Bir zamanlar fakir ve ermiş bir dervişin yolu Basra'ya düşmüş. Gerçek bir bilgin ve inanmış bir insan olan dervişe, şehir halkı çok soğuk ve ilgisiz davranıp, kayıtsız kalmış. Açlıktan bitkin düşüp kime baş vursa, " Allah vere dede efendi" cevabını almış. Açlığın sınıra dayandığı bir anda canı et istemiş ve kesesindeki son bir kaç akçeyi de kasaba vererek bir parça et almış. Ama ne eti pişirebilecek ateş bulabilmiş, ne de eti pişirmesine yardımcı olacak insan . Canı da çok sıkılan derviş, et percasına üzgün üzgün bakıp, Allah'a yalvarmış :
" - Ey ulu Allah'ım! şu Basra halkının kötülük ve kayıtsızlığından sana sığınırım. Beni bağışla ve şu et lokmamı pişirecek bir ateş ihsan buyur. diye dua etmiş.
Daha duası biter bitmez Basrayı büyük bir yangın sarmış ve kısa sürede bir çok yer kül olmuş. Bir ateş üstünde etini pişiren derviş, yine gökyüzüne bakıp, Allah'ın büyüklüğüne hayran, fakat kendi sabırsızlığından pişman olarak şöyle demiş:
"- Ba'de harabil Basra ! Ancak nefsimizi köreltebildik.( Basra harap olduktan sonra nefsimiz köreldi)
Mine İzgi'den alıntı