Gönderen Konu: Dil âfetleri  (Okunma sayısı 14719 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Dil âfetleri
« : 31 Aralık 2012, 02:33:40 »

DİL AFETLERİ

SÖYLENMESİ MAHZURLU OLAN SÖZLER
ATMIŞTIR

1.Kelime-i küfür söylemek
2.İçinde küfür korkusu ihtimali olan şeyler söylemek
3.Hata yollu küfretmek (Mesela: Allah her yerdedir, Gökte Allah var, demek suretiyle Ona mekan isnad etmek)
4.Yalan söylemek (Câiz olan yerler haricinde)
5.Ta’rid –(?)
6.Gıybet etmek
7.Nemime (kırıcı, üzücü ve dargınlığa sebebiyet veren sözleri birinden diğerine taşıma)
8.İstihza (alay etmek)
9.Lanetlemek (Mesela: küfür üzere öldüğü bilinmeyen kimseyi)
10.Söğmek (dil ile yermek)
11.Müstehcen söz söylemek
12.Ta'n ve ta’yir (yermek dil uzatmak, kabahati yüze vurup utandırmak)
13.Yakınarak yüksek sesle ağlamak
14.Başkasının sözüne itiraz etmek ve ondaki bozukluğu izhar etmek (Dini yönü bulunmayan sözler için)
15.Cidal (kendi tezini haklı haksız şiddetle savunan ve hasmını küçük düşürmek için lüzumsuz delile sapan)
16.Husumet (malını veya maksud olan hakkını tastamam almak için sözünde inad etmek)
17.Taganni (şarkı türkü)
18.Sırrı ifşa etmek
19.Batıl şeylere dalmak (sahih bir gaye olmadan günah ve isyanlarla ilgili konuları konuşmak, içki ve zina meclislerinden parçalar getirip hikaye etmek gibi)
20.Hakkı olmadığı halde dünyevi mal ve menfaat dilenmek
21.Allahü Teala'nın künhünü soruşturmak .
22.Müşkül konulardan sormak (öğrenmek, öğretmek ve zeka denemesi niyetiyle olmayan)
23.Tabirde hata yapmak (Allah diledi ve falan adam diledi de öyle oldu gibi)
24.Kavli (sözlü) Nifak
25.İki dillilik
26.Kötü yolda şefaatçi olmak
27.Kötülükle emredip iyilikten men etmek
28.Kaba ve dokunaklı söz söylemek
29.Halkın ayıplarını araştırmak (tecessüs -başkalarının kusurlarını görme, araştırma ve onları etrafa yayma- ve Müslümanların kabahat ve kusurlarını etraflıca inceleme)
30.Câhilin âlimler yanında daha evvel konuşması
31.Ezan ve kâmet okunurken konuşmak
32.Namaz aralarında konuşmak
33.Hutbe esnasında konuşmak
34.Fecri sadıktan gün doğuncaya kadar dünya kelamı konuşmak
35.Helada ve tabii ihtiyaç giderirken konuşmak
36.Cima esnasında konuşmak
37.Müslüman’a beddua etmek
38.Kafir ve Zalime dua etmek
39.Kur’an-ı Kerim okunurken konuşmak
40.Camilerde sebepsiz olarak dünya kelamı konuşmak
41.Müslüman’a kötü lakap takmak
42.Yalan yere yemin etmek
43.Allahü Teala’dan başkası adına yemin etmek
44.Çok yemin etmek
45.Emirlik beylik kadılık istemek
46.Vakıflar mütevelliliğini talep etmek
47.Vâsi olmayı istemek
48.Kendine beddua etmek ve ölümü temenni etmek
49.Müslüman kardeşinin af talebini reddetmek
50.Kur‘an–ı Kerim’i kendi görüşüne göre tefsir etmek
51.Kusuru olmadığı halde mü’mini korkutmak
52.Zaruretsiz başkasının sözünü kesmek
53.Tâbiin metbuu reddetmesi
54.Lüzumsuz incelemelerde bulunmak
55.İki kişinin kendi aralarında fısıldaşması (bir başkası var iken)
56.Mahrem olmayan genç kız ve kadınla konuşmak
57.Zımmiye (gayri müslime zaruretsiz) selam vermek
58.Def’i hacet edene selam vermek
59.Günah işlerde yol göstermek
60.Günah olan şeye cevaz vermek


TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
« Son Düzenleme: 31 Aralık 2012, 09:23:43 Gönderen: yurt2 »
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Kalb âfetleri
« Yanıtla #1 : 01 Ocak 2013, 04:09:55 »
Kalp Âfetleri

