Gönderen Konu: Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.  (Okunma sayısı 8646 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı antepli

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 496
Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
« : 22 Haziran 2005, 12:12:12 »

Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
>
>Rahmetle aniyorum kendisini
>
>Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
>
>Bir ferman yayınlanmıştı
>
>"Bu günden sonra, divanda, dergâhta bârgâhta, mecliste, meydanda
>Türkçe'den başka dil konuşulmaya" diye hatırlayanınız var mı?
>
>Dolanın yurdun dört bir yanını,
>
>Çarşıyı, pazarı, köyü, şehri, fermana uyanınız var mı?
>
>Nutkum tutuldu, şaşırdım merak ettim,
>
>Dolandığınız yerlerdeki Türkçe olmayan isimlere,
>
>Gördüklerine, duyduklarına üzüleniniz var mı?
>
>Tanıtımın demo, sunucunun spiker,
>
>Gösteri adamının showmen, radyo sunucusunun diskjokey,
>
>Hanım ağanın, firstlady olduğuna şaşıranınız var mı?
>
>Dükkanın store, bakkalın market, torbanın poşet,
>
>Mağazanın süper, hiper, gross market,
>
>Ucuzluğun, damping olduğuna kananınız var mı?
>
>Ilan tahtasının billboard, sayı tablosunun skorboard,
>
>Bilgi alışının brifing, bildirgenin deklarasyon,
>
>Merakın, uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı?
>
>Bırakın eli, özün bile seyrek uğradığı,
>
>Beldelerin girişinde welcome, çıkışında goodbye okuyanınız var mı?
>
>Korumanın, muhafızın, body guard,
>
>Sanat ve meslek pirlerinin duayen,
>
>Itibarın, saygınlığın, prestij olduğunu bileniniz var mı?
>
>Sekinin, alanın platform, merkezin center,
>
>Büyüğün mega, küçüğün mikro, sonun final,
>
>Özlemin hasretin, nostalji olduğunu öğreneniz var mı?
>
>Iş hanımızın plaza, bedestenimizin galeria,
>
>Sergi yerlerimizi, center room, show room,
>
>Büyük şehirlerimizi, mega kent diye gezeniniz var mı?
>
>Yol üstü lokantamızın fast food,
>
>Yemek çeşitlerimizin menü,
>
>Hesabını, adisyon diye ödeyeniniz var mı?
>
>Iki katlı evinizı dubleks, üç katlı komşu evini tripleks,
>
>Köşklerimizi villa, eşiğimizi antre,
>
>Bahçe çiçeklerini flora diye koklayanınız var mı?
>
>Sevimlinin sempatik, sevimsizin antipatik,
>
>Vurguncunun spekülatör, eşkiyanın mafya,
>
>Desteğe, bilemediniz koltuk çıkmağa, sponsorluk diyeniniz var mı?
>
>Mesireyi, kır gezisini picnic,
>
>Bilgisayarı computer, hava yastığını air bag,
>
>Eh pek olasıcalar, oluru, pekalayı, okey diye konuşanınız var mı?
>
>Çarpıcı önemli haberler, flash haber,
>
>Yaşa, varol sevinçleri, oley oley,
>
>Yıldızları, star diye seyredeniniz var mı?
>
>Virvirik dağının tepesindeki köyde,
>
>Cafe show levhasının altında,
>
>Acının da acısı kahve içeniniz var mı?
>
>Toprağımızı, bayrağımızı, inancımızı çaldırmayalım derken,
>
>Dilimizin çalındığını, talan edildiğini,
>
>Özün el diline özendiğine, içi yananınız var mı?
>
>Masallarımızı, tekerlemelerimizi, ata sözlerimizi unuttuk,
>
>Şarkılarımızı, türkülerimizi, ninnilerimizi kaybettik,
>
>Türkçe'miz elden gidiyor, dizini döveniniz var mı?
>
>Karamanoğlu Mehmet Bey'i arıyorum,
>
>Göreniniz, bileniniz, duyanınız var mı?
>
>Bir ferman yayınlamıştı .
>
>Hayal meyal hatırlayıp da, sahip çıkanınız var mı?
>
Bu dünyanın cefasından sefasına sıra gelmez.gafil olmayın ilme çalışın geçen günler geri gelmez...

Çevrimdışı m_mutaf

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 23
Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
« Yanıtla #1 : 23 Haziran 2005, 00:32:38 »
dilimizdeki batıya kayan kelimeleri bende tasvip etmiyorum ama başlığı biraz daha açarmısınız dilimiz neden onurumuz olsunki ? onurumuz olması gereken bu kadar mevzuu varken birde türk dili mi onurumuz oluyor  :roll:
ehadet bir çağrıdır , nesillere çağlara...........

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
« Yanıtla #2 : 03 Mayıs 2012, 21:52:44 »


İşgâl dil'le başlar, gelir din'e dayanırAma hesap başka!..
 
Maksat bize İngilizce öğretmek değil!"

