Gönderen Konu: Din kalblerde mi kalmalı?  (Okunma sayısı 3544 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Din kalblerde mi kalmalı?
« : 08 Haziran 2009, 05:23:11 »

Kimilerine göre, “Din yüreklerde kalmalı...”

O zaman “özel” ve “yüce” olur, “kirlenmez”miş...

Bektaşi’nin “Kur’an sevgisi”ne benzer bir din anlayışı bu...

Anlatırlar: Bektaşi babası Kur’an’ı altın yaldızlı bir kaba koyup yüksek bir yere asmış (çoğumuz böyle yapmaz mıyız sanki?)

Bir gün misafirleri o güzelim kabın içinde ne olduğunu merak edince, “Kur’an” demiş Bektaşi; “hayatımda o kadar değerli, o kadar önemlidir ki, onu elime almak hürmetsizlik gibi geliyor, bu yüzden şanına layık bir kaba koyup yükseğe astım.”

Bazıları açısından İslâm Dini o kadar “saygın”, o kadar “özel”, o kadar “değerli” ve “temiz” ki, günlük işlere bulaştırmak dinin yüceliğine aykırı düşer.

Hâlbuki din, bizatihi “din sahibi”nin tanımlamasıyla “dünya ve ahreti tanzim” için vazedildi.

Yani “dindar”, dünya işlerini de dinin usul ve erkânına uygun biçimde yaşayan insandır.

“Bozulmasın”, “kirlenmesin” diye dini bir kenara koyamazsınız!

Koyarsanız, o, “dine saygı göstermek” olmaz, düpedüz “din dışına çıkmak” olur. Asıl saygısızlık ve dini “kirletmek” işte budur!
İsterler ki, sokakta laik, evde Müslüman olalım...

İsterler ki, ticarette laik, namazda Müslüman olalım...

İsterler ki, siyasette laik, cenazede Müslüman olalım...

Kısacası dünyada laik olalım isterler...

Yani dünya işlerini “dünyacı” bir açıdan halledelim.

Böyle bir anlayış, Allah’ın emir ve yasaklarını dünyaya karıştırmamak suretiyle Allah’a “vazife ve salâhiyet” sınırı getirmek anlamına gelir ki, bunun dinin temiz tutulmasıyla bir ilgisi yoktur.

Doğrudan “dinsizlik”le, en azından “densizlik”le ilgisi vardır!

Çünkü din dünya içindir!

Dünya için olduğuna göre, dünya hayatını “dindar” olarak yaşamak demek, dünyayı dine göre yaşamak demektir...

Bu da laiklikle çatışmaktadır. İşte bu yüzden “İnsan laik olmaz, devlet laik olur” denmiştir.

Kavga insanı devlet gibi algılayıp laikleştirme dayatmasından kaynaklanıyor. Yoksa devletin laikliğine kimsenin bir şey dediği yok...

En azından benim bir şey dediğim yoktur!

Bütün bunların sebebi eğitim sisteminin “yanlış yürekli insan” yetiştirmesidir...

Sistemin dayatmaları günün birinde para, ya da makamla birleşince, “inkâr fırtınaları” esmeye başlıyor.

Buyurun, 1950’lere kadar ders kitabı olarak okutulan “Âfet İnan” imzalı “Medeni Bilgiler” isimli kitapta “İslâm Dini”ne nasıl bakıldığını görelim...

“Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların...”

“Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis Türk Milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, Ümmet kelimesi ile ifade olundu..."

“Türk Milleti birçok asırlar... bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur’an’ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü...”

“Türk Milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular...”

“... din hissi, dünyanın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk Milletinin vicdanındaki çadırını yıktı, davetlileri, Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti... Artık Türk, cenneti değil... son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte dinin, din hissinin Türk Milletinde bıraktığı hatıra...”

Şimdi biraz da liselerde yıllar boyu okutulmuş “Tarih II” isimli kitaba göz atalım...

Kitap, öncelikle Peygamber Efendimiz hakkında “tereddüt” yayıyor:

“Muhammed’in aile ve atalarına ait bütün malumat tarihi olmaktan ziyade efsanevidir. Peygamber zamanında bir malumat yoktu; bunlar sonradan icat olunmuştur...”

Peygamberimizin peygamberliği tereddütle karşılanırken, yalancı peygamber Müseylime’nin “Hiç de yabana atılmayacak değerde görüşleri” olduğu iddia ediliyor.