ATMIŞTIR

1.Küfür
2.Cehâlet
3.Dünyevi riyaset sevgisi
4.Kötülenme ve ayıplanma korkusu
5.Medh edilme sevgisi
6.Bid’atlere itikad etmek
7.Nefsin kötü arzularına uymak
8.Taklid ve kötü örnek olma
9.Riya
10.Emel (istisna yapmadan salah şartı düşünmeden uzun ömür dilemek)
11.Tamah
12.Kibir
13.Aşırı tevâzu
14.Ucub (kendini beğenme)
15.Hased (kıskanma)
16.Kin
17.Başkasını küçümsemek
18.Müslümanı terk etmek ve ona düşman olmak
19.Korkaklık
20.Tehevvür (aniden gazaplanmak)
21.Yapılan anlaşmayı bozmak
22.Hıyânet
23.Sözünde durmamak
24.Kötü zanda bulunmak
25.Tetayyür (tefe’ül - bir şeyi uğursuz saymak)
26.Cimrilik ve pintilik (olduğu halde sıkıntı çekip harcamamak)
27.İsraf ve tebriz (tutumlu olunması gereken yerde gelişi güzel dağıtma sarfetme)
28.Mal sevgisi
29.Şehavani şeylerle kalbi meşgul etmek
30.Dünya sevgisinin meydana getirdiği hırs
31.Akıl hafifliği
32.Tembellik ve avârelik
33.Acelecilik (düşüncesizce bir şey tamam olmadan, hakkını vermeden hareket etmek)
34.Namazı geciktirmek ve sonraya bırakmak ihmale almak
35.Kabalık ve kalb katılığı
36.Hayâ ve terbiye azlığı
37.Musîbetlerde sabretmeyip feryad edip şikayet etmek
38.Küfrânı nimet (nankörlük)
39.Öfke ve şiddet (istediği şey olmayınca öfkelenmek, kazâya içten içe üzülmek)
40.Taalluk (bünyen kıvamına medar olacak şeylere bağlılık göstererek Allâh’ı unutmak)
41.Fâsıkları sevmek ve zalimlere meyletmek (günah işleyen, isyana hazır olanları sevmek)
42.Âlimleri ve sâlihleri sevmemek (onlara buğzetmek)
43.Allahü Teâla’ya isyana cesaret etmek, azab ve gazabından emin olmak
44.Allah’ın rahmetinden ümid kesmek
45.Dünya işlerinden dolayı üzülmek
46.Dünya işlerinde korkuya kapılmak
47.Gıllı gış (Kin ve hile, -ayıplı malı hile ile elinden çıkarmak-)
48.Fitne
49.Müdâhane (dini hususta bildiği halde hakkı müdâfaa etmekten çekinip susmak)
50.Halk ile düşüp kalkmak (insanlarla fazlaca sıkı fıkı olarak dosluk kurmak, dostundan ayrı kalınca üzücü bir yalnızlık hissetmek)
51.Hafif meşreblik (sağa sola bakmak, başı gözü sağa sola hareket ettirmek, gelen geçen herkese nazar etmek, söylenen her sözü dinlemeye çalışmak, çok konuşmak, lüzumlu olmayan şeyleri öğrenmek,…)
52.İnatçılık (tartışmada kurala aykırı olarak ağız kalabalığıyla karşısındakini alt etmeye çalışmak, bildiği halde hakkı inkar etmek)
53.Temerrüd (hakkın dışına çıkmak) haktan şiddetle kaçınmak
54.Nefsi tezkiyede bulunmak, güç işlere karşı kudret ızhar etmek, yalan doğru demeden garip şeylerden haber vermek
55.Nifak(münâfıklık) dışın içe, sözün fiile uymaması
56.Cerbeze (çözülmesi ve anlaşılması zor meseleleri anlamaya çalışmak)
57.Belâdet ve gabâvet (Kalın kafalılık akıl eksikliği, şaşkınlık ve anlayışsızlık – ilim öğrenmemekle, ilme devam etmemek, gayret etmemekle hasıl olur)
58.Yemek yemeye ve cima etmeye aşırı düşkünlük
59.Şehevi kuvvet noksanlığı (- evli kimse için tedavi yolunu aramak gerekir -)
60.Günah ve men edilen şeyler üzerine ısrarlı olmak


TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
« Son Düzenleme: 20 Ocak 2013, 21:08:13 Gönderen: yurt2 »
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı Mütebahhir

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 45
  • ოüէεъﻪհհﻨг
Ynt: Dil âfetleri
« Yanıtla #2 : 01 Ocak 2013, 10:40:39 »




       Mademki bu kalbin altmış afetini sıralamışsın bunların tedavisi nasıl olur onlarıda sıralayıverirseniz. Yada imam gazali Hz. nin kimyayı saadet veyahutta minhacül abidin (abidler yolu) isimli eserlerine baş vurup bizleri aydınlata bilirsiniz.
Deselerki İSLAM'ın pınarından içmek suç,
O suçları kabullenerek içerim avuç avuç,
Bir irşat istiyorum benliğime yön verecek,
Bir seccade istiyorum alnımı eskitecek,
Bir tesbih istiyorum çek çek bitmeyecek,
Bir KALP istiyorum daima Allah Allah diyecek.