Vakit yazarı Hasan Karakaya, emparyalist bir tuzak olduğuna kanaat getirdiği yabancı dil eğitimi meselesiyle ilgili şunları yazıyor:

Atalarımız "dil" üzerine epey söz etmişler... Meselâ, "Dil söyler saklanır, belâsını baş çeker" demişler!.. Meselâ, "Dil ile düğümlenen, diş ile çözülmez" demişler!.. Şunu da demişler: "Dil, kılıçtan çabuk öldürür!"

Ama, benim en çok hoşuma giden söz şu: "Bıçak yarası geçer, dil yarası geçmez!"

Bu sözlerin temelinde, insanları "dikkatli konuşmaya sevk" amacı yatıyor!.. Zaten, bu yüzden olsa gerek ki; "Dil var bal getirir, dil var belâ!" demişler!..

Evet, bütün bunlar "fertler arasındaki ilişkiler"i iyiliğe ve güzelliğe kavuşturmak için söylenmiş sözler!..

Bu açıdan, hepsi de önemli, hepsi de "altın değerinde" sözler!..
***
 BİZE VERİRLER TALKINI!

Ama, bir de "uluslararası" bir önemi var "dil"in!..

"Dil" deyip geçmeyin;

"Milletlerarası ve medeniyetlerarası mücadele"de, dilin çok büyük önemi ve etkisi var!..

Hatta, şunu söyleyebiliriz: "Kültürel işgâl"ler önce "dil"le başlar, sonra da "din"e kadar uzanır!..

Geçenlerde yazmıştım;

"Emperyalist" devletler, Türkiye'ye "yerel dil" ve "anadilde eğitim" dayatmasında bulunurken, kendi ülkelerindeki okulların "bahçelerinde bile" başka bir dil konuşulmasını yasaklıyorlar!..

Malûm, "teneffüste bile Almanca dışında bir dil konuşulmasını yasakladığı" için; bir okul, "2 ayrı vakıf" tarafından ödüllendirilmişti!..

Önceki gün de, İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi; nasıl "koyu bir fundamantalist", yani nasıl "bir köktendinci" olduğunu, şu sözleriyle ortaya koydu:

"Biz, farklı etnik unsurlardan oluşan, çok kültürlü bir İtalya istemiyoruz. Kültürümüz ve geleneklerimizle gurur duyuyoruz. Yabancıların bizim yasalarımıza ve yaşama tarzımıza uyum göstermelerini istiyoruz. Önceki gün televizyonda, İtalyan Komünistler Partisi Genel Başkanı Oliviero Diliberto'nun; okullarda birkaç yıla kadar öğrencilerin yarısının Müslümanlardan oluşacağından bahisle; Müslüman öğrencilere Kur'an-ı Kerim öğretilmesi biçimindeki öneriye karşı olmadığını söylediğini duyunca, tüylerim diken diken oldu. Biz buna karşıyız. Çok ırklı, çok kültürlü bir İtalya istemiyoruz."
***
 
BURADAN İNGİLİZ TANKLARI MI GEÇTİ?

Peki; Almanya ve İtalya, hatta bütün Avrupa, böylesine bir "tutuculuk" içindeyken, "bizler" ne durumdayız... Bizler üzerinde nasıl "oyunlar" oynanıyor ve "amaçları" ne?.. Millet olarak niçin bu hâllere düştük?.. İçinde bulunduğumuz; "kompleks, yabancı hayranlığı ve yozlaşma" süreci kendiliğinden mi oluştu, yoksa "sinsî bir strateji"nin ürünü mü?..
Bütün bu soruların cevabını alabilmek için; bugün, sayın Ahmet Kökdemir'i misafir etmek istiyorum köşeme...

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi olan Yard. Doç. Dr. Ahmet Kökdemir, dil üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyor...

Sayın Kökdemir, "medeniyetler mücadelesinde; dilin en etkili yol, ucuz ve kalıcı bir fetih vasıtası olduğuna" inananlardan!..

"Samsun'da Çiftlik Caddesi'ne ne zaman çıksam" diyor;
"Buradan İngiliz tankları mı geçti?" diye sormaktan kendimi alamıyorum!..

Ve ilâve ediyor:

"Esasen İngilizler gelse ve o tabelaları indirmelerini söylese; bizimkiler silahını kuşanır, yine de indirmez o tabelaları!.. İşte, böylesine dehşetli bir dil kuşatması altındayız!"

"İngilizce"nin, dünyayı nasıl bir "ahtapot" gibi sardığını anlatırken; Hindistan, Pakistan ve Bangladeş'ten örnek veriyor:
***
 
YA ÖĞRENDİLER, YA DOĞRANDILAR!

"İngilizler, bu ülkede bir asır kadar kaldı... Ayrılalı da 50 küsur yıl oldu!.. Ama hâlâ resmî dillerinde İngilizce var!..

Peki, nasıl oldu bu?..

