Gönderen Konu: Din Kimden Nasıl Öğrenilir?  (Okunma sayısı 7841 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Din Kimden Nasıl Öğrenilir?
« : 19 Nisan 2012, 23:23:34 »

Bundan 30 yıl kadar önce ülkemizde yaşayan insanların dinlerini öğrenmek istediklerinde müracaat edecekleri eserlerin sayısı oldukça azdı. Mevcut kitapların pek çoğu Arap dünyasından veya Pakistan ’dan yapılan tercümelerden oluşmaktaydı ve zamanın ruhuna uygun politik atıflar taşımaktaydı. Şüphesiz, ülkemizdeki insanların dinlerini öğrenmelerinde ve bilinçlenmelerinde bu eserlerin önemli katkısı olmuştur. Bununla birlikte, yazıldığı ülkelerin sorunları ve yazarların kendi coğrafyalarından hayata bakışları fikir olarak bu kitaplara hakimdi. Dolayısıyla bu kitaplarda yazılan pek çok şey bizim ülkemiz insanına uzak olduğu gibi bizim gündemimizde olmayan yeni sorunları da buraya taşımıştır.

Yeni kitaplar yeni sorunlar

Geçiş dönemi olarak kabul edebileceğimiz bu süreçten sonra, ülkemizde yetişen yazarlar halkın ihtiyaçlarını da göz önünde bulundurarak pek çok eser kaleme aldı, almaya da devam ediyor. Bugün İslâmî neşriyatın satıldığı yayınevlerine gittiğinizde, rafları dolduran kitapların neredeyse tamamına yakınının bizim ülkemizde yetişen insanlar tarafından kaleme alınmış olduğunu görürüz. Burada kast ettiğimiz kitaplar elbette temel kaynaklarımız değil. Onlar hangi devirde ve hangi coğrafyada yazılmış olursa olsun ümmetin ortak mirasıdır, çağların tescilinden geçmiştir ve dinî anlayış ve irfanımızın temel direkleridir.

Yeni kitapların böyle yaygınlık ve çeşitlilik kazanması bir açıdan sevindirici olmakla birlikte, pek çok insanın İslâmî konularda yazıyor olması karşısında, kimin kitabının okunacağı hususunda kafalar iyice karışmış durumdadır. Zira aynı konuyla ilgili o kadar farklı kitaplar yazılmakta, o kadar farklı yaklaşımlar sergilenmektedir ki birinin yazdığını öteki kabul etmemekte, ortaya yazarlar sayısınca farklı İslâmî bakışlar çıkmaktadır. Alt yapısı olmayan, doğruyu yanlıştan seçme imkanı bulunmayan ve temel dinî bilgilere bile sahip olmayan insanımız, kafasını karıştıran böylesi neşriyat karşısında şaşkınlığa düşmüştür. Kime inanacağını bilemez durumdadır.

Televizyonlardaki dinî programlar

Aynı durum televizyon ekranlarında da karşımıza çıkmaktadır. İslâmî konuları ele alan o kadar televizyon kanalı var ki, birisi bir gün üşenmeden bu kanalların tamamını seyretmeye çalışsa kafası tamamen karışır. Zira pek çoğu İslâm’ı anlatıyor ama kanallar arasındaki farklı anlatımlara bakan seyirci hangisinin en doğru bilgiyi verdiği hususunda tereddüde düşer. Çünkü dinî meseleler her birinde farklı ele alınmakta, birinin dediğini diğeri onaylamamaktadır. Bazılarında ise Allah’tan kendisine özel bilgi geldiğini söyleyerek bir takım tavsiyelerde bulunanlar ekrana çıkarken, bir başkasında konuşmacı kendisinin beklenen mehdi olduğunu söyleyebiliyor. Bir diğerinde de matematik ve diğer bilimler yardımıyla Kur’an’dan bazı sonuçlar çıkaranlar ekranı işgal ediyor.

Bir de İslâm’ı anlatma ve halkımızı bilgilendirme çabası içinde olduğunu söyleyen bu insanların bir kısmı birbirleri aleyhine hem de isim vererek suçlamalar yapmaktalar. Ekranlar adeta dindar insanların birbirleriyle mücadele ettikleri alanlar haline gelmiş, bunları seyreden kimselerde de din bilginlerine karşı olan saygı, sevgi ve güven azalmıştır.