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Şeytanın tâat hakkındaki hileleri ( Bir nev’i Vesvesenin İlacı hakkında)

Yedi vechesi vardır:

1.   Kulu tâatten men eder. Allah o kulu korursa o da şeytanı reddeder. ‘Ben cidden tâat ve ibâdete muhtacım. Şu fani dünyadan sonu gelmeyen ahiret âlemi için azık hazırlamak gerek’ der.
2.   Şeytan sonra da ona: ‘ Sonra tevbe ve ibadet eden kimselerin’ fikrini emreder. Allah o kulu korursa, o da şeytanı reddederek şöyle der: ‘Ecelim elimde değildir; bu günün amelini yarına bırakacak olursam ne vakit yapabilirim? Çünkü her güne aid bir takım ameller vardır.’
3.   Bundan da bir netice alamayınca, şeytan bu defa ona acele ile emreder, ‘Acele et ki diğer amellere vakit hazırlıyasın’ der. Allah o kulu korursa, oda şeytanı reddederek der ki; ‘Tamam yapmak kaydıyla az amel, noksan bırakılan çok amelden daha hayırlıdır.’
4.   Sonrada ona gösteriş yollu emreder. Allah o kulu riyadan korursa, o da ‘Halk ne fayda, ne de zarar vermeye kaadirdir. Fayda ve zarar vermeye kaâdir Allahın fazlü keremiyle beni görmesi yetmez mi?’ diyerek şeytanı reddeder.
5.   Şeytan bu yoldan da netice alamayınca onu bencillik gururuna düşürmek ister. Ve: ‘ne de uyanık bir adamsın. Ne de akıllı bir kimsesin! Öyle bir gafletten uyandın ki başkası hâlâ onun derin uykusundadır.’ fikrini aşılar. Allah o kulu korursa, o da minnet ve Şükür Allah’adır! Bana aid değildir. Tevfikini bana tahsis eden odur, amelime büyük bir kıymet veren yine odur. Onun lutfu olmamış olsaydı benim amelim onun nimeti ve kendi günahım yanında bir kıymeti olmazdı.’ der ve şeytanı reddeder.
6.   Şeytan bundan ümidsiz olunca kula der ki: ‘Sen gizli olarak iç aleminde cehd ü gayret et. Çünkü Allah onu meydana çıkarır da seni şerefli ve heybet sahibi kılar.’ O bu telkiniyle  kula gizli riya (gösteriş) damgasını vurmak ister. Eğer Allah o kulu korursa, o da:’ Ben ancak Allah’ın kuluyum. O benim yegane efendimdir, dilerse içimdekini meydana çıkarır, dilerse gizler, dilerse beni baş yapar, dilerse hakir kılar. Bütün bunlar ona aittir. Hakk ızhar etse de etmese de benim için fark etmez. Çünkü halkın elinde bir şey yoktur’ der.
7.    Şeytan bu hileden de ümidsiz olunca , bu defa der ki: Senin bu amele ihtiyacın yoktur; çünkü eğer ezelde said (mutlu) yaratılmışsan ameli terk etmek sana bir zarar vermez; yok eğer şaki (bedbaht) yaratılmışsan amelin sana bir fayda vermez. Artık neden gayrete gelip rahatını terk ediyorsun, kendi nefsine eziyet ediyorsun?’ Allah o kulu korursa , o da : ‘Ben ancak bir kulum, kula gereken, efendisinin emrine imtisaldir. Rabb, kendi rububiyetini daha iyi bilir ve dilediğini yapar. Nasıl olursam olayım, amelim bana fayda verecektir. Eğer mutlu bir kimse isem, fazla sevap için yine amele muhtacım.Bedbaht isem, kendi nefsimi kınamamam için yine amele muhtacım; şöyleki: Allah her halde ibadet yaptığım için bana azab etmez. İtaatkar bir kul olarak cehenneme girmek, asi bir insan olarak girmekten daha iyidir bence. Hem nasıl böyle olabilir? Oysa ki Allah’ın va’di haktır; sözü doğrudur. O tâate karşılık va’detmiştir. Kim iman ve tâat üzere Allah’a kavuşursa, elbette ateşe girmeyecektir. O’nun dosdoğru olan va’diyle cennete girecektir. Bunun için Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki: ‘Bize cennet va’dinde sadık olan bizi cennetten neresini dilersek konmak üzere bu yere mirasçı yapan Allah’a hamdolsun.’(Zümer suresi:74)

Hem şüphesiz ki Allah sebeblerin müsebbibidir; dünyada da ahirette de eşyayı zahiri sebeblere bağlamak O’nun cari adetlerin (kanunların) dandır. Yağmurun bitkiye, evlenmenin çocuğa, yaz mevsiminin meyvaların olgunlaşmasına sebeb kılındığı gibi. Cenabı hakk varis kılındığımız cenneti amelimize bir güzel karşılık olsun diye şöyle hatırlatıyor: ‘İşte işlediğiniz şeylere karşılık  varis kılındığınız cennet!’ (Bu hitap yarın cennete girmeye hak kazananlar için olacaktır) Bununla Cenabı hakk şu hususu bildirmeyi murad ediyor: ‘O halde biz müttakileri, fisk u fücur işleyenlerle bir tutar mıyız?’
İşte kul bütün bunları düşünüp gönülden söyleyince şeytanı reddetmiş olur