Oldu, çünkü; İngilizce bilmeyenleri kömür ocaklarında bile çalıştırmadılar!.. İngilizce'yi resmî dil ilan ettiler!.. Öğrenmeyenlerin parmaklarını, bileklerini kestiler, doğradılar!.. Bu ülkelerde böylece İngiliz kültürü hakim oldu!.."
***
 
KOLEJLİ BAKAN VE BAŞBAKANLAR!
http://www.halisece.com/islam-ve-sosyal-meseleler/190-isgal-dille-baslar-gelir-dine-dayanir.html

Çevrimdışı azizistanbul

  • yazar
  • ****
  • İleti: 677
Ynt: Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
« Yanıtla #3 : 04 Mayıs 2012, 00:06:18 »
dilimizdeki batıya kayan kelimeleri bende tasvip etmiyorum ama başlığı biraz daha açarmısınız dilimiz neden onurumuz olsunki ? onurumuz olması gereken bu kadar mevzuu varken birde türk dili mi onurumuz oluyor  :roll:

Meseleye milliyetçi zihniyetle bakılmıyor burada. Aslında burda söylenmek istenen hangi millet olursa olsun kendi kültürünü manevi değerlerini korumanın en mühim şartlarından birisi dili muhafazadır. Bu türkler için türk dili, kürtler için kürt dili, araplar için arap dilidir. Hulasa olarak dede ile torun rahat rahat konuşup anlaşabilmelidirler, dedenin konuşması torununa tarih öncesindenmiş gibi geliyorsa; torunun konuşması dedeye kıyamet uzay çağı gibi geliyorsa o ülkede problem var demektir.

Bugün bir torun gecelere aktım dese dede bundan ne anlar.
torun " koptum" dese , güzel bir şey için "manyak" vb. örnekler çoğalır.



جُلُوسُكَ سَاعَةً عِنْدَ حَلَقَةٍ يَذْكُرُونَ اللهَ خَيْرٌ مِنْ عِبَادَةِ اَلْفِ سَنَةٍ

Çevrimdışı osmanlı

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 379
  • Okula hayır, Açık lise kolejlerine evet.
Ynt: Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
« Yanıtla #4 : 04 Mayıs 2012, 10:31:14 »
Aziz İstanbul güzel ifade etmiş.  Lakin başlık bile problemli. Onur kelimesi ne kadar Türkçe.? İngilizce honor'dan devşirme. Lisanımızda bir sürü türkce bildigimiz. En fazla 50 yıl mazisi olan zirtapoz kelimeler var. Öğretmen egitmen belletmen ogrenmen  (bu sonradan ogrenci oldu) sınav mesela. Sadece ingilizce kelimeleri kullanmak dil bozulması değil ki. Öztürkçe manyaklığı alabildiği kadar sardı her yeri.

   Geçenlerde bir arkadaşım Kadir Mısıroğlunun yazdığı kitabı okuyorda anlayamıyor. Sebebi de yukarıda bahsedildiği gibi eski ve zengin ifadeler yok artık.

   Sizlere yine K. Mısıroğlunun 1000 kelimeyi boykot kitabını okumanızı tavsiye ediyorum.

NOT:
"Onur" yokken; şeref, izzet, liyakat ve haysiyet vardı. Onur denen soysuz türetme bu dördünü birden öldürdü. Bu dört kelimenin manaları aslında ayrı ayrıdır. Fakat bir soysuz hepsinin yerini aldı. 4 iken 1 oldu. İşte lisanımızda ki zenginlik böyle heba oldu.
« Son Düzenleme: 04 Mayıs 2012, 19:49:34 Gönderen: osmanlı »
Devrimci akıla sahip olanlar, luciferin yeni dünya düzenini yemezler...

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
« Yanıtla #5 : 18 Eylül 2013, 08:17:22 »
“Dil Bayramı” ve Türkçe zayiatı"
 

Bu sene “Dil Bayramı” kutlanacak mı?

Tabii ikincisinden söz ediyoruz. Birincisi mayıs ayında idi ve Karamanoğlu Mehmet Bey’e nisbet ediliyordu. İkincisi ise bu ay, 26 eylülde!
İlk Dil Kurultayı’nın toplandığı günün yıldönümü “Dil Bayramı” olarak kutlanıyor. Dilimizin mazhariyetine bakın: İki tane bayramı var! Birincisini geçelim, Karamanoğlu efsanesinin nasıl icad olunduğunu daha önce defalarca yazmıştık.
İkinci efsanenin şiarı: “Dilimizi yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmak” idi.
Elhak aradan seksen bir yıl geçti ve dilimiz yabancı dillerin boyunduruğundan kurtuldu! Artık resmi sözlüklere yancı kelimeleri kendi imlaları ile alıyoruz: Flashback, change, chat, check-in, check-out, check-point, check-up, chip-card…
Bugünlerde en çok duyduğumuz kelime ne? Angajman (engagement).
Bir “angajman kuralları”dır gidiyor!
“Angajman” TDK sözlüğüne “bağlantı” olarak girmiş. “Bağlantı kuralları” pek açıklayıcı değil. Büyük Türkçe Sözlük’te “angaje olmak fiili, taahhüt, mukavele, sözleşme” olarak karşılanıyor. “Sözleşme kuralları, taahhüt kuralları, mukavele kuralları” daha açıklayıcı olabilir.
“Bugünün sözlüklerinden babalara gidersek daha aydınlatıcı sonuçlara ulaşabilir miyiz” diyerek Üstadımız Şemseddin Sami’nin Kamus-ı Fransevi’sine müracaat ediyoruz.
Orada “engagement”ın öncelikle “mecburiyet, icbar " kelimeleri ile karşılandığını görüyoruz. Mânaya daha yakınız!
“Ey Suriye yönetimi, senin yaptığına karşı bunu yapmaya mecburuz!”
Ayrıca şu anlamlar da yer alıyor Kamus’da: Vaad, taahhüd. Tutma, isticbar, eğme. Bir de askerî anlamı var kelimenin: “Ufak müfrezeler ve karakollar arasındaki muharebe, müsademe.”
Son olayı böyle değerlendirebilir miyiz?