Diğer taraftan dinî ilimlerde uzman olan kişilerin kendi aralarında konuşmaları gereken meseleler ekranlarda konuşuluyor ve tartışılıyor. Alt yapısı olmayan insanlara anlayamayacakları ve kaldıramayacakları meseleler anlatılıyor ve bunlarla ilgili münakaşalara giriliyor. Bunları seyreden insanlar da artık neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemez hale geliyor ve her şeyden kuşku duymaya başlıyor. Bu da insanların İslâm’a ısınmasına değil, bilakis başta ibadetler olmak üzere dinî hayattan uzaklaşmasına neden oluyor. Çünkü olsa da olur olmasa da olur anlayışına kapılan seyirciler duyarlılıklarını kaybediyor ve din onların nazarında sıradan bir olay haline geliyor.

Bütün bu tabloya bakıldığında, insanın neye inanacağını ve neyi kabul etmeyeceğini bilemez hale geldiği aşikârdır. Meselelere vakıf olanlar ise başkalarını İslâm adına suçlayan, onların doğru yolda olmadığını söyleyenler ile suçlamalara cevap yetiştirmeye çalışanlara bakıp, bu manzaradan utanır oldu.

“Bütün bu seyrettiğimiz programlardan hangisi gerçek İslâm?” diye soruluyor. Sıradan bir izleyici için yerden göğe kadar haklı bir soru bu. Evet, bunlardan hangisi gerçek İslâm?

Medyadan yayılan şüphe tohumları

Kısaca, televizyonlarda din adına yapılan tartışmalara baktığımızda, yapılanların ne kadar yanlış olduğunu anlarız. Şöyle düşünün: Namazdan, oruçtan haberi olmayan, daha dinin ne olduğunu bilmeyen, ailesinde en küçük dinî eğitim almamış olan insan televizyonlarda dinî tartışmaları seyrettiği zaman nasıl bir etkisi olur dersiniz? Dine karşı içinde bir sevgi mi oluşur, dinimi öğrenmeliyim diye mi düşünür? Yoksa “Hocalar bile dinin ne olduğunda anlaşamamışlar, demek ki din karışık bir şeymiş, en iyisi şu anki yaşantıma devam etmek, dinden de dindarlardan da uzak durmak.” diye mi düşünür?

Doğrusu ben bugüne kadar ekranlardaki dinî program ve tartışmaları seyrederek dine ısınan, namaza oruca başlayan kimse görmedim. Ama tersini çok gördüm. Muhtemelen sizler de aynı duruma şahitsinizdir. Her biri farklı şeyler söyleyen hocaları seyreden insanlar kalplerinde oluşturulan şüphelerle her şeyi bir tarafa bırakarak dini sadece imana indirmekte ve önceden yapmaya gayret ettikleri ibadetleri bile terk etmektedirler.

Biliyorsunuz, taşıtların bir taşıma kapasitesi vardır. Bir araca kapasitesinin üzerinde yükleme yapıldığı zaman gitmekte zorlanır. Bir seviyeden sonra da araç bozulur. Eğitim öğretim de böyledir. İnsanlara kaldırabileceklerinden fazlasını yüklemeye çalışmak, zihinlerinin bulanacağı şeyleri anlatmak İslâm adına yapılmış bir hizmet değildir. Hz. Peygamber s.a.v. insanlara akıllarının kaldırabilecekleri şeylerin anlatılmasını istemiştir. Dini tebliğ etmek için gönderdiği elçilere neleri anlatmaları gerektiği hususunda sıkı sıkı tembihte bulunmuş, sonunda anlatılması gereken meseleleri en başta anlatarak yeni müslüman olanların zihinlerini allak bullak etmemelerini istemiştir. Bu nedenle de anlatılacak hususlarda sınırlama ve sıralama getirmiştir.

Hz. Ömer r.a. da valilere bu hususta özel tembihte bulunurdu. Vaazlarında ölçüyü kaçıranları azarlar, vaaz etmelerini engellerdi. Önceliği olan hususların öne alınması istenirdi. Sırası gelmemiş bilgilerin öğretilmemesi istenirdi. Çünkü maksat İslâm’ın sevdirilmesi ve öğretilmesi ise bunda belli bir sıra takip edilmesi şarttır. Kaldı ki Allah Tealâ bile kitabında bunu uygulamış, Kur’an’ı birden iki kapak arasında indirmemiştir. İnsanları olgunlaştıra olgunlaştıra, önceki öğrendiklerini iyice bellemelerinin ve uygulamalarının ardından yeni buyruklar göndermiştir.