   Eğer o vesvese, bu gibi cevaplarla giderilmezse, mel’un şeytan yine döner ve ‘Ameller ezeli takdirle mukadderdir: biz Allah’ın takdirine muhalif bir takdirde bulunamayız! Eğer o bize güzel amelleri ve o amellere sa’y u gayretimizi takdir etmişse, hiç şüphe yok ki o ameller oluverecektir. Takdir etmemişse, oluvermesi mümkün değildir. Biz ameli işlemeye veya terke mecburuz. Kıyl ü kaalin faydası olmaz’, diye telkine çalışır. Sen ona de ki:

   ‘Her ne kadar Allah kullarının bütün amellerinin yaratıcısı ise de Ondan başka yaratıcı yoksa da O, kullarına cüz’i irâdeler ve kalbî irâdeler vermiştir ki bu irâdeler tâat ve günah gibi iki zıdda taalluka elverişlidir ve hâricen bir vücudu yoktur ki yaratmaya muhtaç olsun ve yaratma da taalluk etsin. Çünki yaratmak, yok olanı îcad etmektir. Hariçte varlığı olmıyan, mahluk sayılmaz. Ve onu irâde eden kul da onun yaradıcısı olamaz. Cenabı hakk kulun iradesini (kendi kudretine) adi bir şart yapmıştır. Kulun ef’âlinin, Allah’ın ilmi irâdesi takdiri ve Levh-i Mahfuz’a kaydedişi ile oluşu onun kuldan cebren sudurunu gerektirmez. Mesela: Zeyd Ömer’in günlerden bir günde ne yapacağını bilmiş ve bunu dileyerek bir kağıda tesbit etmişse, Ömer, Zeyd tarafından bu fiilleri yapmaya mecbur tutulmuştur, denilebilir mi? Ve Ömer Zeyd’e : ‘Sen ilmin, iradenle ve kağıda yazmanla yaptığını yaptın (yani bu fiilleri işlemeye (beni) mecbur tuttun’ diyebilir mi? Çünkü Ömer o fiilleri kendi ihtiyar ve iradesiyle yapmıştır. Zeyd’in bilgisi, dileği ve yazısından dolayı yapmamıştır. O halde bunda bir cebir düşünülemez ve işte bizim bahsettiğimiz mes’ele de böyledir. İyice düşün ve şükreden kullarından ol’
 


TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
(Gıllı gış ve bir nev’i ilacı hakkında) (Kalp afetlerinden 47.si)

Gıllı gış katıksız bir hayrı kastedmemektir. Şöyleki , başkasına dokunan kötülükten, başlangıçta istemesede ve böyle bir kasti  olmasada kaçınmamak. Mesela: Kendisine aid ayıplı (kusurlu) bir eşyayı başından def’etmek istiyor ve (ilk fırsatta) aybını ,gizleyerek satışını yapıyor. Bu hased değilse de onun gibi haramdır.

Müslim’in İbni ömer (Allah ondan razı olsun) ile Ebu Hureyre (Allah ondan razı olsun)’den yaptığı rivayette, peygamber (S.A.V.) buyurdular ki: ‘Bizi aldatan, bizden değildir.’

Cenab-ı Rasül bu hadisi bir küme gıda maddesinin (buğday olsa gerek) yanından geçerken onu beğenmişti; elini içine sokunca parmaklarının ıslanması üzerine söylemişler ve: ‘ey bu maddenin sahibi, nedir bu?’ diye sormuşlar. O da: ‘yağmur dokunmuş, ya ResülAllah!’ deyince, ‘ıslanan kısmı halk görsün diye üste çıkarsaydın ya!’ buyurmuşlar.


O halde malın aybını meydana koymak, gizli bir yerinde ise alıcıya söylemek de satıcıya vacibdir. Bunun gibi her hangi bir şey satmak, icar  veya nikah muamelesi ve akdi yapmak veya benzeri bir amelde bulunmak isteyen kimseye de satılan malın, icar verilen şeyin nikah edilecek kadının –bir aybını biliyorsa- alıcıya söylemesi gerekir. Ancak bir tehlike seziyorsa o zaman söylemeyebilir.

Gış (dalavere, hainlik) ‘ın bir nev’i de fahiş fiyatla satış yapmaktır. Kıymeti hakkında yalan söylemek, o kadar ki alıcı malın asıl kıymetiyle veya kıymetinde düşük verildiğini zannederse veya haddinden fazla malı övmek suretiyle açıktan açığa veya arzetme yoluyla bir aldatmada bulunursa, müşteri (alıcı) muhayyer oluncaya kadar böyle bir gış haramdır. (*) Eğer fahiş fiatta hiçbir surette aldatma olmazsa, o haram değildir. Bu bakımdan alıcı muhayyer sayılmaz. Sahih olan söz budur.

Mekir ve hileye gelince: Bu, başkasına bilmediği yerden bir kötülüğün gelmesini istemektir. Eğer o başkası böyle bir mekir ve hileye müstahik ise (zalim, yol kesici ve hırsız gibi) onun şerrini def’etmek için bu menduptur. Zira haberde varid olmuş ki: ‘harb hiledir.’ Yok eğer müstahik değilse, o zaman haramdır. Çünkü bu açıktan açığa bir hainliktir ve vacib olan hayırhahlığı terk etmektir.