Hukuki bir deyim olarak “Engagements sans convention” başlığı da “Taahüdat-ı zamaniye” (Zamana bağlı taahhütler) olarak açıklanmış.
“En doğrusu askerî bir sözlüğe bakmak” diyebilirsiniz. Doğrusu, böyle bir sözlüğe sahip değilim. Fakat kütüphanemde iki “Askerî Kamus” var. Biri eski harfli diğeri yeni. Fakat bunlarda “angajman” olmadığı gibi, “angajman kuralları” da yer almıyor!
Zihnimden geçen, fiile göre adlandırarak “mukabele-i bilmisil” yani misliyle, ayniyle mukabele, gerektiği şekilde karşılık verme” demek… Bugün bir gazetenin manşetinde “misilleme” kelimesini görünce “neyse, türkçe düşünenler hâlâ var” demekten kendimi alamadım.
Mesele hepinizin malûmu. Büyük sınır komşumuz Suriye’de iç savaş var. Hükümet kuvvetlerinin silahları daha güçlü, üstüne üstlük helikopterleri, uçakları da var. Zaman zaman bu uçar cihazlar sınırımıza çok yaklaşmakla kalmıyor, sınır ihlali de yapıyor. Demek ki, iki taraf arasında böyle bir taahhüt var: Sınır aşılırsa, gereği yapılır! Bu normal zamanlarda pek fazla riayet edilmeyen bir sözleşmedir. Çünkü kazara sınır ihlalleri olabilir. Fakat şu anda olağanüstü bir dönemdeyiz, dolayısıyla kurallar işler!
Türkiye kuralları işletti ve helikopteri düşürdü!
Evet bu bir “misilleme”!
Son günlerin çok kullanılan kelimelerinden biri de resepsiyon! (Bazı ukalalar “reception” diye yazıyorlar ısrarla!)
Bunu önce 30 Ağustos’ta Cumhurbaşkanlığı’nın davetiyesinde gördük. Zafer Bayramı dolayısıyla resepsion veriliyor! Dün de bir gazetemiz kırkıncı yılında resepsiyon vermiş!
Ne veriyoruz yahu?
Resepsiyon!
Bunun türkçesi yok mu? Var elbette: Resm-i kabul (resmî kabul değil), veya kabul resmi!
“Efendim o türkçe değil!”
O bal gibi türkçe: Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı dil devrimi zamanında bile resepsiyon vermiyordu. Ama batı ülkeleri elçilikleri milli günlerinde “resepsiyon” veriyordu. Demek ki neymiş? Devletin bir geleneği olmalıymış. Gelenek dildir. Bu dili kaybederseniz, her şeyi kaybedersiniz.
Cumhurbaşkanı yerine “republik başkanı” diyelim olsun bitsin! (Nitekim Azeriler respublika sadrı diyor! O da ayrı bir garabet.)
Bayramlarda millet tatile çıktığı için trafik kazaları çok olur, zayiat ta ona göre. Dil bayramının zayiatı da kelime kaybı olmalı
Gelelim “bayram değil seyran değil, seyran değil” faslına. Şu ci, cı ekimiz var ya, gerçekten çok işlek bir ek. Mesleklerin sonuna, meşreplerin sonuna ekleriz de ekleriz. Kapıcı, kaleci, bakıcı, kitapcı, yazıcı, Türkçü, İslamcı, toplumcu.. vs. vs. Son yıllarda bakkalcı, kasapçı diyenlere de rastlıyoruz. Henüz “mimarcı” diyeni duymadım. Meğer Arap dünyasında böyle diyenler varmış!
Malum, “mimar” bildiğimiz mesleği icra eden kişidir, dilimize Arapçadan geçmiştir. Sonuna ek getirmek gerekmez. Suriye’de, bu Arapça kelimenin Türkçe “cı” ekiyle, bizdeki mimar karşılığında kullanıldığını öğrenmek şaşırtıcı değil mi? Ben bu bilgiyi, epeydir görmediğim, Kubbealtı Akademi dergisinin gençlerle ilgili ilavesinde gördüm. NasrAllah Abdo’nun yazısı sevimli ve öğretici!
D.Mehmet Doğan Yeni Akit.Habervaktim.com.
18 Eylül 2013 Çarşamba 00:06

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
« Yanıtla #6 : 30 Eylül 2013, 20:54:59 »
Kültür kelimesinin aslı türkçe mi?
 