Ne yapalım?

Peki, TV kanallarında herkesin kendine göre benimsediği din anlayışını anlatmasının önüne geçilemeyeceğine ve bu programlar yasaklanamayacağına göre biz ne yapalım? Doğru dinî bilginin halka aktarılmasında Diyanet İşleri Başkanlığı’na ve hassasiyet sahibi sivil İslâmî organizasyonlara büyük sorumluluk düştüğünü hatırlattıktan sonra kendimiz ne yapabileceğimize bakalım:

Her şeyden önce biz ve sorumluluğunu taşıdıklarımız, temel dinî bilgileri öğrenmeliyiz. Bunlar temel itikat ve ilmihal bilgileridir. İslâmî konulara dair diğer her türlü bilgi, şuurlanma çabası, hatta tasavvufî yaşantı bu temel üzerine inşa edilebilir. Başka bir deyişle alt yapıyı sağlama alırsak, onun üzerine birinci ikinci katı inşa edebiliriz..Temeli sağlam atmadan üzerine kat atmaya çalışmanın neticesi felakettir.

Bu nedenle öncelikle iyi bir akait ve ilmihal bilgisine sahip olmamız gerekmektedir. Ayrıca İslâm’ı yaşamayı, yaşatmayı gaye edinmiş bir rehber ve onun cemaatiyle birlikte hareket etmelidir. Sonra Allah Tealâ’nın bizler için göndermiş olduğu son kitabını okuyalım. Bunu yapalım ki, kendimizi Rabbimizin kitabıyla doğrudan doğruya yüzleştirelim. Bunun ardından da konularına göre tertip edilmiş derleme bir hadis kitabını (mesela İmam Nevevî rh.a.’in Riyazü’s-Salihîn, merhum Ömer Nasuhi Bilmen’in 500 Hadis kitabı gibi) okumak güzel olur. Bununla da Hz. Peygamber s.a.v.’in mübarek emir ve tavsiyelerini hayatımıza taşıma imkanı bulmuş oluruz.

Bu aşamalar gerçekleştiğinde, insan hem Allah’ın Kitabı’nı hem Rasulü’nün buyruklarını öğrenmiş, hem de günlük yaşantısında gereken temel dinî bilgileri elde etmiş olur. Böylece artık anlatılanları değerlendirme ve kimin ne demeye çalıştığını anlama noktasında olgunlaşmış oluruz.

Geriye bir adım daha kalmaktadır: TV programlarında İslâm ümmetinin genel çizgisinin dışında şeyler söyleyen, farklı ve yeni bir yol tercih etmeyi önerenleri seyretmemek en çıkar yoldur. Esasen ölçü bellidir: Din televizyondan, gazeteden öğrenilmez.

Taha Yıldız


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Din televizyondan, gazeteden öğrenilmez.
« Yanıtla #1 : 03 Ocak 2016, 02:59:28 »
Televizyondan din öğrenmek
Son yıllarda halk dindarlığının içini boşaltan bu görüşler genellikle medya yoluyla yaygınlaştı. İlmî birikimi ve yeterli edebi olmayan kişiler sabahlara kadar ekranlarda dinî mevzuları tartıştılar. Hiçbir ilmî ölçüye riayet etmeden tartıştılar. İzleyicilerin kafasını, gönlünü karmakarışık eden bir üslup kullanıldı. Televizyonlar bu kişileri birden keşfediverdi. Kadın programlarından, ana haber bültenlerine kadar her fırsatta konuşturuldular. Çünkü reyting alıyorlardı. Çünkü dinî eğitimden uzak yetişen kitleler İslâm’ı anlama açlığı çekiyordu. Böylece İslâm’ın en tartışılmaz, en şüphe götürmeyecek netlikteki hükümleri bile tartışmaya açıldı. En çok duyduğumuz sözler ise “Kur’an’da böyle deniliyor!” ya da “Bu Kur’an’da yok!”

Din televizyondan, gazeteden öğrenilmez. Olsa olsa iyi niyetli, hassasiyet sahibi ellerden çıkmış yapımlar dindarlığı güçlendirebilir, zihin ve gönül açar. Halk için dinin hükümlerinin kaynağı salih hocalar ve ilmihal kitaplarıdır. Yani ehline sorarak, okuyarak öğrenilir. Asırlardan beri usul buydu, halen de budur.