Dalavere ve hayinhahlıktan kurtulmak isteyen veya bu ve buna benzer şeylerden tamamen halas olmak isteyen kimsenin, Buhari ve Müslim’in çıkardıkları şu hadisle amel etmesi gerekir:

   Ebu Hureyre (R.A.) Peygamber (SAV) in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: ‘nefsim kudret elinde olan Rabbime yemin ederim ki, kul dosdoğru iman etmiş olmaz, kendi nefsi için sevdiği şeyi Müslüman kardeşi için sevmedikçe.’

(*) Yani alıcı aldığı şey’i vermekte muhayyerdir.



TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
(Mide afetlerinden bir kısım) (Mide afetlerinin bir nev’i ilacı hakkında)

Hak ve hakikat yolcusuna gereken, yemeği azaltmak, çok çeşitlerinden kaçınmak ve tokluğa devam etmemektir. Zira yemeği azaltmakta sıhhat vardır ve bunun yanı sıra hafıza kuvveti ve kalp safası başlar. Zeka artar, geçim yükü hafifler, gönülde kanaat başlar. Allah’tan gelen belaya karşı uyanık olur. O’nun azabını unutmaz, kıyamet günündeki ve cehennem ehlinin açlığını hatırlar, ibadete devam kolaylaşır, bilhassa abdestli gezme imkanları hasıl olur, çaresiz fakirleri kendi nefislerine tercih alicenaplığı başlar ve arta kalan yiyecekler endişe duyulmadan tasadduk edilir.

Fazlaca yemekte bunun aksine kalb katılığı ,azaların fitneleri vardır. Çünkü mide boş kalınca sair organlar doyar ve kötülüğe, günaha karşı bir gevşeklik başlar. Mide doyunca diğer organlar acıkmaya başlar ve günaha karşı meyledip heyecana gelir.

Ayrıca anlayış kıtlığı ve bilgi afeti başlar. Çünkü mideyi tıkabasa doldurmak, idrak ve anlayışı giderir, ibadeti azaltır taat lezzeti dumura uğrar, şüphe ve harama düşme fikirleri uyanır, kalb meşguliyeti çoğalır, çok yemek için çok şeyler elde etme meşguliyeti belirir, …

TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı sons

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 213
Ynt: Dil âfetleri
« Yanıtla #6 : 04 Ocak 2013, 06:34:41 »
Paylaşım için teşekkürler.
Bazen Susmalıyım Diyorum Kendime..
Susmalıyım Ki Gönlümün Sesi Gönüllere Ulaşsın..
Sesimi Duymamak İçin Direnen Kulaklar Bari Gönlümü Dinlesin..
Ben Susmalıyım Ki Tüm Zor Cümleler Gönlümü Dinleyenlere Kalsın..
Dilimle Konuşmak Canımı Çok Acıttı..
... ... Bari Gönlümden Konuşayım Da,
Biraz da ...
Canımı Acıtanların Canları Acısın...


[Mevlâna Celaleddin Rumî]

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Dünya işlerinden dolayı üzülmek (Kalb afetlerinin 45.si)
« Yanıtla #7 : 05 Ocak 2013, 00:23:41 »
Dünya işlerinden dolayı üzülmek (Kalp afetlerinin 45.si)

Mesela: Dünyevi nimetlerden dolayı içten içe üzülmek ve hayıflanmak, nimet gelince de sevinmek bir kalb afetidir. Üzüntünün menşei, dünya sevgisi ve bütün arzuların kendisidir. O halde sen baki kalacak olan güzel amellere yönel.

Cenabı Allah buyuruyor ki: ‘(Allah bunu) elinizden çıkana tasalanmayınız, Onun size verdiği ile sevinip şımarmayasınız diye (yazmıştır). Allah çok böbürlenen kibirliyi sevmez.’ Hadid:23

Bilmiş olki, üzüntü, sahibini sabırdan şekvaye, sevinç de sahibini şükürden tuğyana ve kibre çıkarırsa her ikiside haramdır. Çıkarmazlarsa, haram değildir. Fakat asıl kemal (olgunluk), dünyalıktan ele geçenle elden kaçırılanın (mü’minin yanında) bir olmasıdır. Buna ‘teslim’ makamı; ‘tefviz mertebesi’ denilir. Bu makam ve bu mertebe cidden şereflidir.



TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Küfrân-ı nimet (nankörlük) (Kalb afetlerinden )
« Yanıtla #8 : 06 Ocak 2013, 20:09:30 »
Küfrân-ı nimet (nankörlük)

Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “Allah o memleketi  (size) bir (ibret) örneği irad eder ki o, korkudan emin ve sakindi. Rızkı da kendisine her bir yandan bol bol geliyordu. Fakat o, Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük etti de Allah da ona (halkının) işlemekte israr ettikleri (kötülükleri) yüzünden açlık ve korku libâsını (giydirip olanca acıları) tattırdı. (Nahl: 112)

Küfran-ı nimetin karşıtı, nimeti verene saygı ifade eden şükürdür. Şükür, nimete karşı olur, bir halde ki, nimeti verenin hoşnutsuzluğunu önler. Bazısına göre şükür, nimeti bilmektir.

Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “Hatırlayın ki Rabbiniz (size) şunu bildirmişti: Andolsun, şükrederseniz elbette sizin (nimetinizi) artırırım. Andolsun, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz benim azabım cidden çetindir.” (İbrahim: 7)

“Eğer şükreder, iman ederseniz Allah sizi neye azaba uğratsın? Allah şükredenlerin mükafatını verici, (onların ne yaptıklarını) hakkıyla bilicidir.” (nisa: 147)

Tirmizi’nin Ebu Hureyre (r.a.) den yaptığı rivarette, Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: ”Yiyip de şükreden, sabredip oruç tutan gibidir.”

Ahmed bin Hanbel’in Numan bin Beşir (r.a.) den yaptığı rivayette, Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Aza şükretmeyen, çoğa da şükretmez. İnsanlara şükretmeyen, Allah’a da şükretmez. Allah’ın (vermiş olduğu) nimetten bahsetmek, onun değerini anlatmak şükürdür. Bunu terk etmek küfran-ı nimettir. Cemaat (topluluk, birlik) rahmettir. Ayrılık (zümrecilik) azabdır.”
  
TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
« Son Düzenleme: 06 Ocak 2013, 20:14:31 Gönderen: yurt2 »
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Âlimleri ve sâlihleri sevmemek
« Yanıtla #9 : 07 Ocak 2013, 22:11:06 »
Âlimleri ve sâlihleri sevmemek


Âlimleri ve sâlihleri sevmemek bir kalb afetidir. Bunun karşıtı, Allah için onları sevmektir.

Hakim’in yaptığı rivayete göre, hz. Aişe (r.a.) , Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Allah’a eş-ortak koşmak (şirk), karanlık bir gecede kaypak bir kayanın üzerinde yürüyen bir karıncanın (ayak sesinden daha) gizlidir.” En basiti, zulümden bir şeyi sevmen ve adaletten bir şeye kızmandır. Evet, din, ancak Allah için sevmek ve O’nun için sevmemektir.”

Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “ Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.” (Ali İmran:31)

Ebu Davud’un Ebu Zer(r.a.)den yaptığı rivayette, Peygamber (s.a.v.) efendimiz buyurdular ki: “Amellerin en üstünü, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmek (sevmemek) tir.”
 
Ahmet Bin Hanbel ve Taberani’nin Amr bin Cemuh (r.a.)den yaptığı rivayette, Amr, Peygamber (s.a.v.) ‘in şöyle buyurduğunu duymuş: “ Kişi Allah için sevmedikçe, Allah için buğzetmedikçe imanın hakikatini tadamaz (iç varlığında onun zevkini alamaz). Allah için sevip, Allah için buğzettiği zaman Allah dostluğuna hak kazanır.”

Taberani’nin Abdullah bin Mes’ud (r.a.)’den yaptığı rivayette, peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki: “İmanın bölümlerinden biri de, birinin diğerini sevmesi, ama bu ancak Allah için olmalı, ona verdiği bir maldan dolayı olmamalıdır. İşte (bu sevgi) imanın şubelerinden sayılır.”

Buhari ve Müslim, İbni Mes’ud (r.a.)’nın şöyle dediğini rivayet etmişler: Tanımadığım bir adam Peygamber (s.a.v.)’e geldi ve: “-Bir kavmi seven, fakat onlara ulaşamayan bir kişi hakkında görüşünüz nedir (yani ne buyurursunuz?)” diye sordu. “-Kişi sevdiği kimselerle beraberdir.”, buyurdular.


TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ


Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Musîbetlerde sabretmeyip feryad edip şikayet etmek
« Yanıtla #10 : 20 Ocak 2013, 21:04:22 »
Musîbetlerde sabretmeyip feryad edip şikayet etmek

Sızıntı ve şekvâ bir kalp afetidir. Bu, mihnet ve belalara tahammül edememek, başa gelen musîbetlere karşı sabredememek, söz ve davranışlarla bunu izhar edip sızlanmaktır. Şekvâ’nın karşıtı, sabırdır. Bu, nefsi sızlanmaktan, tahammülsüzlükten alıkoymak, diğer bir tabirle frenlemektir.

Buna işaretle Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “De ki: Ey iman eden kullarım, rabbinizin azabından korkun. Dünyada iyi hareket edenler için (mugadder) bir güzellik vardır. Allah’ın toprağı geniştir. Ancak sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir." (Zümer: s;10)

Taberani’nin İbni Abbas (r.a..)’ den yaptığı rivayette, Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Kim malına veya canına dokunan musîbeti, sabredip gizlerse, hiç kimseye şikayette bulunmazsa, onu mağfiret etmek Allah’ın kanunu ve merhametinin genişliğinin icabıdır.”

Deylemi’nin Enes bin Malik (r.a.)’den yaptığı rivayette, Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: “İman (bir bütün meydana getiren) iki yarıdır, yarısı sabır, yarısı da şükürdür. Sabrın en üstünü, ilk sadme anında olanıdır.”

Buhari ve Müslim’in Enes bin Malik (r.a.)’den yaptıkları rivayette, Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: “Sabr-ı kamil (en üstün sabır) ilk sadme anındadır. Sabır , bütün ibadetlerin aslıdır ve günahtan sakınmanın temelidir.”

TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Müdâhane (Dini hususta bildiği halde hakkı müdâfaa etmekten çekinip susmak)

Bir kalb afeti olan Müdâhane: Dini hususlarda (ona yapılan tecavüzlerde) günah ve menhiyatın ortaya döküldüğü sıralarda, bunları gördüğü halde ve bir zarara meydan vermeden onları değiştirmeye (gidermeye) kudreti olduğu halde susup (gayretsizlik içinde) fütur göstermektir. Bu manayla müdâhane haramdır. Çünkü şerefli bir hadiste “Hakkı (müdafaa etmekten çekinip) susan kimse, dilsiz şeytandır.” buyurulmuştur.

Müdâhanenin karşıtı, dini hususlarda salâbet göstermektir. Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “Onlar (mü’minler) Allah yolunda savaşırlar, ve hiçbir kınayanın kınamasından çekinmezler.” (Maide 54)

Ebu Zer (r.a.)’ın rivayet ettiği bir hadiste Peygamber (s.a.v.) buyurdular ki: “Acı da olsa hakkı söyle.”

Yok eğer iyilikle emir, kötülükten men etmesindeki susması, kendisinden veya başkasından bir zararı def etmek içinse, bu câiz olan bir idâre yoludur. Hatta bâzı yerlerde müstehabdır.


TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Genç kadın ve kızla konuşmak
« Yanıtla #12 : 23 Ocak 2013, 20:38:25 »
Yabancı genç kadın ve kızla konuşmak dil afetlerindendir. İhtiyaç hissedilmedikçe onlarla konuşmak caiz değildir. O kadar ki, onlardan biri aksırdığında hamdetmesi cevaplandırılmaz, onlara selam verilmez, selamları aşikar alınmaz. Onlar da erkeklere karşı aynı şekilde davranırlar. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v): "Dilin zinası konuşmaktır." buyurmuşlardır.


TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

Çevrimdışı yurt2

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 118
Kulak âfetleri
« Yanıtla #13 : 24 Ocak 2013, 12:52:55 »
Kulak Afetleri

Dünyevi bir zaruret olmaksızın  konuşulması caiz olmayan her hangi bir sözü dinlemek kulak afetlerindendir. Helak olma korkusu, hakkını almak ve hayatını kazanmak gibi dünyevi zaruretler vukuunda konuşulması caiz olmayan şeyleri dinlemekte bir beis yoktur.

Veyahut bir vecibeyi yerine getirmek veya bir cenazeyi teşyi’ etmek gibi bir sünneti ifa ederken yanında sesli ağlayan bir kadın bulunursa, burada dini bir zaruret olduğu için dinlemek caiz görülmüştür.

Şarkı-Türkü gibi nahoş bir hava bulunan davete icabet etmek böyle değildir. Zira onda zaruri bir hal yoktur. Davet sahibi günah irtikab ettiği için icabete müstahik olmamıştır. Bu bakımdan böyle bir davete gitmek sünnet olmak şöyle dursun haramdır. Dinleyen, söyliyene günahta ortak olur.

Tebarani, İbnü Ömer (r.a.)’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Resulullah  (s.a.v.) gıybeti ve gıybeti dinlemeyi men etmiştir.”

Zaruri bir hal yokken çalgı aletlerini dinlemek de kulak afetlerinden biridir. Ancak ticaret, savaş ve hac gibi hallerde kaçınılması mümkün olmadığında dinlemekte bir beis yoktur.

Kaadihan , peygamber (s.a.v.) efendimizden yaptığı rivayete dayanarak diyor ki: “ Çalgı aletlerini dinlemek günahtır. o gibi yerlerde oturmak dinin yasak ettiği şeyleri işlemektir, onlardan zevk almak küfürdür.” Ama bu zahiri manasına göre değil, tehdid yollu söylenmiştir.

Ansızın çalgı ve benzeri şeyleri dinleyene bir günah  yoktur. Ama dinlememek için bütün gayretini sarfetmelidir, nitekim Resulullah (s.a.v.) ‘ın dinlememek için parmaklarını kulağına tıkadığı rivayet yoluyla anlaşılmıştır.

Tatarhaniyye’ de deniliyor ki: “Teganni (Şarkı – Türkü söylemek) ve bunu dinlemek haramdır. Alimler bu hususta aynı görüşe sahip olup hürmetinde bir hayli ileri gitmişlerdir.”

Hidaye kitabında deniliyor ki: “ Hakka karşı çalgı çalıp şarkı söyleyenin şahitliği kabul olunmaz. Çünkü o halkı büyük bir günah üzerinde topluyor.”

Yine Tatarhaniyye kitabında deniliyor ki: “Zamanımızda çalgı ve şarkıları dinlemeye ruhsat yoktur. Cüneydi Bağdadi kendi zamanında bu gibi şeyleri dinlemekten tevbe etmiştir.”

İhtiyar kitabında peygamber (s.a.v.) ‘den rivayetle deniliyor ki: “Peygamber (s.a.v.) , Kur’an-ı Kerim okunurken , cenaze vukuunda , savaş anında ve vaaz edilirken sesi yükselterek bağırmak mekruhtur.”, buyurmuşlardır. Artık “vecd” diye adlandırdıkları haram olan teganni helal olur mu? Teganninin de en kötüsü, Kur’an, zikir ve duada yapılanıdır.