“Muhammed'in peygamberlik vazifesine nasıl başladığını izah etmek en nazik ve en müşkül meseledir. Muhammed'in bir melek ile ve Allah ile hakikaten konuşmuş olduğu kanaatinde bulunanlar olduğu gibi, Muhammed'in, isteyerek böyle söylediğini de ileri sürenler olmuştur.”

Bu ders kitabında Kâbe “tavla zarı”na benzetiliyor, “âdi taştan” yapıldığı belirtiliyor. Hacer'ül Esved'in Frikyalıların uydurduğu Karataş efsanesi gibi bir “efsane” olduğu öne sürülüyor.

En vahim iddia ise Kur'an'a ilişkin: “Kur'an ve Vahiy” başlıklı bölümün hemen başında şu ifadeler yer alıyor:

“Muhammed'in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kur'an denir.” (Sayfa: 90).

Şimdi bir düşünün bakalım: “Din yüreklerde kalmalı” diyenler, “O kadar uğraştığımız halde milleti dinsizleştiremedik, bari dini yüreklere hapsedelim” demek istemiş olabilirler mi?
 
Yavuz Bahadıroğlu

mazhar

  • Ziyaretçi
Ynt: Din kalblerde mi kalmalı?
« Yanıtla #1 : 04 Aralık 2013, 08:37:00 »
“Siyasete bulaşmak” ve “Laik Din” anlayışı