29 Eylül 2013 Pazar 00:32
 
.
Bundan 81 yıl önce İstanbul’da Dolmabahçe sarayında ilk “dil kurultayı” toplandı. Dil Devrimi’ne böylece ilmî bir veche verilmeye çalışıldı.
Dilde “devrim” ilim nezdinde mümkün müdür?
Kesinlikle imkânsızdır!

Dilde devrim yapan, kültürü devirir, değerleri devirir, millet varlığını altüst eder...
Nitekim öyle oldu. İşte bu yüzden, türkçedeki “dil inkılâbı, devrimi” kavramı yabancı dillere çevrilirken “revulasyon” yerine “reform”, yani “ıslah” kelimesi kullanılır.
Neden? Çünkü bütün dünya bilir ki dilde “devrim” olmaz.

Türkiye’de oldu! “Biz yaptık oldu” fehvasınca!
Bugün birçok düşünce, zihin, anlaşma ve davranış problemlerimizin temelinde pek fark etmesek de, bu “devrim”in hasarları var.

Neden birbirimizi doğru anlayamıyoruz? Neden okumuyoruz? Neden düşünmüyoruz/düşünemiyoruz?

Çünkü dilimizi tahrip ettik! Kelimelerin anlam ve kullanım değeri yerine etimolojisine, kökenine taktık.

Bir takım kelimeleri türkçe asıllı olmadığı iddiasıyla sözlüklerimizden çıkardık, bazı kelimeleri de zorla türkçeleştirdik.

Mesela “kültür” kelimesinin türkçe asıllı olduğunu söylesem bu iddiamı nasıl karşılarsınız?
Cevaplarınızı merak etmiyorum!

Bütün batı dillerinde müşterek olan bu kelime elbette latincedir. Kökü, eki, anlam alanı, geçirdiği değişim, bugünkü kullanımı… Hepsi malûmdur.
Böyle bir kelimeyi başka bir dile mal etme çabası fuzuli gayrettir.
Siz de böyle düşünüyorsunuz değil mi?

Fakat böyle düşünmeyenler de var! Hem de böyle düşünmeme hususunda çok güçlü bir delile sahip onlar.

Önce hikâyesini anlatalım: Cumhuriyet gazetesinin meşhur kurucusu ve başyazarı Yunus Nadi, 1932 yılının ağustosunda, yani Dil Kurultayı’na günler kala, Yalova’da Kaplıca köşkünde “Gazi” ile bir hasbıhal yapar.

Burada iki kelimenin açıklanması gerekiyor. Birincisi “Gazi”. Gazi sonradan Atatürk adı ile anılacak olan, tarihi şahsiyettir. Hasbıhal ise, “dertleşme, sohbet” demek.

Bir gazeteci cumhurbaşkanı ile hangi konularda hasbihal eder?
O kadar çok konu var ki... Dile, kelimelere ve hele de kelime etimolojisine öyle kolay kolay sıra gelmez. Fakat, hasbıhal dil konusunda, tahsisen etimoloji ile ilgili...

Gazi, Yunus Nadi’ye, kültür kelimesinin türkçe asıllı bir kelime olduğunu tereddüte mahal bırakmayacak tarzda izah ediyor.

Delilleri çok kuvvetli! Okuyalım:
“Büyük Reis bize yanlarındaki bir kitabı uzatarak: ‘-Evvelâ’, dediler, ‘bu kitabın ismini, müellifini ve basma tarihini okuyunuz’. Okuduk: -Lûgat-i Çağatay. Müellifi Şeyh Süleyman Efendi Buharî. İstanbul 1298”

“Sonra da: ‘-Şimdi’, dediler, ‘bu kitapta kilturmak kelimesini bulunuz!’ Bulduk. ‘-Kelimenin karşısındaki mana izahlarını okuyunuz.’ dediler. Şöylece okuduk: -Getürmek, ihzâr, isâl. İrat ve peyda etmek. Sevk ve ikame etmek. Takarrür. Bundan sonra Gazi Hz. şunları söylediler: ‘Türkçe fiillerinde mek ve mak lâhikalarının (eklerinin) kaldırılmasıyla geri kalan maddenin asıl kelime olduğunu bilirsiniz. Kilturmak fiilinin asıl maddesi “kiltur”dur demek. Fransızca, İngilizce, Almanca gibi belli başlı garp dillerinde pek az telâffuz farkıyla kullanılan kültür kelimesi ile bu kiltur kelimemiz arasında telâffuz itibariyle olduğu gibi mana itibariyle de mevcut olan kuvvetli tetabuka (uygunluğa) dikkat etmemek mümkün müdür?”
Umarım ikna olmuşsunuzdur!

