bir yağmur bastırmış. Hünkar ve adamaları en yakın kulübeye kendilerini zor atmışlar. Meğer sığındıkları kulübe odunculuk yapan bir garibe aitmiş. Adamcık onları içeri almış. Sultan her ne kadar adamı tedirgin etmemek için kim olduklarını söylememiş ise de oduncu durumu kavramış ve ocağa büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıtmış. Dışarıda hem ıslanıp hem üşüyen padişah ve adamları bu durumdan pek memnun kalmışlar ve geceyi orada rahatça geçirmişler. Hattâ bir ara hünkâr:

- Doğrusu şu ateş bin altın eder, diye söylenmiş.
Ertesi gün yola çıkacakları vakit padişah oduncuya sormuş:
- Efendi! Bizi ihya ettin, harlı ateşin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik. Söyle bakalım borcumuz ne kadar?
Oduncu fırsatı değerlendirmenin zamanıdır deyip rayici yüksek tutmuş:
- Bin altın beyzadem!
Vekilharç hemen atılmış:
- Ne masraf ettin ki bin altın istersin bre densiz?
- Sabaha kadar ateşi aynı kıvamda tuttum. Böyle dağ başında bu ateş az bulunur.
- Ama ateş bu denli pahalı mıdır?
O sırada padişah vekilharcına dönüp:
- Ağa, demiş, ateş iyiydi, şimdi pahasını verin!
Oduncunun bu tavrı halk arasında yayılınca, değerinin üstünde fiyat biçilen şeyler hakkında "ateş pahası" denilmeye başlamış ve giderek deyimleşmiş. Umulana göre çok pahalı bulunan fiyatlar hakkında bugün hala "ateş pahası" denilir.
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #8 : 10 Nisan 2008, 19:46:46 »
ÇAM DEVİRMEK

Zengin bir adamın, Göztepe Erenköy taraflarında, sekiz on dönüm bahçeli, büyük bir köşkü varmış. Adam bu bahçenin bir köşesine bir bina daha yaptırmaya karar vermiş.
Eski binalar hep ahşap yapıldığı için, gereken keresteyi tomruk halinde getirtmiş ve inşaat yaptıracağı yere istif ettirmiş.

Bu tomrukların içinde çam, gürgen, meşe ve ceviz ağaçları da bulunuyormuş. Sayfiye mevsimi olmadığı için Nişantaşı’ndaki konağında oturan zengin adam bir sabah, köşküne gitmiş ve köşkün saf bekçisine emir vermiş:
-Bir hızarcı bul, bahçedeki ağaçların arasındaki çamları biçtir, tahta ve kalas yaptır demiş. Saf uşak da efendisinin emri üzerine hızarcıları bulmuş. Çam tomrukları yerine, köşkün bahçesinde ne kadar kıymetli çam ağacı varsa kestirip devirmiş. Bu akılsız uşağın adı, çam deviren uşak kalmış.
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #9 : 10 Nisan 2008, 19:50:20 »
AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI

Bir zorluğu çözümlerken, bir engeli ortadan kaldırmaya uğraşırken, bazen hiç beklenmedik sürpriz olayları çıkar ve daha büyük engeller karşımıza dikilir. O zaman "Ayıkla pirincin taşım" deyimini kullanırız. Tabirin hikayesi, Osmanlı tarihine dayanır, Yavuz Sultan Selimin Yemen'i fethinden bir süre sonra, Yemen'de bazı isyanlar çıkmış, uzun uğraşmalar sonunda Yemen Fatihi Sinan Paşa, durumu kontrol altına almış;

Yemen bu tarihten itibaren 400 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmıştı.. Rivayete göre, Sinan Paşa'nın askerleri bir gün çölde konaklamış. Yemek pişirmek üzere, hasır torbalar içindeki pirinçleri yere serdikleri büyük bir serginin üstüne dökmüş ve taşlarını ayıklamaya başlamışlar.

Bu sırada bir firtına çıkmış ve rüzgârın savurduğu bir kum bulutu, pirinçlerin üstüne inerek, ufak bir tümsek halinde yığılmış.
Kumların altında kalan pirinçlere bakakalan yeniçeriler arasından şakacı bir asker, arkadaşlarına:

-"Biz Allah'ın nimetini taşlı diye beğenmiyorduk, bizim gibi günahkâr kullara üç beş taş az bile gelir. Asıl şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını. Ulu Rabbimiz, Kabe'ye hücum eden fil sahiplerinin başına Ebabil kuşlarından taş yağdırmıştı. Bizim başımıza da daha büyük taş yağdırmadan hemen tövbe edelim." diyerek arkadaşlarını güldürmüş. [/color]
« Son Düzenleme: 27 Şubat 2010, 14:26:50 Gönderen: Tuğra »
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #10 : 10 Nisan 2008, 19:58:34 »
VERMEYİNCE MABUD NEYLESİN SULTAN MAHMUT

Allah istemediği sürece kul ne yaparsa yapsın nafiledir.