Çok “acaip şeyler” oluyor. “Sütten ağzı yanma”nın getirdiği “hatalı sonuç”tan mıdır, yoksa “pazarlanan özel bir kampanya”ya farkında olmadan kapılmaktan mıdır nedir; esasında “İslam anlayışı”na zarar verecek, gün gelip müslümanlar olarak ayağımıza dolanacak bir çağrı yapılıyor; “cemaatler siyasete bulaşmasın” deniliyor.
Garibime giden, beni dehşete düşüren, çağrıyı “ilahiyatçılar”ın ve “akademisyenler”in yapması. Nitekim bizim gazetenin haberini okumuşsunuzdur. Yeni Akit’e konuşan ilahiyatçılar ve akademisyenler, cemaatlerin “siyasete bulaşma”sına dair, “İslami anlayışa zarar verir, cemaatler siyasetten el etek çekmeli” demişler.
Buradan çıkan sonuç şu: “Siyasetle ilgilenmek İslami anlayıştan değildir; İslam ayrı, siyaset ayrı bir şeydir.” Ancak bunun üreteceği nihai sonuç, “Laik din anlayışı”ndan başkası değildir.
Bu, “İslam” ile “siyaset”i, “din işleri” ile “devlet işleri”ni birbirinden ayırmayı esas alan “Laiklik”in, farkında olmadan “kabul”ü gibi bir mana taşıyor. “Bireysel ve toplumsal hafıza”ya bunu kazıyor; böyle bir “din/İslam algısı”nın normalleşmesine sebep olacak “hatalı/sakıncalı mahiyet” arzediyor.
Bunu, “ilahiyatçılar”ın kullandığı bazı cümlelere baktığımızda anlayabiliyoruz.
İddia: “İslam’da ferdilik yoktur, genellik vardır. Yapılan işlerde bütün müslümanların hayrı ön plânda tutulmalıdır.”
Bu cümle ilk bakışta doğru görünse de, “cemaatler siyasete bulaşmasın” çağrısı kapsamında söylenmesi, “müslümanın siyaset yapması”nın, “İslami siyaset”in, “dinin siyasi esaslarının takip edilmesi”nin “müslümanların hayrına olmadığı” kanaatini oluşturuyor. Bu, “Laik din anlayışı”na kapı aralamak değil mi?
İddia: “İnsanların inançları, ibadetleri ve dini yaşantıları sebebiyle kendileri için bir sığınak, amelce bir kurtuluş yolu olarak gördükleri cemaat yapılanmasının bir siyasi ağırlığa yanaşması veya siyasette ben de varım demesi cemaat adına son derece yanlıştır.”
Burada “bir siyasi ağırlığa yanaşması” ifadesinin, “bir siyasi partiye angaje olma”sı anlamında kullanıldığını varsayarsak, itirazımız yok. Ancak, “İslami manada cemaat”in, “siyasette ben de varım” demesi niçin yanlış olsun? İslam’da “siyaset”le “inanç”, “devlet”le “ibadet” birbirinden ayrı mı ki, “İslami cemaat” siyasette varlık göstermesin? Bu cümlede sözü edilen “dini yaşantı”, acaba “devlet işleri”nden, “siyaset”ten, “hukuk”tan, “iktisadi faaliyetler”den ve benzeri “dünyevi işler”den ayrı ve uzak mı ki, cemaat mensuplarına “inanç ve amel”ini siyasetten ayırması öneriliyor? “Müslümanın dini yaşantısı”, aynı zamanda “siyasi yaşantı”sı da demek değil mi? Bu, “Laik din anlayışı”na kapı aralamak olmaz mı?
İddia: “Cemaat gibi nezih ve samimiyet dolu bir yapının içerisine siyasetin girmesini doğru bulmuyorum. Bu hem cemaate zarar veriyor, hem de o cemaatin inanç sistemine...”
“Siyasi emel” taşımayan, “Devlete talip” olmayan bir cemaat, “hayatı bütünüyle kuşatan/düzenleyen İslam”a dair “nezih ve samimi” bir yapı arzedebilir mi? “Siyaset”in ve “devlet”in de “İslami inanç sistemi”yle biçimlendirilmesi gerekmez mi? Müslümanı siyasetten uzak tutmak, “Laik din anlayışı”na kapı aralamak olmaz mı?
İddia: “Cemaatlere düşen siyasetle iç içe olmak, müdahale etmek değil, siyasete hayırlı yol göstermektir.” “Siz hayrı ve doğruyu irşat eden insanlar olursanız....”
“İslam’a göre” yapılmayan, İslam’ın belirlemediği, “meşruiyetini, rotasını ve niteliklerini İslam’dan almayan siyaset”in “hayırlı yol” olması mümkün mü? İslam dışında hayırlı bir yol mu var? İslam’ı hayata hakim kılma iddiası yoksa, böyle bir yapının İslami manada cemaat olması mümkün mü? “İslami cemaat”in “siyasete müdahale” etmesi, biçimlendirip yönetmeye/yönlendirmeye çalışması en tabiî ve doğru strateji olmaz mı? “İslam’ın siyaseti”ni takip etmeden, ya da “siyaseti İslam’a dönüştürme”ye çalışmadan insanları “hayra ve doğruya irşat” mümkün olabilir mi? Buna karşı çıkmak, “Laik din anlayışı”na kapı aralamak olmaz mı?
İddia: “Cemaatler örnek olacak güzel davranışlar sergilerlerse, güzel çığırlar açarlarsa, o çığırdan giren her insanın hayrından pay alırlar.” “Cemaatler toplumun manevi dinamikleridir. Buhrandan hidayete dönüştürme yuvalarıdır.”
Bunlar “cemaatler siyasete bulaşmasın” çağrısı kapsamında söylendiğinde son derece sakıncalı değil mi? Cemaatler niçin siyasette de “İslami örneklik”i göstermesin, “siyasi konular”da da “buhrandan hidayete dönüştürme”ye örneklik ve önderlik etmesin? “İslami olmayan güzel bir çığır” mı var? İslami cemaatleri toplumun “maddi işler”inden uzak tutan, sadece “manevi işler”e yönlendiren bir çağrı, “Laik din anlayışı”na kapı aralamak değil mi?
İddia: “İlim ehli... insanların siyasetten uzak durmaları gerekir. Siyaseti zaten siyasetçiler yapıyor.”
Bu, bir tür “Laik Din Adamı” tiplemesi değil mi? “İlim adamı”nın siyaseti bilmemesi, “siyaseti İslami ilimlere göre tanımlama”ması İslam’a uygun mu? Siyaset yapanların illâ da “ilimsiz” mi olmaları gerekiyor? Bu öneri “hangi İslam”a uygun? “Siyaseti siyasetçilere bırakmak”, İslam ile siyaseti birbirinden ayırıp “Laik din anlayışı”na kapı aralamak anlamına gelmez mi?
Bir “müslüman” olarak bu iddiaları kabul edemem. Cemaatler siyasetten elini eteğini çekmemeli; bilâkis “İslami siyasete dair doğru örneklik”i tanımlayıp icra etmeli.
03 Aralık 2013 Salı 08:50
 
farukkose@yeniakit.com
Habervaktim.com