Havanda su dövmek deyiminin hikayesi
Zaman, yeni hatıralar ekleyerek ömür sayfalarımıza, akıp gider. Yeşeren ağaçlardan, göveren meyvelerden, güzel günlerden geçer. Ve bir daha da geri gelmez!
Eskiden ömrü, en kıymetli hazine bilirmiş büyüklerimiz. Ömür sermayesini boşa harcamamaya gayret ederlermiş. İşte o büyüklerin yaşadığı eski zamanlarda, bir padişah varmış. Vaktini faydalı işler yaparak geçirmeyi kendine düstur edinmiş. Devlet işlerinden kalan zamanında ağaç diker, kimsesiz çocuklara masal okur, yoksul evlere aş dağıtır, daha da vakti kalırsa, ülkedeki bilginlerin buluşlarını incelermiş...
Halkını da, güzel davranışlarda bulunmaya ve çalışmaya teşvik edermiş.
Yavaş yavaş halk da padişahın rengine bürünmüş. Boş durmaktansa, hepsi bir meşgale bulup uğraşmaya başlamışlar. Kimi, kimsesiz çocukların bakımını üstlenmiş, kimi yaşlıların. Kimi ağaçtan kayıklar, kalemler, iskemleler yontmuş, çiçek ekmiş, tel tel danteller örmüş, tahtadan güzel oyuncaklar yapmış, nakış işlemiş, kilim dokumuş… Kimi ise, güzel binalar yapmış. Birbirinden güzel camiler, medreseler, hanlar, hamamlar yükselmiş ülkenin dört bir yanında.
Bununla kalmayıp, yağmur yağdığında çamurlanan yollara güzel taşlar döşemişler. Mavisi, pembesi, yeşili yan yana uzanıp gitmiş yol boyunca. Yol kenarlarında sıralanan ağaçlara, fenerler asmışlar. Geceleri diledikleri gibi yolculuk yapabilmişler böylece.
Halk öyle çalışkan öyle çalışkan olmuş ki, boş oturan kimse kalmamış. Dört başı mamur bir ülke olup çıkmış padişahın ülkesi.
Fakat, fani dünya seni de yer beni de. Her şey böyle güllük gülistanlık gitmemiş. Sağdan soldan kötü niyetli adamlar gelmiş ülkeye. Çok geçmeden de etraflarında kötü niyetlerinin izleri görülmeye başlanmış. Kiminin bahçesini talan etmişler, kiminin evini taşlamışlar, kırıp dökmüşler. Kısa zamanda da bir araya toplanıp birbirlerinin yandaşı olmuşlar. Elebaşları ise, içlerinde en belalı olanıymış. İnsan bu, bazen eğilir, bazen bükülür. Halden hale girer. Zamanla ülke içinden de bu topluluğa yandaş olanlar çıkmış.
Halkın bir kısmı, bu eşkıya taifesinden uzak durmuş. Bir kısmı da, iyilikle iyiliğe davet edelim diyerek onlarla komşuluk etmişler. Ne var ki, çoğu zarar görmüş. Kalan az bir kısmı da, çareyi kötülerden uzaklaşmakta bulmuş.
Sonunda padişah işe el koymuş. Eşkıya taifesini huzurunda toplayıp hesap sormak murat etmiş. Böylece padişahın askerleriyle, eşkıya taifesi arasında bir kovalamacadır başlamış. Ülkesini köşe bucak tanıyan padişah, asileri yakalatıp huzuruna getirtmiş. Elebaşlarını ayırıp kalanlarına kilim dokuma, çömlek yapma, dantel örme, kitap yazma, ekip biçme cezaları vermiş.
Haydut taifesi bu cezaları duyunca çok şaşırmış. Çaresiz, işe koyulup çalışmaya başlamışlar.