Sultan Mahmut kılık kıyafetini değiştirip dolaşmaya başlamış. Dolaşırken bir kahvehaneye girmiş oturmuş. Herkes bir şeyler istiyor. Tıkandı baba, çay getir, Tıkandı baba, oralet getir, vs.


Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş; “Hele baba anlat bakalım, nedir bu Tıkandı baba meselesi?”, “Uzun mesele evlat” demiş Tıkandı baba. “Anlat baba anlat merak ettim” deyip çekmiş sandalyeyi. Tıkandı baba da peki deyip başlamış anlatmaya;


Bir gece rüyamda birçok insan gördüm ve her birinin bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu. Benimki de akıyordu ama az akıyordu. “Benimki de onlarınki kadar aksın” diye içimden geçirdim. Bir çomak aldım ve oluğu açmaya çalıştım. Ben uğraşırken çomak kırıldı ve akan su damlamaya başladı. Bu sefer içimden “Onlarınki kadar akmasada olur, yeter ki eskisi kadar aksın” dedim ve uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı. Ben yine açmak için uğraşırken Cebrail göründü ve “Tıkandı baba, tıkandı. Uğraşma artık” dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı baba”ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam olmadı. şimdide burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz.


Tıkandı baba’nın anlattıkları Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş. çayını içtikten sonra dışarı çıkmış ve adamlarına; “Hergün bu adama bir tepsi baklava getireceksiniz. Her dilimin altında bir altın koyacaksınız ve bir ay boyunca buna devam edeceksiniz” demiş. Sultan Mahmut’un adamları “peki” demişler ve ertesi akşam bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba’ya baklavaları vermişler. Tıkandı baba baklavayı almış , bakmış baklava nefis. “Uzun zamandır tatlı da yiyememiştik. şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim” diye içinden geçirmiş. Baklava tepsisini almış evin yolunu tutmuş. Yolda giderken “Ben en iyisi bu baklavayı satayım evin ihtiyaçlarını gidereyim” demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya; “Taze baklava, güzel baklava!” Bu esnada oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş. üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Tıkandı baba baklavayı satıp elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış. Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş. Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş. Bir bakmış ki altın. şaşırmış, diğer dilim, diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın.


Ertesi akşam Yahudi acaba yine gelirmi diye aynı yere geçip başlamış beklemeye. Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler. Tıkandı baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş. Yahudi hiçbir şey olmamış gibi “Baba baklavan güzeldi. Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım” demiş, Tıkandı baba da “Peki” demiş ve anlaşmışlar. Tıkandı babaya her akşam baklavalar gelmiş ve Yahudi de her akşam Tıkandı baba’dan baklavaları satın almış.


Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut; “Bizim Tıkandı baba’ya bir bakalım”, deyip Tıkandı baba’nın yanına gitmiş. Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş. Girmiş girmesine ama birde ne görsün bizim tıkandı baba eskisi gibi darmadağın. Sultan; “Tıkandı baba sana baklavalar gelmedi mi?” demiş, “Geldi sultanım”, “Peki ne yaptın sen o kadar baklavayı?”, “Efendim satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağolasınız, duacınızım…”


Sultan şöyle bir tebessüm etmiş. “Anlaşıldı Tıkandı baba anlaşıldı, hadi benle gel” deyip almış ve Devletin hazine odasına götürmüş. “Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir” demiş. Tıkandı baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek. Sultan demiş; “Baba senin buradan da nasibin yok”. Sen bizim şu askerlerle beraber git onlar sana ne yapacağını anlatırlar demiş ve askerlerden birini çağırmış “Alın bu adamı üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin. O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin” demiş.


Padişahın adamları “peki” deyip adamı alıp üsküdar’a götürmüşler. “Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım” demişler. Baba, “Niçin ?” demiş. Askerler “Hele sen bir beğen bakalım” demişler.