Kur’an’ın irabında hata yapan, tecvid kaidesini bilmeyen kimseyi dinlemek de kulak afetlerinden biridir. Dinleyici tesir edebileceğini zannetdiği zaman onu okumaktan men etmeli, değilse kalkıp gitmelidir. Buna işaretle Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “ Ayetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman – onlar kur’an’dan başka bir sözle meşgul oluncaya kadar – kendilerinden yüz çevir. Eğer şeytan seni unutturursa, o halde hatırladıktan sonra artık o zalimler güruhu ile beraber oturma.” (En’am;68)

Kur’an, zikir ve duada teganni ile kur’an’ı hatalı okuyanı dinlemek her ne kadar dinlenmesi caiz olmayan şeylere dahilsede, biz bunları, bu hususta cevazına itikadle  beraber aşırı ibtila olduğu için tasrih ettik, Fakat hakikate daha yakın ve benzer olanı, “günah okuyan üzerinedir, dinleyene değil.” diyenin sözüdür.

Buhari ve Müslim’in Ebu Hureyre (r.a.)’den merfuan yapmış oldukları rivayette, peygamberimiz (s.a.v.)’ buyurdular ki: “Adem oğlunun zinadan da nasibi yazılmıştır; hiç kurtuluş yoktur, ona ulaşacaktır.”

Gözlerin zinası, (haram kılınan şeylere) bakmaktır. Kulakların zinası, (haram kılınan şeyleri) dinlemektir. Dilin zinası, (münasebetsiz) konuşmaktır. Elin zinası (haram olan şeylere ) uzanıp tutmaktır. Ayağın zinası, (haram olan şeylere) adım atmaktır. Kalb ise, bu gibi kötü şeyleri sever ve onları temenni eder. Kalbin bu temennisini tenasül uzvu ya doğrular, veya yalanlar.

Bir kimsenin kendisinden hoşlanmayan kavmin konuşmasına -onların zararından korunmak için değilse- kulak vermesi, konumuzla alakalı afetleden biridir. Buharinin İbnü Abbas (r.a.)’den yaptığı rivayette, Peygamber (s.a.v.)’ın: "Kim görmediği halde bir rüya gördüğünü iddia ederse, kıyamet günü iki arpa tanesinin birbirine düğümlenmesiyle teklif olunur. Halbu ki bunu yapamaz. Kim de duyulmasından hoşlanılmayan bir kavmin konuşmasına kulak verir dinlerse, kıyamet günü kulaklarına kurşun akıtılır. Ve kim de suret tasvir ederse, (kıyamet günü) azab görür ve o surete ruh üfürmekle zorlanır: halbuki üfürmeye kadir değildir.” Şerefli hadislerini getirmiştir.

Bütün bu saydıklarımız dinlemekle ilgili kulak afetlerindendir. Dinlememekle alakalı kulak afetlerine gelince, okunan Kur’an ve hutbeyi dinlememek, astın üstünün sözüne kulak vermemesi gibi. Mesela emir ve kaadi’nin sözünü emirleri altında olan kimsenin:  ana babanın sözünü çocukların; muntesip (iyilikle emretmek , kötülükten men etmek hususunda  vazife alan kimsenin) sözünü halk tabakasının; özür dileyenin özrünü, özür dilenenin; kocanın sözünü karısının ve efendinin sözünün kölesinin dinlememesi bu kabildendir.

Kaadinin davalı ile davacı veya ikisinden birini dinlememesi; müftinin fetva için gelene kulak vermemesi ve milleti idare edenin mazlum kişilerin şikayetini kaale almaması, onlarla ilgilenmemesi de bu afetler  cümlesindendir.

Yokluk içinde kıvranan dilencinin yalvarıp yakarmasına kulak vermeyen varlıklı da bu afetler içinde bulunuyor. İleri gelen zenginlerin zayıf biçarelerin, düşkün fakirlerin sözünü gururlarına yedirememeleri ve ya onları hakir görerek dileklerine aldırış etmemeleri ve buna benzer dinlenmesi vacib veya sünnet olan şeylere iltifat edilmemesi, dinlememekle alakalı kulak afetlerindendir.
 



 TARİKATİ MUHAMMEDİYYE İMAM BİRGİVİ MUHAMMED EFENDİ
Allâhü Teâlâ’nın takdîrine razı olmak, kalbi tedavi eder.
Hz. Ali (kv.)

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Dil âfetleri
« Yanıtla #14 : 25 Ocak 2013, 08:07:04 »
yurt2 kardeşim; Son yazmış olduğunuz konu malesef günümüz de  biz  müslümanların en zayıf olduğumuz bir mesele, bizlere  hatırlattığınız için teşekkürler...

Faydalı bilgiler için Allah razı olsun.Hakikaten hiç duyulmamış, günümüze ışık tutan,yol gösteren,islami,fıkhi konuları bizlerle paylaştığınız için teşekkürler.
Devamının sürekli olması dileğiyle...