Öyleyse bizim imanla, yaşantımıza dair hükümler noktasında, güzel ahlâktan İslâm tarihine kadar müslüman kimliğimizi ilgilendiren konularda yol bellidir. Sadece iyi bir ilmihal bile güzel bir kılavuzdur. Elimizde merhum Ömer Nasuhi Bilmen hocaefendinin “Büyük İslâm İlmihali” gibi şaheser bir kitabı varken nelerle vakit kaybettiğimizin farkına varmamız gerekir.

İslâm basittir, kolaydır. Yürekten bir yöneliş, bir de Mevlâmızın ve yaratılmışların haklarına dikkat etmekten ibaret. Niyet edip yaşamak isteyen için arı duru pınarlar birer hayat kaynağı olarak akıp duruyor. Öte yanda hangi fiyakalı sloganı kullanırsa kullansınlar, kafası karışık, gönlü karışık, ameli karışık kişilerin ardına düşecek zaman yok.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Faydalı Kitaplar Çok Okunmalı
« Yanıtla #2 : 03 Ocak 2016, 03:01:19 »
"Euuzü billâahi mineşşeytaanir raciym Bismillâahi'r- rahmâani'r - rahıym"

(قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ تَعَلَّمَ عِلْمًا لِغَيْرِ اللهِ (أَوْ أَرَادَ بِهِ غَيْرَ اللهِ) فَلْيَتَبَوَّأْ مَقْعَدَهُ مِنَ النَّارِ. (ت

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Kim Allâh(ın rızasın)dan başka bir şey için bir ilim öğrenirse veya onunla Allâh(ın rızasın)dan başkasını isterse cehennemdeki yerine hazırlansın.”
(Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî)



Faydalı Kitaplar Çok Okunmalı

Yediklerinde ve giydiklerinde temizliğe itina eden her Müslüman, bundan daha mühim olan ruh ve fikir temizliğini ihmal etmesi düşünülemez. Bedenin sıhhati için temiz gıda arandığı gibi ruhun gıdası olan dînî ilimler de herkesten ve her kitaptan alınmamalı, seçilerek alınmalıdır. Peygamberimiz (s.a.v.) “Muhakkak şu (şer’î) ilim dîninizdir, onu kimden aldığınıza dikkat ediniz.” buyurmuşlardır.

Müslümanlar, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat îtikâdını, amel ve ihlâsı öğreten kitapları okumalıdır. Mârifet çok kitap okumak değil, faydalı kitapları çok okumaktır. Ehl-i Sünnet’in hassâsiyetlerini bilmeyen bir kimseyi dinlemek veya bir kitabını okumak büyük bir tehlikedir. Zira bunlar, îtikâdî zehirlenmelere sebep olabilir.

Dînî kitapların çoğu hiç kontrol edilmeden basılmaktadır. Ehl-i Sünnet îtikâdına aykırı fikirler, Ehl-i Sünnet düşmanlarının kitaplarından iktibaslar, hatalı tercümeler vs. bulunmaktadır. Bir kısım kitaplarda da îtikâdı bozmak için cümleler arasına sokulmuş zehirler vardır. Hatalarla dolu Kur’ân-ı Kerîm meâllerine, Hz. Muâviye’ye ve Ashâb-ı Kirâm’ın bazılarına hakâret eden, Hz. Âişe’ye dil uzatan bozuk kitaplara dikkat edilmelidir. Müslümanlar, dînini ve târihini Ehl-i Sünnet âlimlerinden ve onların eserlerinden öğrenmeli; ehliyetli bir kontrolden geçmeyen dînî eserlere itibar etmemelidir.

Dînî kitaplar sırf para kazanmak için basılmamalıdır. Günümüzde her kitabın tercümesi basılıyor. Hâlbuki her kitabın tercüme edilmesi doğru olmaz. Tercüme ile ilim olmayacağı gibi âlim de olunmaz. İlim, on beş asırdır nasıl öğrenildi, nasıl öğretildi ise öylece öğrenilip öğretilmelidir. Usûle uymayan tâlim ve taallümden faydalı ilim hâsıl olmaz.

Fazilet Neşriyat’ın gâyesi Müslümanlar’ı, ebedî hayatlarını mahvedecek tehlikelerden muhâfaza için faydalı kitaplar basmak ve piyasada basılan faydalı kitapları okuyucuya arzetmektir. Fazilet Takvimi de her sene mûteber eserlerden seçilerek hazırlanmaktadır. Muvaffakiyet Allâhü Teâlâ’dandır.


Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."