Baba, şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline “Ne olacak şimdi?” demiş, “Baba sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı” demişler. Adam taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş. Adamcağız oracıkta ölmüş. Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler. İşte o zaman Sultan Mahmut o meşhur sözünü söylemiş:

Vermeyince mabud, neylesin sultan mahmut!..
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #11 : 10 Nisan 2008, 20:53:56 »
ÇİZMEYİ AŞMAK

Söyleyişte daha ziyade “Çizmeyi aşma”, yahut, “Çizmeden yukarı çıkma” biçiminde emir kipiyle ve boyundan büyük bir işe girişildiğini ima eder mahiyette kullanılan bu deyimin hikayesi şöyledir:
Milattan üç asır önce Efes’te yaşamış olan Apelle (Apel) isimli bir ressam vardır. Büyük İskender’in resimlerini yapmakla şöhret bulan Apel’in en büyük özelliği yaptığı resimleri halka açması ve gizlendiği bir perdenin arkasından onların tenkitlerini dinleyip hoşa gidecek yeni resimler için fikir geliştirmesi imiş.
Günlerden birinde bir kunduracı Apel’in resimlerinden birini tepeden tırnağa süzüp tenkide başlamış. Önce resimdeki çizmeler üzerinde görüşlerini bildirip, kunduracılık sanatı bakımından tenkitlerini sıralamış. Apel bunları dinleyip gerekli notları almış. Ancak bir müddet sonra adam resmin üst kısımlarını da eleştirmeye ve hatta teknik yönden, sanat açısından, renklerin kontrastı ve gölgelerin derecesi üzerine de ileri geri konuşmaya başlayınca Apel perdenin arkasından bağırmış.


Efendi, haddini bil; çizmeden yukarı çıkma
!
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #12 : 10 Nisan 2008, 21:03:35 »
AVUCUNU YALAMAK

Umduğumuz bir nimet ele girmediği zamanlarda söylenilen bu deyim, eskiden kadınlar arasında yaygın iken bilâhare çıkış noktası unutulup erkekler tarafından da kullanılır olmuştur. Eskiden hamile kadınların aşerme (aş yermek) dönemleri ile bebekli hanımların süt dönemlerinde canları çekip de ulaşamadıkları bir şey olursa göğüslerinin şişeceği veya sütlerinin kesileceğine dair bir inanış mevcutmuş. Fakirlik, yasaklama, sıhhi gerekler vs. yönünden bir şeyi canı çektiği halde ondan tadamayan bir kadın, sanki onu tadıyormuşçasına sağ avucunun içini yalar ve böylece nefsini köreltir, istediği nimeti yediğini farz edermiş. Aynı uygulamaların çocuklara yönelik bir versiyonu da imrendikleri yiyecekten onlara bir tadımlık da olsa ikram etmektir. Eğer ikram edilmezse çocuğun bir yerlerinin şişeceği söylenir ki galiba kadınların göğüs şişmesi ile aynı olsa gerektir.
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #13 : 12 Nisan 2008, 16:54:23 »
Hoşafın Yağı Kesildi

Yeniçeri ocaklarında efrada yemek dağıtılırken mutfak meydancısı elinde tuttuğu üzeri ayet ve dualar yazılı kallavi koca kepçe ile evvela yağlı yemekleri ve pilavı dağıtır, sonra da hoşaflara daldırırmış.

Hal böyle olunca, sofralara gelen hoşaf bakracının üstünde, bir parmak kalınlığında yağ tabakası yüzermiş. Bu durumu gören Yeniçeri ağalarından akıllı birisi meydancıya emir vererek "Kepçeyi yağlı yemeklere batırmadan evvel temiz iken hoşafları dağıt, sonra yemek tevziatına geç..." demiş.

Demiş amma, bu sefer sofralara giden hoşaf bakraçlarının üzerinde yağ tabakasını göremeyen Yeniçeriler isyan bayrağını çekmişler:

- "Hakkımızı yiyorlar, istihkakımızdan çalıyorlar, zira hoşafın yağını bile kestiler, yağlı hoşaf isterük..." diye bağırmışlar
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد

Çevrimdışı ruy-ı zemin

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1109
  • Seher vakti bereket vakti...
Ynt: Deyimlerimiz ve Hikayeleri
« Yanıtla #14 : 12 Nisan 2008, 16:56:45 »

Dimyat'a Pirince Giderken Evdeki Bulgurdan Olmak

Dimyat Mısır'da, Süveyş Kanalı ağzında ve Portsait yakınlarında bir iskeledir. Eskiden Mısır'ın meşhur pirinçleri, ince hasırdan örülmüş torbalar içinde buradan Türkiye gelirdi.

Dimyat'a pirinç almak için giden bir Türk tüccarının bindiği gemi Akdenizde Arap Korsanları tarafından soyulmuş ve adamcağızın kemerindeki bütün altınlarını almışlar.

Binbir müşkilat içinde Türkiye'ye dönen pirinç tüccarı o yıl iflas etmek durumuna düşmüş. İstanbul'dan kalkmış, memleketi olan Karaman'a gitmiş. O sene tarlasından kalkan buğdayları da bulgur tüccarlarına sattığından, kendi ev halkı kışın bulgursuz kalmışlar. "Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak" sözünün aslı buradan kalmıştır
پاى مار      چشم مور      نان منلا      كس نديد