İkna olmayanlar için, sözü geçen kitabı bulmaya çalıştım. Maalesef kütüphanemde yok. Fakat, Divanü Lügati’t-Türk’ün de mütercimi olan Besim Atalay’ın hazırladığı Abuşka Lügati veya Çağatay Sözlüğü var. Ona baktım. Bu kitapta “kilturmak” yok, aynı kökten “kiltürgeli” var. “Ketüreli ve ketürmek için demektir” açıklaması verilmiş. Yani “getireli” ve “getirmek için”...

Bu baştaki “kil” bildiğimiz “gel”. Batıya doğru gelince yumuşamış, k “g”ye dönüşmüş. “İ” de “e” olmuş. Asıl kök bu. Eğer bu kelimeyi “l” harfi düşmemişcesine yazarsak, “geldirmek”. “L” düşmüş, fakat “t” yumuşamamış, yani d’ye dönüşmemiş. O zaman oluyor “getirmek”!

İşte “kültür” kelimesinin aslı! Yani batı türkçesiyle söylersek “gültür”.
Kani olmayanları ikna için, çağataycadan anlayan bir ilgili bize yardımcı olur her halde!
Dil Bayramınız kutlu olsun efendim!
Habervaktim.com
D.Mehmet Doğan / Yeni Akit

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
« Yanıtla #7 : 01 Ekim 2013, 23:25:14 »

Konfiçyüs’a sorarlar
 
      Bir ülkeyi yönetmeye çalışsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?
 
      Düşünür, şöyle cevap verir:
 
      Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım.Dil kusurlu olursa sözcükler, düşünceleri iyi anlatamaz; düşünceler, iyi anlatılmazsa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz.Ödevler gereği gibi yapılmazsa; kültür bozulur.Kültür bozulursa adalet yanlış yöne sapar.Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içene düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez.İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
« Yanıtla #8 : 30 Ekim 2013, 08:08:46 »
Türkçe'nin sözünden çıkmamak
 
Dilimiz, yürüyüş ve mücadele esnasında şekillenmiş. Bu yüzden olsa gerek, hareketlidir, çok katlıdır. Sözgelimi, alışmak kelimesinin bir anlamı da tutuşmaktır. Düzlüğe 'yazı' demişiz.
Türklük gibi, Türkçe'nin de birleştirici özelliği var. 'Huda' kelimesi Farsça, 'Nabit' kelimesi Arapça. Bu ikisinin birleşmesinden meydana gelen 'Hudayinabit' ise Türkçe. Kendiliğinden biten, ekilmiş olmayan demek. Bir de 'alaza' var. 'Dökülen tohumlardan çıkan bitki.' Yol kenarlarında 'biten' ekinleri hatırlayın. Dokunaklı bir görüntüdür, ayrı düşmeyi anlatır.
Bin beş yüz rakımlı bir dağ köyünde, yetmiş beş yaşındaki bir dedeyi dinlerken, bunlara benzer şeyler düşünüyorum. Bir delikanlıyı anlatıyor. Sıkıntılı işlere girişmiş. Sonuç: Canına kıymış. 'Gençliğini taşıyamadı' diyor. İşte dilimizin güzelliği.
Söz, köylerin kimsesiz kalmasına geliyor. Sadece meyve ağaçları değil, evler de kuruyor. Şunu söylüyor: 'İnsan, evin ruhudur. Ruh bedenden çekilince ne oluyorsa, evlere ve köylere de o oluyor.'
Yahya Kemal, 'fukaralık, ruhumuzu güzelleştirmiş' derken ne kadar haklı. Her gittiğimiz yerde bunu görüyoruz.
***
Mehmet H. Doğan, Şiir ve Eleştiri (1998) kitabında bir tarihçinin 'dil eşittir kimlik' sözünü aktardıktan sonra şöyle devam ediyor: 'Dilini yitiren, dilinin konuşulduğu ortamın dışına savrulan ya da atılan kimse, her şeyden önce bir kimlik bunalımına düşüyor.'
Avrupa'daki çocuklarımızın durumu veya dramı, sözü edilen bunalımın en canlı, en sahici örneği.
'Ana dilinden koparılan kimse, kendisine yabancılaşır' sözü de önemli. Mevlana'ya ait olduğu söyleniyor.
Dil ve din ilişkisine de bu pencereden bakmak lazım. Bilinen gerçek: Dilini kaybedenin dinini kaybetme süreci daha hızlı işliyor.
Osmanlıdan sonra yeni bir ülke inşa etmek isteyenlerin dine ve dile aynı anda müdahale etmesi, elbette boşuna değildi.
Dil, hepimiz için büyük bir imkândır. Osman Toprak, Türkçeye emek veren arkadaşlarımızdan. Kitap ismi olarak Dil ve İmkân'ı tercih etmesi, bana hep anlamlı gelmiştir.
***
Türkçeyi hor görmek, yıkıcı alışkanlıklarımızdan biriydi. Şükür ki, böylelerinin sayısı her geçen gün azalıyor.
İlhan Berk, 1956 yılında, Rimbaud'nun nesrini överken şöyle diyor: 'Rimbaud'nun nesrini çok düşündüğüm oldu. Denedim de. Ama sarmadı pek. Neden mi? Önce dilimiz yetersiz. Bu dille ne yapılır hiç bilmem. Doğrusu, bu haliyle bizim bu dille bir şey yapılmaz. Bunu bozmak, yeniden yaratmak gerek, çıkar yol bu bence. Batı dillerinin güçlü yapılarını örnek alarak bu dili yeniden yapmalı. İler tutar yönü yok çünkü bu dilin.' (Elyazılarına Vuruyor Güneş, Tan Yayınları, 1983, sayfa 36.)
Namuslu eleştirmenlerimizden Fethi Naci, okuduğumuz bu satırlardan otuz bir yıl sonra, 'İlhan Berk Mucizesi' başlıklı bir yazı kaleme alıyor. Örnekleriyle birlikte. İşte o yazının son paragrafı: 'Yadsınamaz bir gerçek: İlhan Berk ünlü bir şair. Bir gerçek daha: İlhan Berk anadilini bilmiyor. Ve sonuç: İlhan Berk, yeryüzünün hiçbir ülkesinde göremeyeceğimiz bir mucizeyi gerçekleştirmiş, anadilini öğrenmeden ünlü bir şair olabilmiştir!' (Şiir Yazıları, İyi Şeyler Yayıncılık, 1997, sayfa 71.)
İddiasından vurulmak, galiba böyle bir şey. Ve vardığımız yer: Dilimizi bilmek, kendimizi bilmektir.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/Ibrahim_Tenekeci/turkcenin-sozunden-cikmamak/40307