Elebaşlarına ise, ne ceza vereceğini günlerce düşünmüş padişah. Öyle bir ceza olmalıymış ki bu, ibreti âlem olsun. Sonunda bir karara varmış. Vezirlerine emir vererek ülkedeki en büyük havanı bulup getirmelerini istemiş. Fakat getirilen havanların hiçbiri padişahın istediği büyüklükte değilmiş. O zaman, padişah istediği havanı yapmaları için marangozlara emir vermiş. Marangozlar, mümkün olan en kısa zaman içinde padişahın istediği havanı yapıp getirmişler. Havanı görenler parmak ısırmışlar. Padişah havanı, şehrin en büyük meydanına yerleştirmiş. İçini su ile doldurtmuş. Dev havan kolunu da asinin eline vermiş.
- Başla bakalım dövmeye, diye emir buyurmuş.
Asi başlamış dövmeye. Ta gün batıncaya kadar! Halk, sabah işine gücüne başlarken, asi de sabah erkenden havanda su dövmeye başlıyormuş. Aslında kellesinin gitmesini beklerken, kendisine verilen bu cezaya hiç akıl sır erdiremiyormuş. Aradan bir ay geçtikten sonra padişah asinin yanına uğramış.
- Ne yapmaktasın bre gafil? diye sormuş.
- Havanda su dövmekteyim, padişahım diye cevaplamış asi.
Padişah başka soru sormadan gitmiş. Aradan üç ay geçmiş, padişah hâlâ havanda su dövmekte olan asinin yanına tekrar gelmiş.
- Ne yapmaktasın bre gafil, diye sormuş.
- Havanda su dövmekteyim padişahım, diye cevaplamış adam.
Padişah başka soru sormadan gitmiş. Bu kez aradan altı ay geçmiş. Padişah hala havanda su dövmekte olan asinin yanına bir kez daha uğramış. Bu arada halk da asiye verilen cezanın hikmetini merak ediyormuş.
Günler geçtikçe asinin de havanda su dövmekten kollarında derman kalmamış. Ceza tam bir yıla tamamlandığında, padişah asinin yanına bir kez daha gelmiş ve sormuş:
- Ne yapmaktasın bre gafil?
- Havanda su dövmekteyim padişahım, demiş adam.
- Peki, bunca zaman havanda su dövdün de ne geçti eline, diye sormuş padişah.
- Hiçbir şey padişahım. Üstelik kollarımda derman kalmadı ve hiçbir kazancım da olmadı, demiş.
Padişah bu kez asinin eski yandaşlarını çağırmış ve bir yıl boyunca yapıp ettikleriyle gelmelerini emretmiş. Yandaşları bir yıl boyunca dokudukları kilimler, yaptıkları porselenler, ekip biçerek elde ettikleri buğdaylar, darılar, yazdıkları kitaplar, ördükleri dantellerle meydana gelmişler. Çok da mutlu görünüyorlarmış. O zaman padişah, asiye dönüp kısa bir konuşma yapmış.
- Bu ülkeye geldiğin zaman, bir ağaç dikseydin, şimdi belki de meyve verecekti. Bir tarla ekseydin, ürünün olacaktı. Bir halı dokusaydın, bitirmiş olacaktın. Faydalı bir iş yapsaydın, güzel sonuçlarıyla karşılaşacaktın. Yazık sana! Bunca zaman, yararsız işlerle uğraştın. Sonucunda havanda su dövmekten başka bir karşılık bulamadın, demiş.
O zaman orada toplanan halk da, asi de anlamış verilen cezanın hikmetini. Asi pişman olmuş, af dilemiş. Padişah da kerem etmiş bağışlamış onu.
O günden sonra asi, güzel havanlar yapmakla meşgul olmuş. Birbirinden güzel, süslü, nakışlı, gümüş, bakır, bronz, ağaç havanlar yapmış. Bir daha da boş ve yararsız işlerle uğraşmamış. İşte, ta o zamanlardan ‘havanda su dövmek’ sözü bize hatıra kalmış.