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Dilimiz Onurumuzdur Sahip Cıkalım.
« Yanıtla #9 : 07 Kasım 2013, 08:33:39 »
Önemsiz bir mevzu: Dil!


Dergi okuyan kaldı mı memlekette? Gazete okuyanların azaldığı bir dünyada, dergi okuyanların tükenmesi kaçınılmaz. İnternet okuyuculuğu, derin okumayı ortadan kaldırıyor. Dergi okumak, kitap okumak alışkanlıklarımız arasından çıkıyor.
Bu, bütün dünya da mı böyle?
Muhtemelen bütün dünyada gazete okuyucusu, dergi okuyucusu, kitap okuyucusu azalıyordur. Çünkü sanal âlemde kolaylıkla gazete, dergi takip etmek, kitap seyretmek mümkün. Bakın hiç biri için “okumak” demedim!
Türkiye’de binlerce dergi yayınlanıyor. Türkiye Yazarlar Birliği’nin yıllıklarından birinde (2008) ibreti âlem için, geniş bir dergi bölümü yapılmıştı. Burada yüzlerce dergiden söz ediliyordu.
Dergilerin en az okunanlarının ilmi dergiler, “hakemli dergiler” olduğu kolaylıkla tahmin edilebilir. Bu dergiler bol dipnotlu, şekil şartlarına uygun, fakat muhtevaca bir şey söylemeyen metinlerle dolu. Elbette bu yazılar içinde de okunulması gerekenleri var. Fakat büyük çoğunluğu böyle. Geçenlerde Bilig dergisinin 66. sayısı elime geçti. Önce bir karıştırdım. Sonra da okumak üzere masamın bir kenarına ayırdım.
O dergideki bir yazı, Türkiye’nin akademi camiasının nasıl bir dil ve zihin perişanlığı içinde olduğunu gösterdiği için bilhassa dikkatimi çekti. Yazı bir dilin temel kitaplarından olan sözlüklerle ilgili. İşte başlık: “Türkiye Türkçesi Söz Varlığının Derlem Tabanlı Sözlüğü.”
Evet bir başlık ki, bütün kelimeleri türkçe veya öztürkçe. Fakat ne anlatıyor? Türkiye türkçesinin “söz varlığı”. Yani vokabüleri, “kelime haznesi”. Demek ki, Türkiye türkçesinin bütün kelimelerini ihtiva eden bir sözlük üzerinde fikir yürütülüyor. Bu sözlük nasıl bir sözlük olacak, cümlenin devamından çıkarabilirseniz çıkarın!
“Derlem” ne demek? Bu uydurma kelime ile Türkçe Sözlük’ün 7 baskısında ilk defa karşılaşılıyor (1983). Oradaki manası: Koleksiyon. 8 baskıda (1998) da aynı karşılık var.
2011’deki 11. Baskıda “derlem” kelimesi “koleksiyon”la karşılandığı gibi özel bir anlamı da verilmiş. Fakat bu anlamın koleksiyonla alâkasını kurmak mümkün değil. “Bir dilin türlü kullanım alanlarından derlenmiş örneklerinin dil bilgisi ve kuramsal dilbilim araştırmalarında kullanılmak üzere bilgisayar tarafından okunabilecek biçimde bir araya getirilmiş kümesi.”
Derlem kelimesini “koleksiyon” karşılığı olarak uydurmak bir keyfilikti. Çünkü kelimenin latincesi, toplamak, biriktirmekle alâkalı. Derlemek ve toplamak birlikte kullanılır dilimizde, fakat aynı anlamda değildirler. Dil işte bu farklılıklarla kendini belli eder. Koleksiyoncu derleyici değildir, toplayıcı ve biriktiricidir! “Derlem”e özel bir mana yükledik! Biz yaptık oldu.
Gelelim “derlem tabanlı” sözlüğe! Neyse ki, makalenin yazarı, kavramın batı dillerindeki, latince menşeli aslını da vermiş: Corpus-based.
Corpus, külliyat, mecmua olarak karşılanıyor, ingilizceden türkçeye sözlüklerde. (Redhouse, M. Gülbahar vb.)
Bu kavram nasıl türkçeleştirilebilir? Derleme tabanlı, metin esaslı, derleme esaslı. Böyle ifade edildiği zaman, herkes bunu anlar! Maksat da hasıl olur!
Fakat öztürkçecilik zihniyeti kimsenin anlamaması esasına dayanır. Bu yüzden herkesin bildiği, anladığı, konuştuğu, yazdığı kelimeler yerine, müslümana gâvur eziyeti kabilinden yeni kelimeler uydurulur!
Sözlük bir dilin kelimelerini toplar. Bunun çeşitli yolları var. Birisi ağızlardan derlemektir. Diğeri metinleri tarayarak kelime haznesini oluşturmaktır. Türkiye’de derleme sözlüğü ağız derlemesi olarak yapılmış, çok ciltli olarak Dil Kurumu tarafından yayınlanmıştır. Yazılı metinlerden yapılanlar “tarama” olarak nitelendirilmiştir. Tarama Sözlüğü de çok ciltli olarak yayınlanmıştır.
Derleme Sözlüğü, ham malzemenin bir araya getirilmesinden ibarettir. Ağız farklarına işaret edilmemiş, dilimizdeki genel kullanımlar üzerinde durulmamış, birbirinin ufak farklarla tekrarı çok sayıda kelimeyi barındırmaktadır. Tarama Sözlüğü ise, çok sayıda eserin sadece türkçe olduğu sanılan kelimelerinin örnekleriyle taranması şeklinde oluşturulmuştur. Tarama Sözlüğü’ne bakarak türkçenin söz varlığını bütünüyle görmeniz mümkün değildir. Türkçenin kelimeleri yanında türkçe sanılan moğolca, soğdca, çince vs. kelimeler, bu sözlükte yer bulurken, bunlardan çok daha fazla kullanılmış olan arapça ve farsça kelimelere yer verilmemiştir.
Makale sahibi, örnek olarak Oxford, Collins, Longman, Cambridge benzeri ingilizce sözlükleri vermektedir. Nedir bu sözlüklerin özelliği? Bilgisayarın ortada olmadığı zamanlarda ingilizcenin temel metinleri taranarak hazırlanmaları. Türkçenin henüz böyle bir sözlüğü yok.
“Derlemci” arkadaş, dilimiz bir bütün olmasına rağmen Cumhuriyet öncesini hiç kaale almamıştır. Oysa çağdaş türkçe, Tanzimat sonrası ortaya çıkan dildir. En azından Tanzimat sonrası taranmalıydı. Yüzde kırkını cumhuriyet döneminin edebî eserlerinden taramış. Bunların hangi eserler olduğunu bilmiyoruz. Objektif değil, keyfi bir tarama olma ihtimali çok kuvvetlidir. Diğer yüzde kırkı internet metinleri ve yüzde yirmisi de çeşitli metinlermiş.
Buradan gerçek anlamda türkçenin sözvarlığını ihtiva eden bir sözlük hazırlanmak istenmediğini çıkarabiliriz. Bu bir nevi takviyeli öztürkçe sözlük olabilir. Zaten makalenin dilinden bu çıkmaktadır. Bir dilci, dilinin yaygın kelimeler ile konuşmalı ve yazmalıdır. Dilimiz yaz boz tahtası değildir. “Yazın” kelimesi 1970’lerde edebiyat karşılığı olarak uydurulmuş, fakat tutmamıştır. O zaman bir ilim adamının, bu köksüz, müşevveş kelimeyi değil, bin küsur yıldır anlamı bilinen “edebiyat”ı esas alması gerekirdi. Bu uç, müfrit (ekstremist) bir tutumdur.
İşin garibi, böyle bir çalışmanın TÜBİTAK tarafından desteklenmesi ve Bilig gibi bir dergide yayınlanmasıdır!
Devlet Kurumları, müfritliği desteklemez. Yerleşik türkçe en büyük millî servetimizdir. Onun korunması, güçlenmesi, Türkiye’de ilmin ve edebiyatın korunması ve güçlenmesi demektir. Dilde aşırılıklar devrini kapatmak bu dönemde mümkün olmayacaksa, ne zaman olacak?
06 Kasım 2013 Çarşamba 08:24.D.Mehmet Doğan / Yeni Akit.Habervaktim.com